DÜNYAYI SARSAN EKONOMİK KRİZLERİN GİDERİLMESİ İÇİN DÜNYA HİLÂFET’E MUHTAÇTIR

Prof. Dr. Muhammed Malkawi

Ekonomik krizler kapitalist sistem açısından yeni ortaya çıkmış bir şey değildir. Geçtiğimiz yüz yıl içerisinde Amerika ve Avrupa birçok defa ölümcül durgunluk dönemlerini yaşadı. Geçmişte meydana gelen krizlerin ve çalkantıların aksine 2008 yılında yaşanan mali kriz, şu andaki ekonominin ve mali sistemin belkemiği ve alt yapısı bakımından son derece önemli oldu. 2008 yılında borsa ve emtia fiyatlarında meydana gelen düşüş, kapitalist sisteme ciddi bir hasta gibi bakılmasına neden olmuştur. Tarihte yaşanan bir takım olayların birbirlerine benzeşmesi ne kadar da şaşırtıcıdır. Zira 19. yy. sonlarında da Osmanlı Devleti’ne karşı dünyanın “hasta adamı” olarak bakıldığı bir dönemde kapitalist sistem genç ve dinamik bir delikanlı sayılıyordu. Bugün ise kapitalizmin başarısının üzerinden uzun bir asır geçtikten sonra kapitalizmin kendisi hasta adam olurken İslâm ise, insanlığı kurtaracak sapasağlam bir adam olarak yeniden sahneye çıkmak üzeredir. 

Financial Times gazetesi “Kapitalizmin Geleceği” başlıklı bir yazı dizisi yayınladı. Bu yazıda büyük durgunluğun yaşandığı 2007-2009 yıllarının tarihin dönüm noktası olduğu hususunda ekonomistlerin, siyasilerin ve felsefecilerin görüşlerine yer verilmiştir. Bu boğucu krizden çıkmak için kapitalist sistem hakkında yeni değişiklik şekilleri hakkındaki girişimler, araştırmalar dile getirildi. İngiliz Financial Times’deki makalesinde önemli iktisatçılardan Martin Wolf şu ifadelere yer verdi: “Bu, anlık bir krizdir. Ancak bu, kesin bir an mıdır? Öyle zannediyorum ki bu kriz bazı alanlarda çok hızlı hareket ederken bazı yönlerde ise sürekliliğinin imkânsız olduğunu ispat etti. Bu kriz ekonominin şanına sirayet etmiştir ve dünyada sert bir etki bırakacaktır. Ancak tarihsel ayrım bırakmadan kalacaktır. Kralların vefatı hakkında insanların söyledikleri kalıbın geri dönmesi için: Kapitalizm kesinlikle öldü. Kapitalizm yaşatılmalıdır.”

Leszek Balcerowicz, Polonya’nın önceki Başbakan Yardımcısı, kapitalist sistemi sıkıntıya sokan mali krizin kapitalizmin muhtemel bir zayıflamasına işaret etmektedir. Makalesinde bu düşüncesini şu şekilde özetlemektedir: “Piyasalar açısında bu tam bir başarısızlık değildir. Dinamik ve girişimci özelliklerine sahip şu andaki kapitalizm için harici iki düşman yoktur. Dolayısıyla kapitalizm ancak içeriden zayıflatılabilir.” Bu sözleriyle başarısızlığa dönüşme ihtimali bulunan, bünyesinde bulunan esasi kusurlarına işaret etmektedir.

2006 yılında Nobel Ekonomi ödülünü alan Kolombiya Üniversitesi Kapitalizm ve Toplum Merkezi Müdürü Edmund Phelps, “kapitalist sisteme isabet eden büyük zararlar onun yeniden şekillenecek şekilde iskeletinin yeniden ele alınmasını zorunlu hâle getirmiştir,” demektedir. Dünyanın önde gelen pazarlama ve reklam hizmetleri CEO’su olan Sir Martin Sorrell şöyle demektedir: “Açıkça kapitalizmin bozuk olduğunu söylemek veya kapitalizmin bozgunculuğu hakkında daha fazla dikkatli olmamız gerekir.” Oysa 1991 yılında Sovyetler Birliği çöküp ardında dünyanın tümü üzerinde ekonomik hegemonyasını ilan eden kapitalizmi bıraktığında Francis Fukayama, komünizme alternatif olarak ideolojik evrimin insanlığı nihayetinde  (içinde kapitalizmin de yer aldığı)  liberal demokrasiye ulaştırmıştır, demişti. Ancak Fkuyuma’nın öngörüleri devam etmedi ve ideolojilerin evrimi hakkındaki kehaneti uzun sürmedi. Kapitalist devletlerdeki piyasalarda çöküş başladığında bankalarda da başarısızlık tekrar açığa çıktı ve kapitalist rüya yerle bir oldu.

Zamana bağlı olarak 18. yy. ortalarında kapitalist teorilerde bir tırmanma yaşandı. Bunun öncesinde de “kilise ile devletin arasının ayrılması” ve “aydınlanma çağı” gibi birtakım önemli hususlar gündeme gelmişti. Bu olgulardan alınan düşünceler, toplumdaki mali ve ekonomik işlemlerin düzenlenmesi kapsamında kapitalizmin gelişimi üzerinde çok büyük etkisi oldu. Dolayısıyla vakıası itibariyle kilise ile devletin birbirinden ayrılmasının doğal bir sonucu olarak ortaya kapitalizmin çıktığını söylemek mümkündür. Zira kilise ile devletin birbirinden ayrılması düşüncesi, kilise tarafından belirlenen çizgiler dışına çıkılmak suretiyle ideolojiler ve dinî öğretiler karşısında insanı özgür davranmaya mecbur kılmaktadır. Buna bağlı olarak da bu özgürlük düşüncesi; ifade özgürlüğü, mülk edinme özgürlüğü, ibadet özgürlüğü ve şahsi özgürlük olmak üzere dört ana sahada kendisini göstermektedir. Mülk edinme özgürlüğü ise bunun gereklerinden faydalanmayı ve tam anlamıyla da geliştirilmesini gündeme getirmiştir. Buna göre toplum için gerekli olan ekonomik sistem kapitalizmi muhtelif şekilleriyle ortaya çıkartmıştır. Şahsi, din ve ibadet özgürlükleri ise toplumdaki bireysel niteliklere belli şekillerin verilmesine ve sınırlandırılmasına neden olmuş buna bağlık olarak da; din, gelenekler, örfler, terbiye, ahlak ve maddeye bakış hakkında muhtelif şekillerde sıçramalara neden olmuştur.

Durum bu olduğu müddetçe de bu düşüncelerden en üst seviyede faydalanılmış, geliştirilmiş ve içtimai nizamın şekli belirlenmiştir. Dinin devletten ayrılması düşüncesinin yanında demokrasi siyasi sistemi, kapitalizm ekonomik sistemi meydana getirirken bireysellik de içtimai nizam hâline gelmiştir. Böylelikle kapitalist demokratik sistem olarak kavramlaştırılan kapsamlı bir ideolojinin yapısı şekillenmiştir.

Kuruluşundan bu yana kapitalizm ve ilkeleri, mercek altına alınmış ve ilk sırada Marx, Engels ve Lenin gibi sosyalist felsefecilerden kaynaklanan tehlikeli saldırılarla karşı karşıya kalmıştır. İslâmi düşünürlerden bazıları da farklı bir açıdan eleştirilerde bulunmuşlardır. Fakat kapitalist sistemin esaslarına karşı kapsamlı bir şekilde ideolojik eleştirilerin en fazlası Karl Marx’tan gelmiştir. Artı değer tarifini ortaya çıkarttığında Marx, kapitalizme yöneltmiş olduğu eleştirileri “değer” kavramının tarifinde yoğunlaştırmış ve bunu kapitalist ideolojinin en büyük ve temel açığı olarak değerlendirmiştir. Buna ilave olarak Surin Kokiraa kapitalizm hakkında şunları söyledi: “İnsanların doğrudan yiyeceğe ve sığınacak bir yere ulaşmalarının engellenmesi özgürlüğün ve kapitalizmin parlaklığındaki paradokslardandır. Yani kapitalist sistemde yaşayan herhangi bir bireyin istikrarsız ve son derece zayıf bir şekilde yaşaması kapitalizmin esasıdır.”

Takiyyuddin en-Nebhânî ve Muhammed Bakır es-Sadr gibi bariz İslâmi düşünürler tarafından da kapitalizmin esas ilkelerine ciddi ve önemli eleştiriler yapılmıştır. İslâm’da İktisadi Sistem isimli kitabında Nebhânî, bu eleştirilerine detaylı bir şekilde yer vermekte ve kapitalist sisteme ait eleştirilerini göreceli olarak az bulunurluk, değer, fiyat ve mülkiyet mekanizması ilkeleri üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Eleştirilerinin odak noktasında özel ve kamu mülkiyeti yer almaktadır. Zira kapitalist sistemdeki kusurların ve yanlışlıkların, onun temel ilkelerinden ayrılması mümkün değildir ve bunlar Adem Smith ve David Ricardo gibi kişiler tarafından geliştirilmiştir. Bu ilkeler, “göreceli olarak az bulunurluk”, “üretim değeri” ve “fiyat mekanizmasıdır.”

Bunlara ilave olarak kapitalist ekonomik sistemde yer alan en temel açıklarından birisi de bu sistemin boğucu ekonomik krizlerle yüz yüze gelmesidir. Ekonomistlerin ve siyasilerin iddialarına göre tekrarlanan mali krizlerin ardında açgözlülük ve korku gibi hususlar yer almaktadır. Tanınmış bazı düşünürlere göre kapitalizmin başarısızlığının ardında geniş ölçüde ahlaki krizler yer almaktadır. Carter yönetiminde eski ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, Birleşik Devletlerin kendisini dünyanın liderliğine ulaştıracak olan ahlaki pusulayı kaybettiği uyarısında bulunmaktadır. Bu hususta Cimy Carter da şöyle diyor: “Şu anda temel ahlaki değerlerimizde, genele hitapta ve siyaset felsefesinde geniş ve derin değişimler yaşanmaktadır.” Onlarca ekonomist ve siyasetçi birbirini takip eden mali krizleri piyasada ahlaki ve manevi değerlerin yokluğuna bağlamaktadırlar. Barak Obama bu hususta şu değerlendirmeyi yaptı: “Aşırı hırs ve açgözlülük şeklinde kendisini gösteren ahlaki kusuru meydana getirdik hatta ve hatta onu kucaklayıp bağrımıza bastık.” Cumhuriyetçilerin başkan adayı John McCain, “ekonomik kriz; açgözlülükte, fesatta ve tecavüzlerde gizlidir. Öyle ki Wall Street, Amerikan ekonomisine karşı gazino kültürü ile muamele ediyor.” George Bush, şirketleri açgözlülüklerine, piyasaya saldırmalarına şahit olduğunda şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştı: “Wall Setreet sarhoş gibi.” Ralph Nader, Wall Street krizinin meydana gelmesinin tek nedeninin sadece açgözlülük olduğunu söylüyor. CNN muhabiri normal olmayan bir biçimde ve dikkat çekecek şekilde şu açıklamayı yaptı: “Piyasalar iki şeyle meşgul oluyor: Korku ve açgözlülük.”

Finlandiya’da Uluslararası Ekonomi Hukuku Enstitüsü’nde araştırmacı Oskari Juurikkala “Acı açgözlülük” başlığı altındaki makalesinde küresel mali krizin sebeplerini yazdı. Oskari, dünyanın karşı karşıya kaldığı mali kriz, “açgözlülüğün bir şer” olduğunu ispat etmiştir, demek suretiyle aşırı hırsın, mali krizin sebeplerinden birisi olduğuna işaret etmektedir. İş ve Mali Tarih uzmanı John Steele Gordon Servet İmparatorluğu: Amerikan Ekonomik Gücüne Ait Savaş Yerinin Tarihi isimli kitabında “aşırı hırsı ve kuruntu küresel mali krizin başlıca etkenlerindendir” demektedir.

Inner Porjection dergisi 23 Ocak 2009 tarihli “İç Çöküş” başlıklı makalede şöyle diyor: “Mali çöküş, mali değil ahlaki çöküştür.” Bu yorumda şu ifadeler yer almaktadır: “Matematik sahasından, iş dünyasından, siyasi toplantılardan, okul binalarından, üniversite fakültelerinden, özel ve genel mekânlardan olmak üzere hangi yerden bakıldığına bakılmaksızın kapitalist dünyadaki insanlar daha az ahlak sahibi ve medeni oldular. Ekonomik olarak son derece zor günler geçirdik. Fakat ahlaki açıdan sert değil derin bir şekilde düştük.” Conner, ahlaki krizin tüm kurumları tehdit ettiğine inanmakta ve değersel olarak ahlaki krizin hacmini şu sözleriyle ifade etmektedir: “Şu anda biz sadece mali bir kargaşa ile karşı karşıya değiliz. Diğer önemli kurumların tümü de yaklaşık olarak tehdit altındadır. Siyasi sistem çöküş yolundadır. Kamu okulları başarısızdır ve sınırların çiğnenmesi kolaylaşmıştır. İstihbarat birimleri işlevsel olarak yanlış bir yoldadır. Şehrin içleri uyuşturucu ve çetelerle müpteladır. Aileler yerle bir olmuş ve milyonlar kiliselerinden kaçmaktadır.” Suite101.com dergisi internet üzerinden yayınladığı makalede şu ifadelere yer vermektedir: “Ahlaki krizler ve sorunlar modern kapitalizmle birliktedir.” İrlandalı yazar Timothy Woods yazılarında şu ifadelere yer veriyor: “Mali kriz uyuzu, modern kapitalizmin kasisleridir. Şu andaki nesil, rastgele dünyanın her bir yanında koruduğumuz ve desteklediğimiz serbest pazardan kaynaklanan kökleşmiş aşırı hırs ve açgözlülükle, değer duygularını ve ahlaki sistemi sonsuza kadar kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır.”

Dünya Ekonomik Kalkınma eski başkanı Theodore Roosevelt Malloch şöyle diyor: “Şu anda yaşanan mali krizin ardında tehlikeli bir ahlaki kriz yatmaktadır. Bu nedenle de uygun çözümün ortaya konulması gereklidir. Bu (ahlaki) sebeplere karşı konulmaması hâlinde hasta olan parmakların tümü ve önerilen tüm çözümler kötü bir urun üzerinin sargı bezi ile sarılması gibi olacaktır.”

Ancak İslâm kapitalizme nasıl alternatif olur? Hangi sıfatla İslâm bu sahaya girecektir? İslâm, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi sadece bir din değil midir? On dört asırdan bu yana hakkında konuştuğumuz İslâm’ın “tırmanışı ve ortaya çıkışı” hususunun türü ne olacak? Belki de Charles Tripp’in İslâm ve Ahlaki İktisat: Kapitalizme Meydan Okuyor kitabı bu konuya daha fazla açıklık getirmektedir. Çünkü kitabında mali krizin zirveye çıkmasıyla birlikte İslâm’ı doğrudan kapitalizmin karşısına koymakta, siyasilerin ve ekonomistlerin İslâm’ı daha fazla istikrarın kaynağı olarak gördüklerine işaret etmektedir. Almanya Cumhurbaşkanı Horst Köhler yeni bir anayasaya ihtiyaç bulunduğunu söylüyor.

İslâmi mali sistemin, kapitalizm üzere kurulu olan şu andaki sistemden daha fazla istikrarı sağlayacağında, kapitalizm sebebiyle karşı karşıya kalınan yıkım, bela ve musibetler karşısında insanlığın tek kurtuluşu olduğunda elbette ki şüphe yoktur. İçerisinde çalışılan çevrenin İslâmi perspektifle mütecanis ve uyumlu olmadığı müddetçe İslâmi mali sistemin, İslâm nizamından beklenen kâmil neticeleri sunmaya kesinlikle kadir olamayacağına dikkat etmek isterim. Şu andaki mali krizin bizzat kendisi toplumdaki mali işleri düzenlemek için İslâm’ın kendine has bir metodunun bulunduğunu ortaya çıkartmıştır. Yine bu mali kriz, İslâmi mali sistemin daha fazla istikrar sağlama gücüne sahip olduğunu da göstermiştir. Bu istikrarlı sistem üzerinde etkili olan mali sistemin, toplumda var olan diğer nizamlarla eşgüdümlü bir şekilde yürümedikçe de bu istikrarlı nizamın tüm gücüyle çalışması mümkün olmaz. Bir başka ifade ile ekonomik sistemin siyasi sistemle, ahlaki değerler manzumesiyle, hukuk sistemiyle, içtimai nizamla yan yana yer alması ve bu sistemleri uygulamaya çalışan bir devletin çatısı altında bulunması gereklidir. İşte bu durumda sistemin sürekliliği sağlanır ve dünyanın muhtelif halklarına canlı ve pratik bir örnek olarak sunulabilir. İşte bu özelliklerin tümü, tün dünyanın beklediği Nübüvvet metodu üzere kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti’nde ancak mümkündür.

Dünyanın büyük bir sabırla beklemekte olduğu Hilâfet Devleti, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kurmuş olduğu devletin aynısıdır. Ki düşünür ve araştırmacılardan birçoğu bunun dünya üzerindeki etkilerini nitelendirmektedirler. Napolyon kanunu 1887 yılında bunu şu şekilde nitelendirmiştir: “İslâm kula bir ümit vermekte, insanlığa kardeşlik sağlamakta ve beşer tabiatının temel hakikatlerini kabul etmektedir.” A. R. Jeep 1932’de şöyle dedi: “Irk, âdet ve gelenekler gibi aralarında uyumsuzluğun görüldüğü unsurlar arasında uyum sağlamaya İslâm hâlen daha muktedirdir.” Yine A. C. Tonby 1948 yılında şöyle dedi: “Yaşadığımız bu çağda İslâm tarafından belirlenen faziletlerin yayılmasına son derece muhtacız.” Patrick Buchanan ise 2005 yılında şu açıklamayı yapmıştır: “Günümüzde görünen o ki milyonlarca Müslüman köklerine, daha fazla berrak bir İslâm’a dönüyor.” 2008 yılında ise Noah Feldman şöyle dedi: “Endonezya’dan Fas’a kadar olan coğrafyada yere alan İslâm ülkelerinin tümünde İslâm şeriatının kanunların kaynağı olması gerektiği yönünde bir tarz vardır.”

Günümüzde İslâm hakkında yapılan tartışmalar tarihin hiçbir döneminde günümüzdeki kadar olmamıştır. Karşı karşıya kaldığı mali krizleri çözebilmek için ciddi bir şekilde İslâm’ın görüşünü öğrenmek üzere çok aceleci olarak dünyanın İslâm’ın peşinden koştuğu bir zaman diliminde İslâm’ın dünyanın her bir yanında “terör” ile yaftalandığına ve kovalandığına şahit olunmaktadır. Öyle ki günümüzde dünyanın her bir yanındaki medya platformlarında “terör eylemlerinden” “İslâm’ın ne derece sorumlu olduğu” tartışılmaktadır.

Yine aynı zaman diliminde günden güne faal ve sağlıklı bir ekonomik sistemi bina etme hususunda İslâm’ın gücü tartışılmaktadır. İslâm hakkındaki bu türden düşünce tartışmasına İslâm’ın, beşer vakıasına şekil verebilecek mütekâmil bir hayat nizamı ve ayrıcalıklı hayata tarzına sahip olması da dahil edilmektedir. Bütün bu hususlar hakkında yapılan tartışmaların yanında İslâm’ın terörle yaftalanıyor olması da dramatik bir durumdur. Müslüman olan ve olmayan âlimlerden, düşünürlerden, akademisyenlerden onlarcası, Mısır ayaklanmasının ardından Müslüman Kardeşler, Tunus’ta Nahda hareketinde olduğu gibi geçici olarak olsa dahi dünyanın muhtelif yerlerinde İslâm’ın yönetime gelmesi ve gelecekte de bu türden sıçramalar hakkında konuşmuşlar ve bunu mercek altına almışlardır.

İslâm’ın ortaya çıkması sadece Hilâfet Devleti’nin kurulmasından veya “teknik” olarak şer’î hükümlerin tatbik edilmesinden, İslâmi fetihlerin yeniden başlamasından ve İslâmi yargı sisteminin İslâm mahkemelerine nakledilmesinden bahsedilmesi demek değildir. Her ne kadar bunların tümü İslâm’ın ayrılmaz birer parçası olsa da İslâm’ın ortaya çıkması, taşımış olduğu tüm manasıyla İslâmi hayatın yeniden başlatılması, faydacı zihniyetin yerini takvanın alması, beşerin arzusuna dayanan kanunlar yerine ilaha ait kanunun öne çıkması demektir. İslâm, maddeyi insan hayatı için yaratılış hedeflerine uygun hâle getirir, onu gaye hâline getirmez ve maddeyi lider yapmaz. İslâm, kanun yapma hakkını yaratıkların tümünden alır ve Allah’a verir.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in peygamberliğinin yirmi üç yıllık süresinin ilk on üç yılında Kur’ân’ın büyük bir kısmının inmiş olmasına rağmen herkes bilmektedir ki şeriat veya cihad veya İslâmi mahkemeler bu süreç içerisinde İslâm kültüründe yer alan en bariz hususlar değildir. Bilakis bu süreç içerisinden üzerinde yoğunlaşılan başlıca husus, dinin fikri ve akaidi esaslarıdır. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in liderliğindeki Ashabı (Allah onların hepsinden razı olsun) maddi eylemlerin hiçbirisine kalkışmadan fikri ve siyasi alanda ideoloji mücadelesini yürütmüşlerdir.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, peygamberliğinin son on yılında ise devletin güçlendirilmesi ve toplumun bina edilmesine çalışmıştır. Allahu Teâlâ, Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i katına alıncaya kadar topluma tedrici olarak indirmek suretiyle İslâm şeriatını tamamlamıştır. Buna bağlı olarak şöyle söylemek mümkündür: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in peygamberliğinin ilk on üç yılında fikri kaide tesis edilmiş ve ardından gelen yıllar içerisinde de Kur’ânî vahyin desteğiyle devlet ve toplum bina edilmiştir. Bu fikri esas olmadan İslâm’ın; siyasi, iktisadi ve ictimai sistemi hakkında mütekâmil bir tasavvur tahakkuk etmez. Bu fikri esas olmadan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in vefatının ardından bu toplum nizamları yıkılıp gidecek ve devamlılığı Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hayatı ile sınırlı kalacaktı. Fakat hakikatte İslâm’ın nizamları on üç asırdan daha uzun bir süre yaşamıştır. Tabilerinin beğenisini kazanmış dostları ve düşmanları tarafından övülmüştür. Bernard Shaw (İrlandalı yazar ve 1925 yılında Nobel Ödülü kazanan) efendimiz Muhammed’in liderliği hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: “Onun gibi bir adam, ‘modern dünyanın diktatörü olarak’ bugün dünyanın idaresini eline alsa, eminim ki dünyayı, hasretini çektiğimiz barış ve saadete kavuşturur.”

İslâm’dan bahsettiğimiz zaman İslâm’ın esaslarını ve bünyesini de tartışmalıyız. Zira bu İslâm’ın ideolojik çerçevesini bize verir. Komünist ve kapitalist ideolojiyi tartıştığımız zaman, İslâm’ın ideolojisi hakkında özel bir önem arz eder. Özellikle kapitalizm ve komünizm, İslâm ideolojisi açısından son derece ciddi meydan okumalarla karşılaşmıştır. Küresel sistem, mali ve ekonomik sistemi kontrolü ve egemenliği altına alan ideolojiden kaynaklı sıkıntılarla karşılaştığında insanlar zihinlerinde alternatif ideoloji arayışı içine girdiler. Tıpkı eski Sovyetler Birliği’nde komünist ideoloji yıkıldığı zaman ülke içindeki yerel topluluklar ve dünyadaki küresel toplulukların komünizme alternatif ideoloji arayışına giriştikleri gibi. Kapitalist ideoloji, alternatifler konusunda araştırmacıların akıllarını etkin bir şekilde meşgul etti ve komünizmin çöküşü neticesinde meydana gelen boşluğu doldurdu. Dolayısıyla komünizmden boşalan yerin kapitalizm tarafından doldurulması doğal bir işlemdi.

Bugün ise kapitalizm ideolojisi felaketlerle karşı karşıya kalmış ve buna bağlı olarak da dünyanın tümünde çökme tehditlerinin muhatabı olan ideoloji hâline gelmiştir. Bilakis dünyanın tümünde insanın hayatını tehdit eder hâle gelmiştir ve doğal olarak da insanlar kapitalizme alternatif ideoloji arayışı içine girmişlerdir. Günümüz dünyası şu anda iki açmazla karşı karşıyadır. Bu açmaz, şu andaki ideolojinin yerini hemen doldurması mümkün olmayan iki ideoloji açmazıdır. Komünizm ideolojisi yirmi yıl kadar önce çökmüş ve tekrar geri dönmesi hususunda da dikkate alınır herhangi bir girişim söz konusu değildir. İslâm ideolojisi ise 1924 yılında İstanbul’da Hilâfet’in yıkılmasından sonraki doksan yıldan bu yana dünya sahnesinde yoktur. Fakat İslâm’ın yeniden hayata dönmesi hususunda son derece ciddi ve önemli çabalar söz konusudur.

Günümüzde kâmil bir şekilde İslâm’ı tatbik eden bir dünya devleti bulunsaydı kapitalizmin yıkılmasından sonraki boşluğu doldurması doğal olurdu. Üstelik İslâm ideolojisi, yirminci asrın sonlarında komünizm ideolojisinin yıkılmasının ardından kapitalist ideoloji ile rekabet etmesi mümkün olan bir ideoloji idi. Zira İslâm hadâratı toplumsal seviyede sürekli olarak parlak bir ekonomiye sahip olmuş ve ferdi düzeyde de fakirliği ortadan kaldırmıştır. Marvin Ira Lapidus İslâm Toplumunun Tarihi isimli kitabında İslâm’ın ekonomik refahı hakkında şöyle demektedir: “Kuzey Afrika ve İspanya’daki medeniyet, istisnai bir ekonomik refahla destekleniyordu.” İbni Kesir ve Taberî gibi tarihçiler, İslâm’ın ortaya çıktığı ilk altmış yıllık dönemde, hâkimiyeti altında bulunan her yerde fakirliği tümüyle ortadan kaldırdığını aktarmaktadırlar. İslâm’da sadakalar ve zekât, paranın dağıtımı ve dolaşımında olumlu bir etki bırakmıştır. Bu ideolojinin tatbik edilmesine bağlı olarak toplumun tümünü kapsamına alan bolluk ve istikrar, şeran zekât almayı hak eden (fakir) kimseleri azaltmış ve böylelikle İslâm ekonomisi fakirliği pratik olarak ortadan kaldırmıştır.

Ancak yirminci asrın başlarında devleti ile temsil edilen İslâm ideolojisinin dünya sahnesinden ameli olarak izale edilmesi ideolojik çerçeve bakımından ayırıcı bir durumdur. Çünkü İslâm amelî olarak tatbik edilmesi mümkün olan bir alternatiftir. Şu andaki ideolojilerin yerini alıncaya kadar, değiştirme gücüne sahip bir fikir ve ideoloji olarak tekrar yönetime getirilmesi için çalışılmalıdır. İslâm’ın fiilî olarak ortaya çıkmasının göstergelerinin görünmeye başladığı hususunda şüphe yoktur. Çok fazla bir zaman geçmeden İslâm’ı ameli olarak reayasına tatbik edecek ve tüm dünyaya taşıyacak şekilde İslâm ideolojisinin tatbik tecrübesini dünyanın yaşaması kesinlikle uzak değildir. ABD eski başkan adayı Patrick Buchanan, bir yazısında bu aşama hakkında şu ifadelere yer veriyor: “Ortaya çıkmak üzere olan bir düşünce.” Yani İslâm’ın ameli olarak sahneye çıkmasının vakti geldiğini belirterek dünyada bunun önünde duracak bir gücün de bulunmadığını sözlerine ilave ediyor. 

وَاللَّـهُ غَالِبٌ عَلَىٰ أَمْرِهِ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

“Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirme gücüne sahiptir. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.” (Yusuf Sûresi: 21) 



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz