Egemenlik Mefhumu Ve 23 Nisan

Esma Sıddık

Bir 23 Nisan daha geldi çattı. 

Bilindiği gibi 23 Nisan 1920’de, kökten düzen değişikliğine gidilmiş, ilk Meclis açılmış ve böylelikle, Anayasa’da belirtildiği gibi; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” cümlesiyle egemenlik halka verilmiştir(!). Bu durumda egemenliğin ne anlama geldiğini ve bu kelimenin mefhumunu bilmek gerekmektedir. Zira Müslümana, halinin ilmini bilmesi ve bunu uygulaması farzdır.

Egemenlik kelimesinin sözlük anlamı şu şekildedir: “Milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlık, hâkimiyet, kendisinden daha üstün bir otoritenin olmadığı en yüksek sulta” Yani buradan şu anlam çıkmaktadır ki; yasama, yürütme ve yargı, halkın egemenliği ve otoritesi altındadır. 

Egemenlik kelimesinin Arapçadaki karşılığı (حكم) “Hükm”dür. Hükmetmek, emretmek, karar vermek, bütünüyle kontrol altına almak anlamlarına gelmektedir. 

Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَم

“Dikkat edin! Hem yaratmak, hem de emretmek sadece O’na mahsustur.” (el-Araf 54)

Ayet-i kerimede de görüldüğü gibi “egemenlik/hüküm” kelimesi, Kur’an’da belli bir mefhumla zikredilmiştir. 

Egemenliğin Allah Azze ve Celle’ye ait olduğunu söylemek, birincisi; yerde ve göklerde malikiyeti, Allah’a mahsus düşünmektir. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ 

“O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (el-Bakara 255)

İkincisi; yerde ve göklerde hâkimiyeti Allah’a mahsus kılmaktır. 

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ

“Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yusuf 40)

Yani egemenlik; emretme, nehyetme, helal ve haram ölçülerini belirleme noktasında kendisinden başka hiçbir yüksek otoritenin bulunmadığı sulta ve yetki sahibi olarak Allah Azze ve Celle’yi kabul etmektir. Bu ise, O’ndan başka otoriteyi tanımamak, O’nun ilkeleri dışında başka ilkeleri kabul etmemek ve O’nun gösterdiği yolda yürümektir. O’nun belirlediği hayat nizamını kabul etmektir. O’nun istediği yaşam tarzını savunmaktır. O’na teslim olmaktır. Heva ve hevesleri tatmin etmekteki davranışlarda O’na bağlanmak, O’na itimat etmektir. 

İslam’da egemenliğin ancak Allahu Teâlâ’ya ait olduğu hususunda hiçbir şüphe olmayıp, tüm âlimler arasında ittifak vardır. Bu hususta Taberî şöyle demiştir: “Allah’ın emirlerine zıt yeni hükümler icat eden her varlık, Allah’tan başka itaat edilmesi istenen her şey, kendisine ister bilerek ve isteyerek uyulsun; isterse zorla, tehditle boyun eğdirilsin, her iki halde de itaat edilen konumuna girmektedir. Bu nesnenin insan olmasının, şeytan olmasının, put olmasının yahut da bunlardan başka herhangi bir şey olmasının önemi yoktur.”

Bu meselede, Müslümanlar arasında bir de uzlaşmacı taraf vardır. Bunlar, gökyüzü egemenliğini bir hak olarak Allah’a verip, yeryüzü egemenliğini bir hak olarak kendilerine vermektedirler. Fakat Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: 

وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَداً

“O (Allah) hiçbir kimseyi hükmünde ortak kabul etmez.” (el-Kehf 26)

Bunlar, egemenlik meselesinin sadece, Allah Azze ve Celle’nin “Malik” sıfatıyla alakalı olduğunu iddia ederler. Oysa Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: 

وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ

“Semada (gökyüzünde) ilâh olan ve arzda (yeryüzünde) ilâh olan O’dur. Ve O Hakim’dir (hüküm koyandır) Alim’dir (her şeyi bilendir).” (ez-Zuhruf 84)

Evet, 23 Nisan 1920’de açılan ilk Meclis, Allah Azze ve Celle’nin egemenliğini -bilerek ya da bilmeyerek de olsa- inkâr edenlerin ve Allah’ın bu egemenliğine karşı savaş açanların ilk kalesidir. Bu kaleyle birlikte, felaha erdiren ilahî düzenden uzaklaşılıp fesat saçan Kapitalizme geçilmiştir. Yoktan var edene boyun bükmek yerine, insanların boyunları kendi nefislerine karşı eğdirilmiş ve böylelikle kendi bedenlerine hapsedilmiştir. 

Kapitalizmin felsefesine göre hayattaki tek hedef zevklenmektir. Önemli olan tek şey arzuları tatmin edebilmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için menfaat elde edilmesi gerekmektedir. Menfaat elde etmek, çıkar sağlamak her şeyin önündedir. Menfaatin yanında, insan hayatı, onur, şeref, vs. hiç bir anlam ifade etmez. Doğası gereği ve bu çirkinliği örtebilmek için Kapitalizm, ilan edildiği günden itibaren bir takım maskeler “kullanmaya” başlamıştır. Öyle ki bu korkunç güne çocuklar siper edilerek 23 Nisan’ın, tüm dünya çocuklarına armağan edilen bir bayram(!) günü olarak kutlanması istenmiştir. O gün, masum ve tertemiz çocuklar, Allah Azze ve Celle’nin egemenliğine karşı isyanda zirveye ulaşılan makamlara oturtulmaktadırlar. Ülkenin birçok yerinde organizasyonlar yapılarak, coşkuyla ya da coşkuluymuş havasında bu bayram(!) kutlanmaktadır. Bu kutlamalara yurtdışından çocukların davet edilmesiyle de -tabiri caizse- sanki Allah’ın yeryüzü egemenliğinin -hâşâ- elinden nasıl alındığının tüm dünyaya ilanı ve kutlanması(!) gereken böylesi bir güne de tüm dünya halklarının ortaklığı ve şahitliği amaçlanmaktadır.  

Müslümanlar olarak bizlerin, neyin kutlandığını, neyin açılıp-kapandığını sorgulamamız gerekmektedir. Dış cephede görünen süslemelere değil de, olayın aslına bakmalıyız. Olayın aslına bakıldığında ise görülecek şey; Allah Azze ve Celle’nin egemenliğinin inkârı, Allah Azze ve Celle’nin birliğini esas alan Kelime-i Tevhid inancının karşısına, çoğunluğun arzularını esas alan tağutî sistemin konulduğu hakikati olacaktır. 

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ ءَامَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini (ileri sürenleri) görmedin mi? Tağut’u küfretmeleri emrolunduğu halde, Tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (en-Nisa 60)

Bir takım göz boyayıcı unsurlarla hakikatinin bizlerden uzaklaştırılmasına aldırış etmeden, bir “bayram”, “çocuk bayramı” diye bize yutturulmaya çalışılan şeyin, hakikatte ne olduğunu görmeli ve bunu Kapitalist-Laik Cumhuriyet’in okullarında zihinleri bulandırılan çocuklarımıza da göstermeliyiz. Bu netlik oluştuktan sonra, bu günün bayram günü mü, hüsran günü mü olduğuna karar vermek herkes açısından çok daha kolay olacaktır.

Her türlü tağutu reddedenlere ise Allah Azze ve Celle şöyle seslenmektedir: 

وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى فَبَشِّرْ عِبَادِ الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُوْلَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ

“Tâğût’tan, ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele! Sözü dinleyip de onun en iyisine uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.” (ez-Zümer 17-18)


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz