DEVRİM VE NUSRET -2

Esad Mansur

Bazı Devrimleri Sergilemek:

Bu konu hakkında bizi ilgilendiren belli neticelere varmak için özetle bazı devrimleri sergilemek istiyoruz. Bu şekilde devrimlerin tabiatını ve bunlarda ne olup bittiğini öğrenelim. Zira bütün devrimlerde benzer noktalar vardır.

İran Devrimi:

İran Devrimi’nde iki unsur rol oynadı: Biri memleket üzerine Amerikan-İngiliz çatışması ve diğeri, insanların Şah’ın zulmünden ve istibdadından rahatsızlık göstermesidir. 

Geçen yüzyılın ellili senelerinde Amerikan-İngiliz çatışması başlamıştı. Gizlice Amerika’yla işbirliği yapan “Musaddak Devrimi” adını alan hareket ortaya çıktı. Fakat Amerika, kendi şirketlerinin İran’a girmesine mukabil Şah’ın dönmesi üzerinde İngiltere’yle anlaşınca onu rezil etti. Nitekim ABD geleceği düşünerek, anladı ki şirketleri oraya girdiği takdirde yerleşik işler yapabilir ve varlığını daha fazla sabit hale getirir. Bu nedenle Şah’a karşı çıkan hareketleri hep destekledi. Geçen yüzyılın yetmişli senelerinin sonunda olaylar alevlenince İslamî hareketler yanında sol, milliyetçi, liberal hareketler gibi her tür hareket devrime sokulmaya başladı. Ancak Humeyni’nin şahsiyeti daha fazla parladığı, cazibesi arttığı, karizmatik şahsiyete sahip olduğu için insanlar onun şahsiyeti etrafında toplanmaya başladı. Diğer siyasî kişiler böyle bir şahsiyete sahip olamadıkları için Humeyni devrimin lideri oldu. Ayrıca Amerika Humeyni’yle anlaşınca onun arkasında durdu. Zira İngiltere’ye bağlı olan Şah’ı düşürebilmek için Humeyni’nin diğerlerinden daha ziyade halka liderlik edebilme kabiliyeti olduğunu gördü. Zira ABD o sıralarda Şah’ı düşürüp İran’dan İngiliz nüfuzunu kaldırabilmek ve O’nun yerine geçebilmek için dini istismar etme üslubunu benimsemişti. Şah kuvvet kullanarak devrimi ezip yok etmek isteyince ABD baskı yapıp orduyu tarafsız hale getirerek O’nu engelledi. Şah’ı, memleketi terk etmeye mecbur etti. Şah da mecburen yönetimi geçici olarak Şahbur Bahtiyar’a teslim edip İran’dan ayrıldı. Fakat ABD, Şahbur Bahtiyar’ı, Fransa’dan dönen Humeyni’ye yönetimi teslim etmesi için zorladı.

Amerikan Devrimi:

“Amerikan Devrimi” 1773’te protesto olaylarıyla başladı. Sömürgeci İngilizler, bu müstemlekelerin sakinlerine ağır vergi koymaya ve zalim kanunlarını uygulamaya başlayınca sakinleri dayanamayıp protesto hareketi başlattılar. Sömürgeciler, sakinleri zorlamak için kuvvet kullanmaya başvurunca 1775’te protesto hareketi, silahlı harekete dönüştü. Ve 1783’te bağımsızlıkla sonuçlandı. İngiltere onlara mecburen bağımsızlık hakkı verip oradan çıktı.

Başlangıçta Fransızlar devrimi gizlice desteklediler. Devrim güçlenince de onu açıkça desteklemeye başladılar. Zira müstemlekeler üzerinde İngilizlerle rekabet yaparak savaşıyordu. Nitekim İngilizlere karşı Kanada üzerinde girdiği yedi senelik savaştan yeniden yenik olarak çıktılar. İşte bu, Britanya İmparatorluğu’nun zalim icraatlarına karşı bir devrim sayıldı. Nitekim devrimi yapanlar, bu İmparatorlukla beraber geldiler ve onun vatandaşları sayıldılar. Protesto hareketleriyle başlamışsa da devrime doğru gelişti. Neticesi, oradan İngiltere’yi kovmak, imparatorluğun egemenliğinden kurtulmak, bağımsız yepyeni bir devlet kurmak ve yeni bir sistem getirmek oldu. Bu sistem ne kadar sömürgecilerin fikri olan Kapitalizme dayalı olsa da geliştirilmiş yepyeni bir sistem sayılır. Britanya orayı bir müstemleke olarak kaybetmişse de onu fikren veya ideolojik olarak kaybetmedi. Buna rağmen Amerika’da meydana gelen bu olay, bir devrim sayılır. Çünkü bu memlekette eskiye nazaran değişik bir hal ve yepyeni bir düzen meydana getirildi. Amerika, İngilizlere ait bir müstemleke iken bağımsız bir devlet oldu. Böylece yeni bir sistemle yeni bir otorite meydana geldi. İngilizlerin krallık sistemlerine ters olan Cumhuriyet sistemi teşkil edildi. Bu, İngiltere ve sair Batı dünyasının inandığı Demokratik-Kapitalist fikrine dayalı olsa da dünyada ilk Cumhuriyet sayılır.

Fransız Devrimi

Fransız Devrimi, kralın ve sisteminin zulmüne karşı 1789’da protesto hareketleriyle başladı. Kanlı harekete dönüştü. 1792’de Anayasal Krallık sistemi kurmak üzere anlaşmaya varıldı. Fakat bu devrim tekrar alevlendi, bunun neticesi olarak, kral idam edildi ve 1794’te Cumhuriyet sistemi kurmak üzerine anlaşmaya varıldı. Aynı anda geçici bir idare hükümeti oluşturuldu. Bu sisteme, eski dönemden herhangi bir iz kabul etmeyen “tutucu Cumhuriyet” ismi verildi. Bu yeni sistem, yıkılan eski sistemden tamamen farklı bir sistem olarak ortaya çıktı. Ancak bir süreden sonra devrimci hareket sakinleşti ve gerilmeye başladı. Bu esnada “ılımlı burjuvacılar” adını alan kişiler tekrar ortaya çıkıp devrime hile katarak orduyla anlaşıp yönetime el koydular. Nitekim 1799’da asker olan Napolyon Bonapart’ın komutanlığıyla İdare Hükümetini devirdiler ve “ılımlı Anayasa” adını alan Anayasayı ortaya çıkartıp uygulamaya başladılar. Bonapart’ı Cumhurbaşkanı olarak tayin ettiler. 5 sene sonra da Fransız Senato Meclisi Napolyon Bonapart’ı İmparator olarak tayin etmeyi onayladı. Zira bu durum; Napolyon Bonapart Paris’te emniyet gücünün başında bulunurken, devrimi ve devamla 1795’te Kralcıların yürüttüğü zıt devrime karşı İdare Hükümetini korumakla ünlü olduktan sonra meydana geldi. 1797’de memleketin fiilî lideri oldu. 1815’te Napolyon Bonabart’ın yenilgisinden sonra tekrar memlekete Cumhuriyet sistemi döndü.

Rus Devrimi: 

1905’te, hürriyet ve Demokrasiyi istemek üzere, Petersburg’da 200 bin insanın katıldığı protesto hareketiyle başladı. Çar’a ait emniyet güçleri, bu topluluğu dağıtmaya ve haykırışlarını susturmaya çalışırken yüzlerce kişiyi öldürdü. Yine de devrim, pahalılık ve işsizlik gibi iktisadî vaziyeti ve 1. Cihan Savaşı’na katılmayı protesto etmek üzere maddî güç kullanmadan işçi ve askerlerin meydana ve sokaklara dökülmesiyle tekrar alevlendi. Ancak Çar güçleri bunları ezip susturdu. 1917’nin ilk aylarında protesto gösterileri tekrar alevlendi. Fakat bu sefer 15.03.1917’de Çar, tahtan vazgeçip Prens George Levavof’e yönetimi teslim etti. Buna rağmen protesto ve grev hareketleri durmadı. Lenin liderliğinde Komünistler devrimi kendi taraflarına çekebildiler ve yönlendirme imkânı bulabildiler. Zira onlar, ideoloji sahibi idi ve yönetimi ele geçirmeyi hedef ediniyorlardı. Levavof’un hükümetini düşürdüler. Onun yerine başka hükümet oluşturuldu. Fakat orduyu kendi taraflarına kazandıktan sonra ancak bu son hükümeti ve Çar’ın yönetimini düşürebildiler. Aynı senenin Kasım ayında zaferlerini kutladılar. Böylece bu hareketi silahlı devrime dönüştürdükten ve orduyu kazandıktan sonra Çarlık sistemini yıkıp yerine başka bir sistem kurabildiler. Çar’ı ve ailesini de idam ettiler. Almanya, 1. Cihan Savaşı’nda Rusya’nın İngiltere ve Fransa’yla yaptığı ittifaktan çıkartılmasını sağlamakta, Lenin’e yardım ederek mühim bir rol oynadı. Sosyalist rejimi kabul etmeyenler karşı devrimi başlattılar. İngiltere ve Fransa onlara yardım etti. Fakat Komünistlerin liderliğindeki yeni rejim, 1920 senesinde bu karşı devrimi yok edebildi. 

İngiliz Devrimi:

“Devrimi çalmak”, “ona sokulmak” veya “onu yolundan saptırmak” gibi sarf edilen söylemler, 1642’de alevlenen İngiliz devriminde tam olarak görülür. Bu devrim, 1646’ya kadar devam etti. Hedefleri gerçekleşmeden Kral Charles kaçtı. 1648’de tekrar alevlendi, fakat bu sefer bu Kral tekrar tahtına dönmüştü. 1649’da bu Kral idam edildi ve onun oğlu II. Charles sürgün edildi. Lord Oliver Cromwell bu devrime sokulup ona liderlik etti. Krallığın ilgası ve Cumhuriyetin kurulmasını, halkın ve devrimcilerin istedikleri gibi sağlamlaştırmadı. Yetkileri sınırlı olan Krallık sistemini kabul etmek beraber, Kral ailesi, soylu ve zengin ailelerin egemenliğini kaldırtmadı. Devrimin gerçekleştirdiği bazı hususlar yerleşmedi. Kargaşa ve ıstıraplar 1689’a kadar sürdü. O yıl, Kral II. James azledildi. İngiliz Parlamentosu tarafından Hukuklar Bildirisi çıkartılıp ilan edildi. Bu bildiri şunları içeriyordu: 

-Kralın taca sahip olması, Allah’tan değil halkı temsil eden İngiliz Parlamentosu’ndan kaynaklanır. 

-Parlamentonun onaylanması olmaksızın Kral hiç bir kanunu ilga edemez, durduramaz ve yeni kanun çıkartamaz ve bir ordu oluşturamaz. 

-Fikir ve ifade hürriyeti Parlamento için korunur.

Bu Sergilemenin Neticeleri:

Eskiden meydan gelen veya halen Arap dünyasında devam edip henüz meyvesi toplanamamış olup entrika çevrilmesine maruz olan yeni devrimlerin sergilenmesinden şu neticelere varabiliriz:

•Devrimlere her tür insan girer; herkes devrimi kendi tarafına çekmeye çalışır. Halkın devirmek istediği rejimin adamları veya yeni ajanlar devrime sokulmaya çalışılıp devrimin dalgaları üzerine yüzmeye başlarlar. Bu nedenle devrim yolu tehlikelerle çevrilmiştir.

•Devrim kolayca hedeflerini gerçekleştiremez. Daha doğrusu pek uzar ve birçok merhaleden geçer. Bir de zor şartların bulunmasından dolayı hedeften saptırmak üzere pazarlamalar başlar. Zira ajanlar devrime liderlik etmeye çalıştığı gibi hedefi sınırlandırmayan veya hedef üzerinde ısrarlı olmayan kişiler, devrimciler arasında lider olarak gözüken kimseler olarak çıkabilir.

•Çoğu zaman da devrim silahlı harekete dönüşebilir. Nitekim zulüm, istibdat, hakların çiğnemesi, bozgunculuk, fesat, fırsatların adaletçe verilmemesi, insanı alçaltmak ve buna benzer kötü ve iğrenç uygulamalara insanların karşı çıkmasıyla rejim, bu insanları ezmeye ve bu şekilde kan akıtılmaya başlar. Böylece durumlar karışır ve silaha sarılmaya başlanır.

•Devrimin bozulmasına veya başarıya ulaşmasına, değişik çıkarlara sahip olan yabancı devletlerin karışması muhtemeldir. Zira bu devletler, memlekette nüfuz sağlamak için çalışmaya başlar.

•Devrim sahası fikirlerin ve duyguların karışımına uğrar. Değişik çözümler ortaya atılır. Hepsinin hedefi, rejimi düşürmek ve yerine daha iyi sistem getirmek olsa da bu durum olacaktır. Bu nedenle doğru fikrin egemenliği karşısında yeni zorluklar doğar. Bu fikrin sahipleri insanlara kendi fikirlerini kabul ettirme konusunda sıkıntılar ve zorluklarla karşı karşıya kalacaklardır. Zira insanlar bozuk fikir sahiplerinin devrime katılımını görünce onlara değer vermeye başlarlar.

• Ordu, çoğu zaman durumları belli bir hal üzerinde oturtmak için keskin role sahip olur. Ordu ya direk müdahale eder ya da tarafsız kalıp var olan rejimin düşmesini sağlar. Orduyu kendi tarafına çeken grup devrime liderlik edebilir ve istediği düzeni getirebilir.

Yönetime Ulaşmanın Metodu ve Devrim:

Yönetime ulaşmanın metodu ümmettir. Metottan maksadımız değişmeyen yoldur. İşte yönetime ulaşmanın tek yolu ümmet olur. Zira sultan veya otorite ümmete ait olup kendi evlatlarından istediği kimseyi seçip de ona vekâlet vererek kendi otoritesini teslim eder. Devrim ise otoriteyi elinde tutan rejimi düşürmek için ümmetin kullandığı üsluptur. Eğer ümmet başkaldırıp rejimi düşürürse, hayatta, toplumda ve devlette küllî ve köklü değişimi meydana getirmek üzere yönetim, ondan teslim alınmak için çalışılır. Başkaldıran insanlardan, temsilcilerinden, kuvvet ehlinden veyahut da ehl-i hal ve’l-akt’tan nusret ve yardımı alabilmek için diktatör ve istibdat rejimlere karşı insanların silahsız intifadaları ve devrimleri teşvik edilir. Silahlı devrime dönüşülse de, savunulan düşünceye çekilmeye ve nusretiler kazanmaya çalışırız. İşte metot kapsamlı ve köklü değişim meydana getirmek için ümmet yoluyla ve onun elinden otoriteyi teslim almaktır.

Devrimin çalınmasını veya saptırılmasını kolaylaştıran husus, insanlar nezdindeki uyanıklığın tam ve kâmil bir uyanıklık olmamasıdır. Bu durumda devrimi çalmak veya saptırmak için onların arasına sahte liderler sokulur. Bu şundan kaynaklanır: 

-İnsanlar, tam vuzuha kavuşmuş bir fikre sahip olmadıklarından kâmil manada ne istediklerini bilemez duruma geldikleri gibi samimi ve ihlaslı liderler ile sahte liderler arasındaki farkı da idrak edemez halde olurlar. Zira durum altüst olmuştur. Kimin kime bağlı olması gerektiği ve neyi istediği belli olmaz, herkes meydanda raks eder ve şarkı söyler. Durumu zapt etmek pek zor olur ve tam uyanıklığa sahip olmayanlar, bu karışıklık içerisinde ezilir veya kullanılır. Bu nedenle ihlaslı ve uyanık liderlerin işi bir hayli zorlaşır. Bu meydan, hayır için ne kadar genişse, şer için de o kadar geniştir. 

-Her örgüt ve grup meydana inip insanları, kendi fikrine ve tarafına çekmeye başlar.

-Yabancı devletler de değişik şekillerle insanlar arasına karışmaya yönelip ajanları kazanmaya ve onları iktidara getirmeye çalışır. Medya ve enformasyon araçlarını kullanarak bunları ünlü yapmaya ve bariz kılmaya gayret sarf eder. 

Arap dünyasında intifada ve devrimler plansız, fıtrî olarak ve tabiî bir şekilde patlak verdi. Zira zulüm, istibdat, hakları çiğnemek, haysiyeti yok etmek, insanları alçaltmak, horlamak, ezmek ve memleketin her tarafında fesadın yayılmasından dolayı bu insanlar, başkaldırıp rejimi ve yürütenleri düşürmek için hareket ettiler. İslam’ı tek başına istenilen sistem olarak bariz şekilde göstermediler. Oysa başkaldıranların ezici çoğunluğu Müslümandır. 

İnsanların ortak derdi rejimi ve onu yürütenleri düşürmek, bunları hesaba çekmek, kendi haysiyetlerini korumak ve hakları sahiplerine iade etmektir. Fakat açık şekilde alternatif göstermeden bu hareket devam ediyordu. Bu nedenle Mısır’da eski rejimin adamları veya kalıntıları devrimciler arasına sokuldular. İnsanlar tam uyanıklığa sahip olmadıkları için bunları, askerî konseyi ve hükümetini kabul ettiler. Ayrıca “gelecek sistem, İslam’mı yoksa Laiklik mi olacak?” diye tartışmaya başladılar. Bazı İslamî hareketler İslam’ı uygulamak üzere ısrarlı olmak yerine bir takım tavizler göstermeye başladılar. Keskin tutum sergileyemediler. Enformasyon araçları ecnebi Laik fikir, siyaset ve ajanları lehine de rol oynadı. Buna rağmen bu araçlar yalnız fikir yayan, propaganda ve saptırma işi yapan, gerçekleri gizlemeye veya örtmeye çalışan araçlar olarak kalır. Fakat meydanda bulunanlar ve memleketin ahalisi kararlı ve İslam üzerinde ısrarlı oldukça İslam’ı getirmeye muktedirlerdir. 

Hülasa

Her şeye rağmen insanlar arasında fikirlerimizi yaymakla, çözümlerimizi sunmak ve Raşidî Hilafet sistemini güzel model olarak takdim etmekle devrimi kendi tarafımıza çekmeye, elde etmeye çalışıyoruz. Ümmette kuvvet sahibi ve etkili olanlarla devrimcilerden nusreti almaya çalışıyoruz. Zira yönetimi almada tek yolumuz Ümmet’tir.

Şu var ki değişimde en sağlam, en iyi ve güvenilir olan yol, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yoludur. Ki o şöyledir: 

-Taşıdığımız fikri insanlara kabul ettirmek… Onlar/insanlar ne zaman kanaat getirirlerse hemen o fikri iktidara getirmeye çalışır ve fikrin sahiplerine otoriteyi teslim ederler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunu Mekke’de gerçekleştirmeye çalıştı fakat buradaki kuvvet ehli olan liderler O’nu reddettiler. Birçok memlekette ve kabilede teşebbüs etti fakat bir kısmı reddederken bir kısmı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den sonra yönetici sahibi olmak şartıyla kabul etmeye hazır olduklarını gösterdiler. Fakat Rasulullah bunu kabul etmeyerek, bir taviz vermeden İslam’ın tek başına, kayıtsız ve şartsız hâkimiyeti noktasında ısrarlı kaldı. Bu ancak Medine’de istediği şekilde gerçekleşti. Rasullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı gibi yapmak gerekir. Buna göre; 

-Sahabeler gibi kitle tesis edip daveti yüklenmek için bunu hazırlamak, yoğun kültür vermekle bunun mensuplarını birer büyük şahsiyete olmak üzere yetiştirmek, 

-Sahabeler gibi yetişen İslamî şahsiyetlere sahip olanlarla; İslam’a aykırı fikirlere karşı fikrî çatışma yapmak ve zalim rejimlere karşı siyasî mücadele vermek,

-Daveti topluma taşıyıp bütün insanlara cemaî kültür vermek, 

-Ümmete fikirleri benimsettirmek, 

-Tam uyanıklığa dayalı kamuoyu oluşturmak, 

-Sadece Sahabeler gibi yetişen bu ihlaslı ve uyanık elemanlarla Ümmet’e liderlik etmek, 

-Sahtekâr ve ihlaslı olmayan veya uyanık olmayanları meydandan ve siyasî ortamdan uzaklaştırmak, 

-Ümmetin temsilcileri olan ehl-i hal ve’l-akt’tan, kuvvet ehlinden ve etkili olanlardan nusret alıp iktidara ulaşmak, otoriteyi onlardan elde edip biati almaktır. 

Böylece Ümmet’i basiretle, gözlerimizin önünde yetiştirmiş ve devleti de bu şekilde inşa etmiş oluruz. Bu şekilde toplumun fikirleri, duyguları ve nizamı, saf bir şekilde sırf İslam’dan oluşmuş olur. Böylece safiyetle, İslamî fikirlerle donatılmış ve şeffaf İslamî duygularla yüklenmiş insanlarla azametli Hilafet Devleti kurulmuş olur ve onları tam adalet ve güzel idareyle yürütmeye başlar. Böyle bir çalışmayla Ümmet, fitnelerden, bütün şerli mihraklardan ve şer sahibi olan ecnebi sömürgeci devletlerin karışmasından, bu devletlere bağlı olanlar ve münafıkların insanlar arasına sokulmalarından korunmuş olur. Yine, gayri İslamî fikir ve duygulara sahip olan akım, parti, grup, cemiyet, dernek ve vakıf gibi değişik isimler taşıyanlar, bu izzetli Ümmet arasında yer bulmaz. İşte Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem insan, kitle, ümmet, toplum ve devleti böyle bina etmiştir. İnsanların güvenini kazanınca onlara liderlik edebildi. Bunu yaparken bir kandamlası dahi akıtmadı. Medine halkı O’na ve davetine inanıp liderliğine güvenince, O’nu korudular, barındırdılar ve O’na yardım edip nusret verdiler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendi fikri yanında başka bir fikrin bulunmasını kesin bir şekilde reddetti. Açık ve net bir şekilde, sadece ve sadece İslam’ın hâkimiyeti üzerine ısrarlı kaldı. Kendi liderliği yanında başka gayri İslamî liderliklerin bulunmasını geri çevirdi. Herhangi bir taviz veya pazarlık yapmayı tamamen reddetti. Mekke’deyken Kurayş, Rasulullah’a, kendi sistemleri gölgesinde kral olmasını, beraberce Mekke’yi yönetmek üzere millî bir hükümet kurmakla birlikte kendi dinleri ile İslam’ın bir arada bulunmasını da tekliflerinde sunarak, O’nu kandırmaya çalıştı. Rasulullah bunu kesin bir şekilde reddederek onların Müslüman olmalarını ve Kendi liderliğine tabi olmaları üzerinde ısrarlı kaldı. Kurayş, “Allah’ı ve melekleri yanımıza, önümüze indirsen dahi sana inanmayacağız” diye inatla karşılık verdi. Rasulullah onları terk edip diğer memleketlere ve kabilelere yöneldi. Amir bin Sa’sa’ oğulları ve Yemen’de Kende oğulları gibi bunların bir kısmı Kendisinden sonra yönetimin kendilerine ait olması şartıyla İslam’ı ve O’na nusret vermeyi kabul ettiyse de Rasulullah bunu kesin şekilde reddetti. Sadece İslam’ın egemenliği üzerinde ısrarlı kaldığı gibi sultayı bütün Müslümanların hakkı olarak gösterip Ümmet kimi seçer ve biat ederse o, Ümmet’in vekâleti ve Allah’ın izniyle yönetimde bulunur. “Ya İslam hâkim olacak ya da bu uğurda ben helak olurum” diyerek kesin ve ısrarlı tutumda bulundu. 

Oysa bugün “İslamcı” diye anılan bazı kimse ve gruplar; kâfirlerin otoritesi gölgesinde, onlarla beraber koalisyon kurmak ve onların kanunlarını uygulamak şartıyla iktidara geçmeye rıza gösterir, İslam ile küfrün bir arada bulunmasını kabul eder, İslam’ın tek olarak hâkim olmasından taviz gösterir sonra da küfür kanunlarını uygulamaya başlarlar. Örnek olması gereken Rasullerin metotlarına sırt çevirerek dinlerine muhalefet ederler ve ümmetlerini tehlikeye sokarlar. Böylece Allah’ın gadabına maruz kalırlar.

Ve özetle; mademki Ümmet’in mübarek devrimleri alevlendi, bunlar doğru yola yönlendirilmeli ve kazanmaya çalışılmalı. Bu, nusret isteme meselesine aykırı değildir. Zira son merhalede olunduğu hasebiyle Ümmet yoluyla İslam’ı uygulamak için yönetim teslim alınmaya çalışılmalıdır.



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz