KIBRIS’TA PETROL KAPIŞMASI

Editör


Dünya siyasetinin, sorunları kronikleşmiş bölgelerinden birisi de Kıbrıs’tır. Bu güzide İslam toprağı, Hilafet’in ilgasıyla birlikte sömürgeci kâfirlerin necis planlarına sahne olmaya başlamıştır. Geçmişte sahip olduğu stratejik konumu, bugünlerde ise stratejik konumuyla birlikte yeni keşfedilen zenginlikleriyle yeniden gündemdeki yerini almıştır. Aslında Kıbrıs’ın ciddi bir sorunu yoktur. O’nun sorunu da, dünyadaki birçok beldede olduğu gibi sömürgeciler tarafından paylaşılamama sorunudur. Diğer gelişmeler ise bu temel sorunun açılımları türündendir. İşte bu sorun, bu sefer de Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrol arama girişimleriyle patlak vermiştir.

Amerika Birleşik Devletleri Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS) tarafından 24 Nisan 2010 yılında yayımlanan bir raporda, dünyanın en büyük doğalgaz yataklarından birinin Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs ile Suriye arasında yer alan Levandinis Çukurunda bulunduğu açıklandı. USGS yapmış olduğu bu açıklamayla birlikte bu raporda bir takım verilere de yer verdi. Bu verilere göre; Levandinis Çukuru’nda 112 trilyon metreküp doğalgaz ve 1 milyon 7 yüz bin varil petrol rezervi bulunmaktadır. Yüksek oranda doğalgaz ve petrol rezervi bulunan bu bölge ise büyük oranda Güney Kıbrıs ve Suriye’nin ekonomik bölgesi içinde yer almaktadır. Bu nedenle gelişmenin hemen ardından Rum Enerji Dairesi Müdürü Solonas Kasinis ise bir Rum gazetesine yaptığı açıklamada, Güney Kıbrıs’ın kendisine ait bölgeye ilişkin verilerinin farkında olduğunu, konu hakkında başka yorumda bulunmayacağını ifade etti. 

Rum’ların Eylül 2011 sonlarında Doğu Akdeniz’de doğalgaz sondajlarına başlayacağını ilan etmesiyle Kıbrıs’la ilgili olarak sular yeniden ısınmaya başlamıştır. Sondaj çalışmaları Kıbrıs Rum yönetiminin Doğu Akdeniz’de ekonomik bölge olarak ilan ettiği 12. Parselde gerçekleşecektir. Bu arama işi, Rum yönetiminin Ekonomik Bölge üzerindeki imtiyaz hakkını verdiği Amerikan kökenli “Noble Energy” şirketi vasıtasıyla gerçekleştirilecektir.

Kıbrıs petrolleri hususundaki bu gelişme yeni patlak vermesine rağmen, bu konu süreç olarak daha eskiye dayanmaktadır. Kıbrıs Rum yönetimi Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama anlaşmasını ilk olarak 2003 yılında Mısır’la yapmıştır. Daha sonra 2007 tarihinde bu sürece Lübnan, Suriye ve “İsrail”i de dâhil etmiştir. GKR yönetimi hidrokarbon arama ihalelerine de ilk olarak Şubat 2007’de başlamıştır. Bu ihaleler neticesinde Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama ihalesi Amerikan menşeli Noble Energy şirketine kalmıştır. 

Ayrıca, Noble Energy şirketinin üst düzey bir yetkilisine göre, Kıbrıs Rum kesimin tek yanlı parsellediği ve “Afrodit” ismini verdiği “12. ve 3. parsel”deki yataklar çok büyük ve bu iki Kıbrıs parselinde bulunan yataklar Avrupa’nın önümüzdeki 100 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacak ölçüdedir. 

Bu ihale sürecinin ardından; ABD’nin Güney Kıbrıs Büyükelçisi 27 Mayıs 2009’da yaptığı açıklamada, bir Amerikan şirketinin yakında petrol arama çalışmalarına başlayacağını duyurdu. KKTC bu duruma tepki gösterdi ve KKTC Dışişleri, ABD Büyükelçisini kınadı. Rum tarafı, petrolle ilgili faaliyetlerini “egemenlik hakkını kullanma” olarak niteledi. Dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ise Rum tarafına, petrol arama çalışmaları konusunda “Türkiye’ye meydan okumak akıllıca değil” uyarısı yaptı. İşte Kıbrıs petrolleri hususundaki tarihsel gelişmeler kısaca bu şekildedir.


Türkiye’nin Tavrı Ve KKTC’nin Yaklaşımı:

Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz doğalgaz sondajına başlayacağını ilan etmesinin ardından, beklenildiği gibi bu gelişmeye en büyük tepki Türkiye’den gelmiştir. Türkiye, Rumların doğalgaz sondajına itirazını iki ana noktaya bağlamaktadır. Birincisi; Rumların Kıbrıslı Türkleri hiçe sayarak tek başına doğu Akdeniz’i komşu ülkeler ile paylaşma yetkisi bulunması, İkincisi ise; Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye’nin de hakları bulunması hususlarıdır. Ayrıca henüz gündeme gelmemekle beraber, Kıbrıs’ın bir ada olması sebebiyle, karasularının dışında -Ege’de olduğu gibi- münhasır ekonomik alan hakkı olup olmadığı meselesidir. Türkiye bu gerekçelerle bu gelişmeye çok sert tepki gösterdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu tepkiyi; “Rum yönetimi, geçmişte ara verdiği petrol ve doğalgaz arama çalışmalarını yeniden başlatmış, sözde 12. ruhsat sahasına bir sondaj platformu intikal ettirerek, 19 Eylül 2011 tarihinde doğalgaz sondaj çalışmalarına başlamıştır. Rumların bu sorumsuz, tahrikkar ve tek yanlı adımını protesto ediyoruz” sözleriyle ifade etti. 

Bu açıklamanın ardından, Başbakan Erdoğan ile KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, New York Türkevi’nde bir araya geldi. Görüşmenin ardından Erdoğan ve Eroğlu, Türkiye ile KKTC Arasında “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması”na imza attılar. Bu anlaşma sonunda yasa gereği her iki ülkenin meclislerinin onayının ardından Türkiye’de, Doğu Akdeniz’de misilleme olarak Koca Piri Reis gemisiyle sondaj çalışmalarına başlamıştır. Atılan imzaların ardından KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu, “Anlaşmanın New York’ta imzalanması, KKTC’nin egemen bir devlet olduğunu ve Türkiye’nin KKTC’yi tanıdığını dünyanın gözüne sokmuştur” şeklinde bir açıklama yaptı. Daha sonra Başbakan Erdoğan, “Rumlarla iş yapan ve yapacak uluslararası petrol ve doğal gaz şirketlerini de uyarmak istiyoruz. Bu şirketlerin Türkiye’deki enerji projelerine alınmaması ve bunlara bir takım müeyyideler uygulanması konusunda da Enerji Bakanlığımız ayrıca bir çalışma başlatmıştır” şeklindeki bir açıklamayla doğalgaz sondajını gerçekleştirecek olan ABD şirketini de uyarmıştır. Kıbrıs Rum Kesimine yönelik eleştirilerinin devamında açıklamalarını “Bu duruma ne bizim ne de Kıbrıs Türklerinin kayıtsız kalamayacağını, Rumların sondaj faaliyetlerine başlaması halinde Kıbrıs Türklerinin hak ve hukukunu korumak için KKTC ile birlikte bir dizi somut adımlar atacağımızı evvelce uluslararası toplumun dikkatine açık bir şekilde getirmiştik. Bu kararlılığımızın göstergesi olarak Türkiye ile KKTC arasında bugün New York’ta kıta sahanlığı anlaşması imzalamış bulunuyoruz.” sözleriyle sürdürmüştür. 

İleriki günlerde konuyla ilgili bir başka demecinde KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu, Kıbrıs‘ın etrafındaki denizaltı zenginliklerinin sadece Rumlara ait olmadığına, bu zenginliklerde Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye‘nin de hakkı bulunduğuna işaret ederek, bu nedenle Rum tarafına denizden doğal gaz sondajına başlamamasını tavsiye etti. “Rum tarafının bu hareketi başlatmaması gerekir” diyen Eroğlu, “Rumların böyle bir hareketi başlatması halinde bazı baş ağrılarına neden olacağını, zaten baş ağrıları bulunduğunu, bunlara yenilerinin eklenmesinin doğru olmayacağını” belirtti.

Sondaj Meselesi İle İlgili AB’nin Duruşuna Gelince:

19.09.2011 tarihinde GKR Yönetiminin petrol ve doğalgaz aramaları iççin Doğu Akdeniz’de sondaj çalışması başlatacağı haberlerinin ardından AB yetkilileri Türkiye’nin sert tepkileri karşısında Güney Kıbrıs Rum Yönetimini uyarmışlardır. Rum Yönetiminin bu kararı almasının ardından Avrupa Komisyonu üyesi Stefan Füle, Rum lider Hristofyas’ı telefonla arayarak sondajın ertelenmesini istemiştir. Füle, ayrıca “Doğalgaz aramaları ertelenirse bunun müzakere sürecine olumlu yansıması olabilir” mesajını da Rum tarafına iletmiştir.

Avrupa Komisyon Sözcüsü Maja Kocijancic düzenlediği günlük basın toplantısında, “Öncelikle AB dönem başkanlığının Kıbrıs’a geçmesi noktasında Genişleme Komiseri Stefan Füle’nin daha önce yaptığı açıklamaları hatırlatırım. Füle adada tarafların çözüme ulaşmak için yoğun müzakere sürecine girmesi gerektiğini ve AB olarak bu süreci sonuna kadar desteklemekte olduğumuzu belirtmişti. Bu pozisyonumuz devam ediyor. Bu nedenle içinde bulunduğumuz an spekülasyon yapma zamanı değil. Akdeniz’de doğalgaz aramaları konusunda ise Komisyon olarak Türkiye’ye komşuluk ilişkilerini zedeleyebilecek, tehdit veya eylem unsuru içeren yaklaşımları yeniden düşünme ve itidalli olması çağrısında bulunuyoruz. Ayrıca elbette Kıbrıs da dahil olmak üzere tüm AB üyesi ülkeler ile Türkiye’nin ilişkilerinin normalleşmesini diliyoruz” şeklinde bir basın açıklaması yapmıştır.

Avrupa Parlamentosu Liberal gurup üyesi İngiliz Andrew Duff, sondaj kriziyle Kıbrıs’ın ikiye ayrıldığını ve bölünmüşlüğünün kalıcılaştırıldığını savunarak, “Doğalgaz sondajı ile Ada’nın bölünmesi kesinleşirken, Türkiye’nin AB üyeliğine çözüm bulmak da imkansız hale geldi” dedi. Andrew Duff aynı zamanda AP’deki Kıbrıs ve Türkiye dosyasına hakim parlamenterlerden biridir. O AB Haber’e vermiş olduğu mülakatta sondaj kriziyle birlikte Kıbrıs sorununun çözüldüğünü iddia ederek, “Tarihi sorun çözüldü. Ada böylece ikiye ayrıldı. Daha açıkçası Kıbrıs’ın bölünmüşlüğü kalıcılaştırıldı” ifadelerini kullanmıştır. Duff, AB’nin genişlemesinin durmasının ve Türkiye’nin AB dışında kalmasının Avrupa’nın başarısızlığı ve iflası anlamına geldiğini belirterek, “Bu konu bu kadar açık ve nettir” dedi. AB’nin Kıbrıs sorununa yaklaşımının da yanlış olduğunun altını çizen Andrew Duff, “Kıbrıs’ın (Rumların tek taraflı üyeliği) AB üyeliğinde Avrupa (düşüncesi) yaklaşımı göz ardı edildi. İki toplumlu birleşmiş bir Kıbrıs için AB’de siyasi çözüm iradesi eksikti. Maalesef AB’de iki toplumu yakınlaştırıcı bir istek yoktu” açıklamasında bulundu. Bununla birlikte Türk hükümetinin AB politikasını değiştirdiğine de vurgu yapan Duff, “Ankara’da AB politikasıyla ilgili bir karar alındı. Artık Türkiye AB’yi önemsemiyor. Egemen Bağış’da bu yönde hareket ediyor” şeklinde konuştu. 

AB Komisyonu da geçen hafta yaptığı açıklamada, Kıbrıs Rum kesiminin tek yanlı olarak Akdeniz’de sondaj çalışmalarının yol açtığı gerginlikte taraflardan çözüme odaklanmalarını istemiştir. AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın sözcüsü Maja Kocijancic, Kıbrıs’ta tarafların BM önderliğinde yoğunlaştırılmış müzakerelerde anlaştığını hatırlatarak “Kapsamlı çözüme odaklanma görmek istiyoruz. AB tüm taraflara (Kıbrıs’ta) en kısa sürede kapsamlı çözüme ulaşılması için ellerinden gelen çabayı göstermeleri çağrısı yapıyor” ifadesini kullanmıştır. 

Avrupa Birliği’nin meseleye genel hatlarıyla yaklaşımı bu şekildedir. Bunun dışında yetkililerin yapmış oldukları açıklamalar bu minvaldedir. 


Amerika’nın Yaklaşımı:

Amerika, sondaj gerginliğinin başladığı andan itibaren net bir tavırla GKR Kesiminin haklılığını ifade etmiş ve O’nun yanında yer almıştır. Hatta gerginliğin başladığı günlerde Türkiye’ye yönelik uyarılarda bulunmuştur. Nitekim Wall Street Journal gazetesi Akdeniz’de yaşanan gerginlik sebebiyle Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin etkileyebileceğini yazmıştır. Gazete güvenilir kaynaklara dayandırdığı haberinde, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın kapalı kapılar ardında Türk yetkilileri, petrol ve doğalgaz tartışması konusunda Kıbrıs’a yönelik tehditlerinden geri adım atmaları yönünde uyardığını öne sürmüştür. Clinton’un ayrıca Türk yetkililere, Kıbrıs Rum kesimine ait olarak tanınan sularda petrol arama çalışmaları yapan Noble Energy adlı şirketin bir Amerikan firması olduğunu hatırlattığı da öne sürülmüştür.

Konuyla ilgili olarak Amerikan ve Türk Dışişleri Bakanlarının yapmış olduğu toplantının ardından, yani Davutoğlu-Clinton görüşmesinden sonra ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Rum’ların Akdeniz’deki sondaj çalışmaları konusunda şu açıklamayı yapmıştır:

“Güney Kıbrıs Cumhuriyeti, Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama hakkına sahiptir. ABD, Kıbrıs’ın enerji aramalarını desteklemektedir. Bu, Kıbrıs sorununun çözümü için yapılan çalışmaları da engellememelidir.” 

GKR Yönetimi Lideri Hristofyas’ın sözcüsü Stefanos Stefanu, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu görüşmesinin ardından yapılan açıklamadan memnun olduklarını ifade etmiştir. Hristofyas’a New York’ta BM Genel Kurulu açılışında eşlik eden hükümet sözcüsü Stefanu, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Rumları memnun eden 3 önemli nokta bulunduğunu söylemiştir. Stefanu, Hillary Clinton’ın Davutoğlu’na, Rumların doğalgaz sondaj çalışmalarının hukuki olduğunu söylediğini belirterek, “3 mesaj önemli. Birincisi Kıbrıs’ın doğalgaz arama ve çıkarma girişimlerinin egemenlik hakkı olduğunu vurguladı. İkincisi, bu konunun devam eden Kıbrıs görüşmeleriyle alakalı olmadığını vurguladı ve son olarak da mevcut devam eden görüşme sürecini desteklediğini söyledi” şeklinde konuşmuştur. 

Ancak ilerleyen günlerde Amerika bu tavrını değiştirerek tek taraflı tutumunu arabulucu rolünü üstlenme yönüne doğru kaydırmıştır. Daha net bir ifadeyle Amerika; “Rumların petrol arama hakkı var” yönünde yapmış olduğu açıklamaları daha sonra “gelir paylaşımı adına BM’nin arabuluculuğu” şekline dönüştürmüştür. 

Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, yapmış olduğu basın toplantısında ABD’nin daha önceki söylemlerinin aksine “gelir paylaşımı adına arabuluculuk” teklifinden bahsederek şunları söylemiştir: “Anladığımız kadarıyla BM bu teklifi değerlendiriyor. Biz de her iki topluluğun tansiyonunu yok edici çalışmalara başlanmasını destekliyoruz.” Ayrıca Nuland; “Biz daha önce de BM önderliğinde ve arabuluculuğunda barışçıl bir çözüm görmek istediğimizi birçok kez söyledik. Biz adanın kaynaklarının halklar arasında paylaşılmasını görmek istiyoruz. BM önderliğindeki gelir paylaşımı arabuluculuğu teklifini ilgiyle karşılıyoruz.” Şeklindeki ifadelerle konuşmasına devam etmiştir. Kendisine, bu konuda ABD’nin Avrupa’dan farkı olup olmadığı hususunda yöneltilen soruya cevaben; “Adadaki halkların yararlanabileceği ve bütün grupların kabul edeceği bir çözüm bulunabilir ve bunu ABD de destekler” şeklinde bir cevap vermiştir.


Değerlendirme: 

Değerlendirmemizin başında iki hususa dikkat etmek faydalı olacaktır. Bunlardan birincisi; Rum Hükümetinin gizli tuttuğu bu anlaşmayı ele geçirdiğini iddia eden Rum Politis Gazetesine göre, Amerikalılarla yapılan bu anlaşmada aslan payı Amerikan şirketi ile “İsrail”e aittir. Yine aynı gazetenin haberine göre, Amerikan Noble Energy şirketine Afrodit bölgesinin 25 yıllığına ve 1.5 milyon Euro sembolik bonus karşılığında kiralandığını yazmıştır. Sözleşmenin talep halinde 10 yıl daha uzatılma şartıyla imzalandığına dikkat çeken gazete, bulunacak muhtemel doğalgazın paylaşılmasında ise, en büyük payı Amerikan Noble Energy şirketi ile “İsrail”in alacağını belirtmiştir. İkincisi; Sondajı yapan Amerikan Noble şirketinin Yahudi sermayeli bir şirket olmasıdır. Noble Energy, “İsrail”in Delek şirketiyle halen “İsrail”de doğalgaz çıkartmaktadır. Noble Energy, Rumların Afrodit adı verdiği bölgedeki çalışmaları da Delek şirketiyle ortaklaşa yürütmektedir. Ayrıca şu an sondajda kullanılan platform da “İsrail”den gelmiştir. 

Bilindiği üzere Kıbrıs hâlihazırda bir İngiliz sömürgesidir. Kıbrıs’ın stratejik önemi ile son yıllarda keşfedilen deniz altındaki zenginlikleri O’nu sömürgecilerin vazgeçilmezleri arasına sokmaktadır. Zaten Kıbrıs’ın sorunu da O’nun sömürgeci devletler tarafından paylaşılamaması ile alakalıdır. Bu mücadele, Osmanlı İslam Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte bölgeye çöreklenen İngilizlerin, İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan Amerika’ya bölgeyi kaptırmama mücadelesidir. İngilizler Kıbrıs’ı kaptırmama uğruna bölge siyasilerini ve derin yapılarını kendisine bağlamakla birlikte bölgede zaman içerisinde Dikelya ve Ağrotur (Akrotiri) isminde iki de askeri üs edinmeyi başarmıştır.

Kıbrıs’taki son gelişmelere gelince; Avrupa Birliği 2012 yılında AB Dönem Başkanlığını Kıbrıs Rum kesimine vermeyi planlamakta ve bunu bir koz olarak kullanmaktadır. AB Kıbrıs’ı tek devlet olarak değerlendirmektedir. AB, gerekli gördüğünde bu hamleyle Türkiye’yi ve dolayısı ile ABD’yi saf dışı bırakarak Kıbrıs’ın şekillendirilmesi hususunda tek başına kalmayı ve bir İngiliz planı olan tek devletli çözümü kendi bünyesinde halletmeyi amaçlamaktadır. Nitekim 2012 yılında GKR kesiminin AB dönem başkanı olması halinde nelerin olabileceğini Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay şu sözlerle ifade etmiştir: “Kuzey Kıbrıs için daha büyük bir kriz beklemiyoruz. Belki oradaki, eğer müzakereler olumlu sonuçlanmazsa ve AB de dönem başkanlığını Güney Kıbrıs’a verirse, esas kriz Türkiye ile AB arasında olacaktır. Çünkü biz AB ile ilişkilerimizi donduracağız o zaman. Bu açıklamamızı yaptık, hükümet olarak bu kararımızı verdik. Bizim AB ile ilişkilerimize büyük bir sekte vuracaktır bu. Tabi hata en başta, buradaki sorunlar çözülmeden Kıbrıs Rum tarafının AB içine alınması, o kendi tercihleri ama AB’yi de felce uğrattı o. Halen o huzursuzluk devam ediyor.”

Amerika, değerlendirme kısmına başlarken bahsettiğimiz iki nedenden dolayı (“İsrail”in bu işteki payı ve sondajı yapacak olan Amerikan şirketi ile Rum kesimi arasında yapılan anlaşmalar) GKR kesimini Doğu Akdeniz’de doğalgaz sondajı konusunda harekete geçirmeyi başarmıştır. Bu hareketlenmenin bölgede kriz oluşturması ve doğal olarak da en büyük tepkinin bölgenin yükselen değeri olan Türkiye’den gelmesi kaçınılmazdır. İşte bu hareketlilik neticesinde meydana gelen gerginlik, Amerika’nın, Kıbrıs sorununun çözümünü tekrar Birleşmiş Milletler bünyesine çekmesine ve bu konuda AB planlarının sekteye uğramasına sebep olmuştur. Bu nedenle AB, sondaj meselesine sıcak bakmamış ve bu konuda özellikle Rum kesimini ciddi şekilde uyararak bu sondaj girişimini önlemeye ve Türkiye’nin tepkilerini azaltmaya çalışmıştır.

ABD ise bu gelişmeler esnasında başlangıçta Rum kesimine destek vererek ortamın gerilmesini sağlamış, sonra da tarafsız bir tavır takınarak sorunun çözümüne yönelik girişimlerde bulunmuş ve sorunun BM bünyesinde kalmasını sağlamıştır. Sonuçta ABD Doğu Akdeniz’de suların ısınmasının sevk ve idaresinden sorumlu olan taraftır.

Türkiye, bu konuda da kendisine verilen görevi başarıyla yerine getirmiş, hem GKR kesimine, hem AB’ye ve hem de “İsrail”e karşı sert tavır koymuştur. Aynı zamanda meseleyi, Doğu Akdeniz’e açılıp, savaş uçakları ve firkateynler eşliğinde doğalgaz arama noktasına kadar götürmüş ve suni bir savaş ortamı bile oluşturmuştur. Böylece hem meseleyi sonuna kadar germiş, hem de dünyaya Kıbrıs bizim toprağımızdır, ne pahasına olursa olsun arkasındayız mesajı vermiştir. Burada bir tek anlaşılması güç olan durum, birbirleriyle tamamen farklı kutuplarda olan Erdoğan ile Eroğlu arasında süreç boyunca yaşanan uyumdur. Bu uyumun sebebi de; olayın realitesi açısından ikisinin farklı yönlerde hareket etmesi mümkün değildir. Özellikle KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun Kıbrıs, oradaki Türkler ve onların menfaati için harekete geçmiş bir Türkiye Başbakanı’nın hareketlerine aykırı hareket etmesi kendi iç dinamikleri açısından uygun değildir.



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz