GERÇEK DEVRİM

Ahmet Sadık Altınel


2011 yılının -en azından şimdiye kadar- en önemli olayı Tunus’ta başlayan ve birçok ülkede domino etkisi yaratarak genişleyen halk ayaklanmaları olmuştur. İslam dünyasının merkezi, hinterlandı sayılabilecek bölgelerde sömürge valisi gibi iş gören diktatörleri deviren bu ayaklanmaların, aslında onları yarım yüzyıldır besleyen ve destekleyen Batılı ülkelere ve bu ülkelerin -genelde tüm dünya özelde ise İslamî beldeler üzerinde- uyguladığı Kapitalist sömürge politikalarına yönelik olduğu tartışmasız bir hakikattir. 

Bundan dolayı sömürgeci devletler devrimleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için olağanüstü çaba ve gayret sarf etmektedirler. Örneğin, Mısır ve Tunus’ta Mubarek ve Bin Ali rejimi ve kalıntıları hâlâ yerinde dururken rejimin birkaç önde gelen isminin yönetimden uzaklaştırılması ile bu ülkelerdeki halklar bayram havasını andıran kutlamalar, şenlikler ve eğlenceler tertip ettiler. Hakeza çevre beldelerde yaşayan Müslümanlar da onların sevinci ile sevindiler?!

Burada insan aklına ister istemez şöyle bir soru takılıyor: 

İnsanların uğrunda tankların önüne atıldığı, kanlarını akıttıkları ve nice elim hadiseleri yaşadıkları ‘devrim’den hedeflenen bu muydu? ‘Gerçek devrim’ nedir? Ve onu gerçekleştirmenin yolu hangisidir? 

Bu ayaklanmalar iki gerçeği ortaya koymuştur. Bunlardan birisi, sevindirici ve ümit verici iken diğeri, üzücü ve elem vericidir. Sevindirici olan; bu hadiseler, İslam Ümmeti’nin dinine bağlı olduğunu, her halükarda özünün temiz olduğunu, zulme ve zalime asla tahammülünün olmadığını, zulmün çemberini kırmak, tağutları devirmek için şahadeti göze alabileceğini göstermiştir. Bu Ümmet uzun yıllar kendisine tattırılmayan saygınlığın, insanca ve onurlu yaşamanın ne demek olduğunu idrak etmiş ve kendisini böyle bir yaşamdan mahrum bırakan diktatörlerden kurtulmak için harekete geçmiştir. 

Hadiselerin üzücü ve elem verici tarafı ise; böylesine devasa bir işe kalkışan Ümmetimizin İslam’ı, bütün düşünce ve davranış, argüman ve eylemlerinde temel dayanak noktası olarak ele almayışıdır. Bundan dolayı -yeterli fikrî ve siyasî uyanıklıktan yoksun olduğu için- Ümmetimiz, Amerika başta olmak üzere onun piyonlarının saptırıcı hamleleri karşısında ne yapacağını bilememektedir. 

Örneğin, Mısır’da zulmün envaiçeşidini kendilerine tattırmış olan Mubarek’in zulümde ortağı, kabinesinin en güçlü adamlarından birine yönetimi devretmiş olması halkın Tahrir Meydanı’ndan çekilmesine yetti. 

Meydanlarda Müslüman halkların kalkışmasına öncülük eden liderler neden, “biz müslümanız, İslam’dan başka bir yaşam biçimine, kanun ve rejime asla razı olmayız”, demezler?! Bunun yerine onlar ülkelerinin anayasalarında bazı maddelerde değişiklikler ve iyileştirmeler yapılmasını talep etmektedirler. 

Örneğin, dünyanın en kıymetli petrolüne sahip olan Libya’da, bu zenginlikten kendilerini mahrum bırakan, dahası bu zenginlikleri Batılı ülkelere peşkeş çeken Kaddafi’ye karşı ayaklanan halka -sözüm ona- öncülük eden Geçici Konsey’in “enerji anlaşmalarının aynen geçerli olacağını” söylemesi, sömürgeci devletlerin Konsey üzerinden Libya Müslümanlarının devrimlerini çalma girişimlerinin -en azından şimdilik- başarılı olduğunu göstermektedir.

Benzer şekilde Türkiye’nin öncülüğünde alelacele yapay bir şekilde icad edilen Suriye muhalefetinin demokratik, çoğulcu bir sistem arzuladıklarına ilişkin beyanatları Müslüman Ümmet’in geleceğini belirleme noktasında eline geçirdiği tarihî fırsatın bir takım simsarlar tarafından çalınmaya çalışıldığı anlamına gelmektedir. 

Kanı pahasına diktatörlere karşı direnen Müslüman halkların liderliğini ele geçirmeye çalışan bu insanlar neden İslam Ümmeti’ne son yüzyılda bütün bu acıları, travmaları, geri kalmışlığı, sömürüyü, aşağılanmayı, vb. yaşatan Kapitalizm ve onun aygıtları, küresel ölçekteki kurumları hakkında tek bir sözcük etmezler. Yoksa onlar, Batı kültürüyle beslenerek Ümmet’in coğrafyasında bitmiş ayrık otları mıdır?! 

Bütün bu hadiseler, elim tecrübeler göstermektedir ki; bir toplumda değişim sadece yöneticilerin değişimi ile gerçekleşmez. Örneğin, bir otomotiv fabrikasında üretim aygıtları, makine parkuru, vs. değişmeden fabrikanın çalışanlarının değişmesi; Hıristiyanlar çalışıyorken Müslümanların çalışmaya başlaması ya da Müslümanların işletmenin başına geçmeleri ile fabrika ve ürettiği ürün değişmez. 

Bedelini daima Müslüman halkların ödediği kalkışmalar, ideolojik fikrî bakıştan ve siyasî uyanıklıktan uzak olduğu sürece asla bir değişim gerçekleşmeyeceği gibi Ümmet’in umutlarını bir başka bahara ertelemesine neden olacaktır. 

Bu kalkışmalar Kapitalist, neo-liberal politikaları, beşerî sistemleri ve onları coğrafyamızda ikame edenleri söküp atmadan ve yerine Rabbimizin gönderdiği ilahî hükümleri yürütme makamına taşıyacak siyasal erki, Müslümanların Halifesini icad etmeden asla başarıya ulaşmayacaktır. 

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ

“Yoksa onlar, cahiliye hükmünü (İslam dışı olan hükümleri) mü istiyorlar? İman eden kavim için Allah’ın hükmünden başka daha iyi kim hüküm koyabilir ki?” (el-Maide 50)

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in 100 bin insanın şahsında, 23 yıllık Risalet yaşamının bir anlamda altı çizilmesi gereken çok özel noktaları vurguladığı veda hutbesinde söylediği şu sözleri bu manada anlamak gerekir:

تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللَّهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ

“Size iki şeyi bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu asla kaybetmezsiniz. Bunlar; Allah’ın Kitabı ve Rasul’ün Sünneti’dir.” (İbni Hişam Sireti; Malik, Câmia, 1395)

Değişim için kaçınılmaz bir diğer önemli mesele de, değişimin gerçekte ideolojik temellere dayanan bir siyasî parti eliyle olabileceğidir. Bu ideolojik bakış açısı olmaksızın verilmiş kurtuluş mücadelelerinin geçtiğimiz yüzyıl içinde Cezayir’de, Filistin’de, Türkiye ve diğer bilad-i İslam’da –Ümmet’in evlatlarından milyonlarcasının şehit verilmesine rağmen- başarıya ulaşmadığı gibi aksine sömürgeci kâfir devletlerin planları doğrultusunda istismar edildiği görülmüştür. Sömürgeciye karşı gerçek kurtuluş mücadelesini kazanan Ümmet, yerli işbirlikçilerine teslim olmuştur. Şimdilerde de Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde Müslüman halkların devrimlerini çalmaya çalışan simsarlar, Ümmet’i katleden katilden kurtulmak için aslında onu besleyen, maşa gibi elinde tutan azmettiricisine sığınmaktadırlar. Bu nasıl bir liderliktir? Şimdi bu manzaraya bakıp Ümmet’in tam da bunu istediğini söyleyebilir miyiz? 

Her ne olursa olsun; daha çok “İslamcı” kimlikleri ile öne çıkmış aktörler üzerinden oynanmakta olan bu oyun da, bir süre sonra anlaşılacak ve maskeler düşecektir. Bu müdahale kâfirlerin tarihin akışını değiştirmek için yaptıkları son müdahaledir. Ümmetimiz tiyatro oyununun çok kısa sürecek olan bu sahnesinden sonra İslam’dan başka hiçbir şeyin kendisini kurtaramayacağını anlayacak ve onun samimi davetçilerine liderliğini verecektir. 

Evet, vahiy emaneti, Allah Subhanehu ve Teâlâ nezdinde çok kutsal bir emanettir. Rabbimiz onu ancak layık olanlara verir. Onu ne cahillere, ne de işbirlikçilere vermez. Rabbimiz bu kutsal emaneti vermek için meleklerin en azim olanını, bu emaneti yüklemek için beşeriyetin en şereflisi, Habib-i Edib’i Muhammed Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i seçmişken neden şimdi Ümmet’in katilleri ile kirli ilişkiler içine giren, Batı’nın kendisine dayattığı bütün ideoloji ve sistemleri burun kemiklerini sızlatırcasına kokuşmuş, son yüzyılını kâbusa çeviren şeyin, gerçekte Rönesansla birlikte insanlığın tanıştığı Batılı ideoloji olduğunu anladıktan sonra tekrar onu bu ideolojiye; Laikliğe ve Demokrasiye çağıran sahte liderlere, devrim simsarlarına neden versin?! Kella! Hayır! Bu, kesinlikle pisliğe bulaşmamış, imanlarına zulmü bulaştırmamış insanların liderliğini yapabileceği şerefli, kutsal bir davadır. 

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَٰئِكَ لَهُمُ الْأَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ

“İman edenler ve imanlarına herhangi bir zulmü giydirmeyenler (bulaştırmayanlar) var ya, işte onlar için emniyet vardır. Ve onlar (İslam’a) hidayet edenlerdir.” (el-En’am 82)

Bizler Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın muhsinlerin (sözü tastamam dinleyip gereğini yerine getirenlerin) çabalarını karşılıksız bırakmayacağına iman ettik. Rabbimiz samimi düşünce ile kendi yoluna adanmış kulları için sadece koşulları hazırlamaktadır. İçinden geçtiğimiz koşullar, tıpkı Hz. Yusuf Aleyhi’s-Selam zindanın karanlıklarında yarınını öngöremezken O’nun için Mısır’ı yöneteceği koşulları; Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’nin kayalıkları arasında korka korka dinini tebliğ ederken O’na kendi canlarını korudukları gibi koruma desteği verecek Ensar’ı, temiz insanların beldesini hazırladığı gibi; Ümmet’in coğrafyasında yaşananlar, 21. Yüzyılda artık Batılıların da öngörüleri, raporları arasına girmiş hatta korkulu rüyaları haline dönüşmüş ikinci Raşidî Hilafet Devleti’ni hazırlayan koşullar olabilir. 

Bir zamanlar kardeşleri Yusuf Aleyhi’s-Selam’ı kör bir kuyuya atıp onu yok etmeye/yokluğa mahkûm etmeye çalışmışlardı ki, Allah onları hayretler içinde bırakan oyununu oynamıştı. Kardeşlerini, O’na mahkûm etmiş ve yaşamlarını sürdürebilecekleri bir lokma ekmeği temin etmek için bir zamanlar kendisini öldürmek istedikleri fakat planların en etkili olanını yapan Rabbimizin Mısır’a Sultan yaptığı Yusuf Aleyhi’s-Selam’ın ayağına kadar getirmiştir. İşte bu çarpıcı sahneyi Kur’an şu şekilde aktarıyor:

قَالُواْ أَإِنَّكَ لَأَنتَ يُوسُفُ قَالَ أَنَاْ يُوسُفُ وَهَذَا أَخِي قَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَيْنَا إِنَّهُ مَن يَتَّقِ وَيِصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ

“Onlar dediler ki: “Yoksa sen hakikaten Yusuf musun?” O (Yusuf) dedi ki: “Ben Yusuf’um ve bu da kardeşimdir. Hakikaten Allah Bize lütfetti. Elbette her kim O’na (Allah’a) takvalı (ilahî Şeriat’a bağlı) ve (meşakkatler karşısında) sabırlı olursa şüphesiz Allah Muhsinlerin ecrini zayi etmez.” (Yusuf 90)

Rabbimiz, hiç kimsenin öngöremeyeceği, aklının ucundan dahi geçiremeyeceği nice etkin tuzak ve planlarını, ilahî desteğini sadece bir Nebiye ya da Rasullerden birine has kılmadığını, İslam davası uğrunda dişini tırnağına katarak cehd-ü gayret gösteren herkese eşsiz ve benzersiz planları ile desteğini sunacağını bakın nasıl teyit ediyor: 

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ

“Ve Bizim (Allah’ın) uğrumuzda mucahede edenleri, elbette kendi yolumuza hidayet edeceğiz. Ve şüphesiz Allah, elbette muhsin olanlarla (en iyilerle) beraberdir.” (el-Ankebut 69) 

Zira Rabbimiz, geçmişte ilahlık iddiasında bulunan nice Firavunların, ölümsüzlük iddiasında bulunan nice Nemrutların imparatorluklarını yerle bir ettiği gibi Kıyamet’e kadar insanlığın kendi egemenliği altında yaşayacağını vehmeden, böylece kendisini ölümsüzleştiren Liberalizmi de tarihe gömecektir. 

وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُواْ يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَى عَلَى بَنِي إِسْرَآئِيلَ بِمَا صَبَرُواْ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُواْ يَعْرِشُونَ

“Ve Biz (Allah) mübarek kıldığımız yerin doğu taraflarını ve batı taraflarını mustaz’aflara (güçsüzlere) miras kıldık ve Senin (Rasul’üm Muhammed) Rabbin, ahsen (iyi) olan kelamı (vaat edilen sözü), sabrettiklerinden dolayı Beni İsrail üzerinde tamamlandı. Ve Biz, Firavun ve onun kavminin yapıtlarını ve yükseltmekte oldukları saraylarını (kibir uygarlığını) da tamamen yıktık.” (el-A’raf 137) 



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz