DEMOKRASİ SORUŞTURMASI

Necmettin Irmak


  1. Demokrasi İslam’dan mıdır?

Bir şeyin İslam’dan olup olmamasının ölçütü bellidir. Bu da o şeyin Kur’an ve Sünnet’in içerisindeki varlığı ile ilintilidir. Buradan bakılınca hayatın içerisindeki pek çok şeye ‘İslam’dandır’ demek zorlaşır. Ancak soruyu bir şeyi İslam’a uygun olup olmadığı yönüyle soracak olursak bu durum cevabımızı kolaylaştırır. Soruyu bu şekilde düşünürsek; “Demokrasi İslam’a uygun mudur? Ya da demokrasiye İslam cevaz verir mi?” diye sorabiliriz.

Her iki soruya da önce demokrasinin ne olduğunu ifade ederek cevap vermek gerekir. Zira bugün demokrasi çerçevesinde yapılan tartışmaların kahır ekseriyeti onun tanımındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Kimileri onu salt bir idari mekanizma olarak teknik bir olgu şeklinde tanımlarken kimileri ise demokrasinin bütüncül bir hayat tarzı olduğunu ifade etmektedir. Kaldı ki söz konusu tanımlamalarda ortak bir noktaya varılamamıştır. Atina demokrasisi ile başlayıp günümüze kadar devam eden süreçte batıda dahi demokrasi hakkında ortak bir tanımda birleşilememiştir. Hâlihazırda ileri demokrasi/ideal demokrasi ifadeleri içerisinde muğlak ve soyut tanımlamalar ve tertiplerle ifade edilmeye çalışılmaktadır. ‘Liberal demokrasi’ ve ‘sosyal demokrasi’ gibi terkiplerle anlamlandırmaya çalışılmaktadır. Yoğun bir anlam kargaşası içerinde bulunan demokrasinin gündemini bu kadar işgal etmesi ve Müslümanların kendilerini ona izafe ederek meşruiyet arayışına girmeleri şaşılacak ve vaziyetimizi ortaya koyacak bir durumdur.

Bu tanım kargaşası içerisinde genel hatlarıyla yukarıda ifade etmeye çalıştığımız iki duruma dönersek demokrasiyi halkın yönetimdeki egemenliği diye tanımladığımızda ve hadiseyi salt bir teknik yöntem olarak ifade ettiğimizde bu durumun İslam’dan ya da İslam’a uygunluğunu ancak onun yönetime dair İslam’ın belirlediği temel prensiplere uygunluğuna bakarak söyleyebiliriz. Mutlak egemenliğin kime ait kılındığı, adaleti taşıyıp taşıyamadığı, istişareyi nasıl gerçekleştirdiği vs. yönleriyle İslam’ın, bu konudaki temel prensiplerine uygunluğunu esas alınarak konu değerlendirilebilir. Bu durumda yönetim şeklinin adının şu ya da bu olması önem arz etmez. Nitekim eğer teknik bir tanımlama ile tasnif edilecek olursa Hülefa-i Raşidîn’in RadiyAllahu Anh her birinin müminlere emir olmalarının farklı şekilde tezahür ettiğini görürüz.

Demokrasinin bu şekilde teknik tanımı kahır ekseriyetle İslam coğrafyasında ve diktatör(!), zorba(!) yönetimler altında bulunan halklar arasında kabul görmektedir. İçerisinde bulundukları halden kurtulmanın bir yolu olarak gördükleri içindir ki İslam dünyasındaki İslamî hareketlerin ve Müslüman cemaatlerin talebi de bu yöndedir. Nitekim bu durum cumhuriyet dönemi Türkiye Müslümanlarında aynı şekilde tezahür etmiş ve halen de katlanarak devam etmektedir.

Ve eğer demokrasiyi bütüncül veya bir kısmıyla alakalı da olsa hayat tarzı olarak tanımlarsak -ki bugün batının demokrasiye yüklediği anlam budur ve bir adım sonrasında bizden isteyeceği bu olacaktır- bu durumda İslam’a alternatif bir hayat tarzını karşımızda görürüz. 

Demokrasiyle sonradan muhatap olup ona yeni meşrulaştırıcı anlamlar yükleyen Müslümanların yaklaşımından ziyade demokrasiyi üretmiş, şekillendirmiş ve demokrasinin de kendisini şekillendirdiği Batı’nın tanım ve anlamlandırması, bütün boyut ve şekilleriyle demokrasiyi çağdaş tağutî bir düzen haline getirmektedir.

  1. Demokrasi Müslümanların sorunlarını çözecek bir nizam mıdır?

Müslümanların sorunlarından maksat eğer idarelerin İslamlaşması, yani halkı Müslüman olan fakat idare şekli gayri İslamî yani tağutî idareler olan bu idarî yapının İslamlaşması ise; demokrasi bizim için bir çözüm aracı değildir. Bu yönü ile İslam’ın Kitap ve Sünnet’te ortaya konan tevhidi ve bağlayıcı yöntemi vardır. Hz. Peygamber Aleyhi’s-Selam ve ashabının örnekliği bizim temel referansımızdır. Çünkü biz Müslümanız kayıt ve şart altındayız. 

Eğer Müslümanların sorunlarından maksat yaşadıkları toplumsal yapının gayri İslamî idari mekanizmalarının demokratik yapılanması ise buna karar verecek olan neticede o yapanın kendisidir. Biz hangi toplumsal yapıda bulunursak bulunalım son tahlilde bu yapıyı değiştirmekle mükellefiz. Bununla beraber söz konusu İslamî olmayan idari mekanizmaların bir taraftan kendi iddialarıyla (demokratik olma iddialarıyla) ilgili tutarlı olmaya çağırırken diğer taraftan ister demokratik olsun ister olmasın bütün yönetimleri adalete ve hukuka uygun davranmaya çağırırız. Bu durum bizim iddialarımıza bir halel getirmez.

  1. 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu Türkiye’de daha önce demokrasiye mesafeli duran Müslümanları da etkilemiştir. Sizce bunun sebepleri nelerdir? 

Demokrasiyi bir araç olarak görüp bu vesileyle elde ettikleri (!) kazanımları bir başarı olarak algılayan ve her başarının mevcut sistemi gerilettiğini düşünen Müslümanlar tabiidir ki idari yapının daha da demokratikleşmesini arzulayarak referanduma iştirak ettiler. Ancak bu durum sadece bununla izah edilemez. Gerek zihinde ve gerekse ameli zeminde oturmamış olgunlaşmamış iddialarının (taleplerinin) bedelini ödemeye hazır olmamış İslamî oluşumlar, bu durum karşısında yani kendi içlerinden çıkan kimselerin iktidarı elde etmiş olmalarının baş döndürücü imkanları karşısında, yaşadıkları zihnî travma ve savrulma neticesinde esasen referanduma iştirak etmişlerdir kanaatimdeyim. 

  1.  “Bizim inandığımız demokrasi, şu an uygulanan demokrasi değil, gerçek demokrasi olması lazım” diyenler acaba neyi kast ediyorlar? Dedikleri gibi “gerçek demokrasi” olunca şimdikinden farklı olarak ne olacak?

  2. Müslümanlar arasında demokrasiye dair görüş farklılıkları sizce nereden kaynaklanmaktadır?

4 ve 5. soruların cevabını nispeten önceki sorulara cevaplarımda verdiğimi düşünüyorum.

  1. Demokrasi bâtıl bir sistem ise, bugün Müslümanları kurtaracak olan hak sistem nedir? Hangi esaslara dayalı olması gerekir?

Bu sorunun cevabı ise başlı başına bir inceleme konusudur kanımca.

Teşekkür ederim.



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz