ADALET ARAYIŞINDAKİ KÜRTLER (1)

Salih Akkılıç

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

Ey insanlar biz sizi bir erkekten ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en değerli olanınız, Allah katında en takvalı olanınızdır. Allah bilendir, haberdar olandır.(el- Hucurat 13) 

İnsanlar tarihsel süreç içinde bir arada ve birbirlerine gereksinim duyarak yaşamıştır. İnsanlar arasındaki karşılıklı ilişkiler ve insanların çoğalması sonucu milletler ve kabileler meydana gelmiş, her kabile kendi milletlerinin ismiyle anılır olmuştur. Bu milletlerden biri de Kürt milletidir. Kürtler, daha önce değişik dinlere mensuplardı, aynı anda toplu bir şekilde bir dine girmemişlerdi. Daha sonra İslam Dini’ne giren Kürtler, diğer düşüncelerini terk etmişler ve İslam hadaratına göre yaşamaya başlamışlardır.

Son olarak, 3 Mart 1924’te Hilafet’in kaldırılması ile Kürtler bir takım arayışlar içine girmişler ve kalkınmak için teşebbüslerde bulunmuşlardır. Kürtler İslam Dini’ne girdikten sonra İslam Devleti’ne yani İslamî Rejim’in kendisine karşı hiç isyan etmemiş ve “sadık millet” olarak anılmışlardır. I. Dünya Savaşı’nda savaşmışlar ve düşmanın yurttan atılmasında büyük pay sahibi olmuşlardır. Fakat daha sonra rejimin değişmesi yani Hilafet’in kaldırılmasıyla birlikte ilk kıyam hareketine girişmişler, kendilerine verilen kardeşlik ve Halife’nin korunacağı sözleri yerine getirilmeyince, Şeyh Said önderliğinde kıyama kalkmışlardır. Bugün, masa başında yazılan tarihin kendisi, ne kadar da bunun İngiliz kışkırtması sonucu çıktığını iddia etseler de, mahkeme kayıtları ve tarihî belgeler bu kıyamın böyle olmadığını apaçık ortaya koymaktadır. Bazı milliyetçi çevrelerce dillendirilen, Şeyh Said’in Kürtçü bir ayaklanmaya kalkıştığı iddiası, hem belgelere aykırı hem de böyle bir şahsiyete karşı atılmış büyük bir iftiradır. Dönemin “şahin” Başvekili İsmet İnönü de “Şeyh Said isyanını doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır” itirafında bulunmuştur. (İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, s.202) 

Genel itibariyle baktığımızda İsyan’ın kaynağı dışta değil, içtedir. En önemli sebebi ise, Cumhuriyet’in başına geçenlerin I.Dünya Savaşı’ndaki “İslam Kardeşliği ve Hilafet” sloganını bırakarak birden bire laik ve Türkçü kesilmesidir. Kıyam’ın alevlenmesinin sebebi ise Şeyh Said Kıyamı’ndan on ay önce Ankara’da alınan, “Medreselerin yasaklanması” ve “Hilafet’in kaldırılması” kararıdır. Kürt Tarihi Uzmanı David McDonald şöyle diyor: 

“Hilafet’in kaldırılması, Kürtlerin Türklere karşı duyduğu son ideolojik bağı da kopardı. Türkiye’nin 1912-22 savaş yıllarını aşmasına yardımcı olan Kürtler, bu kez onun düşmanları haline geldiler. Bunlar, dindar Şeyhler ve eski Hamidiye Alayları’ydı ki, Halife’nin savunulmasına samimi bir şekilde inanıyorlardı. Şimdi bu insanlar arasında onların daha önceden en ufak bir bağlantı kurmayı kabul etmedikleri kişiler, yani Kürt milliyetçileri bir direniş gerçekleştireceklerdi”. (A Modern History of the Kurds, s.192) 

Aynı şekilde Hilafet’in kaldırılması sadece Türkiye’deki Kürtleri değil, diğer bütün Kürtleri kızdırmış ve Türkiye’ye küstürmüştür. Özellikle Musul sorununun çözülememesinde de etkili olmuştur. Musul Kürtlerini Türklere karşı küstürmüş ve koparmıştır. Atatürk Araştırma Merkezi Aslî Üyesi Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu şöyle yazıyor kitabında: 

“Halifeliğin kaldırılmış olması Kürtlerin ayaklanmasında önemli rol oynadığı gibi, Kürt unsurunun çoğunlukta olduğu Musul üzerindeki Türk iddiasını da zayıflatmıştır. Milliyetçi düşünceden uzak olan Musul Kürtlerinin, Türkiye’yi Irak’a tercih ettikleri söylenebiliyorsa bunun başlıca nedeni; Halife’ye yani İslam’a olan bağlılıklarıydı. Musul sorununun çözüme kavuşturulmamış oluğu bir sırada Halifeliğin kaldırılması Türkiye’nin Musul tezine manevî bir darbe indirmişti.

İngiltere’nin Musul’daki bir görevlisi, Halifeliğin kaldırıldığı yönündeki haberleri hayretle karşılayıp, inanmakta güçlük çektiklerini yazmaktadır. Bu İngiliz görevlisi, o zaman kadar “Kürdistan’ı patlamaya hazır bir volkan gibi kaynaştıran Türk propagandasının, Kürtlerin Halife’ye kesin bağlılığına dayandırıldığını, Türklerin kendi bindikleri dalı kesmeleri ise, İngiltere için inanılmayacak kadar mükemmel bir şey olduğunu” belirtmektedir. (Türk-İngiliz İlişkileri, A.Ü.SBF. Yayınları 1978, s.290-291)

İşte Şeyh Said Kıyamı, “iç düşmanları kullanan dış mihraklar” meselesi değil, “jakobence politikalarla kendini halkına küstüren Ankara” meselesiydi. İhlâslı bir şekilde Hilafet’in yeniden kurulması için mücadele verince Şeyh Said’in, Hilafet’i yıkanlarca, “İngiliz adamı” olarak tanıtılmaya çalışılması anormal değildir. Evet, baktığımızda Hilafet’i kaldıranlar, Hilafet’i ikame etmek isteyenlere iftira atmış ve davalarını boşa çıkarmaya çalışmışlardır. Şeyh Said’in kardeşi Bünyamin, Kıyam öncesi yanına gelerek Şeyh’e, “Şeyh’im kararından vazgeç, sen başarısız olursan, hanımını, kızını düşün. Onların namusu ayaklar altına serilir” diyerek onu bu kararından vazgeçirmeye çalışır. Şeyh Said ise onun bu sözüne karşılık, “Allah’ın dini olan İslam ayaklar altındayken Şeyh’in namusunun ne önemi var?!” diyerek, İslam’a vermiş olduğu değeri ortaya koymakta, böylelikle tüm dünyaya örnek olmaktadır.

Evet, Şeyh Said böyle bir liderdi. Kendisinde sahih irade hâkimdi. Hilafet’in yeniden kurulmasını kendisi için ölüm kalım meselesi olarak görüyordu ki, bu uğurda canını veren İslam âlimlerindendir. Yine Mahkeme’de, “Sen bir Kürt Devleti kurmak için ayaklandın, amacın Türkiye’yi bölmek ve milliyetçiliğe dayalı bir Kürdistan Devleti kurmaktır.” diyen Hâkim’e Şeyh Said şu cevabı verir: 

“Allah’a yemin ederim ki sen yalan söylüyorsun. Gün gelecek benim milliyetçilik uğruna değil İslam uğrunda ve Hilafet’in yeniden kurulması için mücadele ettiğimi Müslüman halk bilecektir.” Hâkim böylelikle bu sorusuyla Kıyam’ın yönünü amacını karalamaya çalışmıştır. Eğer Hâkim, “Hilafet Devleti” kelimesini kullanmış olsaydı, halkın tamamı Şeyh Said’e destek verecek ve Şeyh’in kendisi, halkın gözünde önder kabul edilecekti. Fakat bu soruyla birlikte özellikle Batı’da, Şeyh’i milliyetçi olarak gösterip Türk Müslümanları da Türk milliyetçiliğine yönlendirdiler. İşte bu şekilde Kemalist zihniyet hedefine ulaşmış oldu. 

Bugün bütün Müslüman halk, Hilafet’in İngilizler tarafından kaldırıldığını bilmektedir. İşte İngilizler, Hilafet’i kaldırarak Müslümanları birbirine düşürmüştür. Bir Kürt olan Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” adlı bir kitap yazmıştır. Baktığımızda Mason olan Ziya Gökalp bunu yaparak önce Türkler ile Araplar arasında bir milliyetçilik duvarı örmek istemiştir. Çünkü o dönemde yazılacak olan bir “Kürtçülük” serüveninin pek önemi olmayacaktır. Onun için amaç Müslüman Araplar ile Müslüman Türkleri birbirine düşürmektir ve bunda da başarılı olunmuştur.

İşte İngilizler, misyonerlik faaliyetleri ile milliyetçilik düşüncelerini körüklemiş ve bunda istedikleri nihaî hedefe ulaşmışlardır. Hilafet’in kaldırılışının tek müsebbibi İngilizlerdir. Böylelikle İngiliz düşmanlığının ne kadar vahim bir durum olduğunu görebiliyor ve o dönemdeki kirli siyasetin farkına varabiliyoruz. İngiliz düşmanlığının tüm Müslümanların kalbinde olması ve sürekli öfkelerini dışa vurmaları gerekmektedir. Bununla alakalı olarak meşhur Müçtehit Âlim Takiyyuddin en-Nebhanî şöyle demektedir: 

“Anneler çocuklarını emzirirken bunun yanında İngiliz düşmanlığını da emzirmelidirler.” Gerçekten de tam yerinde ve Müslümanların kulaklarında küpe olması gereken bir sözdür bu. Müslümanların tarih boyunca iki büyük düşmanı olmuştur: Birincisi; İngilizler, ikincisi de; Yahudilerdir. Fakat bugün İngilizlerin sinsi siyasetlerinden dolayı kimse İngilizleri pek fark edememektedir. Ama İngilizler, M. Kemal’in eliyle Hilafet’i ilga etmek suretiyle, Müslümanların Kalkanı’nı parçalamış, onları savunmasız bırakmış, beldelerini küçük devletçikler halinde ayırmış ve böylelikle kolay yutulabilir, küçük lokmacıklar haline getirmişlerdir. Halife’nin önemi ile alakalı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: 

İmam (Halife), ancak bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur. (Muslim) Evet, işte Halife’nin yani yöneticinin İslam’daki önemi bu kadar büyük ve değerlidir. Bugün Halife’nin olmayışından dolayı Ümmet’in ne halde olduğunu görebiliyoruz. İngilizlerin düşmanlıklarını bu zaviyeden bakınca açıkça görebiliyor ve kavrayabiliyoruz. Lozan’da; 

  1. Hilafet kaldırılacak,

  2. Halife’nin mallarına el konulacak,

  3. Halife sürgün edilecek,

  4. Laiklik benimsettirilecek, şartlarını koyan İngilizler, bu dört şartı kabul eden Ankara Hükümeti eliyle İslamî Ümmeti başsız bıraktı. Böylelikle bundan sonra yavaş yavaş sorunlar ortaya çıktı. On binlerce insan İstiklal Mahkemeleri’nce asıldı, kahramanlar hain, hainler kahraman ilan edildi. Bugün bile Kürt sorunu diye isimlendirilen Müslüman Kürtlerin sorunu hiç bitmedi. Müslüman Kürtler sisteme entegre olmadı ve sistemi sevmedi. İşte ne olduysa Hilafet’in kaldırılmasıyla oldu; halk isyan etti ve haklarını aramaya koyuldu. Daha sonra Müslüman Kürt halkına zorunlu göç uygulandı. Zorla göçe tabi tutulanların yerlerine Türkler yerleştirilmeye çalışıldı. Böylelikle Kürdistan bölgesinde yeniden bir kıyam hareketinin oluşmasını engellemek için bu önlemler alındı. Fakat bu da işe yaramadı ve ne göç edenler ne de Türklerle iç içe yaşayanlar asimile oldu. Tabi bazı istisnalar da olmamış değildir ama bu değerlendirmemiz genele ilişkindir. Tam tersine içlerindeki kin, daha da arttı. Kürt Müslümanlar, Hilafet’in yıkılmasına rağmen inançlarını ayakta tutan, Hilafet için mücadele eden, Batı hadaratını kabul etmeyen bir topluluktur. 

Evet, işte Osmanlı da görülmeyen sorunlar, Cumhuriyetle birlikte ortaya çıktı. Osmanlı Devleti döneminde Kürtlerin sahip olduğu haklar, diğer Müslümanlarla birlikte sahip oldukları haklardır ve hepsi de Cumhuriyet döneminde Kürtlerin ellerinden alınmış, yasaklanmıştır. Bu yasağın sürdürülmesinin ancak baskı ve zor ile mümkün olacağı açıktır. Kürtlerin, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarının yasaklanmasının hiçbir meşru temeli yoktur. Toplumsal meşruiyet elbette önemlidir. Ama Kürt haklarının, Kürtlerin doğal olarak sahip olduğu hakların gasp edilmesinin hiçbir meşru dayanağı yoktur. Kürtlerin ve Kürtçenin inkârı basit bir olay değildir. Bu tutum, Devlet politikasında, Devlet’in eğitim ve kültür politikasında çok önemli, çok köklü değişiklikleri getirir. İnkâr, imhayı da beraberinde getiren bir anlayıştır. Asimilasyon gibi bir politikayı beraberinde getirdiği şüphesizdir. Kürtlerin ve Kürtçenin inkârı demek, daha önceki yıllarda, Kürt diliyle yazılmış, yayımlanmış veya yayımlanmamış kitapların, yazıların, gazetelerin, dergilerin de imhasını zorunlu kılmıştır. Bu anlayış çerçevesinde, Devlet kütüphanelerindeki Kürtçe kitaplar, dergiler, gazeteler, dergi ve gazete koleksiyonları ayrılmış, toplanmış, imha edilmiştir. Kürtlerin ve Kürtçenin inkârı demek, Kürtlere, Kürtçeye ait hiçbir iz bırakmamaya özen göstermek demektir. Devlet kütüphanelerindeki Kürtçe kitapların, dergi ve gazete koleksiyonlarının toplanıp imha edilmesi, bu bakımdan, çok önemli bir operasyon olmuştur. Özel kütüphanelerdeki yayınlara ise, sık sık gündeme getirilen güvenlik aramaları sırasında el konulmuş, bir daha sahiplerine verilmemiştir. Kürtlerin ve Kürtçenin inkârının, baskı ve zoru gerektirdiği, sürgün politikalarını getirdiği, Kürt ailelerin yerlerini yurtlarını terke zorladığı çok açıktır. Zira inkâr ve imha, ancak, baskı ve zorla, sürgünlerle yürütülebilen bir politikadır. Bu politika, Kürt bölgesinin ekonomik, toplumsal ve kültürel bakımlardan geri bırakılması sonucunu doğuran bir politika olmuştur. İşte genel itibariyle baktığımızda o dönem başlanan politika, bu dönemin sancılı geçeceğinin habercisi olmuştur. Bu şekilde Osmanlı’da yıllardır dilini koruyan bir topluluk, kısa sürede asimilasyona uğramış tüm kültürel değerlerini kaybetmiş, yaşayışı ve hadaratı değiştirmek istenmiş ve ikinci sınıf muamelesi görmüştür. 

Bu süreç 1980’li yıllara kadar Kürtlerin kinlerini içlerine atmalarına sebep olmuştur. Fakat özellikle 1970-1990 yılları arasında güneydoğu bölgesinde oluşturulan baskı, imha ve göçe tabi tutulma politikaları ve köylerin boşaltılması, halkın içindeki kini dışa vurmasına sebep olmuştur. Böylelikle Kürt halkının bir kısmı, “denize düşen yılana sarılır misali” Leninist-Marksist hareket olan PKK’yı destekler hale gelmiştir. Tabi bu Kürtler, başta PKK’yı bir kurtuluş vesilesi olarak görmekle birlikte, onların Sosyalist akideye binaen verilen bir mücadele içinde olduklarını bilmeden desteklemişlerdir. Böylelikle asıl sorun unutulmuş, yerine milliyetçi düşünceye dayalı bir düşünce hâkim olmuştur.


Devam Edecek…


Yorumlar

  1. tarihci hoca

    yazdıklarınız belgelerle uyuşmuyor ğzerine yazılmış onlarca kitap var belgeler açıldı hatta yargılamaların filmi de çekilmiş açılsın?

Yorum Yaz