ÇOCUKLARIMIZI ATEŞTEN KORUMAK

Ahmet Sadık Altınel

Yeni bir yaz tatiline girmiş bulunuyoruz. Çocuklarımız uzun bir mesainin ardından okullarına yaz tatili boyunca ara verecekler. 

Kimi çocuklarımız tatillerini, eğitim yılının yorgunluğunu atmak üzere memleketlerinde, kimileri internet Caferlerde, kimileri sokak köşelerinde belki kimileri ailelerinden uzaklarda özel tatil mekânlarında geçirecekler. Yüklendikleri “stresi” atmak adına çılgınca eğlenecekler…

Türkiye’de uygulanan eğitim sistemi çocuklarımızı kendi akidesinden, dolayısıyla tarihinden, kültüründen ve ümmetinden koparmaktadır. Okullarda temel İslami düşünüş biçimiyle taban tabana çelişmekte olan batı düşüncesi esas alınarak eğitilmeye çalışılan gençliğimiz önce kendisine ardından ailesine, çevresine ve ümmetine karşı giderek yabancılaşmaktadır. Hayatı anlamdan arındıran, bu yönüyle eğitmekten daha çok öğüten bir sistemdir bu. Gençliğimizi hayatın gerçek anlam ve amacından tecrid eden bu eğitim sistemi onları markaların, şehvetin, tüketim çılgınlığının kucağına itmekte ve onları nesneleştirerek sonunda büyük bir buhranın içine sürüklemektedir. 

Öğütücü bu sistemin paralelinde kitle iletişim araçları da gençlerimizi baştan çıkartmak için elinden geleni yapmaktadır. Onlara, hayatın anlamını bedensel tatminden ibaret olduğu fikrini aşılamaktadır. Televizyonlarda oynayan dizilere baktığımızda, aktörlerin özellikle genç oyunculardan oluştuğunu, senaryoların gençleri hedef kitle olarak gözettiğini kolayca anlayabiliyoruz. Ve bu senaryolar içinde özellikle cinsellik ön plana çıkmakta, çarpık ilişkiler, en olmadık şekillerde izleyiciye sunulmakta ve ahlaksızlık ve fuhşiyat sıradanlaştırılmaktadır. 

İzleyiciyi aptal yerine koyan, adeta insanımızı mankurtlaştıran diziler, yarışma programları gittikçe daha küçük yaşta çocuklarımızı da içine alarak onların kültürel kodlarını, Müslüman olmalarından bu yana, bin yıldır İslam akidesinin şekillendirdiği genlerini bozmaktadır. Gıdaların genlerini değiştirerek onları kendi tekellerine almak ve insanlığı kendilerine tamamıyla bağımlı hale getirmek için çabaladıkları gibi insanımızın da, İslam akidesinin biçimlendirmiş olduğu zihinsel kodlarını, asli genlerini bozup, değiştirip fikren ve amelen kendilerine bağımlı hale getirmeye çabalamaktadırlar. 

Burada sözü fazla uzatacak değilim. Hepimizin bildiği şeyler bunlar. Lakin çığ gibi üzerimize gelen bu tehlikeye karşı bizler, anneler ve babalar olarak ne yapmalıyız. İslami kimliği bozulmaya çalışılan evlatlarımıza karşı sorumluluklarımız neler? Hani bizler çocuğumuz doğar doğmaz, ölümcül hastalılara yakalanmasın diye, bağışıklık sistemlerini güçlendirmek adına hemen onları alıp aşı yapmaya götürüyoruz. Çocuk, ilerleyen yaşlarda aşısını aldığı mikropla karşılaştığında, bağışıklık sistemi o mikrobu tanıyor ve ona karşı reaksiyon gösterebiliyor. Aynı şekilde bizler çocuklarımızın zihinsel anlamda bağışıklık sistemlerini oluşturmalıyız. Çocuklarımızın zihni anlamdaki bağışıklık sistemi ancak İslam akidesi ile oluşturulabilir. İslam akidesinin hayata, evrene ve insana ilişkin ortaya koyduğu düşünüş biçimi bir mümin için onu fasit ve bozuk küfür fikirlerinin bünyesine zarar vermesinden koruyucu en sağlam bağışıklı sistemidir. Zira insanı; aklını ve fıtratını yaratan Allah onun hangi sistemle kendisini koruyabileceğini daha iyi bilir. Yüce rabbimiz şöyle buyurmaktadır.

أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ

“Yaratan bilmez mi hiç? O Latiftir her şeyden haberdardır.” (el-Mülk 14) 

Kerim olan Allah bir başka ayette insan için koruyucu sistemi şöyle açıklamaktadır:

فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ

“Kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam kulpa tutunmuş olur.” (Bakara 2)

İnsanoğlu tarihi serüveni içinde her ne zaman Allah’ın yarattığı o özgün fıtratından; din üzere yaratılmış temiz doğasından kopmuş, başka başka batıl din ya da düşüncelere kapılmışsa Allah ona yeni bir din ve Rasül göndermiştir. Ve rabbimiz en son olarak insanlığı fıtratıyla buluşturmak ve onun bozulan ve deformasyona uğrayan fıtratını özgün; ilk yarattığı temiz haline döndürmek için Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i göndermiştir. 

Lakin çağımız insanı, Müslümanlar da dâhil olmak üzere özellikle Rönesans’ın (batının) ürettiği fikirlerden etkilenerek aklen ve fıtraten tekrar bir bozulma yaşamıştır. 

İçinde yaşadığımız dünya, İslam ülkeleri de dâhil olmak üzere 19. yüzyılın ürettiği fikirlerle şekillenmiştir. Dolayısıyla gözünü seküler, maddeci, kutsalı olmayan, küfür düşünce ve sistemleri ile şekillenmiş bir dünyaya açan ve çocukluğunu, gençliğini kısaca yaşamın bütün evrelerini İslam akidesinin şekillendirmediği bir dünyada geçirmek durumunda bırakılan evlatlarımızdan nasıl bir kişiliğe sahip olmaları beklenebilir?!

İşte bu sistemin evlatlarımızı getirdiği nokta Kur’ân’ın değimiyle tam da ateş çukurunun kenarıdır. Bu sistem anne katili gençler yetiştirmiştir. Hatırlayın birkaç yıl önce çocuk yaşta sayılabilecek bir genç annesini nasıl öldüreceği konusunda insanların fikirlerini almak için web sitesi kurmuş, online ortamda anket yapmış ve en çok tıklanan seçenekle annesini öldürmüştü. Bu, çok sıra dışı bir örnektir demeyelim. Zira sorun sadece bu çocukta değil. Ankete 4000 kişinin katıldığını düşündüğümüzde bunun bireysel değil toplumsal anlamda çok ciddi bir sorun olduğunu anlayabiliriz. Acaba o anne çocuğunu doğurduğu gün katilini doğurduğunu bilseydi sevinir miydi? Evladım deyip de bağrına basar mıydı? Bu sistem yeryüzünün en şerefli varlıkları olan anneleri nasıl bir trajedinin kurbanı haline getiriyor ?! Fıtrat dini olan İslam’ı hayatın dışına iterek, hayatı tamamen küfür fikir ve sistemleri ile dizayn eden bu sistem Müslüman insanımızı nasıl da fıtratından koparıyor ve onu canavarlaştırıyor?!

O halde bizler, küfür fikir ve sistemlerinin can paremiz olan evlatlarımızın fıtratlarını bozmasına, onları İslam akidesinden koparmasına, tıpkı batılı kafirler gibi rabbine isyan dolu bir hayat yaşamalarına izin veremeyiz. 

Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Hepiniz çobansınız. Ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz.” O halde bizler çocuklarımızın hem dünya hem de ahiretlerinden sorumluyuz. Aile koruyucu bir kalkan olması gerekir. Özellikle kâfirlerin asimile etmek, yozlaştırmak ve İslam’dan kopartmak için kendilerine hedef kitle olarak seçtiği evlatlarımızı sapa sağlam surlar gibi korunaklı yapılar içine almamız gerekir. Onları gözetlememiz ve İslami şahsiyete sahip olmaları konusunda behemehâl harekete geçmeliyiz. 

Bizler, İslam düşmanlarının evlatlarımız üzerinden gelecek kurgulamalarına izin veremeyiz. “Kişisel özgürlük”, “kişisel hayat”, “kişisel tercih” vb. çekici kavramların büyüleyici etkisine kapılarak onların şahsiyetlerinde gediklerin açılmasına ve sonra Truva atı gibi karşımıza geçip küfür fikirlerini dillendirmelerine, İslam dışı hayata özlemi andıran tavırlarına sessiz ve tepkisiz kalamayız. 

Anne ve babalar olarak bizler çocuklarımıza karşı rabbimizin yüklediği sorumluluğu yerine getirmeliyiz. “Her çağın kendine özgü koşulları var”, “Bizim zamanımızla onların zamanı farklı”, “Gençtir, ne yapsa yeridir” gibi günümüz argümanlarının cazibesine kapılarak rabbimizin yüklediği gözetme ve koruma görevimizi ihmal etmemeliyiz. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerimi’nde şöyle buyurmaktadır: 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, iri gövdeli, haşin, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrim 6)

İbni Abbas RadiyAllahu Anh bu ayet ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Kendinizi, Allah’ın emirlerini yerine getirerek ve yasakladıklarından kaçınarak ateşten koruyun. Ehlinizi ise; onlara Allah’a itaati emredip yasaklarından kaçınmalarını sağlayarak, onları takva ile terbiye ederek koruyunuz. Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” Yani: Allah’a isyan ederek cehenneme girmiş olanlara karşı Allah’ın emrettiği şeyi yerine getirme noktasında asla merhamet göstermeyecek, onlara haşin davranacak melekler; cehennem melekleri, zebaniler vardır.

O halde daha fazla evlatlarımızla ilgilenmemiz gerekir. Evlatlarımızın şahsiyetini, onları davranış bozukluklarından; haramdan, günahtan, küfür fikirleri ile hayata bakmaktan ve dolayısıyla ruhsal bunalıma düşmelerinden koruyacak olan İslam akidesi ile inşa etmeliyiz. 

Tıpkı Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ilk Müslüman toplumunun, sahabenin şahsiyetini inşa ettiği gibi. Onlar ki, cahiliyyenin karanlıklarında boğuşurken İslam akidesi ile şahsiyetlerini inşa ederek yaşadıkları asrı saadet asrına çevirmişlerdi. 

Hatırlayın, daha 19’unda Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, emrine İslam ordularını verdiği Üsameyi!!!

Hatırlayın İslam’ın ilk yıllarında, yerin demir, göğün bakır olduğu o zorlu günlerde imanlarının yüreklerine kadar işlediği ve çelik bir gövde olup küfre karşı siper alan, yaş ortalamaları 20’yi geçmeyen o sahabeleri!!!

Hatırlayın Hz. Ali’yi!!! O, İslam’ı anladığında kimi rivayetlere göre henüz altı yaşındaydı. 

Hatırlayın Musab b. Umeyri!!! O, bir giydiğini bir daha giymeyen varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Annesi onun için Hindistan’dan en değerli kumaşları getirttirip kıyafet yapıyordu. Ama Musab RadiyAllahu Anh daha henüz 17 yaşındayken içinde yüzdüğü bu yalancı cenneti gerçek olanla değiştirdi. O, her şeyin sahibi olan Allah Azze ve Celle ile alış verişini yaptı. O, hiç kimsenin veremeyeceği değeri veren Allah’a sattı canını. 

Böylece evlatlarımızın bakışlarını dünyanın aldatıcı zevklerinden ahretin ebedi mutluluğuna dikmelerini sağlamalıyız. Rabbimizin şu buyruğuna evlatlarımızla birlikte kulak verelim. 

سَابِقُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاء وَالْأَرْضِ أُعِدَّتْ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ

“O halde Rabbinizin bağışlaması ve Allah ile Peygambere inananlar için hazırlanmış, gökle yer arası kadar genişliği olan cennet uğruna yarışınız. Bu Allah'ın dilediklerine verdiği bir lütfudur. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadid 21) 

Evlatlarımız Allahtan bizlere sunulmuş birer külfet değil nimettir. O halde onları hayra yönlendirmeliyiz. Vakitlerini kendilerine ve en geniş manada İslami ümmet ailesine nasıl yararlı şekilde değerlendirebileceklerini onlara öğretmeliyiz. Kur’ân’ı, Hadisi Şerifleri ve ilk Müslüman neslin, sahabenin hayatını bol bol okumalarını önermeliyiz. 

Evlatlarımızı İslam akidesi ile hayata bakan, düşünen güçlü İslami şahsiyetler olarak yetiştirmeliyiz. Evlatlarımızın ait oldukları ümmete yabancılaşmalarına göz yummak yerine kalplerinin İslam’la ve İslam Ümmeti ile atmasını sağlamalıyız. 

Elbette bu söylediklerimiz sorunun çözümüne kısmı katkı sağlayabilir. Ümmetimizin yaşadığı bütün sorunlarda olduğu gibi bu mesele de, İslam akidesini esas alan eğitim sistemini uygulayacak bir İslam devleti ile ancak köklü şekilde çözüme kavuşturulabilir.

فِي بِضْعِ سِنِينَ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ

“O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir.. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” (Rum 4,5)



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz