AİLE KURUMU SON 20 YILDA NASIL PARÇALANDI, YOZLAŞTI, BAŞKALAŞTI?

Musa Bayoğlu

İslâm nizamının tatbik edilmesi; aile, nesil ve toplumun huzur, güven, mutluluk ve kalkınmasının temelidir. Osmanlı Devleti’nin kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı ile bu temel yıkılmış, aileler yıkılmaya, nesiller ifsat olmaya, toplum bozulmaya başlamıştır. İslâm’ı ve Müslümanları karşısına alan kadrolar Batı’dan aldıkları anlayış ve uygulamalar ile canlı cansız tüm kâinatın dengesini bozdu; ekini ve nesli yok etmek için elinden geleni yaptılar. Daha fazla medeni ve çağdaş olmak adına insanlığı bugün yaşadığımız hâle getirenlerden, toplumsal ilişkilerin tanzim edilmesini sağlayacak anayasa ve kanunları ithal olarak kopyalayarak aldılar. Bu kanunlar Müslümanlara zor, baskı, ağır hapis cezaları ve idamlar ile uygulandı; büyük yıkıma neden oldu. Tekke ve zaviyeleri kapattılar, Şapka ve Kıyafet Kanunu ile fes yasaklayarak fesin yerine şapka takılması için kanun çıkarttılar. 1926’da takvim değişikliği, İtalya’nın Ceza Yasası ve İsviçre’den Medeni Kanun’u tercüme ederek aldılar. 1928’de çıkarılan Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki ve diğer kanunlar ile bu yıkımı korkunç boyutlara taşıdılar.

1924 yılında İsviçre’den kopyalanan Medeni Kanun ile şer’î nikâh kaldırılıp Batı’da uygulanan nikâh akdi resmî nikâh olarak kabul edildi ve zorunlu hâle getirildi. Evlilik, boşanma, nafaka, mirasa ilişkin şer’î hükümler yürürlükten kaldırıldı… 1981 yılında yürürlüğe giren CEDAW, “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi” ile ömür boyu nafaka, nafakayı ödeyemeyenlerin cezaevlerine atılması, kadın-erkek eşitliğinin mutlaklaştırılması, evlilik içi tecavüz suçu gibi düzenlemeler getirildi. Medeni Kanun, CEDAW, Çocuk anlaşmaları ve Batılıların çıkardığı birçok uluslararası anlaşma ve kararlar ailenin bozulmasına sebep oldu.

AK Parti iktidarı ise aile, ahlak, maneviyat, nesil, toplum kavramları ile iktidara gelip büyük bir değişim vaat etmiş olsa da son 20 yılda bu bozulmanın önüne geçmek bir tarafa iktidar dönemindeki uygulamalar ile bu bozulmanın daha da vahim boyutlara gelmesini sağladı. Bunu maalesef yanlışlıkla değil bilerek ve isteyerek, planlı ve programlı, kendisinden önceki iktidarların uygulamalarına bağlı kalarak, beşerî rejimin temellerini koruyarak ve Batılı kafirlerin istediklerini harfiyen yerine getirerek yaptı.

Son 20 yılda yapılanları özetle anlatarak bunun nasıl planlı yapıldığını hep birlikte görelim: 

AK Parti iktidarları, ilk dönemlerinde ailenin yıkımından bahsetmiş olsa da bunun düzeltilmesi konusunda ciddi hiçbir adım atmazken, Batılı dostlarından aldıkları talimatlar ile kadını ifsat eden uygulamalara yöneldi. Aileyi yıkma ve yok etmenin ilk şartı olan kadınlar üzerinden çalışmalar yapıldı. Özellikle ilk dönemlerde “AB uyum kriterleri” adı altında Batılı, feminist, liberal, Kemalist kesimlerin de zorlaması ile “kadın-erkek fırsat eşitliği”, “kadına yönelik şiddetin önlenmesi”, “kadın istihdamında kadının erkekle eşit değerdeki işin karşılığı olarak eşit ücreti alması” gibi planlı çalışmalar yapıldı. 2004 yılında Anayasa’nın 10. Maddesinde yapılan değişiklik ile kadın-erkek eşitliği devletin sorumluluğuna resmî olarak ilk kez verilirken, 2010 yılında bu maddeye “Bu maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” şeklinde bir ekleme ile kadın-erkek eşitliğini kadınlar lehine değiştirmiştir. Bu da ağızlarına sakız ettikleri eşitliğin ne kadar anlamsız ve imkânsız olduğunun, erkek egemen toplum yerine kadın egemen bir toplum oluşturmaya çalıştıklarının bir göstergesidir. Yine 2004 yılında Anayasa’nın 90. Maddesindeki değişiklik ile; çıkarılan anayasa, kanun ve yönetmeliklerin Türkiye’nin imzaladığı CEDAW, Çocuk anlaşmaları başta olmak üzere diğer uluslararası sözleşmelere uygun olacağı ve uluslararası anlaşmalara göre hareket edileceği kabul edilmiştir.

AK Parti, bu bozulmayı sadece kadın-erkek eşitliği ve diğer konularda yasal düzenlemeler ile geçiştirmemiş, Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) 2004’te kabul edilen, 01.06.2005’te yürürlüğe giren 5237 Sayılı Kanun ile kadının yaşam hakkına, özgürlüğüne yönelen suçların cezaları ağırlaştırılmıştır. Çok eşlilik yasak olduğu gibi resmî nikah olmadan dinî nikah yapanlar ve yaptıranlar ile ilgili de ceza getirilmiştir. Bu kanunlara ek olarak “evlilik içi tecavüz” gibi ucube, saçma sapan bir kavram kanun ile suç hâline getirilmiş böylece şer’î veya resmî nikahlı olsa dahi eşler arasındaki cinsel ilişki, “cinsel saldırı” olarak tanımlanmıştır. Bu düzenlemeler kadını korumaktan ziyade kadını yalnızlaştıran, cinsel obje hâline getiren, ailesinden uzaklaştıran düzenlemelerdir. Böylece devlet, aile içinde en mahrem ilişkilere dahi müdahil olarak kadının beyanı ile cezalar vermiştir. Bu maddenin çıkarılmasından sonra eşi tarafından “beni ilişkiye zorladı” diye şikâyet edilen kocaya 18 yıl hapis cezası bile verilmiştir. Bu bile tek başına AK Parti’nin aileyi ne hâle getirdiğinin vahim örneklerinden bir tanesidir.

“Kopyala-yapıştır” usulü ile tercüme edilen 1926 Ceza Yasası’nda bile suç olarak görülen ve cezai müeyyide ile karşılık bulan ve büyük bir günah olan kürtaj ile ilgili cezalar, 2004 yılında TCK’da yapılan değişiklik ile hafifletilmiştir. Kürtaj için verilen 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezaları 1 yıla kadar düşürülmüş ve bunun da para cezasına dönüştürülebileceği kararı verilmiştir. İşte bu yasal değişiklik ile anne karnında binlerce masum çocuk katledilmiş; anne-babalar ve bu işe vesile olanlar büyük bir vebale girmiştir.

Yine 1926’da TCK’nın 440 ve 441. maddelerine göre farklı şekillerde suç olarak kabul edilen ve ceza verilen, Allah’ın lanetlediği, toplumları ifsat eden, yuvaların yıkılmasına sebep olan zina, TCK’nın 12 Ekim 2004’te Resmî Gazete’de yayımlanan ilgili maddesi ile suç olmaktan çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 Şubat 2018’de AB’nin talepleri doğrultusunda zinanın suç kapsamından çıkarıldığını ve bunun yanlış olduğunu söylemiş ancak bu yanlıştan dönmek için sözlü ya da somut hiçbir adım atılmamıştır. İşte bu kanun ile evli olduğu hâlde zina yapan eşler, güya demokrasinin özgürlüklerinden faydalanmış, bunun neticesinde yuvalar yıkılmış, suçlu olanlar kanunlar tarafından korunmuştur. Belki en ilkel toplumlarda bile uygulanmayan bu ve benzeri kanunlar muhafazakâr demokrat AK Parti eliyle topluma dayatılmış ve uygulanmıştır. Yüzlerce insan, eşinin kendisini aldattığını bildiği hâlde boşanamamış ve bu rezilliği ifşa ettiği için rezilliği “mahremiyet” olarak tanımlayan mahkemelerde zalimce mahkûm edilmiştir. Böylelikle kadınları bir eşya gibi satan veya satılmasını resmî evraklar ile belgeleyen ve bundan vergi alan devlet yine resmî olarak verdiği aile cüzdanı ile evlenen eşlerin bu rezilliği yapmalarını kanun yolu ile korumuş ve ailenin içine bir dinamit koymuştur. Hem de muhafazakâr demokrat AK Parti eliyle! 

2006’da Çocuk ve Kadına Yönelik Şiddet Hareketleri ile Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler konulu Başbakanlık genelgesi yayımlanmış ve genelge; koruyucu-önleyici tedbirleri, nasıl uygulanacağı ve kadın ve çocuklar için geçici süre ile barınabilecekleri sığınma evleri yerel yönetimlere mecbur tutulmuştur. Böylece kimi kadınlar eşlerine, çocuklar ise anne ve babalarına bu sığınma evlerine güvenerek haksız iftiralar ile karşı gelmiş ve böylece bu aileler yıkılmıştır. Elbette burada gerçek manada zulme uğrayan kadın ve çocukların devlet tarafından korunması önemlidir ancak bu kanunun esas ve usulleri çoğu zaman aile birliğini haksız gerekçeler ile bozan bir araç olarak kullanılmıştır.

2005 yılında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinin temellerini Türkiye-Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali İş Birliği Programı kapsamında 2007-2008 yıllarını kapsayan Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Yaygınlaştırılması Projesi çalışmaları başlatmıştır. 2008-2013 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı özellikle eğitimcilerin, eğitim program ve materyallerinin “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”ne bağlanmıştır. 2007-2010 yıllarını kapsayacak şekilde Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı hazırlanmış ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) bu planın yönetimini üstlenmiştir. 2009’da toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili çalışmaları parlamentoda yürütmesi planlanan Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) kurulmuştur. Böylelikle AK Parti, çoğunlukla Batılı anlayışı ülkemizde uygulamakla kadını, aile ve nesli yıkan kararların kirli alt yapısını oluşturmuş ve bunları zaman içinde kanun ve yönetmeliklerle bağlayıcı kılmıştır.

2011’de güya kadının şiddete karşı korunması için “Ailenin reisi kocadır” hükmünü içeren 4721 sayılı TMK da kaldırılmış, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından 2009-2014 yıllarında yayınlanan araştırmada “aile, kadın için güvensiz ortam” tespiti yapılmıştır.

Tüm bunlar ile yetinmeyen AK Parti iktidarları, Avrupa Konseyi’nin hazırladığı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni MHP, CHP ve HDP’nin desteği ile 8 Mart 2012’de meclisten hızlı bir şekilde geçirerek aileye vurulan darbeye bir yenisini eklemiştir. Bu sözleşme ile gündeme getirilen “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” başta eşcinsellik olmak üzere, aklın sınırlarını zorlayan türden cinsel sapıklıkların, “LGBT” diye bilinen eşcinsel hareketlerin Türkiye’de meşru hâle gelmesi ve yasalarla güvence altına alınmasına sebep olmuştur. Bu proje, başta Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler olmak üzere onlarca devlet, büyükelçilikler, vakıflar, sanayi kuruluşları ve yurtdışı finansmanlı örgütler gibi kapitalist dünyanın tüm katmanları tarafından desteklenmiştir.

İstanbul Sözleşmesi’nde “aile” kavramı kullanmamış bunun yerine “ev arkadaşlığı” ile her türlü gayri meşru ilişki meşru görülmüştür. İslâmi aile yapısına yüzde yüz aykırı bazı kavramlar ile kadınla kadının, erkekle erkeğin evlendirilmesi meşrulaştırılmış, cinsel yönelim, cinsel tercihler ve her türlü sapıklık kanunla koruma altına alınmıştır. Kültür, örf, âdet, gelenek, din ve namus gibi kavramları “kadına şiddeti önleme” adı altında reddetmiş; toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkekliğin sosyal olarak inşa edildiği yalanı üzerine kurgulanmıştır. Toplumsal cinsiyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan bu sözleşme cinsiyet eşitliğini şiddetin önlenmesinin tek yolu olarak sunmuş, eşcinselliğin artması, kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının maalesef yükselmesine neden olmuştur.

2012’ye gelindiğinde ise 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun yürürlüğe girmiştir. Koruyucu ve önleyici tedbir kararları, şiddeti izleme ve önleme merkezlerinin kurulması, korunan kişiye geçici maddi yardım yapılması şeklinde hükümlere yer verilmiştir. Bu yasa, en tehlikeli bölümü olan “kadının beyanı esastır” anlayışı ile 3 milyon erkek ceza almış ve birçoğu boşanmış, aileler yıkılmış ve toplumsal bunalıma sebep olmuştur. Erkek arkadaşına izin verilmeyen, yediği yemeğin çatalını-kaşığını atan çocuklar anne ve babasını, haksız yere “manevi, ekonomik şiddet uyguluyor” diyen kadınlar kocalarını, okulda, camide, sokakta kadınlar hiç tanımadıkları erkekleri iftiralar ile cezaevlerine attırabilmiştir. 

Bütün bu uygulamalardan sonra kamuoyundan gelen tepkiler nedeni ile İstanbul Sözleşmesinden tek taraflı olarak ayrılınmış ancak 6284 sayılı kanun ve bunun türevleri uygulanmaya devam etmiştir. Gelinen noktada şunları sormak istiyoruz: Evden uzaklaştırılan erkekler “ıslah” edilebildi mi yoksa daha da sorunlu hâle mi getirildi? “Kadın cinayetleri azalsın” diye çıkarılan kanunlar, kadın cinayetlerini neden kat kat artırdı? Bu projelerden sonra neden kadına yönelik şiddet daha da arttı? Evlilik oranları neden azalıyor, boşanmalar neden çoğalıyor? Sapık ilişkiler neden yaygınlaşıyor? Küçük bir alacak-borç anlaşmazlıklarında bile arabulucuk anlayışını uygulayan devlet, hangi mantık ile eşler arasında arabulucuğu yasaklıyor? Hiçbir delil olmadan kadının beyanı esas alınarak nasıl kararlar verilebiliyor? Erken yaşta evlenen ve nikah kıyan erkekler hangi mantık ile ağır cezalar ile hapsedilebiliyor? Bu erkeklerin eşleri, çocukları ve yakınlarına kim, nasıl sahip çıkıyor? Zina, kürtaj, ahlaksız ilişkiler hangi mantıkla yasalar ile korunabiliyor ve reklam edilebiliyor? Süresiz nafaka, çocukların haczi gibi konular ile hangi başarı elde edilmek isteniyor? Bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz. Her akıl sahibinin cevabını verebileceği bu sorular maalesef AK Parti tarafından görül(e)memiş tam aksi uygulamalar ile aile, nesil ve toplum ifsat edilmiştir.

AK Parti, 20 yıllık iktidarı döneminde; zina yasasını Avrupa istediği için suç olmaktan çıkararak, “dindar nesil” diyerek oy toplayıp eğitim sisteminde Kemalizm’i uygulayarak, CEDAW, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı kanun gibi aileyi yok eden plan ve projeleri uygulayarak ve kafir Batılıların dediklerini kayıtsız şartsız tatbik ederek bugün yaşadığımız yıkımın en büyük sorumlusudur. Çünkü AK Parti’nin yönetimde olması, uygulamalarda hiçbir şeyi düzeltmemiş aksine Müslümanların sisteme entegre olmasını ve ifsat projelerinin vahim sonuçlarının üzerinin örtülmesini sağlamış, tahribatın boyutunu büyütmüştür.

Medeni kanun, CEDAW, en son İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa ile diğer ulusal ve uluslararası ifsat projelerinin uygulanmasının vahim sonuçları şöyle özetlenebilir:

1- Evlilik yaşı yükselmiş, nüfus artışı azalmış, evlilik oranları düşmüş, boşanmalar ise artmıştır.

2- Kadına yönelik şiddet ve cinayetler büyük oranda artmıştır. Son 6 yılda 2.800’den fazla kadın katledilmiş ve binlerce kadın şiddete uğramıştır.

3- Kadınlar kocalarını şikâyet etsin diye “183” telefon ihbar hattı oluşturulmuş, “kadının beyanı esastır” kuralı ile yuvalar yıkılmış, 2011-2020 yılları arasında 3.041.671 erkek çoğu iftira, yalan dolu beyanlar ile evden uzaklaştırılmış, bir kısmı ise cezaevine atılmıştır.

4. Allah’ın rızası ve harama düşmemek için 18 yaş altında evlenen binlerce koca herhangi bir şikâyet olmadığı, kimisinin boy boy çocukları olduğu hâlde yıllar sonra kamu davaları ile ağır hapis cezaları verilerek cezaevlerine atılmış, eşi ve çocukları perişan edilmiştir. Zina yapanlara ise devlet hiçbir ceza vermediği gibi onları herkese karşı korumuştur!

5- Bir ay bile evli kalan erkekler ömür boyu nafaka ödemek zorunda bırakılmıştır. Ödeyemeyenler ise hapis ile cezalandırılmış, yeniden evlenmek isteyenler ise nafaka nedeni ile iki ev bakamadıkları ile için evlenememiştir!

6- “Ailenin reisi erkektir” kuralı kanun ile kaldırılmış, eşler hiçbir konuda birbirlerine hesap soramaz hâle getirilmiştir.

7- Devlet koruması verilen çocuklar anne ve babalarını, iftira atarak evden uzaklaştırmıştır.

8- Kadın-erkek arasındaki arabuluculuk yasaklanmış ve kurtarılabilecek yuvalar dahi yıkılmıştır.

9- Zina, kanun yolu ile devletin onayı ve korumasına alınmış, serbest bırakılmış ve yaygınlaştırılmıştır.

10- Kadın ve çocuk sığınma evleri psikolojik, sosyolojik sorunlar yaşayan, yalnız kadın ve çocuklar ile dolduruldu.

11- Eşcinsellik toplumda yaygınlaştı, destekçileri çoğaldı; dernek ve vakıflar ile temsiliyet oluşturuldu, eşcinsel evlilikler olmaya başladı.

12- Toplumsal Cinsiyet Eşitliği devletin her kademesinde ve toplumun her kesimine pazarlandı ve pazarlanmaya devam ediliyor!

Bu vahim durumun mimarları olan AK Parti ve muhalefet partileri hâlâ demokrasi, daha fazla hak ve özgürlük vaat ediyorlar! Ne ibret alıyorlar ne de düşünüyorlar! “Daha fazla özgürlük ve çağdaşlık adına ne yapabilirler?” derseniz, herhalde bundan sonraki planları arasında; evlilikleri daha zor hâle getirmek, boşanmaları daha da artıracak yasal düzenlemeler yapmak, eşcinsel evlilikleri yasal hâle getirmek, eşcinselliği reklam, dizi ve filmler yoluyla daha da yaygınlaştırmak, sosyal medyada kolay ulaşılabilen “porno” adı altındaki fuhuş görüntülerini yaygınlaştırmak, cinsiyet değişim ameliyatlarını SGK güvencesine almak, “trans”lara pozitif ayrım olarak sınavsız devlet memurluğu hakkı tanımak, saatlik evler-otellere ruhsat vermek, kürtaj hastaneleri açmak ve ücretsiz hizmet vermek, kadın-erkek, tuvalete kadar tüm ayrımları kaldırmak, “daha çağdaş(!) bir yaşam” adına çıplaklığı övmek, kedi-köpeklerin çocuk edinilmesini sağlamak vb. olabilir maazallah…

Bu acı, vahim tabloya rağmen akletmeyen, tövbe etmeyen her imkân sahibi, şüphesiz Allah’ın dünya ve ahirette cezasına müstahak olacaktır. Bir kez daha bu yıkımın ana müsebbibinin var olan laik, demokratik cumhuriyet olduğu gerçeğini hatırlatıyoruz. Âlim Takiyyüddîn En-Nebhânî’nin söylediği gibi; “Eğer bir toplumda suç ve günah az işleniyor ise sorunun sebebi insandır. Eğer bir toplumda suç ve günah çok işleniyor ise sorunun sebebi sistemdir.” İşte bugün suç ve günah çoktur ve bunun sorumlusu demokratik laik sistemdir.

Aile toplumun özü ve temelidir. İslâm, evliliğe, aile kurumuna, aile bireyleri arasındaki ilişki ve bağlara büyük önem vermiş ve onları mükemmel bir nizam ile tam da olması gerektiği gibi düzenlemiştir. Aile, Allah ve Rasulü’nün hükümleriyle kale gibi korunmuştur. Koruma altına alınan bu kale, huzur, saygı ve sevgiyi içinde barındırmış, her açıdan sağlıklı nesillerin yetişmesini sağlamıştır. İşte kadın ve erkek birlikteliklerinden kaynaklanan problemleri tedavi etmek hem kadını hem de erkeği korumak, ancak İslâm’ın ortaya koyduğu “içtimai nizam” ile mümkündür. Bu nizamın kadın ve erkek birlikteliğinden kaynaklanan sorunları en güzel şekilde çözdüğü, on üç asırlık İslâm tarihinde ispatlanmıştır.

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz