İslâm nizamının
tatbik edilmesi; aile, nesil ve toplumun huzur, güven, mutluluk ve
kalkınmasının temelidir. Osmanlı Devleti’nin kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı
ile bu temel yıkılmış, aileler yıkılmaya, nesiller ifsat olmaya, toplum
bozulmaya başlamıştır. İslâm’ı ve Müslümanları karşısına alan kadrolar Batı’dan
aldıkları anlayış ve uygulamalar ile canlı cansız tüm kâinatın dengesini bozdu;
ekini ve nesli yok etmek için elinden geleni yaptılar. Daha fazla medeni ve
çağdaş olmak adına insanlığı bugün yaşadığımız hâle getirenlerden, toplumsal
ilişkilerin tanzim edilmesini sağlayacak anayasa ve kanunları ithal olarak
kopyalayarak aldılar. Bu kanunlar Müslümanlara zor, baskı, ağır hapis cezaları
ve idamlar ile uygulandı; büyük yıkıma neden oldu. Tekke ve zaviyeleri
kapattılar, Şapka ve Kıyafet Kanunu ile fes yasaklayarak fesin yerine şapka
takılması için kanun çıkarttılar. 1926’da takvim değişikliği, İtalya’nın Ceza
Yasası ve İsviçre’den Medeni Kanun’u tercüme ederek aldılar. 1928’de çıkarılan
Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki ve diğer kanunlar ile bu yıkımı korkunç
boyutlara taşıdılar.
1924 yılında
İsviçre’den kopyalanan Medeni Kanun ile şer’î nikâh kaldırılıp Batı’da
uygulanan nikâh akdi resmî nikâh olarak kabul edildi ve zorunlu hâle getirildi.
Evlilik, boşanma, nafaka, mirasa ilişkin şer’î hükümler yürürlükten kaldırıldı…
1981 yılında yürürlüğe giren CEDAW, “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok
Edilmesi Sözleşmesi” ile ömür boyu nafaka, nafakayı ödeyemeyenlerin
cezaevlerine atılması, kadın-erkek eşitliğinin mutlaklaştırılması, evlilik içi
tecavüz suçu gibi düzenlemeler getirildi. Medeni Kanun, CEDAW, Çocuk
anlaşmaları ve Batılıların çıkardığı birçok uluslararası anlaşma ve kararlar
ailenin bozulmasına sebep oldu.
AK Parti iktidarı
ise aile, ahlak, maneviyat, nesil, toplum kavramları ile iktidara gelip büyük
bir değişim vaat etmiş olsa da son 20 yılda bu bozulmanın önüne geçmek bir
tarafa iktidar dönemindeki uygulamalar ile bu bozulmanın daha da vahim
boyutlara gelmesini sağladı. Bunu maalesef yanlışlıkla değil bilerek ve
isteyerek, planlı ve programlı, kendisinden önceki iktidarların uygulamalarına
bağlı kalarak, beşerî rejimin temellerini koruyarak ve Batılı kafirlerin
istediklerini harfiyen yerine getirerek yaptı.
Son 20 yılda
yapılanları özetle anlatarak bunun nasıl planlı yapıldığını hep birlikte
görelim:
AK Parti
iktidarları, ilk dönemlerinde ailenin yıkımından bahsetmiş olsa da bunun
düzeltilmesi konusunda ciddi hiçbir adım atmazken, Batılı dostlarından
aldıkları talimatlar ile kadını ifsat eden uygulamalara yöneldi. Aileyi yıkma
ve yok etmenin ilk şartı olan kadınlar üzerinden çalışmalar yapıldı. Özellikle
ilk dönemlerde “AB uyum kriterleri” adı altında Batılı, feminist, liberal, Kemalist
kesimlerin de zorlaması ile “kadın-erkek fırsat eşitliği”, “kadına yönelik
şiddetin önlenmesi”, “kadın istihdamında kadının erkekle eşit değerdeki işin
karşılığı olarak eşit ücreti alması” gibi planlı çalışmalar yapıldı. 2004
yılında Anayasa’nın 10. Maddesinde yapılan değişiklik ile kadın-erkek eşitliği
devletin sorumluluğuna resmî olarak ilk kez verilirken, 2010 yılında bu maddeye
“Bu maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz”
şeklinde bir ekleme ile kadın-erkek eşitliğini kadınlar lehine değiştirmiştir.
Bu da ağızlarına sakız ettikleri eşitliğin ne kadar anlamsız ve imkânsız
olduğunun, erkek egemen toplum yerine kadın egemen bir toplum oluşturmaya
çalıştıklarının bir göstergesidir. Yine 2004 yılında Anayasa’nın 90.
Maddesindeki değişiklik ile; çıkarılan anayasa, kanun ve yönetmeliklerin
Türkiye’nin imzaladığı CEDAW, Çocuk anlaşmaları başta olmak üzere diğer
uluslararası sözleşmelere uygun olacağı ve uluslararası anlaşmalara göre
hareket edileceği kabul edilmiştir.
AK Parti, bu
bozulmayı sadece kadın-erkek eşitliği ve diğer konularda yasal düzenlemeler ile
geçiştirmemiş, Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) 2004’te kabul edilen, 01.06.2005’te
yürürlüğe giren 5237 Sayılı Kanun ile kadının yaşam hakkına, özgürlüğüne
yönelen suçların cezaları ağırlaştırılmıştır. Çok eşlilik yasak olduğu gibi
resmî nikah olmadan dinî nikah yapanlar ve yaptıranlar ile ilgili de ceza
getirilmiştir. Bu kanunlara ek olarak “evlilik içi tecavüz” gibi ucube, saçma
sapan bir kavram kanun ile suç hâline getirilmiş böylece şer’î veya resmî
nikahlı olsa dahi eşler arasındaki cinsel ilişki, “cinsel saldırı” olarak
tanımlanmıştır. Bu düzenlemeler kadını korumaktan ziyade kadını yalnızlaştıran,
cinsel obje hâline getiren, ailesinden uzaklaştıran düzenlemelerdir. Böylece
devlet, aile içinde en mahrem ilişkilere dahi müdahil olarak kadının beyanı ile
cezalar vermiştir. Bu maddenin çıkarılmasından sonra eşi tarafından “beni
ilişkiye zorladı” diye şikâyet edilen kocaya 18 yıl hapis cezası bile
verilmiştir. Bu bile tek başına AK Parti’nin aileyi ne hâle getirdiğinin vahim
örneklerinden bir tanesidir.
“Kopyala-yapıştır”
usulü ile tercüme edilen 1926 Ceza Yasası’nda bile suç olarak görülen ve cezai
müeyyide ile karşılık bulan ve büyük bir günah olan kürtaj ile ilgili cezalar,
2004 yılında TCK’da yapılan değişiklik ile hafifletilmiştir. Kürtaj için
verilen 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezaları 1 yıla kadar düşürülmüş ve bunun
da para cezasına dönüştürülebileceği kararı verilmiştir. İşte bu yasal
değişiklik ile anne karnında binlerce masum çocuk katledilmiş; anne-babalar ve
bu işe vesile olanlar büyük bir vebale girmiştir.
Yine 1926’da TCK’nın
440 ve 441. maddelerine göre farklı şekillerde suç olarak kabul edilen ve ceza
verilen, Allah’ın lanetlediği, toplumları ifsat eden, yuvaların yıkılmasına
sebep olan zina, TCK’nın 12 Ekim 2004’te Resmî Gazete’de yayımlanan ilgili
maddesi ile suç olmaktan çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 Şubat 2018’de
AB’nin talepleri doğrultusunda zinanın suç kapsamından çıkarıldığını ve bunun
yanlış olduğunu söylemiş ancak bu yanlıştan dönmek için sözlü ya da somut
hiçbir adım atılmamıştır. İşte bu kanun ile evli olduğu hâlde zina yapan eşler,
güya demokrasinin özgürlüklerinden faydalanmış, bunun neticesinde yuvalar
yıkılmış, suçlu olanlar kanunlar tarafından korunmuştur. Belki en ilkel
toplumlarda bile uygulanmayan bu ve benzeri kanunlar muhafazakâr demokrat AK
Parti eliyle topluma dayatılmış ve uygulanmıştır. Yüzlerce insan, eşinin
kendisini aldattığını bildiği hâlde boşanamamış ve bu rezilliği ifşa ettiği
için rezilliği “mahremiyet” olarak tanımlayan mahkemelerde zalimce mahkûm
edilmiştir. Böylelikle kadınları bir eşya gibi satan veya satılmasını resmî evraklar
ile belgeleyen ve bundan vergi alan devlet yine resmî olarak verdiği aile
cüzdanı ile evlenen eşlerin bu rezilliği yapmalarını kanun yolu ile korumuş ve ailenin
içine bir dinamit koymuştur. Hem de muhafazakâr demokrat AK Parti eliyle!
2006’da Çocuk ve
Kadına Yönelik Şiddet Hareketleri ile Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi
İçin Alınacak Tedbirler konulu Başbakanlık genelgesi yayımlanmış ve genelge; koruyucu-önleyici
tedbirleri, nasıl uygulanacağı ve kadın ve çocuklar için geçici süre ile
barınabilecekleri sığınma evleri yerel yönetimlere mecbur tutulmuştur. Böylece
kimi kadınlar eşlerine, çocuklar ise anne ve babalarına bu sığınma evlerine
güvenerek haksız iftiralar ile karşı gelmiş ve böylece bu aileler yıkılmıştır.
Elbette burada gerçek manada zulme uğrayan kadın ve çocukların devlet
tarafından korunması önemlidir ancak bu kanunun esas ve usulleri çoğu zaman
aile birliğini haksız gerekçeler ile bozan bir araç olarak kullanılmıştır.
2005 yılında
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinin temellerini Türkiye-Avrupa Birliği
Katılım Öncesi Mali İş Birliği Programı kapsamında 2007-2008 yıllarını kapsayan
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Yaygınlaştırılması Projesi çalışmaları
başlatmıştır. 2008-2013 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı
özellikle eğitimcilerin, eğitim program ve materyallerinin “Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği”ne bağlanmıştır. 2007-2010 yıllarını kapsayacak şekilde Kadına Yönelik
Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı hazırlanmış ve Kadının Statüsü
Genel Müdürlüğü (KSGM) bu planın yönetimini üstlenmiştir. 2009’da toplumsal
cinsiyet eşitliği ile ilgili çalışmaları parlamentoda yürütmesi planlanan Kadın
Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) kurulmuştur. Böylelikle AK Parti,
çoğunlukla Batılı anlayışı ülkemizde uygulamakla kadını, aile ve nesli yıkan
kararların kirli alt yapısını oluşturmuş ve bunları zaman içinde kanun ve
yönetmeliklerle bağlayıcı kılmıştır.
2011’de güya
kadının şiddete karşı korunması için “Ailenin reisi kocadır” hükmünü
içeren 4721 sayılı TMK da kaldırılmış, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
tarafından 2009-2014 yıllarında yayınlanan araştırmada “aile, kadın için
güvensiz ortam” tespiti yapılmıştır.
Tüm bunlar ile yetinmeyen
AK Parti iktidarları, Avrupa Konseyi’nin hazırladığı “Kadınlara Yönelik Şiddet
ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi
Sözleşmesi”ni MHP, CHP ve HDP’nin desteği ile 8 Mart 2012’de meclisten hızlı
bir şekilde geçirerek aileye vurulan darbeye bir yenisini eklemiştir. Bu
sözleşme ile gündeme getirilen “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” başta eşcinsellik
olmak üzere, aklın sınırlarını zorlayan türden cinsel sapıklıkların, “LGBT”
diye bilinen eşcinsel hareketlerin Türkiye’de meşru hâle gelmesi ve yasalarla
güvence altına alınmasına sebep olmuştur. Bu proje, başta Avrupa Birliği ve
Birleşmiş Milletler olmak üzere onlarca devlet, büyükelçilikler, vakıflar,
sanayi kuruluşları ve yurtdışı finansmanlı örgütler gibi kapitalist dünyanın
tüm katmanları tarafından desteklenmiştir.
İstanbul Sözleşmesi’nde
“aile” kavramı kullanmamış bunun yerine “ev arkadaşlığı” ile her türlü gayri
meşru ilişki meşru görülmüştür. İslâmi aile yapısına yüzde yüz aykırı bazı
kavramlar ile kadınla kadının, erkekle erkeğin evlendirilmesi meşrulaştırılmış,
cinsel yönelim, cinsel tercihler ve her türlü sapıklık kanunla koruma altına
alınmıştır. Kültür, örf, âdet, gelenek, din ve namus gibi kavramları “kadına
şiddeti önleme” adı altında reddetmiş; toplumsal cinsiyet, kadınlık ve
erkekliğin sosyal olarak inşa edildiği yalanı üzerine kurgulanmıştır. Toplumsal
cinsiyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan bu sözleşme cinsiyet eşitliğini şiddetin
önlenmesinin tek yolu olarak sunmuş, eşcinselliğin artması, kadına yönelik
şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının maalesef yükselmesine neden olmuştur.
2012’ye
gelindiğinde ise 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun yürürlüğe girmiştir. Koruyucu ve önleyici tedbir
kararları, şiddeti izleme ve önleme merkezlerinin kurulması, korunan kişiye
geçici maddi yardım yapılması şeklinde hükümlere yer verilmiştir. Bu yasa, en
tehlikeli bölümü olan “kadının beyanı esastır” anlayışı ile 3 milyon
erkek ceza almış ve birçoğu boşanmış, aileler yıkılmış ve toplumsal bunalıma
sebep olmuştur. Erkek arkadaşına izin verilmeyen, yediği yemeğin çatalını-kaşığını
atan çocuklar anne ve babasını, haksız yere “manevi, ekonomik şiddet
uyguluyor” diyen kadınlar kocalarını, okulda, camide, sokakta kadınlar hiç
tanımadıkları erkekleri iftiralar ile cezaevlerine attırabilmiştir.
Bütün bu
uygulamalardan sonra kamuoyundan gelen tepkiler nedeni ile İstanbul Sözleşmesinden
tek taraflı olarak ayrılınmış ancak 6284 sayılı kanun ve bunun türevleri
uygulanmaya devam etmiştir. Gelinen noktada şunları sormak istiyoruz: Evden
uzaklaştırılan erkekler “ıslah” edilebildi mi yoksa daha da sorunlu hâle mi
getirildi? “Kadın cinayetleri azalsın” diye çıkarılan kanunlar, kadın
cinayetlerini neden kat kat artırdı? Bu projelerden sonra neden kadına yönelik
şiddet daha da arttı? Evlilik oranları neden azalıyor, boşanmalar neden
çoğalıyor? Sapık ilişkiler neden yaygınlaşıyor? Küçük bir alacak-borç
anlaşmazlıklarında bile arabulucuk anlayışını uygulayan devlet, hangi mantık
ile eşler arasında arabulucuğu yasaklıyor? Hiçbir delil olmadan kadının beyanı
esas alınarak nasıl kararlar verilebiliyor? Erken yaşta evlenen ve nikah kıyan
erkekler hangi mantık ile ağır cezalar ile hapsedilebiliyor? Bu erkeklerin
eşleri, çocukları ve yakınlarına kim, nasıl sahip çıkıyor? Zina, kürtaj,
ahlaksız ilişkiler hangi mantıkla yasalar ile korunabiliyor ve reklam
edilebiliyor? Süresiz nafaka, çocukların haczi gibi konular ile hangi başarı
elde edilmek isteniyor? Bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz. Her akıl
sahibinin cevabını verebileceği bu sorular maalesef AK Parti tarafından
görül(e)memiş tam aksi uygulamalar ile aile, nesil ve toplum ifsat edilmiştir.
AK Parti, 20 yıllık
iktidarı döneminde; zina yasasını Avrupa istediği için suç olmaktan çıkararak, “dindar
nesil” diyerek oy toplayıp eğitim sisteminde Kemalizm’i uygulayarak, CEDAW,
İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı kanun gibi aileyi yok eden plan ve projeleri
uygulayarak ve kafir Batılıların dediklerini kayıtsız şartsız tatbik ederek bugün
yaşadığımız yıkımın en büyük sorumlusudur. Çünkü AK Parti’nin yönetimde olması,
uygulamalarda hiçbir şeyi düzeltmemiş aksine Müslümanların sisteme entegre
olmasını ve ifsat projelerinin vahim sonuçlarının üzerinin örtülmesini sağlamış,
tahribatın boyutunu büyütmüştür.
Medeni kanun, CEDAW,
en son İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa ile diğer ulusal ve uluslararası
ifsat projelerinin uygulanmasının vahim sonuçları şöyle özetlenebilir:
1- Evlilik yaşı
yükselmiş, nüfus artışı azalmış, evlilik oranları düşmüş, boşanmalar ise
artmıştır.
2- Kadına yönelik
şiddet ve cinayetler büyük oranda artmıştır. Son 6 yılda 2.800’den fazla kadın
katledilmiş ve binlerce kadın şiddete uğramıştır.
3- Kadınlar
kocalarını şikâyet etsin diye “183” telefon ihbar hattı oluşturulmuş, “kadının
beyanı esastır” kuralı ile yuvalar yıkılmış, 2011-2020 yılları arasında 3.041.671
erkek çoğu iftira, yalan dolu beyanlar ile evden uzaklaştırılmış, bir kısmı ise
cezaevine atılmıştır.
4. Allah’ın rızası
ve harama düşmemek için 18 yaş altında evlenen binlerce koca herhangi bir
şikâyet olmadığı, kimisinin boy boy çocukları olduğu hâlde yıllar sonra kamu
davaları ile ağır hapis cezaları verilerek cezaevlerine atılmış, eşi ve
çocukları perişan edilmiştir. Zina yapanlara ise devlet hiçbir ceza vermediği
gibi onları herkese karşı korumuştur!
5- Bir ay bile evli
kalan erkekler ömür boyu nafaka ödemek zorunda bırakılmıştır. Ödeyemeyenler ise
hapis ile cezalandırılmış, yeniden evlenmek isteyenler ise nafaka nedeni ile
iki ev bakamadıkları ile için evlenememiştir!
6- “Ailenin reisi
erkektir” kuralı kanun ile kaldırılmış, eşler hiçbir konuda birbirlerine
hesap soramaz hâle getirilmiştir.
7- Devlet koruması
verilen çocuklar anne ve babalarını, iftira atarak evden uzaklaştırmıştır.
8- Kadın-erkek
arasındaki arabuluculuk yasaklanmış ve kurtarılabilecek yuvalar dahi
yıkılmıştır.
9- Zina, kanun yolu
ile devletin onayı ve korumasına alınmış, serbest bırakılmış ve
yaygınlaştırılmıştır.
10- Kadın ve çocuk
sığınma evleri psikolojik, sosyolojik sorunlar yaşayan, yalnız kadın ve
çocuklar ile dolduruldu.
11- Eşcinsellik
toplumda yaygınlaştı, destekçileri çoğaldı; dernek ve vakıflar ile temsiliyet
oluşturuldu, eşcinsel evlilikler olmaya başladı.
12- Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği devletin her kademesinde ve toplumun her kesimine pazarlandı
ve pazarlanmaya devam ediliyor!
Bu vahim durumun
mimarları olan AK Parti ve muhalefet partileri hâlâ demokrasi, daha fazla hak
ve özgürlük vaat ediyorlar! Ne ibret alıyorlar ne de düşünüyorlar! “Daha
fazla özgürlük ve çağdaşlık adına ne yapabilirler?” derseniz, herhalde
bundan sonraki planları arasında; evlilikleri daha zor hâle getirmek,
boşanmaları daha da artıracak yasal düzenlemeler yapmak, eşcinsel evlilikleri
yasal hâle getirmek, eşcinselliği reklam, dizi ve filmler yoluyla daha da yaygınlaştırmak,
sosyal medyada kolay ulaşılabilen “porno” adı altındaki fuhuş görüntülerini
yaygınlaştırmak, cinsiyet değişim ameliyatlarını SGK güvencesine almak, “trans”lara
pozitif ayrım olarak sınavsız devlet memurluğu hakkı tanımak, saatlik
evler-otellere ruhsat vermek, kürtaj hastaneleri açmak ve ücretsiz hizmet
vermek, kadın-erkek, tuvalete kadar tüm ayrımları kaldırmak, “daha çağdaş(!)
bir yaşam” adına çıplaklığı övmek, kedi-köpeklerin çocuk edinilmesini sağlamak
vb. olabilir maazallah…
Bu acı, vahim
tabloya rağmen akletmeyen, tövbe etmeyen her imkân sahibi, şüphesiz Allah’ın
dünya ve ahirette cezasına müstahak olacaktır. Bir kez daha bu yıkımın ana
müsebbibinin var olan laik, demokratik cumhuriyet olduğu gerçeğini hatırlatıyoruz.
Âlim Takiyyüddîn En-Nebhânî’nin söylediği gibi; “Eğer bir toplumda suç ve
günah az işleniyor ise sorunun sebebi insandır. Eğer bir toplumda suç ve günah
çok işleniyor ise sorunun sebebi sistemdir.” İşte bugün suç ve günah çoktur
ve bunun sorumlusu demokratik laik sistemdir.
Aile toplumun özü
ve temelidir. İslâm, evliliğe, aile kurumuna, aile bireyleri arasındaki ilişki
ve bağlara büyük önem vermiş ve onları mükemmel bir nizam ile tam da olması
gerektiği gibi düzenlemiştir. Aile, Allah ve Rasulü’nün hükümleriyle kale gibi
korunmuştur. Koruma altına alınan bu kale, huzur, saygı ve sevgiyi içinde
barındırmış, her açıdan sağlıklı nesillerin yetişmesini sağlamıştır. İşte kadın
ve erkek birlikteliklerinden kaynaklanan problemleri tedavi etmek hem kadını
hem de erkeği korumak, ancak İslâm’ın ortaya koyduğu “içtimai nizam” ile
mümkündür. Bu nizamın kadın ve erkek birlikteliğinden kaynaklanan sorunları en
güzel şekilde çözdüğü, on üç asırlık İslâm tarihinde ispatlanmıştır.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış