Eğitim sisteminde
istedikleri seviyeye gelemediklerini belli aralıklarla dile getiren başta
Cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan olmak üzere AK Partili yetkililerin, bu
gerçeği dile getirirken kastettikleri seviyenin ne olduğu meçhule doğru yol
aladursun biz yaklaşık 20 yıldır iktidarda olan AK Parti Hükümeti özelinde
mevcut eğitim sisteminin genel bir görüntüsünü ortaya koyacağız.
İstatistikler ne
söylüyor?
İstatistiklerin
bildirdiğine göre; Cumhuriyet tarihi boyunca en fazla bakan değiştiren
kurumlardan bir tanesi Milli Eğitim Bakanlığı. 70’in üzerinde bir rakamdan söz
ediliyor. En somut verilere göre sadece AK Parti döneminde 17 kez eğitim
sistemi değiştirildi. Bu rakam kimi yaklaşımlara göre 80’e yaklaşıyor. Gelen
her bakan adeta önceki sisteme burun kıvırıp yeni bir sistem getirmiş. Yeni
Milli Eğitim Bakanımız Mahmut Özer’in ise hakkını yememek lazım. O, sistem
değiştirmeyeceklerini, mevcut sistemin işleyişini takip edeceklerini, bu
şekilde sonuç alacaklarını belirtiyor. Özellikle son 20 yılda sürekli değişen
sınav sistemiyle öğrenciler, birine uyum sağlayamadan başka bir sınav sistemine
maruz kalmışlardır. Bu demek oluyor ki AK Parti döneminde eğitim sistemine
dahil olan tek bir öğrenci dahi aynı sistemle eğitim sürecini
tamamlayamamıştır. Halkların gelişim, refah, ahlak, terakki ve emniyeti
üzerinde hayati ehemmiyeti olan bir şeyin (eğitimin) bu kadar istikrarsız
olması doğal olarak toplumu maddi-manevi olarak olması gereken yere götürmek
şöyle dursun olduğu yerden gerilere götürmektedir. İstatistikler diyor ki: Bu
kadar bakan, sistem, müfredat değişikliğine rağmen eğitim-öğretimde durum içler
acısıdır. Öğrenciler okuduklarını anlamıyor, dört işlemi yapamıyor, üniversiteye
giriş sınavlarında her yıl yüz binlercesi barajın altında puan alıyor. (Barajı
geçmek için ortalama 16 net soru cevaplamak yetiyor bu arada.) On binlerce
öğrenci “sıfır” çekiyor. Eğitim sistemine dışarıdan bakan kimse, sadece istatistiklere
bakarak sistemin, “nasıl başarılı olunur?” sorusunun değil de “nasıl
başarısız olunur?” sorusunun/felsefesinin üzerine kurulu olduğunu düşünür. Hakikaten
de öyle sanki…
İstatistikler içler
acısı olmasına rağmen müşahede edilen durum daha da içler acısı. Sayılar durumu
belirtebilir ama sayılara indirgenmesi yoluyla sorunun ne kadar derin olduğunun
anlaşılmasına engel olabilir. Yahut da sayılarla durum ajite edilip niceliksel
bir mevzu gibi görülebilir. Oysa eğitimde nicelik, niteliği ifade ettiği oranda
anlamlıdır. Eğer sayılar gerçeği anlamamızı kolaylaştırmaktan ziyade
zorlaştırıyorsa istatistik istismar ediliyor demektir. Mesela; yukarıda eğitim
sistemiyle ilgili verdiğimiz birtakım veriler, iktidarıyla muhalefetiyle
herkesin bildiği veriler. (Tabi bu arada detaylarına girmek istemediğimiz
birçok veri var: başarı eğrisi, eğitime ayrılan bütçe, öğretim materyallerinin
yetersizliği vs. Yine de işine yarayacaklar için: OECD istatistiklerinde;
Türkiye eğitim materyali eksikliğinde 35 ülke arasında 1. sırada. 720 bin çocuk
okul dışında ve eğitime erişemiyor. 2,4 milyon öğrenci ise pandemi sürecinde
uzaktan eğitime ulaşamadı. Türkiye 3-5 yaş aralığında yüzde 39 olan erken
çocukluk eğitimine katılım oranında OECD'nin son sırasında, 15-19 yaş
aralığında yüzde 69 olan okullaşma oranıyla OECD ülkeleri arasında sondan
beşinci. 25-34 yaş arası gençlerin yüzde 41'i ortaöğretim mezunu bile değil.
Türkiye, yükseköğretim mezunu nüfusun istihdam oranının en düşük olduğu iki
OECD ülkesinden biri, diğeri Kolombiya. Üniversite mezunu her 100 kişiden 34'ü
işsiz. Akademik özgürlükler endeksine göre 175 ülke arasında 170. sıradayız.)
Herkesin bunları bilmesi ne işe yarıyor peki? Sadece rakamları kendilerince
iyileştirme önerileri ve adımları atılıyor. Oysa iki cenah da sorunu asıldan
ele almaktan uzaktır. Sorun rakamların/niceliğin iyileştirilmesi değil,
niteliğin geliştirilmesidir. Bunun olması için sistemin temelden değiştirilmesi
gerekir. Peki bununla kim ilgileniyor? Hiç kimse! Bununla ilgilenebilmeleri
için yepyeni bir yaklaşımla/fikirle meseleyi ele almaları icap eder. Ancak o
zaman sistemin çalısını çırpısını değil temellerini değiştirmek yoluyla bir
başarı ve ilerlemeden bahsedilebilir. Örneğin; Milli Eğitim Temel Kanununa göre
asla muvaffak olamazsınız. Çünkü bir kere bu kanun bu halkın inanç ve
ananeleriyle örtüşmüyor. Halkın aklını ve kalbini ikna edemeyen dahası aklını ve
kalbini inkâr eden bir sistemle başarılı olunması mümkün değildir. İslâm’a iman
eden bir halkı laik, milliyetçi, demokrat yapma esası üzerine kurulmuş bir
sistem nasıl muvaffak olabilir. Bir kere eğitim sisteminin temeli İslâmi şahsiyetler
yetiştirme esası üzerine kurulmadığı müddetçe sadece sayılarla/istatistiklerle
bozulmanın kat sayısının her geçen gün arttığı gerçeğinden bir adım öteye
gidilemez.
İstatistikleri aşınca…
Sayıları aşıp -ama
görmezden gelmeden- durumu resmederek ele alacak olursak karşımıza çok daha
korkunç tablolar çıkacaktır. Gelin bu tabloları -sayı tablosu değil- hep
birlikte bir gözlemlemeye çalışalım. Tablolardan kareler:
Eğitim içeriği
tablosu
Yaklaşık yüz yıldır
sürekli değişen eğitim içeriği, -AK Parti döneminde daha da bir hız kazanarak-,
insicamdan uzak, tezatlarla dolu bir eğitim içeriğidir. “Müfredat” olarak ifade
edilen eğitim içeriğiyle milyonlarca gencin zihni mefluç edilmiş, her şey ele
alınıyormuş gibi yapılıp hiçbir şey tam olarak ortaya konulamamıştır. Bir
derste övülen şey başka bir derste yerilmiştir. Birbiriyle çelişen bilgilerle
gençler şaşkın bir duruma getirilmiştir. Örneğin; Din dersinde “tevhit” konusu
işlenirken, Sosyal Bilgiler dersinde “laiklik” teşvik edilmiş, Fen derslerinde
evrim düşüncesi inkâr edilmeden ele alınmıştır. Müfredat içeriği bu kadar
çelişik olan bir sistemden ne yaptığını tam olarak bilen, hayata belirli bir
açıdan bakabilen nesiller yetişmesini beklemek herhâlde abesle iştigal etmekten
başka bir şey olmasa gerek. AK Parti dönemini ayrıca ele alıyor izlenimi
vermemiz de aslında şundandır: “İslâmcı” olarak görülen bir iktidarın (“görülen”
diyoruz çünkü onlar iktidar oldukları günden bugüne kendilerini ne böyle
gördüler ne de böyle tarif ettiler) sistemi temelden ele alıp değiştirmeden,
yapacağı hiçbir şeyin olmadığını göstermektir. Sorun, sistem sorunudur.
Şahıslar, partiler ve hükümetler sistemi İslâmi açıdan kökten değiştirmedikleri
müddetçe durumu daha vahim bir hâle sokmaktan öteye gidemezler.
Eğitimci tablosu
AK Parti iktidarı
döneminde öğretmenler, daha çok 40 dakika boyunca öğrencileri bir şekilde
sınıflarda tutması gereken “etkisiz” kimseler hâline getirilmiştir. AK Parti
iktidarıyla -güya- öğretmen merkezli eğitimden öğrenci merkezli eğitime
geçilmiş, bu da fecaatle sonuçlanmıştır. Öğrenci merkezli eğitim anlayışı ne
öğretmenlere ne de öğrencilere yaramıştır. Bu yaklaşımı yanlış anlayan on
binlerce öğrenci öğretmene saygısızlık yapmayı kendi hakkı olarak görmeye
başlamıştır.
AK Parti döneminde
öğretmen önceki hükümetleri aratmayacak şekilde maddi-manevi olarak yıpratılmıştır.
Geçim sıkıntısı çeken birçok öğretmen ek iş arayışına girmiştir (Tabi onlara
sorarsanız, “maaşları neylerine yetmiyor?” diyebilirler milyon/milyar
dolarlık “ek işler” üzerindelerken). Geçim telaşesi içinde olan bir öğretmenin
doğal olarak kendi asıl işine, eğitime odaklanması zordur, en azından verimi
gayet düşürecektir. Bu, meselenin maddi yönü. Manevi olarak baktığımızda durum
çok daha vahim. Bir kere ikinci plana itilen öğretmenden, aktif, merkezi bir
pozisyon almasını beklemek gereksizdir. (Geçim derdi gibi) dünya meşgaleleri içine
ittiğiniz, dünyevi bir bakış açısıyla yetiştirdiğiniz, maslahat merkezli eğitim
verdiğiniz bir öğretmenin; maneviyatı güçlü, motive olmuş, ufuk açan, ufka
bakan bir kimse olmasını neye göre bekleyebilirsiniz ki! Alınız size yıllar
önce yapılan bir araştırmanın özeti (durum, o yıllara (2014) göre daha da
vahim):
Öğretmenlerin yüzde
13.3’ü öğretmenlik mesleğinin toplum için önemli meslekler arasında yer
almadığını düşünüyor. Yüzde 8.2’si öğretmenlikten gurur duymuyor, yüzde 11.2’si
öğretmenliği saygın bulmuyor.
Toplumun
öğretmenlere sempati duyduğunu düşünenlerin oranı yüzde 34.1.
Öğretmenlerin yüzde
51.5’i çocuklarının öğretmen olmasını kesinlikle istemiyor.
“Öğretmenlik yapmak
bana saygınlık kazandırmaktadır” diye düşünen öğretmenlerin oranı yüzde 35.4.
Öğretmenlerin yüzde
45.7’si öğretmenlik mesleğine verilecek değerin artmayacağını düşünüyor.
Toplumun
öğretmenlerin sorunlarını önemsemediğini ve duyarlı davranmadığını düşünenlerin
oranı yüzde 57.3.
Öğretmenlik
mesleğinin saygınlığı ve imajının düzelmeyecek kadar yıprandığını söyleyenlerin
oranı ise yüzde 41.9.
Toplumun
öğretmenleri bazen “eğitimli çocuk bakıcısı” gibi gördüğünü
düşünenlerin oranı yüzde 62.5.
Öğretmenlerin yüzde
51.2’si öğretmenlik mesleğinin asla rahat bir hayat fırsatı sunmayacağını
düşünüyor. Öğretmenlik mesleğinin bir kariyer mesleği olduğunu söyleyenlerin
oranı ise sadece yüzde 19.
“Öğretmenlerin
çalışma koşulları toplumun bildiğinden daha kötüdür” diyenlerin oranı yüzde
67.1.
Yüzde 49.3’ü
öğretmenlik yaptıkça mesleğin saygınlığına yönelik inancının azaldığını
söylüyor.
Toplumun
öğretmenlik mesleğini ideal görmesinin mesleki saygınlıktan çok, tatil ve mesai
konusundaki değerlendirmelerden kaynaklandığını söyleyenlerin oranı yüzde 61.
Gelin, şimdi bu
durumda olan eğitimci tablosundan iç açıcı bir şekilde bahsedin bakalım, nasıl
bahsediyorsunuz!
AK Parti, kendi
döneminde yapılan binalarla öğünene kadar taşla saadet olmayacağını anlamalı
önce. Sanki beton karın doyuruyor, sanki duvar sevgi-saygı aşılıyor insana!
Öğrenci/Eğitilen tablosu
An itibarıyla en
korkunç tablo, bu tablodur. Çarpık-bozuk eğitim temeli ve müfredatıyla, sürekli
değişen sınav sistemleriyle, saptırıcı sosyal medya içerikleriyle, hedefsiz-gayesiz
yetiştirilen bu nesil/bu tablo üzerine ağlanacak hatta ağıt yakılacak bir
nesildir. Ve 20 yaşın altındaki herkesin gözlerini dünyaya açtığı bu dönem, AK
Parti dönemidir. Bu kuşak, AK Parti dönemi kuşağıdır. Ve birinci dereceden
iktidar sorumludur, bu kuşak/nesil hakkında yapılacak değerlendirmelerde. “Bu
gençlik nereye gidiyor?” diye sorulduğunda; -“ne olacak canım, bu sorun
hep var olmuştur tarih boyunca; Sümerlilere ait tabletlerde dahi ‘gençlerin
nereye gittiği sorusu’nun bulunduğu”nu söyleyerek meseleyi hafife alanları
bir tarafa bırakırsak- karşımıza dehşet veren bir tablo çıkmaktadır. Sevgi ve
saygıdan uzak, yaşam amacı hazlara endekslenmiş, görünür olmayı var olmakla
özdeşleştiren, çelişik düşünceler içine gark olmuş, ahlaki düşüklükle yaşayan
ve geleceğe yeisle bakan bir nesille karşı karşıyayız. Ama sürekli görsellerle,
rakamlarla, gösterilerle, hokuspokuslarla bu gerçek hasıraltı edilmeye
çalışılıyor. İçinde yaşadığımız bu gerçekliği ekranlardan yaptıkları şovlarla
gizlemeye çalışıyorlar. Oysa kokuşmuşluk yerden göğe kadar. “İslâmcı” addedilen
bir hükümet döneminde en fazla yozlaşmanın olduğu alanlardan birisi, inanç.
İnancın/İslâm’ın tüm görüntülerinin yasaklandığı dönemlerde dahi böylesi bir
tabloya tanık olmadı, bu topraklar. Hem sağlıklı bir eğitim politikası olmayan
hem de gençlerin yeni global açık dünyada inançlarını nasıl muhafaza
edebileceklerine dair bir endişesi olmayan AK Parti iktidarı, deist ve ateist
gençlerin hızla artmasına sebep olmuştur. Uyguladığı kötü politikalar, İslâm ve
Müslüman ayırdımı yapamayan yeni nesil tarafından İslâm’a mal edilmiştir. Tabi
bunda İslâm düşmanı kesimlerin istismarı da söz konusudur. Onlar da gençleri, “bakın
İslâmcılar ülkeyi nasıl yönetiyor, böyle Müslümanlık mı olur?”, bir adım
daha ileri giderek “dinden bir hayır çıkmaz” diyerek daha fazla manipüle
ediyorlar.
Dindar nesil
yetiştirme iddiasında bulunan AK Parti, yetiştire yetiştire dilbaz, kinbaz,
küfürbaz ve hazbaz bir nesil yetiştirdi. Nesli ifsat ettikleri hâlde hâlâ ıslah
iddiasındalar.
[وَاِذَا
ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ] “Onlara,
‘Yeryüzünde bozgunculuk/bozuculuk yapmayın!’ dendiği zaman, ‘Hayır! Biz ancak
ıslah edicileriz’ derler. Dikkat edin! Onlar bozguncuların/bozucuların ta
kendileridir; fakat bunun farkında değillerdir.’’[i]
İmam hatip, Kur’an
kursu, camiler, ilahiyat fakülteleri, din görevlileri-akademisyenleri gibi
görece din ile ilgili alanda dinî yapı ve personel sayısının artmış olması, maalesef
dinsizliğin ne kadar yaygınlaştığı gerçeğini gizleyemiyor. AK Parti “dindar
nesil”den bahsediyor ancak dinsiz bir nesil yetişiyor.
AK Parti dönemi
eğitim sisteminden kaynaklı yozlaşma öyle bir noktaya gelmiş durumdaki saygı,
sevgi, ahlak gibi değerler hiç olmadığı kadar ayaklar altına alınmış durumda.
AK Parti, benimsemiş olduğu pragmatist ve oportünist bakış açısını topluma da
zerk ederek başta gençler/öğrenciler olmak üzere toplumun tüm katmanlarında
korkunç bir yozlaşma gerçekleştirdi. Hoş, “AK Parti döneminden önce bu
değerlerin yaşanması çok mu iyiydi sanki?” diye itiraz edenler olabilir.
Yaşadığımız gerçekliğe göre, evet, öyleydi ancak konu bu değil. Konu, AK Parti
ve önceki dönem arasında bir mukayese yapmaktan ziyade; Müslüman halkın bin bir
umutla İslâmcı kimliğinden dolayı oy verip iktidara getirdiği AK Parti
hükümetinin İslâm’la asla bağdaşmayan politikaları ve bu politikalardan
kaynaklanan yozlaşmaların İslâm’a mal edilmesi konusudur.
Ve’l hasılı kelam,
20 yıllık AK Parti iktidarı döneminde eğitimin geldiği nokta içler acısıdır.
Mevcut sistemi dalıyla budağıyla değil köküyle beraber değiştirmeye azmetmiş
bir fikir/parti iktidar olmadığı müddetçe bu durum daha da yozlaşarak devam
edecektir. Çözüm, İslâm’ın ortaya koyduğu çözümdür. Makalemi, Hizb-ut Tahrir’in
hazırlamış olduğu Hilâfet Devleti Anayasa Tasarısı’nın eğitimle ilgili
bölümünden, inşaAllah en yakın zamanda kurulacak olan 2. Râşidî Hilâfet
Devleti’nin eğitim-öğretim siyasetiyle ilgili şu maddeleri ile bitirmek
istiyorum:
“Madde-171:
Öğretimin siyaseti; İslâmi akliyet ve nefsiyetin oluşturulması üzerine
kuruludur. Öğretimi amaçlanan maddelerin tamamı bu siyaset temeline dayalıdır.
Madde-172:
Öğretimin gayesi; İslâmi şahsiyeti oluşturmak ve insanları, hayatın işlerine
ilişkin ilimler ve bilgiler ile donatmaktır. Öğretim yöntemleri de bu gayeyi
gerçekleştirecek şekilde olur. Bu gayeye götürmeyen ve bu gayenin dışına çıkan
her yöntem yasaklanır.
Madde-178: Hayat
sahasında insana lazım olan hususları, erkek olsun kadın olsun her bir ferde,
ilk ve orta öğretim merhalelerinde yeterince öğretmek devletin üzerine farzdır.
Devlet, bu imkanları herkese ücretsiz olarak hazırlamalı, gücünün yettiği kadar
da herkese yüksek öğrenim imkânı sağlamalıdır.”
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış