Mümin/Müslim;
değerini ilahi öğretiden alır ve değer kabulünü/yüklemesini ilahi olana göre
yapar.
Muhafazakâr; atalar
dinini/yolunu, yaşanıla geleni sorgulamaksızın içselleştiren yaklaşımın
sahibidir.
“Muhafazakârlık”; vahyin
tanımladığı/onayladığı Din’e/İslâm’a ait bir kavram değildir.
Muhafazakârlık,
üretilmiş kültürün/geleneğin malıdır; Müslimlik ise değerin tanımıdır.
Muhafazakârlık; geleneksel
sosyal değerlerin/olguların muhafaza edilmesini talep eden/hedefleyen
politik-sosyal felsefe ve hayatı okuma biçimi olarak özetlenebilir. Toplumsal
değişimlere ve özellikle köklü/kritik dönüşümlere direnç gösteren “adeta” fren
fonksiyonu icra eden bir siyasi duruştur. Bu anlamda muhafazakârlık, değişime
duyulan bir tepkiyi ifade etmek için kullanılır.
Muhafazakârlık ile
ilgili en büyük yanılgı sağ kanat-milliyetçi-maneviyatçı
ideolojisine/siyasetine indirgenmesidir. Oysa her düşünce akımının içinde
bulunabilir; söz konusu düşünce akımının ya da kabullerinin değişmesini
istemeyen her kişi/grup o düşüncenin muhafazakârıdır.
Muhafazakâr bakış
ürkektir, korumacıdır, tutucudur; geleneği tortularıyla birlikte “süpürerek”
taşıyandır; tarihi ve olguları mümeyyiz akılla değil edilgen taklitçilikle okur;
toplumsal değişimi-dönüşümü riskli görür, yerleşik olanı sorgulamaz ve yaşanıla
gelene sahip çıkar.
Muhafazakâr bakışa
göre insan; geleneğin kuşatıcılığına mahkumdur. İnsana tarihten, gelenekten ve
kimliğini veren diğer kurumlardan bağımsız bir biçimde bütün bir dünyayı
anlayabilecek ve dönüştürebilecek kurucu bir özne gözüyle bakmaz; bu kurum ve
değerlerle desteklendiği zaman güçlü olabilir. Edmund Burke’ün, “birey
değil, tür bilgedir” derken kastettiği budur.
Muhafazakâr için
kurumlar önceliklidir/hayatidir; bu kurumların başında ise, “bireyin hafızası”
ve “makarrı/kalesi” olan aile gelir. Muhafazakâra göre bireyin içine sığınacağı
ve dayanak olarak gördüğü bu liman ne kadar sağlam olursa, toplum da o kadar
güven içinde olacaktır. Aynı şekilde, gelenek/kültür gibi “zamanın testinden
geçmiş ve kalımlılığını/işlevselliğini ispatlamış” olan diğer kurumlar da buna
dahildir ve bunlar sağlıklı bir toplumun yapı taşlarıdır. Başta din ve dinsel
ritüeller olmak üzere, toplumu oluşturan bireye bir aidiyet duygusu kazandıran
değer ve semboller de onun için önemlidir.
Muhafazakâr zihin;
siyasete sınırlı bir etkinlik alanı olarak bakar. Ona göre siyasetin amacı
hiçbir zaman “yeni bir toplum ve sistem inşa etmek” olamaz. Siyasetin işlevi,
toplumun ortaklaşa yaşamdan kaynaklanan sorunlarını çözmeyi mümkün kılması
bakımından faydalıdır; ama “ideolojik siyaset” olmamak kaydıyla. Bu anlamda muhafazakâr
köklü değişimi/devrimi sevmez.
Bu özellikleriyle
muhafazakârlık, günümüzde liberalizm ve sosyalizmle birlikte, özellikle Batı
dünyasına mührünü vuran üç büyük siyasi doktrinden biridir. Yukarıda anlatılmaya
çalışılan şekliyle bu fikirleri taşıyanlar, siyasi bakımdan kendilerini
genellikle “muhafazakâr” olarak adlandırırlar.
Bu temel
yaklaşımlarıyla muhafazakârlık her ülkede farklı renkler alır. Çünkü her
ülkenin/toplumun muhafazakârlarca değerli/güvenli ve korunmaya layık olan kurum
ve değerleri farklıdır. Yani bir Zerdüşt, Budist, Hıristiyan, Yahudi’nin
süregelen kabullerine yönelik muhafazakârlığı nasıl söz konusu ise bir
aşiretin/kabilenin/kavmin töresine/âdetine yönelik korumacılığı da öyledir; dahası
ideolojik yaklaşımların da muhafazakârlığı (Kemalizm-Siyonizm-Masonizm-milliyetçilik
ve icra ettikleri ritüelleri gibi) söz konusudur. Ancak insana bakışları,
değişen içerikleriyle bu ara kurumlara duydukları saygı, tedrici değişimden ve
sınırlı siyasetten yana oluşlarıyla, en azından düşünce stili ve siyasi tarz
açısından, dünyanın her yerindeki muhafazakârlar ortak bir paydada buluşurlar. Yaşanıla
gelen ve “sorgulanmaksızın” toplum tarafından kabul gören âdet/töre, ahlak
anlayışı, hayatın işleyişine yönelik kanıksanmış her ne varsa muhafaza edilme
refleksi, bütün muhafazakârların ortak paydasıdır.
Tarihçesi: “Muhafazakârlık”
kavramının kökeni İngilizcedeki “Conservatism” kelimesine dayanmaktadır.
Conservatism, Latince “conservare” kelimesinden türetilmiş ve “muhafaza etmek”
anlamına gelmektedir. Muhafazakârlık, Batı tarihinde “aydınlanmaya”, onun
düşünce sistemine/hayatı okuma biçimine ve bunun ürünü olan siyasi projelerle
toplumun köklü/kritik dönüşümüne muhalif olarak ortaya çıkmıştır.
Her bölgenin/toplumun,
geleneği taklit üzere takip ettiği ve yerleşik kabullere tahkikten yoksun
hikmetsizce tutunduğu, düşünsel bir tercihten öte duygusal-şabloncu yönelişle
sahiplendiği sosyal katmanı vardır. Bu boyutuyla muhafazakârlık, düşünsel bir
tercih değil, duygusal bir bağdır/bağlılıktır.
Toplumlara
gönderilmiş bütün nebilerin dillendirdikleri dönüştürücü/kurtarıcı mesajlarına
karşı itiraz gelmiş ve bu itirazları önce topluma vaziyet eden önde gelenler ve
onları takip eden “muhafazakâr” toplumlar sergilemişlerdir.
[وَاِذَا قٖيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ
نَـتَّبِـعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاؕ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ
لَا يَعْقِلُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ] “Onlara: ‘Allah’ın
indirdiği hükümlere uyun!’ denildiğinde onlar ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde
bulduğumuz yola uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, hakikati de
bulamamış idiyseler?”[1] Bu ayet,
özelde Mekke’nin şirk sisteminin öncüleri ve onları sürü psikolojisiyle takip
eden toplumu tasvir ederken genelde bütün şirkî sistemlerin ve onları ayakta
tutan toplumların genel karakteristiğini ifade etmektedir.
Firavun’un
toplumuna yönelik “Musa sizin dininizi değiştirmek istiyor” şeklindeki
uyarısı, yerleşik olanın korunmasına ve bunun da Firavuni düzenin devamına
sahip çıkılması kaygısından kaynaklandığı tartışmadan varestedir.
Buraya kadar
tanımlanmaya çalışılan “muhafazakârlık”; kavram olarak neyi ifade ettiğine ve
neye tekabül ettiğine yönelik genel bir bakıştır.
Türkiye’de “muhafazakârlık”
kime-neye tekabül etmektedir?
Bu topraklarda “muhafazakârlık”
salt belirli sosyal katmana indirgenemez, örneğin; askerî-yargı bürokrasisinin
egemen olduğu vesayet sisteminin geriletilmesine ve kimi özgürlüklerin
genişletilmesine yönelik devletin AK Parti eliyle renk değiştirdiği ya da
varsayıldığı son yıllardaki değişime en çok direnen ulusalcı-Kemalist-elitist-jakoben
cenahın “muhafazakâr” yaklaşımlar sergilediği ve kendi kutsallarına savaş
açıldığı vehmiyle Kemalizm “dinine/kutsalına” aidiyetle canhıraş direnç
gösterdikleri ortadadır. Tabii ki bu Kemalist güruh “muhafazakârlık”la anılmak
istemez ve onlar sürekli “devrimcidirler”!
Yanılgı da olsa bu
topraklarda muhafazakârlığın belleklerdeki karşılığı “dindar” ya da dine/geleneklere
saygılı kesimleri ifade etmektedir. Biz de konuyu belleklerdeki karşılığı
üzerine yoğunlaşarak tanımlamaya çalışacağız.
“Muhafazakârlığın”
dine/kutsala/geleneğe yönelik aidiyeti ya da atfı genelde bir olgu olarak
toplumlar tarafından kabul edilmektedir. Batı’da aidiyet olarak Hıristiyanlığa,
başka yerlerde farklı inanışlara ve yaşadığımız coğrafyada da İslâmi motiflere
gönderme yapıldığı bir gerçekliktir. Bu topraklarda muhafazakârlığın İslâmi
tonlar taşıdığı, ancak bunun Anadolu’daki sufizmle, yerleşik gelenekçi
kültürle, âdet/töre ile, Osmanlı’ya ve daha gerisine uzanan Türk milliyetçiliği
ile harmanlandığı ve de bütünüyle menkıbe-mitoloji-İsrailiyat ile hercümerc
yapıldığı gerçeği ortadadır.
Bu topraklarda
muhafazakârlığın hayatı okuma biçimine yönelik temel yaklaşımları ve
kabullerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Bilinmeyenden
korku duyarlar. Yeniliği güvenli bulmaz ve yenileceği endişesiyle
üretilmiş/keşfedilmiş/test edilmiş olana sığınırlar.
2- İçine doğdukları
yerleşik geleneği “güvenli liman” olarak görürler. Kimliklerini içlerine
doğdukları kültürle tanımlarlar; değer yüklemeleri buradan neşet eder. “Milliyetçi-maneviyatçı-muhafazakâr-gelenekçi-devletçi-dindar/dine
saygılı” vs. olarak kimliklerini tanımlarlar.
3- Var olan toplumsal
düzeni “en iyi/ahlaklı/adil/ideal” olarak görmeseler de “daha kötüsü gelir”
endişesiyle “ehven-i şer” kabulüyle düzenin devamından yana siyasi duruş
sergilerler.
4- Dine dair
yaklaşımı kitabi değil sözeldir; tahkike değil taklide dönüktür; “aklınızı
kullanın” diyen ilahi uyarıya rağmen akıllarını kiraya vermeyi tercih ederler;
sorgulamaz teslim olurlar; kıssayı değil menkıbeyi öncelerler; gerçeği
hakikatte değil çoğunluğun kabulünde ararlar. Düşünsel çabayı donuklaştırma
pahasına şahsiyeti körleştiren ve taklide endeksli bir din/yol tasavvurunu
sahiplenirler.
5- Dünya menfaatine
yönelik modern/yeni olan her ne varsa “kitaba uyma” endişesiyle değil “kitabına
uydurma” kalkış noktasından hareket ederek tevil eder ve karşılaştıkları
zorlukları “çağın gerekliliği” kılıfıyla meşrulaştırmanın yollarını arar ve
çoğu kez “kendilerince” bulurlar. Örneğin; bayram-cuma namazlarına ve “daha
koyu muhafazakârların” günlük namazların sünnetlerine/müstahaplarına
gösterdikleri “titizliği” dinin kırmızıçizgilerine yönelik göstermezler yani
faizi alıp vermenin “Allah’a ve Rasulü’ne savaş açmak” mesabesinde olduğu
gerçeğini küçücük dünya çıkarına kurban edebilirler. Rasul’ün öncelikli sünneti
olan “müşriklerle/zalimlerle mücadele sünnetini” göz ardı ederek Rasulullah’ın
iklimsel/yöresel/zamansal olarak günlük hayata dönük yapıp-ettiği ne varsa “sünnet”
yüklemesiyle “Rasulü takip ettikleri” zannıyla hareket ederler.
6- Dine dair
yaklaşımları; dinin ruhu/içeriği/temeli ve bütün rasullerin gönderiliş gayesi
olan, “La ilahe”ye tekabül eden şirk ve ondan neşet eden bütün yönelişlerden
(tağutiyet/müstekbiriyet) azadeliği öngören/emreden vasfını göz ardı ederek
tıpkı Protestan yaklaşımında olduğu gibi dini “ritüel/religion” tasavvuruna
indirgerler. “Allah” tasavvurları “adeta” şöyledir: yaratan ama hükmetmeyen, kâinata
nizam veren ama sosyal-siyasal-ekonomi alanına yönelik nizamâtı olmayan yani
gökte ilah ama yerde ilah olmayan tasavvurlardır.
7- Sekülerizmin/ladinîliğin
belirlediği ekonomik, sosyal, siyasal düzen ahlakı/değeri olmayan ve çıkara/hazza
endeksli bir yapılanmadır. Muhafazakâr bunu dönüştürmeyi değil, bilakis içine “bir
çeşni olarak” ahlakilik katmanın derdindedir. Yani yönetsel mülkü edinme değil
de o mülkte kendine yer ayrılmasını hedefler.
8- Seküler temelli
bütün izm’ler, dini ve dine ait olan bütün değerleri reddeder; buna karşın
muhafazakârlık, dini kabul eder ve/fakat değiştirir, dönüştürür ve hayatiyetini
sürdürmek için bütün izm’lerle uzlaşmanın yollarını arar.
Özetle;
muhafazakârlığın bu topraklardaki karşılığı ve din algısı; tasavvuf, türbe,
menkıbe, hurafe, İsrailiyat, mitoloji ile bezeli olduğu gerçeğidir; milliyetçi-mukaddesatçı
sağ eğilimlerle harmanlanmaktadır. Mezheplilikten çok öte mezhepçi tasavvurlar
hakimdir; ümmetçilikten çok öte millilik refleksi ön plandadır; tahkike değil
taklide dayalı dinsel aidiyet ve geleneği sorgulamaksızın
tortularıyla/bidatleriyle süpürüp alan “atalar dini” diyebileceğimiz ve
de ritüellere indirgenmiş dini tasavvurların sahibidirler.
Muhafazakârlık ve
AK Parti:
Melez bir ideoloji
ve siyasi duruş olan muhafazakârlığın AK Parti’nin politik kimliğine yansıması
ve kendilerini “muhafazakâr demokrat” olarak resmetmeleri ve de hatırı sayılır
karşılık bulmaları somut örneklik açısından önemlidir. Bu coğrafyadaki
muhafazakârların İslâm ile ilintisi dine atıf ile kimi ritüellerden ve
şekilcilikten ibarettir ve bu yönlerine dokunulmadığı müddetçe devletin/siyasal
işleyişin seküler/ladinî oluşu sorun teşkil etmez. Zira muhafazakâr zihnin din
tasavvuru, İslâm’ın iktidar/devlet olması değildir ve böylesi bir arzuları da
yoktur. Mesela; muhafazakâr zihinler için camilerin açılması, açık kalması,
ezanların susmaması önemlidir velâkin camilerin işlevini/konumunu kimlerin
belirlediği ve kim(ler)e hizmet ettiği, dinin asıllarının nasıl ketmedildiği,
ete-süte dokunmayan bir din anlatılmış olması önemli değildir. Buradan
hareketle muhafazakâr partiler üzerinden laisist/sekülerist sistemde/devlette
işleyişin İslâm’a göre olabileceğini düşünmek/beklemek akla zarar ve beyhude
bir beklentidir; hayaldir...
Bu toprakların
muhafazakârları İslâm’a karşı açık/bariz bir inkârcı tutum içinde hiç
olmamışlar ve bilakis dine aidiyetlerini fasılasız sürdürmüşlerdir. Bu
boyutuyla Bakara Suresi 170. ayetin beyanında olduğu gibi Mekke müşriklerinin “putperest
menşeli atalar dini” muhafazakârlığını ve onların Rasul’e itiraz nedenlerini
(kimi yaklaşımlarıyla örtüşse de) bir çuvala koymak yanlış olacaktır.
Bu toprakların
muhafazakârlığı farklı tonlarda olsa da en koyu tonu dahi vahyin tanımladığı
sahih din tasavvuruna hep mesafeli olmuş ve direnç göstermiştir. Bunun birçok
tarihsel nedeni vardır ve en başat nedeni ise geleneği kutsayarak tortularıyla
birlikte sorgulamaksızın süpürüp almaları, tahkike ve düşünsel efora değil,
taklide dayalı ve içeriği boşaltılmış/ritüeliteye indirgenmiş din tasavvurunu
sahiplenmeleri, kaderci/cebirci kabulleri, dünyevi olana gösterdikleri zihinsel
eforu uhrevi olana göstermeye yanaşmamalarıdır. Bu toplumun dine aidiyet
gösteren kahir ekseriyetinin durumu maalesef budur. “Ilımlı İslâm” da
denilebilecek böylesi din tasavvuruna ne küresel tağutiyet ne yerel
tağutiyetler itiraz etmeyecek ve barışık yaklaşımları/ortamları paylaşmaya
devam edeceklerdir.
Hülasa…
Vahyin
tanımladığı/onayladığı Mümin-Müslim kimliğidir:
‘Muhafazakârlık’
üretilmiş kültürün/geleneğin malıdır, Müslimlik ise değerin tanımıdır.
Değerin tanımladığı
Müslüman kimlik muhafazakâr değil, sahih dinin müntesibi,
eskimeyen/eskitilemeyecek yeninin yani tevhidin karşılığıdır.
Müslüman kimliği;
zamanlarüstü ve her zamana hükmedecek değerin, hayatın her sahasını/safhasını
düzenleyen; şahsiyetten aileye, toplumdan devlete bütün alanlara nizamât veren
dinin/yolun temsilcisi/teslimiyetçisidir.
Müslüman kimliği;
mutlak hakikati/değeri resmeden, nebileri tanımlayan ve inşa eden, hayatın
kalkış ve varış noktası olarak tevhidi vaaz eden, bütüncül bir hayat tarzının
ve hayatı okuma biçiminin yegâne kılavuzu ve biricik mihenk taşı/kıstas mercii
hususiyetini vahye tevdi eden kimliğin adıdır.
Müslüman kimliği; “usvetun
hasenetun/en güzel örneklik” olarak rasulü/rasulleri gören, bizlerden önce
yaşayan Müslümanların tecrübelerinden/birikimlerinden yararlanan, geleneğin
salih/sahih yaklaşımlarını sürdüren ve mümeyyiz akılla tortuları ayıklayabilen;
taklidi değil tahkiki önceleyen, bütün edinimleri vahye arz eden ve oradan
aldığı onayla bütün düşünsel/eylemsel yeniliklere/üretimlere açık olan,
hasımlığı zalimlere hısımlığı Müslimlere gösteren, her türlü asabiyeyi
ayaklarının altına alarak iman kardeşliğini her yakınlıktan öte/önce gören,
dünyevi değil dünyalı olan ve bunu da “ahiretin tarlası” olarak görüp salih
amel tohumlarıyla eken ve ahiretteki hasatını uman bir kimliğin adıdır.
Sözün özü;
muhafazakârlığı aşmak ve aşılmasına katkı sunmak için vahyin tanımladığı sahih
bir imanı ve salih amelleri önceleyen/örnekleyen, [وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطاً لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى
النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهٖيداًؕ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ
الَّتٖي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِـعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ
يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِؕ وَاِنْ كَانَتْ لَكَبٖيرَةً اِلَّا عَلَى الَّذٖينَ
هَدَى اللّٰهُؕ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضٖيعَ اٖيمَانَكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ
بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌ] “İşte böylece, siz insanlara şahit
olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak bir ümmet
yaptık. Biz bu yöneldiğin kıbleyi özellikle resule uyanlarla sırt çevirenleri
açıkça ayırt edelim diye belirledik. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden
başkasına elbette ağır gelecektir. Allah imanınızı asla zayi edecek değildir.
Çünkü Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.”[2] ilahi
uyarısını hayatın amacı olarak gören ve yaşayan/yansıtan
öncü-vasat-dengeli-adil şahsiyetlerin, elle tutulur/gözle görülür model
cemaatin/ümmetin oluşması için cehdetmek hepimizin ibadi sorumluluğudur.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış