Hudeybiye Taviz mi, Zafer mi?

Musa Bayoğlu

İnsanlar ve cinler için yaşanmış ve yaşanacak tüm sorunlara köklü ve kapsamlı mükemmel çözümler sunan İslâm nizamı her konuda tek ölçümüz olmalı. Çünkü bütün insanlar ancak bu şekilde mutlu ve huzurlu olabilir. Aksi takdirde huzur ve mutluluk mümkün olmayacaktır. Bu yüzden Müslümanların Allah’ın indirdiği İslâm nizamını hayatın her alanında uygulamaları ve bunun çalışmaları hayati derecede önemlidir. Zira bu amaçla Müslümanlar 100 yıldır farklı isimler altında, çoğu Allah’ın rızası ve İslâm’ın hâkim olması için ciddi çalışmalar ortaya koydular. Ancak yapılan davet çalışmaları İslâmi ölçüler ile belirli bir metot dâhilinde yapılamadığı için maalesef çoğu başarısızlığa uğradı. Bu hareketlerin bazıları fikirde, bazıları metotta tavizler verdi; bazılarında liderlik, bazılarında kitleleşme sorunluydu!

Ben bu makalede; bazı İslâmi hareketlerin verdikleri tavizlere delil olarak getirdikleri “Hudeybiye Anlaşması”nı işleyeceğim. Bu anlaşma; verilen tavizlere delil olabilir mi, hakikatte nasıl anlaşılması gerekir ve sonrasında ne gibi önemli sonuçlar ortaya çıkmıştır, gibi önemli konuları izah etmeye çalışacağım.

Hudeybiye Anlaşması

Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem, bir gün rüyasında ashabıyla birlikte Mekke’ye girip, umre yaptığını görür ve bu rüyasını ashabına anlatır. Hicret’in 6. yılında haram ay olan Zilkade ayında kurbanlık develeri de alarak, hafif silahlar ile umre yapmak için Mekke’ye doğru yola çıkarlar. Mekke müşrikleri, bu durumdan endişelenirler. Osman RadiyAllahu Anh Mekke’ye elçi olarak gönderilir ancak bir süre sonra Osman RadiyAllahu Anh’ın şehit edildiği haberi Müslümanlara ulaşır. Bunun üzerine Allah Rasulü, 1400 kişilik ashabı ile bütün güçleriyle savaşacaklarına dair Semure ağacının altında biatleşir. Tarihte bu biat “Rıdvan Biatı” anılacaktır. Osman RadiyAllahu Anh’ın öldürülmediğinin anlaşılmasının ardından savaşmaktan vazgeçilir fakat Mekke’nin ileri gelenleri Müslümanların umre yapması fikrine sıcak bakmamaktadır. Bu sebeple Süheyl bin Amr’ı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile bir anlaşma yapması için gönderirler. Süheyl ile Allah Rasulü arasında “Hudeybiye” denen bir mevkide “Hudeybiye Anlaşması” olarak bilinen meşhur anlaşma yapılır. Anlaşmanın maddelerinden bazıları şöyledir:

1- Anlaşmanın süresi on yıldır.

2- Müslümanlar Kâbe’yi bu yıl ziyaret edemeyecekler, bir sonraki yıl ziyaret edebileceklerdir. Gelecek yıl Müslümanlar Mekke’de üç gün kalacak, o zaman içinde müşrikler Mekke dışına çıkacaklardır.

3- Kureyşlilerden biri Müslüman olarak da olsa, Medine’ye sığındığı takdirde iade edilecek ama Medine’den Mekke’ye sığınanlar iade edilmeyecektir.

4- Diğer Arap kabileleri dilerlerse Müslümanların tarafına, dilerlerse Kureyşlilerin safına katılabileceklerdir.

İşte bu anlaşma ve beraberinde Medine Vesikası, Yusuf Aleyhi’s Selam kıssası, Necaşi ile ilgili bazı konular aslından koparılarak, hatalı teviller ile gayri İslâmi söylem ve metotlara şer’î delil olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle kimi İslâmi hareketlerde; demokratik parlamenter sisteme girme, onun usul ve yöntemleri ile hareket etme, tağuti rejimler ile uzlaşma ve tavizler verme, iktidarda olduğu hâlde yapması gerekenleri yapmama veya yapmaması gerekenleri yapmayı zaruret ve hikmet fıkhı ile Hudeybiye Anlaşması’na dayandırma ve gayri İslâmi fikir ve metotlara meyletmeler yaşanıyor. Tabii ki bütün bunlar yapılırken Kur’an ve Sünnet’teki açık nasslar ile çelişen küfür ve günahlar görülmüyor ve tavizler maalesef meşrulaştırılıyor! Hâlbuki Hudeybiye barış anlaşması asla bir taviz anlaşması değildi ve bugünkü partilerin demokratik parlamento veya tağuti sistemler ile kurdukları gayri İslâmi ilişkilere delil getirilebilecek bir yönü de yoktu! Bu anlaşmada taviz gibi görülen birkaç küçük meselenin sürekli öne çıkarılması, anlaşmanın hikmetlerinin ve sonuçlarının görülmemesi gerçekten düşündürücü ve üzücü bir durumdur!

Hudeybiye Anlaşmasında Taviz Verilmedi

Bu anlaşmada taviz gibi görülen ve sürekli tekrarlanan birkaç konuya baktığımızda bunların taviz olmadığı açık şekilde görülecektir:

1- Anlaşma metnine Süheyl bin Amr’ın “Bismillahirrahmanirrahim” yerine “BismikeAllahumme” ve “Rasulullah” yerine “Abdullah oğlu Muhammed” kelimelerini yazdırması bir taviz değildi. Çünkü Allah, “Bismillahirrahmanirrahim” ve “Rasulullah” kelimelerinin anlaşma veya başka bir yerde yazılması; “BismikeAllahumme” ve “Abdullah oğlu Muhammed” kelimelerinin yazılmaması ile ilgili bir emir/yasaklama koymamıştı. Yani “Bismillahirrahmanirrahim” ve “Rasulullah” yazılması ilahi bir emir değildi. Şayet Rabbimiz Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e böyle bir şeyi emretmiş ve Efendimiz de Allahu Teâlâ’nın emrine muhalefet etmiş olsaydı –ki böyle bir şey Rasulullah için söz konusu değildir-, işte o zaman tavizden bahsedilebilirdi. Dolayısıyla bu konu, küfür veya haram olan söylemlere, Kur’an ve Sünnet’teki nasslara aykırı hareket etmeye delil getirilemez!

2- Allah Rasulü’nün gördüğü rüyaya binaen Kâbe’yi tavaf edememelerine başta Ömer RadiyAllahu Anh olmak üzere pek çok sahabe Rıdvanullahi Aleyhim itiraz etmiş ve anlam verememişlerdi. Hatta anlaşma sonrası kurbanlarını kesmelerini söylediği hâlde sahabeler kurbanlarını kesmemiş ancak Allah Rasulü kurbanını kestikten sonra kurbanlarını kesmişlerdi. Allah Rasulü sahabelere, rüyada görülen umrenin bu seneki umre olmadığını söyleyerek burada taviz olmadığını da bildirmiş oluyordu.

Ömer RadiyAllahu Anh “Sen bize Allah'ın nusret buyuracağını, gidip Kâbe'yi hep beraber tavaf edeceğimizi vadetmiş değil miydin?” diye sorduğunda, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Evet, vadetmiştim. Ancak, bu yıl gidip tavaf edeceğimizi söylemiş miydim?” diye sormuş, Ömer RadiyAllahu Anh da, “Hayır!” cevabını vermişti. Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “O hâlde tekrar ediyorum: Sen muhakkak Mekke'ye gidecek ve Kâbe'yi tavaf edeceksin.” buyurmuştu.

3- Taviz olarak görülen bir diğer konu da; Mekke'den Medine’ye sığınacak Müslümanların geri iade edilme şartıydı. Bu madde de maslahat gereği Müslümanlar aleyhine atılan adımlara şer’î bir delil olarak getiriliyor. Anlaşma metni imzalanmadan müşriklerden kaçarak gelen Ebu Cendel, Allah Rasulü’nün ısrarına rağmen müşriklere iade edilmişti. Hâlbuki bu konuda da bir vahiy gelmemişti ve bu madde Müslümanların aleyhine görünse de Allah Rasulü bu konuda Allah’ın bir genişlik, bir çıkar yol yaratacağını söylemişti ve böyle de oldu. Müşriklerin elinden kaçan birçok Müslüman Ebu Cendel komutasında Mekkelilerin Şam ticaretini engellediler. Sonuçta müşrikler, Medine’ye elçi göndererek kendilerinden kaçan Müslümanların artık geri Mekke’ye iade edilmelerine gerek olmadığını, bu maddeden vazgeçtiklerini söylediler. Böylece başlangıçta Müslümanların aleyhine gibi görünen bu şartın aslında müşriklerin aleyhine olduğu da anlaşılmış oldu.

Hudeybiye’nin Demokratik Seçimlerle Kıyaslanması

Hudeybiye Anlaşması ile Allah Rasulü akide, şer’î hükümler ve davetinden asla taviz vermemiş aksine İslâm davası için siyasi, stratejik bir adım atmıştı. Allah Rasulü taviz verecek olsa tebliğin ilk yıllarında, işkence, boykot ve ambargonun olduğu sayı ve güç bakımından çok güçsüz olduğu dönemlerde verirdi. Yani İslâm’ın güçlü olduğu Medine döneminde değil Mekke döneminde uzlaşmaya, gelen teklifler ile kazanımlar elde etmeye çalışırdı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, en zor zamanlarda -Mekke’de- bile kendisine yapılan teklifleri kabul etmemiş, Allah’ın hükümlerinden asla taviz vermemişti. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem davası uğrunda türlü eziyetlere maruz kaldığı hâlde, sahabeler çok sıkıntılı süreçler yaşadığı hâlde davasından vazgeçmemiştir.

Hudeybiye Anlaşması’ndan önce kâfirlerle olan ilişki ne ise sonrasında da aynı kalmıştır. Bu anlaşmadan sonra kâfirlere karşı yumuşama, ılımlılaşma olmadığı gibi kâfirlere karşı yağcılık yapılmamış, onların küfrüne rıza gösterilmemiş, “kavgayı bırakalım kardeşçe yaşayalım” denilmemiş, onların ve diğer kâfirlerin hidayeti ve İslâm’ın hâkimiyeti için mücadele edilmiştir. İşte bu nedenlerden dolayı Mekke müşrikleri ile stratejik bir hamle olarak sulh anlaşması yapılıyor ve İslâm’ın hâkimiyeti için alanlar oluşturuluyordu. Anlaşma sonrasına baktığımızda anlaşmanın Müslümanlara geniş imkânlar hazırladığı, İslâm’ın yayılmasına ve İslâm Devleti’nin güçlenmesine vesile olduğu görülecektir.

Başından sonuna kadar vahyin kontrolünde gerçekleşmiş olan Hudeybiye Anlaşması’nı, İslâm’dan taviz olarak görmek ve demokratik siyasete delil göstermek hayatı boyunca azameti tercih eden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ashabına en büyük iftiradır. Çünkü Hudeybiye Anlaşması ile bugünkü demokratik siyaset arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. Hudeybiye Anlaşması’nda Allah Rasulü Medine’de kurulan İslâm Devleti’nin başkanı olarak, akide ve şer’î hükümlerden taviz vermeden müşriklerin devleti ile anlaşma imzalamıştı. Bugün ise güçlü olan iki taraf bulunmamakta, Müslümanlar gayri İslâmi olan rejimlerin isteği ve kuralları çerçevesinde, kendi akide ve nizamlarından açık tavizler vererek bir yol takip etmektedirler. Müslümanların mevcut düzenin belirlemiş olduğu meşruiyet çerçevesinin dışına çıkmalarına asla müsaade edilmediği gibi bunu yaparken de Müslümanlar şer’î hükümlere aykırı hareket ederek İslâmi fikir ve metottan sürekli tavizler vermek durumunda kalıyorlar.

Hudeybiye Anlaşması, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından imzalanmış ve zerre miktarı taviz olmayan, ilahi emir ile imzalanan ve maddeleri Allah Rasulü’nün onayından geçen İslâm Devleti’nin siyasi bir adımıydı. Hâlâ bu anlaşmayı taviz olarak görenlere Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, Ömer RadiyAllahu Anh’a verdiği şu cevabı hatırlatmanın yeterli olacağını düşünüyorum:

Ömer RadiyAllahu Anh Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e; “Sen Allah’ın hak ile gönderdiği Rasulü değil misin?” diye sordu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Elbetteki ben Allah’ın Rasulü’yüm.” dedi. … Ömer RadiyAllahu Anh, “Bu hâlde dinimizi küçük düşürmeye neden meydan veriyoruz?” diye sorunca da Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, [أَنَا عَبْدُ اللَّهِ وَرَسُولُهُ لَنْ أُخَالِفَ أَمْرَهُ“Ben Allah’ın kulu ve Rasulü’yüm; asla O’na asi gelmem!”[1] şeklinde cevap verdi.

Hudeybiye Anlaşmasının Kazandırdıkları

Hudeybiye Anlaşmasının, İslâm Devleti’nin güçlenmesi, davetin yayılması, kâfirlere karşı birçok kazanımların sağlanması gibi sayılamayacak pek çok hikmeti, siyasi, askerî, stratejik birçok kazanımları oldu. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- İslâm düşmanı Kureyş müşrikleri bu sulh ile İslâm Devleti’ni resmen tanımış oluyorlardı. Böylelikle Medine’de kurulan İslâm Devleti tüm dünya tarafından düşmanları ile anlaşma yapabilen bir devlet olarak tanınmış oldu.

2- Bu anlaşma, İslâm Devleti’nin siyasi, askerî, sosyal ve diplomatik bir hamlesiydi. Anlaşma sonrası İslâm, güven ve emniyet içinde Arap Yarımadasında yayılma imkânı buldu. Müslümanlar, terk etmek zorunda kaldıkları Mekke’ye, umre için girme imkânı elde etti. Diğer kabileler ile ilişki kurma imkânı oluştu ve ilişkiler güçlendi. 

3- Hudeybiye Anlaşması büyük bir fetihti. Anlaşma imzalandıktan sonra, Medine’ye dönüş esnasında Allah, Fetih Suresi’ni indirerek Hudeybiye Anlaşması’nın “büyük bir fetih” olduğu bildiriyor ve bu surenin son ayetinde yer alan “Muhammedun Rasulullah” ifadesi ile de anlaşmaya bu ifadeyi yazdırmayan müşriklere adeta cevap veriyordu. Yine aynı surede, Allah Rasulü ve Müslümanların kısa zaman sonra Kâbe'yi tavaf edecekleri müjdesi de veriliyordu. Allahu Teâlâ bu anlaşmadan önce kazanılan Bedir gibi bir zaferi değil de Hudeybiye Anlaşması’nı “Feth-i Mübîn” olarak isimlendiriyordu.

İmamı Zührî, “İslâm’da Hudeybiye Musalahasından önce, ondan daha büyük bir fetih olmamıştır.” demiştir. İbn-i Kesîr Rahimehullah şöyle demektedir: “Allah Teâlâ bu barışı, ihtiva ettiği maslahat ve vardığı netice itibariyle bir fetih olarak değerlendirdi.” Nitekim Abdullah bin Mesud RadiyAllahu Anh ve başkasından şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Siz, fetih olarak Mekke’nin fethini kabul ediyorsunuz; ama biz fethi Hudeybiye barışı olarak kabul ediyoruz.”[2]

4- Hudeybiye Anlaşması, İslâm davetinin hızla yayılmasına vesile oldu. Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra geçen iki yıllık sürede Müslüman olanların sayısı, Allah Rasulü’nün peygamber olarak gönderilmesinden Hudeybiye anlaşması gününe kadar geçen on dokuz yıllık sürede iman edenlerin sayısından çok daha fazla olmuştu. Yani Hudeybiye anlaşmasından önceki on dokuz yıllık süre içerisinde Müslüman olanların sayısından fazla kişi, iki senelik bu döneminde iman etmiş oldu.

5- Mekke müşrikleri ile anlaşma yapılması Hayber Yahudilerini yalnızlaştırdı. Böylelikle İslâm Devleti için tehdit olan Hayber kolay bir şekilde fethedildi.

6- Hudeybiye Anlaşmasını müşriklerin bozması ile 2 yıllık sürede güçlenen İslâm Devleti, ciddi bir direnişle karşılaşmadan on bin kişilik bir ordu ile 630 yılında Mekke’yi fethetme gücüne ulaştı. Mekke halkı kısa sürede iman etti ve davet ve cihad yoluyla insanlar fevc fevc İslâm’a girdi.



[1] İbn Hişam

[2] Tefsîru'l Kur'âni'l Azîm, İbn-i Kesîr


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz