CHP’NİN ESKİSİ YENİSİ OLMAZ

Murat Albasan

Uzun zamandır CHP’ye bir “Yeni” takısı addedilmektedir. Yani “Yeni CHP”. Bu takının mahiyetini bilmek ve ne anlama geldiğini ortaya koymak gerekir.

CHP'nin yenilenme ihtiyacı aslında çok da yeni sayılmaz. Yenilenme çabası olarak görebileceğimiz ve CHP temayüllerine ters olan değişiklikler aslında eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a aittir.  Hatırlayacak olursak çarşaf açılımı, Kutlu Doğum’a katılımlar vs. Baykal dönemine aittir ve yapıldığı zamanlarda ne CHP kendisine yeni demişti ne de birileri ona bu ismi uygun görmüştü. Ancak CHP kültürüyle taban tabana zıt olan bazı eylemler “açılım” olarak isimlendirilip sadece seçim propagandası olarak algılanıyordu. Hâlbuki bu yenilikler sadece seçim propagandası değil adeta bir var olma savaşının yeni taktikleri ve stratejisiydi.

Deniz Baykal'ın bir kaset operasyonuyla partiden ayrılması ve yerini Kılıçdaroğlu'na bırakmasıyla CHP'de alttan alttan esen yenilikler partiye yeni takısını vermişti. CHP'deki bu değişiklikler ister istemez birileri tarafından sıkıca takip ediliyordu. Bu gidişatı takip edenler rahatsızlıklarını saklamıyorlardı ve her buldukları fırsatta kendi parti yönetimlerine karşı geliyorlardı. Bunları CHP'nin şahin kanadı olarak isimlendirebiliriz. Bu ekip özellikle Kuvayı Milliyeciler’dir ve hem katı Laik Kemalistlerdir ve aynı zamanda çizgilerinden neredeyse menfaat karşılığında olsa bile şaşmayanlardır. Yani her türlü yeniliği şirk olarak görüp partiye ihanet kabul edenler. Bu ekip Baykal döneminde olduğu gibi Kılıçdaroğlu döneminde de adeta tırpanlanıyordu. Şu an neredeyse esameleri okunmuyor.

Kemal Kılıçdaroğlu 12 Eylül referandumu öncesi "Yeni CHP" sloganını tedavüle koymuştu. Artık herkesin gözü CHP'nin üstündeydi. Ancak CHP’deki yeni takısı ne referandumda ne de kısa süre sonra yapılan 2011 seçimlerinde CHP'ye bir şey kazandırmamıştı. Kılıçdaroğlu'nun ilk bir-iki yılını hatırlayacak olursak neredeyse altı ayda bir yaptığı parti kongrelerinden başka bir şey yok. Ne CHP ne de başka bir parti o kadar kısa sürede bu kadar çok kongre görmemiştir. İşte bu parti kongreleri Kılıçdaroğlu'nun ilk adımlarıydı. Kendisi son kongrelerde özellikle zamanın ruhuna uymaktan bahsediyor ve yeni olmanın sırlarını açıklamaya çalışıyordu ama parti meclis üyeleri ve delege heyetlerini çok da cezbedemiyordu. Çarşaf liste ve parti içerisindeki değişikliklerle nihayet kendisine yeni ekibini kurmuştu Kılıçdaroğlu ve artık yeni hedeflerine koşmaya hazırdı.

Yeni hedef olarak aslında şu diye tanımlayabileceğimiz bir şey yok CHP'de, işin ilginç tarafı hiç bir zaman da olmamıştır. Ama stratejide önemli bir değişiklik vardı ki o değişiklik bırakın CHP’deki dinozorları bazı usta siyasetçilerin bile kafasını karıştırabilmekteydi. Sırf bu yüzden Kemal Kılıçdaroğlu ve kurmayları Amerikancı olarak yaftalandı ve katışıksız İngiliz kimlikleri zeval gördü. Bu yeni gidişatı anlayamayanların en başında Kuvayı Milliyeciler gelir. İşte onlar Baykal'ın kısmen anlayıp hayata geçirmeye çalıştığını ve Kılıçdaroğlu'nun tam anlamıyla hayata geçirdiği yeni stratejinin ne olduğunu ve ne anlama geldiğini anlayamadılar. Sırf bu yüzden Kılıçdaroğlu Sorosçulukla suçlanıyor ve BOP'un eşbaşkanı ilan ediliyordu. Bunu yapanlar ise kendilerini hâlâ bir kale içerisinde sanıp savaşmaya devam edip kalelerini korumaya çalışanlardı. Hâlbuki korunacak ne bir kale ne de bir cephe kalmıştı. Zaten CHP’deki yenilik havası da işte tam bu yüzden esmeye başlamıştı.

Ergenekon davaları ve özellikle Balyoz davası sonrası Türkiye’deki İngiliz hâkimiyetinin kırıldığının göstergesiydi. En önemli kurum olarak TSK adeta dize getirilmişti. Bunu anlayamayanlar en geç Roboski olaylarında savaşan taraflarının kim olduğu noktasında şaşkınlıklarını köşelerinde dile getiriyorlardı. Ve taraflardan biri biz değilsek kim o zaman diyorlardı. Türkiye de artık durum öyle bir hal almıştı ki, dün el ele birlik olup varını yoğunu ülkedeki İngiliz hâkimiyetini yıkmak için ortaya koyanlar, aralarındaki menfaat ilişkisi halel gördükten sonra kendi aralarında çekişir olmuşlardı. Yani eskide olduğu gibi muhataplardan biri olan CHP adeta muhataplıktan çıkarılmış ve ona karşı birlik olanların birliği bozulmuş ve kendi kendilerini muhatap alır olmuşlardı.

Kılıçdaroğlu'nu ve ekibinin büyük bir kısmını itham edenler bugün neredeyse tamamıyla partiden tasfiye edilmiştir. Kılıçdaroğlu "Yeni CHP" algısını zedelememek için bu tasfiye edilen ekip ve o ekibin silahşorlarıyla bir araya gelmekten hatta bir arada anılmaktan imtina ediyor. Onlarla bir arada anılıp bulunmaktansa milliyetçilerden Mansur Yavaş ve hatta Erbakanlarla bir arada bulunmayı tercih edebiliyor.

CHP'deki yeni strateji aslında bir üslup değişikliğinden başka bir şey değildi.

CHP’deki bu değişim ve başkalaşım İngiltere'ye rağmen yapılmış bir hamle değildi. Hatta tam tersi İngiltere Kraliçesi’nin Türkiye'ye gelişinde tutum ve davranışıyla telkin ettiği bir durumdu belki de. Lakin İngiliz siyasetini anlayıp bunun için uygun zemini hazırlamak ve en iyi şekilde uygulamak ancak Kılıçdaroğlu'na nasip oldu.

Türkiye'de AKP (ABD) sayesinde siyasette nasıl bir güzergâh çizildiğinin artık herkes farkında. Yani kaleler neredeyse tümüyle ABD'nin eline geçmiş ve Türkiye'nin siyaseti ki özellikle dış siyaseti ABD siyasetine paralel bir şekilde yol almaktadır. İşte CHP için hazin bir son anlamına gelen bu gidişat CHP'yi harekete geçirdi ve dışardan bakıldığında adeta bir eksen kayması geçirdiğini söyleyebiliriz. Kılıçdaroğlu ve ekibinin ABD ziyaretlerini de böyle okuyanlar olmuştur. Hâlbuki burada CHP'nin yapmaya çalıştığı tek şey kendince satır aralarını okumak ve kendine yeni gelişmekte olan siyasi atmosferden pay çıkarmak, bir nevî kendi kendine gelin güvey olmak aslında.

Yeni atmosferden kasıt ne? Malumumuz AKP-Cemaat çatışması. AKP ve Cemaat arasında soğuk havaların esmeye başladığı hatta artık sert rüzgârların bile kendisini gösterdiği bir zamanda CHP de buradan nasiplenmeye çalıştı diyebiliriz. Burada CHP'nin aklına ilk gelen Graham Fuller'in  “Türkiye'ye daha çok sol lazım” sözü olmuştur büyük bir ihtimal. İşte bu anlamda CHP'nin ABD ziyareti ve bu ziyaret esnasında ABD ve NATO'ya yapılan müspet çağrılar ve kendilerinin Batı ittifakının bir parçası olduklarını dile getirerek AB yolunda ilerlemeye hazır olduklarını da dile getirmiş oldular. Yani seçim öncesi son kez “Yeni bir CHP” tanıtımı aksiyonu. Hele bir de son zamanlarda Cemaat ile AKP arasında çıkan anlaşmazlıklar sonucu Cemaat'in de bayağı bir yardımları oldu CHP'ye. Ancak burada akla gelmesi gereken şey CHP'nin Cemaat'in gazına geldiği değildir kesinlikle. Neticede genel seçimler atmosferinde ilerleyen yerel seçimler esnasında CHP de canla başla "bir oy, bir oydur" mantığıyla hareket etti ve bu anlamda hem Milliyetçi, hem Erbakancı ve hem de Cemaatçi yani tam bir bukalemun gibi hareket etti ve bu gelişen durumları en güzel şekilde kullanmaya çalıştı. Nispeten yok denecek kadar az da olsa bir kaç puanlık artış elde edebildi ama istediğine ulaşamadı. Burada CHP Cemaati kullanmaya çalışmıştır. Ve bunu belli bir oranda da başarmıştır. Ancak Cemaat’in de CHP'ye bir şey veremeyeceğini biliyordu ve Cemaat'in ne yapmak istediğini de. Yani bir anlamda düşmanımın düşmanı dostumdur felsefesine binaen böyle kısa vadeli bir ittifak kurulmuş oldu.

Bu anlamda CHP'nin değişmediğini ve hiç bir zaman da değişmeyeceğini son yaptığı fırsatçılıktan da anlaya biliriz. 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra sürekli tapelere ve yolsuzluklara değinen CHP bir daha başka bir şey demedi ve sürekli AKP'ye karşı çıkmaktan ziyade onu alt edebilirim hayaliyle hareket etti. 17 Aralık operasyonundan önce de ABD'ye adeta biz AKP'nin alternatifiyiz sinyallerini veriyordu ama bu da olmayacak duaya amin demek gibi bir şeydi. Lakin CHP'yi hafife almamak lazım. Özellikle seçimlerle hezimete uğrayan CHP uzun vadeli olarak düşünüyor ve artık daha da sinsi ve derin düşünecektir. Kılıçdaroğlu'nun önümüzdeki zamanlarda daha dikkatli olması ve partide kalmasının yollarını araması lazım. Yok değilse mesele Baykal-Kılıçdaroğlu işine döner ve CHP yoluna belki de Sarıgül ile devam eder. Bunu zaman gösterecek.

Her ne kadar CHP'de bir eksen kayması görünüyor olsa da bunu söylerken çok temkinli davranmak gerekir. Zira CHP'nin ekseninin kayıp kaymadığını anlayabilmek için somut deliller olması lazım.  Son yıllarda takınmış olduğu tavır ve edinmiş olduğu üsluplar gözlemlendiğinde laftan öteye geçmeyen ve icraat bakımından da bunu teyit edecek ciddî bir olgunun olmadığı görülür. Böyle bir şey hakkında sağlıklı bir şey söyleyebilmek için CHP'yi iktidarda veyahut koalisyonda görmek lazım. Yani onun icraat makamında olması gerekir. Yaptığı icraatlardan da nereye kayıp kaymadığı anlaşılır ve hakkında daha net bir şey söylenebilir.

Ancak CHP'nin icraat makamına gelmesi de pek kolay görünmüyor şimdilik. Hâlihazırdaki siyasete bakılırsa CHP'den pek söz edilmiyor ve bu yüzden CHP öncelikle topluma ulaşmanın yollarını arayıp son yıllarda adeta marjinal bir yapıya dönen halinden kurtulup ciddî manada bir imaj değişikliğine gitmesi lazım. Fakat CHP için bir imaj değişikliği yapmak bu kadar kolay olmasa gerek. En nihayetinde 90 yıllık, karanlık ve zorba bir geçmişi bir anda yokmuş gibi göstermek veyahut onu unutturmak takdir edersiniz ki hiç de kolay bir şey değil. Doğal olarak halkta bu oyuna kolay kolay gelmez ve son seçimlerde her şeye rağmen gelmeyeceğini de gösterdi. Bir kere halk CHP'nin değişmediğine ve ne Müslümanlara ne de İslâm’a hiç bir şekilde -velev ki ayet hadis okusalar bile-  yakınlık göstermeyeceklerini biliyor.

CHP'nin yeni anayasa sürecine dâhil olması, hiç bir surette masadan kalkmayacağını ifade etmesi, Riccardione ile manidar bir zamanda görüşmesi ve akabinde ABD ziyaretleri ve birçok benzeri eylem aslında sadece siyasi sahneden silinmemek adına ve “mademki engelleyemiyoruz o zaman müdahil olalım ve arıza çıkarmaya çalışıp erteleyelim” mantığıyla hareket etmelerindendir. Bugün CHP başa gelse bile artık ister istemez yeni çizilen güzergâhta ciddî bir oranda hareket etmek zorunda kalacaktır. Zira İngilizlerin ülkemizde döşedikleri rayların büyük bir çoğunluğu yerinden söküldü ve yerine yenileri döşendi. Ve şu da bir gerçek ki artık dünya konjonktürü değişti. Yani ABD artık neredeyse tamamıyla hâkimiyetini ilan etmiş ve birçok imparatorluk toprağını ele geçirmiş durumda. Ele geçiremediği yerler olsa da bu ABD için çok da önemli bir şey değil zira artık dünyada onun istediği oluyor. Herkes öyle veya böyle buna uymak zorunda. Uymayanlar ise sadece bir şeyleri ertelemeye çalışıyor. Tıpkı son 10 senedir CHP'nin bir şeyleri ertelemeye çalıştığı gibi ama nafile. 

Sonuç itibariyle 30 Mart yerel seçimleri CHP'ye bir kez daha sınıfta kaldığını gösterdi. CHP önümüzdeki zamanda Cumhurbaşkanlığı seçimleri için elinden geldiği kadar arıza çıkarmaya çalışacak ama başarılı olur mu bunu zaman gösterecek. Eğer ABD'nin Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimi için bir talebi var da bu talepler harfiyen uygulanırsa sorun yok. Yani Erdoğan-Gül yarışması.  Ama yok sıkıntı çıkarsa CHP AYM yoluyla bir şeyler yapabilir gibi...

Her hâlükârda CHP uzun vadeli bir yerlere gelmek istiyorsa bünyesinde barındırdığı dinozorlardan bütünüyle arınması ve artık İngiliz siyasi kültürünü terk etmesi gerek, eğer takiyye yapabilirse...

 

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz