Uzun zamandır CHP’ye bir
“Yeni” takısı addedilmektedir. Yani “Yeni CHP”. Bu takının mahiyetini bilmek ve
ne anlama geldiğini ortaya koymak gerekir.
CHP'nin yenilenme
ihtiyacı aslında çok da yeni sayılmaz. Yenilenme çabası olarak görebileceğimiz
ve CHP temayüllerine ters olan değişiklikler aslında eski CHP Genel Başkanı
Deniz Baykal'a aittir. Hatırlayacak
olursak çarşaf açılımı, Kutlu Doğum’a katılımlar vs. Baykal dönemine aittir ve
yapıldığı zamanlarda ne CHP kendisine yeni demişti ne de birileri ona bu ismi
uygun görmüştü. Ancak CHP kültürüyle taban tabana zıt olan bazı eylemler
“açılım” olarak isimlendirilip sadece seçim propagandası olarak algılanıyordu.
Hâlbuki bu yenilikler sadece seçim propagandası değil adeta bir var olma
savaşının yeni taktikleri ve stratejisiydi.
Deniz Baykal'ın bir
kaset operasyonuyla partiden ayrılması ve yerini Kılıçdaroğlu'na bırakmasıyla
CHP'de alttan alttan esen yenilikler partiye yeni takısını vermişti. CHP'deki
bu değişiklikler ister istemez birileri tarafından sıkıca takip ediliyordu. Bu
gidişatı takip edenler rahatsızlıklarını saklamıyorlardı ve her buldukları
fırsatta kendi parti yönetimlerine karşı geliyorlardı. Bunları CHP'nin şahin
kanadı olarak isimlendirebiliriz. Bu ekip özellikle Kuvayı Milliyeciler’dir ve
hem katı Laik Kemalistlerdir ve aynı zamanda çizgilerinden neredeyse menfaat
karşılığında olsa bile şaşmayanlardır. Yani her türlü yeniliği şirk olarak
görüp partiye ihanet kabul edenler. Bu ekip Baykal döneminde olduğu gibi
Kılıçdaroğlu döneminde de adeta tırpanlanıyordu. Şu an neredeyse esameleri
okunmuyor.
Kemal Kılıçdaroğlu 12
Eylül referandumu öncesi "Yeni CHP" sloganını tedavüle koymuştu.
Artık herkesin gözü CHP'nin üstündeydi. Ancak CHP’deki yeni takısı ne
referandumda ne de kısa süre sonra yapılan 2011 seçimlerinde CHP'ye bir şey
kazandırmamıştı. Kılıçdaroğlu'nun ilk bir-iki yılını hatırlayacak olursak
neredeyse altı ayda bir yaptığı parti kongrelerinden başka bir şey yok. Ne CHP
ne de başka bir parti o kadar kısa sürede bu kadar çok kongre görmemiştir. İşte
bu parti kongreleri Kılıçdaroğlu'nun ilk adımlarıydı. Kendisi son kongrelerde
özellikle zamanın ruhuna uymaktan bahsediyor ve yeni olmanın sırlarını
açıklamaya çalışıyordu ama parti meclis üyeleri ve delege heyetlerini çok da
cezbedemiyordu. Çarşaf liste ve parti içerisindeki değişikliklerle nihayet
kendisine yeni ekibini kurmuştu Kılıçdaroğlu ve artık yeni hedeflerine koşmaya
hazırdı.
Yeni hedef olarak
aslında şu diye tanımlayabileceğimiz bir şey yok CHP'de, işin ilginç tarafı hiç
bir zaman da olmamıştır. Ama stratejide önemli bir değişiklik vardı ki o
değişiklik bırakın CHP’deki dinozorları bazı usta siyasetçilerin bile kafasını
karıştırabilmekteydi. Sırf bu yüzden Kemal Kılıçdaroğlu ve kurmayları
Amerikancı olarak yaftalandı ve katışıksız İngiliz kimlikleri zeval gördü. Bu
yeni gidişatı anlayamayanların en başında Kuvayı Milliyeciler gelir. İşte onlar
Baykal'ın kısmen anlayıp hayata geçirmeye çalıştığını ve Kılıçdaroğlu'nun tam
anlamıyla hayata geçirdiği yeni stratejinin ne olduğunu ve ne anlama geldiğini
anlayamadılar. Sırf bu yüzden Kılıçdaroğlu Sorosçulukla suçlanıyor ve BOP'un eşbaşkanı
ilan ediliyordu. Bunu yapanlar ise kendilerini hâlâ bir kale içerisinde sanıp
savaşmaya devam edip kalelerini korumaya çalışanlardı. Hâlbuki korunacak ne bir
kale ne de bir cephe kalmıştı. Zaten CHP’deki yenilik havası da işte tam bu
yüzden esmeye başlamıştı.
Ergenekon davaları ve
özellikle Balyoz davası sonrası Türkiye’deki İngiliz hâkimiyetinin kırıldığının
göstergesiydi. En önemli kurum olarak TSK adeta dize getirilmişti. Bunu
anlayamayanlar en geç Roboski olaylarında savaşan taraflarının kim olduğu
noktasında şaşkınlıklarını köşelerinde dile getiriyorlardı. Ve taraflardan biri
biz değilsek kim o zaman diyorlardı. Türkiye de artık durum öyle bir hal
almıştı ki, dün el ele birlik olup varını yoğunu ülkedeki İngiliz hâkimiyetini
yıkmak için ortaya koyanlar, aralarındaki menfaat ilişkisi halel gördükten
sonra kendi aralarında çekişir olmuşlardı. Yani eskide olduğu gibi
muhataplardan biri olan CHP adeta muhataplıktan çıkarılmış ve ona karşı birlik
olanların birliği bozulmuş ve kendi kendilerini muhatap alır olmuşlardı.
Kılıçdaroğlu'nu ve
ekibinin büyük bir kısmını itham edenler bugün neredeyse tamamıyla partiden
tasfiye edilmiştir. Kılıçdaroğlu "Yeni CHP" algısını zedelememek için
bu tasfiye edilen ekip ve o ekibin silahşorlarıyla bir araya gelmekten hatta
bir arada anılmaktan imtina ediyor. Onlarla bir arada anılıp bulunmaktansa
milliyetçilerden Mansur Yavaş ve hatta Erbakanlarla bir arada bulunmayı tercih
edebiliyor.
CHP'deki yeni strateji
aslında bir üslup değişikliğinden başka bir şey değildi.
CHP’deki bu değişim ve
başkalaşım İngiltere'ye rağmen yapılmış bir hamle değildi. Hatta tam tersi İngiltere
Kraliçesi’nin Türkiye'ye gelişinde tutum ve davranışıyla telkin ettiği bir
durumdu belki de. Lakin İngiliz siyasetini anlayıp bunun için uygun zemini
hazırlamak ve en iyi şekilde uygulamak ancak Kılıçdaroğlu'na nasip oldu.
Türkiye'de AKP (ABD)
sayesinde siyasette nasıl bir güzergâh çizildiğinin artık herkes farkında. Yani
kaleler neredeyse tümüyle ABD'nin eline geçmiş ve Türkiye'nin siyaseti ki
özellikle dış siyaseti ABD siyasetine paralel bir şekilde yol almaktadır. İşte
CHP için hazin bir son anlamına gelen bu gidişat CHP'yi harekete geçirdi ve
dışardan bakıldığında adeta bir eksen kayması geçirdiğini söyleyebiliriz.
Kılıçdaroğlu ve ekibinin ABD ziyaretlerini de böyle okuyanlar olmuştur. Hâlbuki
burada CHP'nin yapmaya çalıştığı tek şey kendince satır aralarını okumak ve
kendine yeni gelişmekte olan siyasi atmosferden pay çıkarmak, bir nevî kendi
kendine gelin güvey olmak aslında.
Yeni atmosferden kasıt
ne? Malumumuz AKP-Cemaat çatışması. AKP ve Cemaat arasında soğuk havaların
esmeye başladığı hatta artık sert rüzgârların bile kendisini gösterdiği bir
zamanda CHP de buradan nasiplenmeye çalıştı diyebiliriz. Burada CHP'nin aklına
ilk gelen Graham Fuller'in “Türkiye'ye
daha çok sol lazım” sözü olmuştur büyük bir ihtimal. İşte bu anlamda CHP'nin
ABD ziyareti ve bu ziyaret esnasında ABD ve NATO'ya yapılan müspet çağrılar ve
kendilerinin Batı ittifakının bir parçası olduklarını dile getirerek AB yolunda
ilerlemeye hazır olduklarını da dile getirmiş oldular. Yani seçim öncesi son
kez “Yeni bir CHP” tanıtımı aksiyonu. Hele bir de son zamanlarda Cemaat ile AKP
arasında çıkan anlaşmazlıklar sonucu Cemaat'in de bayağı bir yardımları oldu
CHP'ye. Ancak burada akla gelmesi gereken şey CHP'nin Cemaat'in gazına geldiği
değildir kesinlikle. Neticede genel seçimler atmosferinde ilerleyen yerel
seçimler esnasında CHP de canla başla "bir oy, bir oydur" mantığıyla
hareket etti ve bu anlamda hem Milliyetçi, hem Erbakancı ve hem de Cemaatçi
yani tam bir bukalemun gibi hareket etti ve bu gelişen durumları en güzel
şekilde kullanmaya çalıştı. Nispeten yok denecek kadar az da olsa bir kaç puanlık
artış elde edebildi ama istediğine ulaşamadı. Burada CHP Cemaati kullanmaya
çalışmıştır. Ve bunu belli bir oranda da başarmıştır. Ancak Cemaat’in de CHP'ye
bir şey veremeyeceğini biliyordu ve Cemaat'in ne yapmak istediğini de. Yani bir
anlamda düşmanımın düşmanı dostumdur felsefesine binaen böyle kısa vadeli bir
ittifak kurulmuş oldu.
Bu anlamda CHP'nin
değişmediğini ve hiç bir zaman da değişmeyeceğini son yaptığı fırsatçılıktan da
anlaya biliriz. 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra sürekli
tapelere ve yolsuzluklara değinen CHP bir daha başka bir şey demedi ve sürekli
AKP'ye karşı çıkmaktan ziyade onu alt edebilirim hayaliyle hareket etti. 17
Aralık operasyonundan önce de ABD'ye adeta biz AKP'nin alternatifiyiz
sinyallerini veriyordu ama bu da olmayacak duaya amin demek gibi bir şeydi.
Lakin CHP'yi hafife almamak lazım. Özellikle seçimlerle hezimete uğrayan CHP
uzun vadeli olarak düşünüyor ve artık daha da sinsi ve derin düşünecektir.
Kılıçdaroğlu'nun önümüzdeki zamanlarda daha dikkatli olması ve partide
kalmasının yollarını araması lazım. Yok değilse mesele Baykal-Kılıçdaroğlu
işine döner ve CHP yoluna belki de Sarıgül ile devam eder. Bunu zaman
gösterecek.
Her ne kadar CHP'de bir
eksen kayması görünüyor olsa da bunu söylerken çok temkinli davranmak gerekir.
Zira CHP'nin ekseninin kayıp kaymadığını anlayabilmek için somut deliller
olması lazım. Son yıllarda takınmış
olduğu tavır ve edinmiş olduğu üsluplar gözlemlendiğinde laftan öteye geçmeyen
ve icraat bakımından da bunu teyit edecek ciddî bir olgunun olmadığı görülür.
Böyle bir şey hakkında sağlıklı bir şey söyleyebilmek için CHP'yi iktidarda
veyahut koalisyonda görmek lazım. Yani onun icraat makamında olması gerekir.
Yaptığı icraatlardan da nereye kayıp kaymadığı anlaşılır ve hakkında daha net
bir şey söylenebilir.
Ancak CHP'nin icraat
makamına gelmesi de pek kolay görünmüyor şimdilik. Hâlihazırdaki siyasete
bakılırsa CHP'den pek söz edilmiyor ve bu yüzden CHP öncelikle topluma
ulaşmanın yollarını arayıp son yıllarda adeta marjinal bir yapıya dönen
halinden kurtulup ciddî manada bir imaj değişikliğine gitmesi lazım. Fakat CHP
için bir imaj değişikliği yapmak bu kadar kolay olmasa gerek. En nihayetinde 90
yıllık, karanlık ve zorba bir geçmişi bir anda yokmuş gibi göstermek veyahut
onu unutturmak takdir edersiniz ki hiç de kolay bir şey değil. Doğal olarak
halkta bu oyuna kolay kolay gelmez ve son seçimlerde her şeye rağmen
gelmeyeceğini de gösterdi. Bir kere halk CHP'nin değişmediğine ve ne
Müslümanlara ne de İslâm’a hiç bir şekilde -velev ki ayet hadis okusalar
bile- yakınlık göstermeyeceklerini
biliyor.
CHP'nin yeni anayasa
sürecine dâhil olması, hiç bir surette masadan kalkmayacağını ifade etmesi,
Riccardione ile manidar bir zamanda görüşmesi ve akabinde ABD ziyaretleri ve birçok
benzeri eylem aslında sadece siyasi sahneden silinmemek adına ve “mademki
engelleyemiyoruz o zaman müdahil olalım ve arıza çıkarmaya çalışıp erteleyelim”
mantığıyla hareket etmelerindendir. Bugün CHP başa gelse bile artık ister
istemez yeni çizilen güzergâhta ciddî bir oranda hareket etmek zorunda kalacaktır.
Zira İngilizlerin ülkemizde döşedikleri rayların büyük bir çoğunluğu yerinden
söküldü ve yerine yenileri döşendi. Ve şu da bir gerçek ki artık dünya
konjonktürü değişti. Yani ABD artık neredeyse tamamıyla hâkimiyetini ilan etmiş
ve birçok imparatorluk toprağını ele geçirmiş durumda. Ele geçiremediği yerler
olsa da bu ABD için çok da önemli bir şey değil zira artık dünyada onun
istediği oluyor. Herkes öyle veya böyle buna uymak zorunda. Uymayanlar ise
sadece bir şeyleri ertelemeye çalışıyor. Tıpkı son 10 senedir CHP'nin bir
şeyleri ertelemeye çalıştığı gibi ama nafile.
Sonuç itibariyle 30 Mart
yerel seçimleri CHP'ye bir kez daha sınıfta kaldığını gösterdi. CHP önümüzdeki
zamanda Cumhurbaşkanlığı seçimleri için elinden geldiği kadar arıza çıkarmaya
çalışacak ama başarılı olur mu bunu zaman gösterecek. Eğer ABD'nin Türkiye’deki
Cumhurbaşkanlığı seçimi için bir talebi var da bu talepler harfiyen uygulanırsa
sorun yok. Yani Erdoğan-Gül yarışması.
Ama yok sıkıntı çıkarsa CHP AYM yoluyla bir şeyler yapabilir gibi...
Her hâlükârda CHP uzun
vadeli bir yerlere gelmek istiyorsa bünyesinde barındırdığı dinozorlardan
bütünüyle arınması ve artık İngiliz siyasi kültürünü terk etmesi gerek, eğer
takiyye yapabilirse...
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış