Köklü Değişim Dergisinin
2013 Kasım sayısında "el-Kaide -Dünü Bu günü Ve Yarını-" başlıklı
uzun bir analiz yazısı yazmıştık. Bu makaleyi okuyan okuyucularımızın
bazılarından eleştiri aldım. Birçok okuyucumuz ise çok yerinde ve faydalı bir
makale olduğu konusunda olumlu eleştirilerini dile getirdiler. Umarım bu
günlerde Suriye gündemi ile alakalı hakkında en çok konuşulan IŞİD "Irak
Şam İslam Devleti"nin dünü, bu günü ve yarını başlıklı yazdığımız bu
makale de başka bir hayra vesile olacak değerde olur. Başlamasında, direnç
bulup kuvvetlenmesinde, bedel ödeye ödeye hedefine yürümesinde ve inşallah
nusret bulmasında Suriye halkının katkısı ve desteği ile mukayese edilirse
Suriye devrimine bir kul olarak bizim katkımız çok azdır. Rabbimizden niyazım, bu
cüz-i katkımızı Suriye içlerine ulaşma imkânı bulmasa da Türkiye'de Müslümanlar
için hayra vesile kılmasıdır.
Suriye Devriminin Bu
Günü Ve İslami Yönetim Projesinin Önemi?
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)'in
dününü değerlendirmeden önce sizlerle Suriye devriminin bugününü değerlendirelim
istiyorum. Devrimin bu gününü değerlendirdikten sonra IŞİD'in bugünü ve
yarınına yönelik daha yerinde değerlendirmeler yapabiliriz kanaatindeyim.
Müslümanlar son üç yıl
içerisinde Suriye Devriminde o kadar çok şeye şahit oldular, o kadar büyük
siyasi oyunların içinden temizlenerek ve pislikleri öğüterek çıktılar ve bu yolda
karşılarına çıkan kavşaklarda o kadar dakik ve doğru kararlar vererek istikamet
buldular ki, bu durum ne Bosna, ne Çeçenistan, ne Afganistan, ne de Irak'ta yaşananlara
benzemiyordu.
Müslümanların beldeleri
uzun yıllardan beri kâfirler tarafından hep işgal edildi. Bu işgali kaldırmak
ve küfür askerlerini def etmek için dünya'nın her tarafından Müslümanlar işgal
edilen beldenin halkına yardım için koştular. Bosna'da kazanan bizdik ama BM'ye
müracaat edince kaybeden olduk. Çeçenistan'da hakeza Rusları adeta bozguna
uğratan bizdik ama yine senaryo Çeçenistan'ı da masada kaybedilenler listesine
yazdırdı. Afganistan ve Irak hakeza... Nihai anlamda kazananlar hep kâfirler oldu.
Ancak Suriye tüm bunlardan çok çok farklılık arz ediyor. Çünkü bu sefer küfür
güçleri işgal için gelmemişti Şam topraklarına. Aksine bu topraklarda uzun
yıllar zalimce iktidar koltuğunda oturanları alaşağı etmek için kalkışan bir
halk vardı ve bu zalim iktidarın askerleri bu halka saldırıyor ve kendi halkını
katlediyordu.
Dikkatlerinizi çekmek
istediğim çok önemli dakik ince bir nokta var burada:
Suriye dışındaki beldelerde
bundan önce yürütülen mücadelenin hepsinde küfür işgali ve soykırımına karşı cihâdî
direnç ile işgal def edilmeye çalışılıyordu.
Suriye'de ise halkın
başlattığı bir başkaldırı ve ayaklanma söz konusu...
Yani Suriye'de zulme ve
sömürgeye karşı tepkiyi veren bizatihi halkın kendisidir. Diğerlerinde ise maalesef
işgale karşı bile o beldenin halkının ciddi bir başkaldırısı yoktu. ABD
öncülüğünde Suriye'deki bu devrim ile mücadele eden tüm küresel şer ittifakı bu
gerçeğin çok net farkındaydılar. Onun için neredeyse üçüncü yılını
tamamlayacağımız bu devrim süresince ABD ve tüm küresel güçler, bu ayaklanmayı
bir devrim olarak değil bir iç savaş olarak görmeyi ve özellikle de böyle göstermeyi
çok ama çok istediler. Çünkü gerçek devrim halk ile beraber her şeye rağmen
yapılabilen siyasi ve sosyal bir değişimdir. İç savaş ise Batılıların Müslüman
topraklar üzerinde her zaman oynadıkları kirli bir oyundan ibarettir.
Tüm bunları niçin
anlatıyor bu yazar diye kendi kendinize sorduğunuzu tahmin ediyorum. Konu IŞİD
ise, bu anlatılanların IŞİD ile ne alakası var diyenlerinizi duyuyorum.
Evet. Tüm bunları
anlatıyorum çünkü Müslümanlar olarak bizler üçüncü yılını dolduracağımız Suriye
devriminde çok keskin ve kritik bir virajdan geçmekteyiz. Bu güne kadar Suriye
halkı tarafından her şeyi ile sahiplenilen ve halk ile kaynaşarak bütünleşen
muhacirler, Suriyeli direnişçi mücahit ve gruplar bugün silahlarını
birbirlerine doğrulttular. Dikkat edin; neredeyse 2012 ortalarında ABD'nin
Ürdün ve Türkiye üzerinden görüşmeler yaptığı Suriye ordusundan ayrılmış ve
devrimci saflara katılmış demokrat, özgürlükçü hür subay ve askerler dahi ABD
ve körfez ülkelerinin "Size silah verebiliriz ama bir şatla, Esed
devrildikten sonra İslam Devleti isteyenler ile savaşacaksınız" teklifine
hayır diyebiliyorlardı. Peki, onları hayır demeye iten sebeplerin en önemlisi
neydi? Suriye halkı ordudan ayrılmış bu hür subayların arkasında değil, İslam
üzere mücadele eden direnişçi mücahit ve davetçilerin arkasında saf tutuyor ve
Cuma namazları sonrasında meydanları onların liderliğinde dolduruyordu. Suriye
halkına öncülük yapmış bu direniş gruplarına silah doğrultmanın mümkün olmayacağını
hür subaylar dâhil herkes çok iyi biliyordu. Aynen bugün aleni olarak Cenevre-2'ye
katılma kararının Suriye içinde neye mal olabileceğini bilmeleri gibi.
Evet. İşte Suriye'de son
yüzyılda eşine rastlanmayan bu İslami devrime üç yıl boyunca Suriye halkı
cansuyu oldu. Tüm küfür devletleri ve uluslararası şer kurumlar bu devrimi
akamete uğratmak için çok sinsi planlar kurdular. Ancak her bir plan o haftanın
Cuma namazı sonrasında Suriye halkı tarafından deşifre ediliyordu. Böyle bir
halkın liderliğini kazanan mücahitlerden oluşan direniş grupları ve sahih İslami
hareketler ise devrimin İslam Devleti'nin ikamesi ile zafere ulaşacağını
söylüyorlardı. Bugün Suriye'de bu devrim yürüyüşü direniş grupları arasında bir
iç hesaplaşma ve çatışmaya dönüştüyse, buradaki çatışmanın başlaması ve devam
etmesindeki en büyük sorumluluk IŞİD'e aittir. Sonra ki sorumluluk ise Batı'nın
bu çatışmadan siyasi olarak elde edeceği kazanımları ve fitneyi görebilen ama
müdahil olmayan komutanlar ve gruplarındır.
Yukarıda direniş
grupları arasında Suriye'de şu an devam eden çatışmanın asıl sorumlusunun IŞİD
olduğunu söylerken dikkatleri bir noktaya çekmek istiyorum. Bakınız; Suriye'de
devrimin başladığı günden bu güne BM, ABD, Rusya, İran, Körfez ülkeleri ve
hatta Türkiye ortak bir mesaj üzerinde birleşememişlerdi. Küresel güçler
açısından bu süreç Beşşar Esed'e zaman kazandırmak için kutuplaşmayı gerektiren
bir süreçti ve Türkiye dâhil birçok Arap ülkesi buna hizmet etti. Ta ki,
Suriye'de siyasi süreç, zalim bir rejime karşı başlatılan bir ayaklanma
olmaktan çıkartılıp, iç savaş ve karışıklık olarak anlatılmaya başlayıncaya
kadar.
Tabii ki ABD ve diğer
devletlerin Suriye devrimine karşı başlattıkları şer ittifakının asıl sebebi Suriye'de
Ortadoğu'daki dengeleri değiştirebilecek bir Hilafet Devleti'nin kurulmasından
duydukları endişedir. Ancak onlar bunu aleni bir şekilde dillendirmiyorlar. Ama
"Suriye'de iç savaş ve yabancılar" argümanı üzerinden uluslararası
toplumda ve Suriye içerisinde kamuoyu oluşturuyorlar. İşte bu durum Cenevre-2
görüşmeleri çerçevesinde bu ülkelerin yetkililerinin mesajlarına yansıdı. Bu
ortak mesaj neydi peki? "Suriye'deki yabancı tüm güçler ve aşırıcılar
Suriye'den çıkmalı" Dikkat ediyor musunuz? Sanki Suriye'de neredeyse yarım
milyona yaklaşan şehidin, yüz binlerce tutuklu ve kaybın sorumlusu Esed değil
de bu gruplarmış gibi bir hava estiriliyor. Yani Suriye'de öncelikli sorunun
bir terör sorunu olduğu konusu ana gündem maddesi olarak hep masaya
getiriliyor. Böyle olunca ne olacak biliyor musunuz? Küresel ittifak hemen
terörle mücadele kararı alacak ve İslami gruplara top yekûn bir savaş başlatılacak.
Burası çok önemli: Ben Baas
ve Batılıların radikal dedikleri IŞİD gibi grupların Suriye'den fiili anlamda
çıkarılmasının ABD ve diğer ülkeler için olmazsa olmazlardan olduğunu
düşünmüyorum. Çünkü mesele bir kaç bin mücahidi olan bir veya bir kaç grubun
Suriye'den çıkarılması meselesi değil. Çünkü bu, ABD ve Batı'nın devrim ile
mücadelesinin olmazsa olmazlarından değildir. Yani tek başına silahlı bir
direnişin, devrimi İslami anlamda zafere taşımayacağını onlar bizden çok daha
iyi biliyorlar. Bu geçmişte de böyleydi şimdi de böyle. Bu devrimin zafere (zalim
rejimin yıkılması ve yerine İslami devletin kurulması) ulaşması için iki şey
gerekli:
1-Suriye halkının devrime
olan desteğinin güçlenerek artması ve devrimin İslam Devleti için nusret ile
kuvvet bulması.
2-Kurulacak yeni devlet
için yönetim modelliği açısından alternatif İslami siyasi bir projenin hazır
olması.
İşte bu amaçla ABD ve
küresel ittifak, Suriye halkının devrime verdiği desteğini kırmak, kuvvetini
parçalamak ve ayrıca da Suriye için Hilafet projesinin hiç konuşulmamasını
sağlayıp demokrasiden başka alternatif bir siyasi projenin olmadığını
dillendirerek pekiştirmek istiyor.
İşte IŞİD, birinci
maddedeki devrimin başından beri oluşturulmuş olan Suriye halk desteğinin
azalmasına ve kuvvetin parçalanmasına sebep olduğunun farkında olmalı. Ayrıca eğer
varsa ikinci maddeyi kapsayıcı bir projeyi kamuoyu ile açıkça paylaşmalı. Yoksa
"Ben devlet kurdum, müminlerin emirinin Kureyş'ten olma şartı vardır,
dolayısıyla bizim komutanımız Kureyş' tendir ve Müminlerin emiridir" diyerek
halktan ve tüm hareketlerden biat beklemek, şer’î ahkâma aykırı, devlet
ciddiyetinden yoksun ve gerçeklikten uzaktır. IŞİD'in Suriye'de kurduğu İslam
devletinin yönetim modelliği, devletin dayandığı temel cihazlar, devletin diğer
devletler ile olan ilişkisi, yerel idare ve Kâda'nın (yargı) nasıl olacağı hakkında
siyasi bir açıklamasına şahit olabildik mi? Irak'ta da "Irak İslam Devleti"
kurulmuştu, bu güne kadar devlet olarak ne yapıldı diye sorulur ve ben bu
soruyu soruyorum?
Küresel Cihad Ve IŞİD'in
Irak'taki Varlığı (Dünü)
Küresel Cihad
dediğimizde aklımıza ilk gelen şey sanırım şudur: Müslümanların yaşadığı
herhangi bir beldede küfür işgali ve sömürüsü varsa orada mücahitler vardır ve
orada Küresel Cihada hizmet vardır. Şer’î ahkâm açısından bakıldığında bir
Müslüman beldede işgal varsa belde halkının bu işgali defetmek için cihada
kalkması farz olur. Eğer bu güç yeterli olmazsa destek için diğer beldelerin orduları
bu farz ile muhatap ve sorumlu olurlar. Dolayısıyla küfür işgali durumunda
Müslüman beldelere mücahitlerin akın etmesi çok önemli bir şeyi gösteriyor. Bu
yönü ile farz olan bir amale Müslümanların iştirak etmesi cihadın Müslümanlar
nazarındaki üstün değerini ortaya koyuyor.
Küresel Cihada siyasi
yön açısından baktığımızda gördüğümüz şey ise, aslında şer’î olarak baktığımızda
gördüğümüz şey ile aynı değildir. Yani durum hiç de iç açıcı değildir. Bunu şu
iki sebep ile açıklayabiliriz.
Birincisi: İşgal edilen
Müslüman beldede yürütülen cihadın amacı işgali def etme gayesinin dışına
çıkmış durumdadır. Yani asli öncelik olan küfür askerlerinin defedilmesi gayesi
üzerine askeri ve siyasi stratejiler oluşturulmamıştır. İşgalci güçler o temiz
mübarek topraklarda hep kalıvermişler, ama cihad da hiç durmamış ve hep devam
etmiştir. Bir manada cihad aslında şerrin defi için bir metod iken, sonunda ne
olacağı belli olmayan bir hedef haline gelmiş durumdadır. Bu sebeple Müslümanlar
olarak bizler, küresel cihad hareketi diye bir kavram ve olgudan bahseder hale
geldik. İslam Hilafet’i olsaydı İslam ordusu olurdu ve Küresel Cihad hareketine
gerek kalmazdı.
İkinci sebep için ise
şunu söyleyebiliriz: Hilafet'in kaldırılması sonrasındaki ikinci büyük sarsıntı
olan Yahudi varlığının kutsal toprakları işgal etmesinden günümüze kadar bu
küresel cihad hareketi hep devam etmiştir. Ancak Müslüman beldelerin kâfir
sömürgeciler tarafından işgal edilmesinin asıl sebebi unutulmuş veya bilinçli
bir şekilde unutturulmuştur. Cepheden cepheye koşan mücahitlerin ihtiyacı aslında
sadece onlara komutanlık edecek bir Cihad Emîr’inin eksikliğiydi. Sadece işgal
edilen beldeden küfür askerlerini tepelemek için değil, İlayı Kelimetullahı
yeryüzüne hâkim kılmak için mücahitlere denizleri ve dağları aşarak şehit
olmayı nasihat edecek bir Halife’nin eksikliğiydi. Yani kısaca küresel cihadın
bu yanlış algılanışı, ancak varlığı ile kuvvet bulabileceği Hilafet'in yeniden
ikamesi farziyetinin ihmal edilir olmasını getirdi.
Bugün en önemli sorun,
Küresel cihada liderlik yapan ve tüm beldelerde mücadele eden cihad hareketlerinin
tüm işlerini elinde tutan, yürüten, muhakeme eden ve karar veren bir
komutanlığın eksikliğidir. İşte öncelikle IŞİD'in ve diğer cihâdî hareketlerin
dünü ve bu günü ile ilgili ortaya kayacağımız tüm sorun ve sıkıntıların ana
müsebbibi budur.
IŞİD'in dünü yani
Irak'taki varlığı hakkındaki değerlendirmemize şu kısa bilgileri paylaşarak geçelim.
Ürdünlü Ebu Musab
Zerkavi küresel cihada hizmet eden bir mücahit ve komutandır. Zerkavi önce
Afganistan'da Abdullah Azzam ile birlikte cihada katılıyor. ABD Irak'ı işgal
hareketini başlatınca Irak'a giden bu cihat komutanı orada "Tevhid ve
Cihad grubu"nu kuruyor. Bu grup önceleri kendi ismi ile Irak'ta mücadele
ederken, sonraları el-Kaide'ye bağlılığını açıklayıp onun çatısı altında cihada
devam ediyor. ABD, Haziran 2006'da Ebu Musab Zerkavi'yi düzenlenen kahpe bir
suikast sonucu şehit etti. Zerkavi'nin şahadetinden sonra, Ekim 2006'da Tevhid
Ve Cihad grubu belirli ve sınırlı bir bölgede "Irak İslam Devleti'ni"
ilan edip faaliyetlerine devam etti. Şuan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)'nin
komutanı olan Ebu Bekir el-Bağdadi ise daha sonra yani Ebu Ömer el-Bağdadi'den
sonra Irak İslam Devleti'nin liderliğine geçiyor.
"Irak İslam
Devleti'nin" Irak'taki en büyük tecrübesi, halk desteğini arkasına almamış
bir hareketin cihad hareketi olsa dahi, herhangi bir başarı elde edemeyeceğinin
basiretli bazı komutanlar tarafından geçte olsa görülmüş olmasıdır. Suriye devrimine
çok şey kazandıran Nusret Cephesi komutanı Muhammed Fatih el-Cevlani (Allah onun
amellerini zayi etmesin) işte bu tecrübeyi kazanmış seçkin bir komutandır. Bunu
Nusret Cephesinin ikiye bölünmesi sürecinde Ebu Bekir el-Bağdadi'ye yönelik
yaptığı açıklamadaki şu sözleri ile teyit ediyor: "Biz Irak cihadının
uğradığı ağır evreleri tafsilatlarıyla bildik ve oradan kazandığımız
tecrübelerden Şam topraklarında müminlerin kalplerini ferahlatan Nusret
Cephesini kurduk" Yine aynı açıklamada söylediği şu söz çok önemlidir:
"İslam bayrağının Irak topraklarında dalgalanmasını görmeden oradan
çıkmak istemezdim." Bu son sözden anlaşılan aslında şudur: Irak'ta
kurulan bir İslam Devleti falan yok ve olmadı.
IŞİD'in dünü olarak
değerlendireceğimiz Irak cihadındaki ismi ile "Irak İslam Devleti"
gerçekten bir İslam Devleti midir?
Örneğin, yıllarca
Saddam'ın zulmü altında yaşamış Irak halkından Müslüman yerli aşiretler, küçük
bir alanda imaret şeklinde dahi olsa kendilerine adaletle muamele edecek bir
İslam emirliğine gönülden itaat etmezler miydi?
Suriye'de Muhammed Fatih
el-Cevlani liderliğindeki Nusret Cephesi, nasıl ki Suriye halkının kalbini ve
aklını kazandıysa, nasıl ki Suriye halkı ile kaynaşıp bütünleştiyse, Irak'ta da
aşiretler ile aynı kaynaşma ve bütünleşme gerçekleşemez miydi? Evet,
gerçekleşebilirdi ancak, "Irak İslam Devleti" aşiretler ile kaynaşma
ve bütünleşme yerine, aşiretler ile savaşmayı ve onların yaşadıkları yerlerde istişhad
eylemleri gerçekleştirmeyi tercih etti. Bu durum ne ile izah edilebilir? Burada
bir devletin varlığından değil, aksine Irak topraklarında cirit atan ABD, İran
ve Irak'lı istihbarat şebekelerin kışkırtmalarına olanak sunarak halkı ve özellikle
aşiretleri kendisine düşman eden bir örgütün varlığından bahsedilebilir.
"Irak İslam Devleti" bu düşmanlığın oluşmasında büyük pay sahibidir.
Dolayısıyla mücadele
stratejisinde ABD kuvvetleri ile olan mücadele yerine, bölgedeki aşiretler,
siyasi temsilciler ve diğer fraklı grupları hedef alan eylem stratejisi
kullanılmaya başlayınca ve bu eylemlerde masum sivillerin ölmesi normal
karşılanınca, "Irak İslam Devleti" grubu tüm gücünü kaybetti. Çünkü
Müslüman Irak halkı ile olan bağını kopardı ve halk desteği tamamen çekildi.
Dolayısıyla bu süreçte Irak'ta, ABD'nin işgal ve sömürü politikasına karşı,
halkı arkasına alarak bir karşı duruş ve alternatif çözüm üretilemediği için
Irak, İran'ın ellerinde bir rehin olarak kaldı. ABD Irak'ta azılı düşmanı diye
gördüğü İran ile ittifak kurarak bataklıktan kendini ancak böyle kurtarabildi.
IŞİD'in Bugünü (Irak Şam,
İslam Devleti mi?)
Devrim özelliğine sahip
olması, yönlendirilmeye müsaade etmeden öz İslami iradeye dayalı bir
başkaldırış ve yayılış göstermesi, iman ve sabır ile direnç ve kuvvet bulması
yönü ile Suriye'deki durum diğer tüm cihâdî bölgelerdeki durumdan çok
farklıdır. Aslında bu farkı oluşturan Suriye devriminin bizatihi kendisidir. Suriyeli
Müslüman halkın; can, mal, namus, şeref ve izzeti tehdit altında olduğu için
öncelikli olarak bu tehdide karşı mukabelede bulunması, üzerine farz olan
bizzat Suriye halkının kendisiydi. Ancak kardeşlerinin bu değerlerinin
korunması kendi üzerlerine farz olmasa da Müslümanlar kilometrelerce uzaklardan
yardım ve desteğe koştular. Suriye'ye hemen diğer Müslüman beldelerden akın
akın mücahit akmaya başladı. İşte aslen Suriyeli olan ve Irak'ta cihada katılan
Muhammed Fatih el Cevlani liderliğinde bir grup Suriye'ye gelerek direnişe
ortak oldu ve Nusret Cephesi olarak yardıma koştu. Öyle ki, bu mücahitler
cephede Baas rejimine karşı ciddi başarılar kazanırken sahada yani meydanda ise
halk ile çok ciddi bir uyum ve insicam oluşturmuşlardı. Aslında bu örneklik
diğer tüm direniş grupları için bir modellik olabilirdi.
2013 Mart ayında Irak
İslam Devleti lideri Ebu Bekir el-Bağdadi'nin, Nusret Cephesi ile Irak İslam
Devleti'nin "Irak ve Şam İslam Devleti" ismi altında birleştiğine
dair açıklaması yayınlandı.
Şer’î veya siyasi her ne
açıdan bakarsanız bakın, Ebu Bekir el-Bağdadi'nin bu açıklaması Suriye
devrimine kazandırdığından çok daha fazla şey kaybettirmiştir. Öncelikle
meseleye şer’î açıdan bakalım ve bu birleşmenin şeriatın istediği bir zaruri
birleşme olup olmadığını izah edelim. Bunu şu açıdan yapmak zorundayız: Ebu
Bekir el-Bağdadi el-Kaidenin genel emiri Eymen ez-Zevahiri'ye itaatten elini
çekerken şu gerekçeyi öne sürmüştü. "Eymen ez-Zevahiri bizim
birleşmemizi değil parçalanmamızı emrediyor. Bu ise şeriata aykırıdır.” Şimdi
şu sorunun cevabı çok önemli: Askeri anlamda operasyonel bir kuvvet olarak
direniş ortaya konulacak bir beldede böyle bir birleşmenin zaruretini ortaya
koyan şer’î bir delil var mı? Yok. Ancak burada asıl mesele iki direniş
grubunun birleşmesi meselesi değildir. Asıl mesele kendisini bir devlet olarak
gören IŞİD'in nusret cephesini kendisine itaate zorlamasıdır.
Evet, IŞİD'in bugünü ile
ilgili en temel sorun aslında budur.
"Irak Şam İslam
Devleti midir?
Eğer bu sorunun cevabını
verirsek bütün sorulara cevap vermiş olabiliriz. Dikkat ediyorsanız ben İŞİD'in
Halep ve diğer bazı şehirlerde kendince bir devlet olarak aldığı kararları, ortaya
koyduğu uygulamaları, oluşturduğu mahkemelerdeki yargılamaları yani tüm
bunların adilliği, doğruluğu veya yanlışlığı üzerinden hareketle IŞİD üzerinde
bir değerlendirme yapmıyorum. Çünkü bu konuda şeriat hadlerin uygulanması için
bir Halife'nin ve devletin varlığını şart koşuyor. Otorite olmadan hadlerin
uygulanmasını kişiler ve kitlelere bırakmıyor. Doğal olarak buradan hareketle
sorunun IŞİD'in kendini devlet olarak görmesinde olduğu da ortaya çıkmış
oluyor. Zira o kendini devlet olarak tanımladığı için hadleri uygulamada
yetkili görüyor. Hadlerin şeriata uygun olup olmadığı konusu ise büyük bir
muammadır. Çünkü tüm bu uygulamaların sağlıklı ve adilane yürütülebilmesi için
devlet denilen varlığın esasi cihazlarını oluşturması gerekmektedir. Bu esasi
cihazlardan biri de Kâda (yargı) sistemidir.
Yine iki yılı aşkın bir
zamandır Suriye'de Baas rejimine ölüm acıları çektiren direniş gruplarının,
bugün silahlarını birbirine doğrultarak büyük bir fitneye ateş ve körükle
yaklaşmaları sürecinde kavgayı kimin önce başlattığı, yani ilk taşı atanın kim
olduğu konusu üzerinden de IŞİD ile ilgili bir değerlendirme de bulunmuyorum.
Çünkü bu konuda yaşanan gelişmelere haber alma açısından daha çok vakıf olan
kişiler gerekli yazıları yazdılar ve gelişmelerden detaylı olarak bilgilendirmede
bulundular. Bu konuda İncanews Genel Yayın Yönetmeni Abdulkadir ŞEN'in kaleme
aldığı "Suriye’deki Fitne Karşısında Tutumumuz" başlıklı makalesindeki
haber-bilgi ve değerlendirmelerin doğruluğuna katılıyorum. Öyle ki, O makalede
Abdulkadir Bey'in İslam Cephesi ile ilgili ortaya koyduğu sorun ve sıkıntıların
varlığına ve bu fitnede İslam Cephesinin sorumluluğunun çok büyük olduğunu da
buradan özellikle vurguluyorum.
Mesela ben bu makaleyi
yazarken İsviçre'de Cenevre-2 çerçevesinde Suriye rejiminden temsilciler ile
Suriye Ulusal Koalisyonu temsilcileri arasında görüşmeler yapılıyor. Bu
görüşmelerden bugün (27.01.2014) için elde edilen bir haber, ajanslara şu şekilde
yansıdı: "Cenevre'de müzakerelere katılan SMDK, rejimin tuttuğu
sivillerle ellerindeki askerlerin takas edilmesine yanaşmıyor." Bu
habere düz bakıldığında aslında bu gelişmede herhangi bir sorunun görülmediği
söylenebilir. Ancak haberin arkasına ve derinine inildiğinde şu soru akla
geliyor; Suriye Ulusal Koalisyonu Suriye içinde kimi temsilen bu görüşmeleri
yapıyor? BM ve Suriye özel temsilcisi Lahdar Brahimi gözetiminde yürütülen bu
görüşmelerde kimin neyi temsil ettiği bilinmiyor mu sanıyorsunuz? BM, ABD ve
Rusya Suriye içerisinde temsiliyet açısından hiç bir varlığı olmayan Suriye
Ulusal Koalisyonunu Rejim temsilcilerinin karşısına oturtuyor. Bunun hiç mi bir
anlamı yok? Peki, temsiliyeti olmayan bir yapı ile ne adına neyi konuşabilir
dersiniz?
Özetle soru şu: Suriye
Ulusal Koalisyonu dışında, direkt ve açıktan olmayan, ama aracılar yolu ile
gizli olarak Cenevre-2 görüşmelerine katılan Suriye içerisinde herhangi bir grubun
temsilcisi var mı? Bu konuda Suriye içindeki özellikle İslam cephesi
komutanlarına, diğer grupların temsilcilerine ve Suriye devrimi için hayır bir
şey yapan herkese bir sorumluluk düşüyor. Bu sorumluluk Türkiye'de olan ve
Suriye devrimi ile ilgilenen her sorumlu Müslüman'ın da üzerinde bir yüktür.
Çünkü Cenevre-2 Suriye devriminin bu kadar ödenen bedeller sonrasında altın
tepside Baas ve İran'a iade edilmesi girişimidir. Bu konuda oluşacak bir
ihanetin faturası, susan ve bu tür gizli kirli planları duyduğu ve bildiği halde
deşifre etmeyen Müslümanların yüzlerinde büyük bir utanç olarak ölene kadar
kalacaktır.
Makalemin ana konusu
IŞİD olduğu için Suriye'deki diğer direniş gruplarının siyasi yönleri ve
amelleri konusunda detaylı bir değerlendirme yapmıyorum. Böyle bir
değerlendirmeyi yapmıyor olmam okuyucular tarafından yanlış değerlendirilmemelidir.
Yani, sanki Suriye'de tüm sorumluluk IŞİD'e aitmiş gibi bir algılamanın
olmaması gerektiğini bir daha vurgulayarak üzerinde özellikle durduğum IŞİD'in
devlet olma olgusuna tekrar geri dönüyorum.
Burada dikkatlerinize
şunu da sunmak isterim: Bizler IŞİD'in İslam Devletini ilan edip kendini devlet
diğerlerini grup olarak değerlendirmesinin hata oluşunu konjektürel bir bakışla
ortaya koymuyoruz. Yani şimdi stratejik manada İslam Devleti'nin kurulma zamanı
değil gibi bir argüman ile meseleye yaklaşmıyoruz ve yaklaşmamalıyız.
İslam'da yönetimin
esasları ve devletin cihazlarını zikrederek buradan da hareketle IŞİD'in bir İslam
Devleti mi yoksa değil mi olduğunu değerlendirelim;
İslam'da yönetim
esasları:
1-Hâkimiyet (egemenlik)
halka değil şeriata aittir
2-Sulta (otorite) ümmete
aittir
3-Tek bir Halife'nin
tayini Müslümanlara farzdır
4-Şer’î hükümleri
benimsemek (hükümleri yürürlüğe koyup kanun yapmak) yalnız Halife’nin hakkıdır.
Yani Anayasa ve kanunları belirleyen Halife'dir.
Egemenliğin halka değil
şeriata ait olduğu konusunu ele alalım. Suriye'de bir şehirde egemenliği görüşünüze
göre "şeriata mahsus" kıldığınız zaman devlet olmuş oluyor musunuz?
Veya Irak'ta biz zaten devlettik, Suriye'ye geldik bu devletimizin varlığını
devam ettiriyoruz demekle devlet mi olunuyor? Allah Rasul'ü Sallallahu
Aleyhi Ve Sellem'in ilk İslam Devleti’ni kurduğu Medine şehri o günden
sonra "Medine İslam Devleti" ismi ile bir anlam ifade ediyordu.
Medine'de bulunan tüm insanlar için de İslam Devleti bir anlam ifade ediyordu.
Şimdi Halep için IŞİD ne anlam ifade ediyor? IŞİD için Halep ne anlam ifade
ediyor? Halep'te bugün hala Baas rejiminin varlığı söz konusu? Bir devlet
olarak IŞİD Halep'ten bu rejimin tüm kalıntılarını temizlemek için neyi
bekliyor? Yine Halep'te IŞİD'in devlet olma olgusunu kabul etmeyen grup ve
halkın varlığı söz konusu. Peki, tüm bunların karşısında IŞİD'in devlet varlığı
söz konusu mu? Aleni olarak sigara içmeyi yasaklama, belli bir saatten sonra
sokağa çıkmayı yasaklama vb. kanun ve uygulamalar ancak yerel idarelerin ve
belediyelerin yaptığı uygulamalara denk düşüyor maalesef.
Evet, Irak Şam İslam
Devleti hâkim olduğu şehirlerde hırsızları, yolsuzları, ajanları ve muhbirleri
yakalayıp bir düzen getirdi. Yani hâkim bölgeler yolsuzluk ve ahlaksızlığa
sebebiyet veren tüm sorunlardan arındırıldı. Ancak tüm bunlar devletin sadece
cihazlarından bir cihaz olan İç güvenlik dairesinin yapacağı işlerdendir. Ancak
İslam devletinin sadece bu tür işleri çözüme kavuşturan İç güvenlik dairesi
yoktur. Tenfiz ve Tefviz muavinleri, Valileri, Cihad Emîrî, Hariciye, Sanayi,
Beyt-ul Mal, Ümmet Meclisi ve daha başka cihazları vardır. İslam Devleti tüm bu
cihazların üzerine kuruludur.
Sulta ve otorite'nin
ümmete ait olması demek ne anlam ifade ediyor? Tek bir halifenin tayininin
Müslümanlara farz olması ne anlam ifade ediyor? Devletin bir anayasasının
olması, sorunlara ilişkin kanunların benimsenmesinin Halife'ye ait olması ne
anlam ifade ediyor?
Evet, Suriye'de
özellikle IŞİD için bugün asıl sorun, bir devlet için altı doldurulması gerekli
olan bu esasların altının boş olmasıdır.
IŞİD'in yarına ilişkin
yapması gerekenler nelerdir sorusunun cevabını ise ben verecek değilim. Bu
sorunun cevabını Eymen ez-Zevahiri son açıklamasında şu şekilde vermişti. Bu
konuşma IŞİD için ve diğer tüm direniş grupları için aslında bir mesaj
niteliğinde konuşmaydı.
Ben makalemi Eymen
ev-Zevahiri'nin bu konuşmasından bazı alıntılar yaparak bitirmek istiyorum.
Umarım bu mesajları dikkate alan samimi muhlis komutanlar ve mücahitler
devrimin istikbaline yön verebilirler.
"Bu zamana kadar yaptığımız konuşmalarda,
ayrım yapmaksızın tüm kardeşlerimize seslendik. Sizleri cihat ve İslam kardeşi
olarak görüyoruz. Birçok kez tekrarladığımız gibi İslam kardeşliği bütün
örgütsel bağlantıların üzerindedir. Birlik olmanız bizim yanımızda bütün
cemaatsel bağlardan daha önemlidir"
"Laik rejime ve onu
destekleyen Rusya, Çin, Safaviler, Rafiziler ve çağdaş Haçlılara karşı birlik
olun. Bunları yaparken dikkat edilmelidir, hiçbir Müslüman'ın ne kanına ne de
namusuna halel gelmemelidir"
"Daha önce çağrıda
bulunmuştuk, Suriye'deki bütün gruplar İslami yönetimi hâkim kılmak için çabalarını
sürdürmelidir. Bu yolda samimi insanları seçmeye gayret etmelidir. Suriye halkı
bu çerçevede kimi seçerse biz onu kabul ederiz. Hiç kimsenin bu konuda Suriye
halkına dayatmada bulunmasını da kabul etmeyiz. Çünkü biz halifeliğin adalet,
şura, hak ve hukuk esasları üzerine geri gelmesini arzuluyoruz."
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış