Ne kadar da tuhaf değil mi,
“İran ve Hizbullah’ın Suriye’de ne işi var” başlığı? Oysa özelde Müslümanların
ve genelde tüm dünyanın alışık olduğu ya da en azından sık-sık sorduğu soru;
“ABD’nin Irak’ta… Sudan’da… Libya’da ne işi var?” şeklindeydi. Ama tuhafta olsa
haklı bir soru bu. Zira İran ve onun partisi Hizbullah zalim Esed’e karşı
Müslümanları korumak için Suriye’de bulunmamaktadır. Bilakis canı çıkmak üzere
olan Esed ve Baas rejimine suni solunum ve kalp masajı yaparak hayatta tutmaya
çalışıyor. Ve bunu yaparken de sadece müttefiki olduğu bir iktidara karşı
nezaket yardımı şeklinde yapmıyor.
Suriye konusunda hem
şahsım, hem Köklüdeğişim yazarları, hem de okuyucularımız beyinlerimizi gerek
ABD’nin sinsi tuzakları açısından, gerek Türkiye’nin izlediği değişken ve
kaypak politikalar açısından gerekse de ilgili ülkelerin tutumu açısından
düşünmeye, keşfetmeye ve ifşa etmeye zorlamıştık. Patriot füze sistemi,
NATO’nun Suriye’ye nasıl gireceği ve birçok siyasi girişimleri nasıl analiz
ettiğimizi takipçilerimiz hemen hatırlayacaktır. İşte şimdi başka bir konuda
sizleri düşünmeye, sorgulamaya ve araştırmaya davet ediyorum. Ve öncülük etmek
adına bu makalemizde isabetlilik oranının yüzde yüz olduğunu iddia etmeden İran
ve Hizbullah’ın Suriye’de bulunma sebebini keşfetmeye çalışacağız.
Üstünkörü bir şekilde
bakıldığında; “İran ve Hizbullah’ın Şia olması dolayısıyla gene Şia (tabi
galt-uş Şia) olan Esed ve rejiminin otoriteyi Sünnilere kaptırmaması için
Suriye’de bulunuyor ve Esed’e yardım ediyor” denilebilir. Bu tez doğru olsa
bile derinlikten yoksun bir şekilde ortaya konulması başlı-başına bir hatadır
ve siyasi konularda sathi ve derin düşüncelerle hareket edilmez. İnsan, hayat
ve kâinat hakkında, bunların öncesi, sonrası ve dünya hayatı ile alakası
hakkında aydın düşünemeyerek ağaca, taşa, puta, ineğe ve gök cisimlerine dahi
tapanlar siyasi konularda aydın düşünmekte ve bu düşünce sonucu varlığını
devlet olarak devam ettirebilmekteler. Öyleyse İran ve Hizbullah’ın Suriye’de
bulunma sebebini mezhepsel bir olguya bağlayanlar aydın bir şekilde bunu
açıklamak durumundalar. Yoksa görüntü ile yetindikleri anlamına gelir ki bu
basit bir düşüncedir.
Bu konuda görüşümüzü
ortaya koymadan önce konunun mezhepsel bir kavga olduğu görüşünü çürütmek
gerekmektedir. Evet, İran ve Hizbullah’ın Suriye’de bulunması bir Şia-Sünni
meselesi değildir. Fakat meselenin böyle görünmesi kâfir ABD ve onun müttefiki
olan Türkiye ve başka ülkelerin Müslümanların meseleyi mezhep kavgası olarak
algılayıp tarafsız kalmasını istemesinden ibarettir. Zira Müslümanların mezhep
kavgasına vereceği tepki ile hak ile batılın kavgasına vereceği tepki birbirinden
tamamen farklıdır ve ikisi arasında adeta bir uçurum vardır. Nitekim tarihte
mezhep kavgası olarak Müslümanlara yutturulan birçok örnek bulunmaktadır ki
kâfirler bu algı yanıltması ile esas hedeflerine ulaşmaktadırlar. Çünkü
‘İsrail’ ve Filistin kavgasında olduğu gibi Müslümanlar sözkonusu hak-batıl
meselesi olunca seslerini yükseltmekteler ve elinden geleni ardına
koymamaktalar. Buna mukabil Irak’ta olduğu gibi meseleyi mezhep kavgası olarak
algılayınca tepki vermemekteler, kardeş kavgası olarak görmekteler, dahası
kâfirlerin müdahalesini ve hakemliğini haklı görmekteler.
Bu söylediklerimi isbata
geçmeden önce meseleyi mezhep kavgası olarak okuyup Müslümanlara bunu telkin
eden yazar, aydın ve kanaat önderlerinin nasıl bir amaca hizmet ettiklerini
görmelerini isterim. Mesele sadece hatalı bir yorum yapmakla kalmıyor, bilakis
İslam Ümmeti’nin geleceğini, İslam’ın hayat sahasına inmesini ve Müslümanların
mevcut çöküntüden kurtulup kalkınmasını engelleyen yanlış bir kamuoyu
oluşturuyor. Yüzde yüz olmasa da Suriye’de Hilafet Devleti’nin kurulması ve
bekâsı Müslümanların tepki ve desteğine bağlıdır. Bu söylediklerim hüsnü niyet
ile meseleyi yanlış yorumlayanlar hakkındadır. Birde tabi yukarıda da ima
ettiğim gibi kasti olarak bunu yapanlar var, lakin onlara diyecek sözümüz
yoktur. Kıldıkları namaz, tuttukları oruç ve İslami söylemleri onları kıyamet
gününde işledikleri bu vebalden kurtarmayacaktır. Keşke bilselerdi.
Yerine ulaştığını
umduğum bu mesajlardan sonra İran ve Hizbullah’ın Suriye’de bulunmasının
mezhepsel bir boyutta olmadığını ve kasti olarak böyle bir algı oluşturulmaya
çalışıldığını ispatlamaya geçebiliriz. İkna ediciliği yüksek olması açısından
konu üzerinde hem mevcut vakıa noktasında hem de İran’ın devlet yapısı
noktasında biraz fazlaca duracağım ancak mazur görün ki gerekli gördüğüm
içindir.
Birincisi; Her ne kadar
İran halkı genel ekseriyet böyle olsa da İran’ın Şia ekolünde Caferi mezhebinin
bir temsilcisi ve bu mezhebi dünyaya taşımak üzere yüklendiği bir mesaj olarak
görmek doğru değildir. Zira İran devleti Şialık ve Caferi Mezhebi’ni kendisine
bir ideoloji olarak belirlemediği, rejimini bu mezhep üzerine bina etmediği ve
Şialığı dünyaya taşımak üzere yüklendiği bir mesaj olmadığı gibi anayasasını
onun temelinde koymamış, anayasa ve kanun maddelerini de ondan almamıştır.
Bilakis anayasalarındaki yönetim sistemi, dış siyaset, ordu ve güvenlikle
alakalı temel maddeler kapitalist sistemden alınmıştır. İç işleri ve bazı basit
konularda mezhepsel bir iz bulunsa da bu görüşümüzü değiştirmez. Zira gerek
Suriye, gerek Lübnan ve gerek Suudi Arabistan siyaseti dış siyaset kapsamındadır
ve buda kapitalist sisteme göre belirlenmiş anayasa maddelerine göre seyrettirilmektedir.
Bu noktada İran’ın hali Hicaz bölgesinde yaygın olan Hanbeli Mezhebi’ni
istismar eden Suudi Arabistan’ın haline benzemektedir. İran, Caferi Mezhebi’ni
kendisini takip eden destekçiler kazanmak ve kendisiyle birlikte çalışan
kimseler hazırlamak için istismar etmektedir ki böylece onları mezhebine değil de
kendi çıkarları için kullanması kolaylaşmış olsun. İran devleti bir cumhuriyet
devletidir ve hizmet ettiği şeyde ne İslam’dır, ne Şialıktır, nede
Caferiliktir. Bilakis Osmanlı enkazı üzerine kurulmuş diğer elli küsur kıytırık
devlet gibi kendi ulusal çıkarlarına ve laikliğe hizmet etmektedir. Bu durumda
dini ve mezhebi omzunun arkasına atması doğal ve kaçınılmazdır.
İran’ın bu mezhebi
arkasına atması hususunu daha çok ulusal çıkarlarına aykırı olduğu zaman görülmektedir.
Zira Azerbaycan 1989 yılının sonlarında Sovyetler Birliği’nin pençesinden
kurtulmak ve Azerbaycan halkıda İran ile birlikte olmak için sınırları
kaldırmak istediklerinde, Azerbaycan halkının genelinin İran’ın resmi mezhebine
bağlı olduğu halde ve aşağılık komünist Ruslar halk üzerine donuk bir katliam
yaptığı halde İran bu Müslümanlara yardım etmemiş, sırt dönmüştür. Ayrıca
Ermenistan 1994 yılında Azerbaycan topraklarının yaklaşık %20’sini işgal
ettiğinde de Azerbaycan’a yardım etmemiştir. Üstelik İran Azerbaycan’a rağmen
Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmiştir.
Şimdi İran’ın Irak ve
Suriye rejimini desteklemesi ne için mezhepsel olarak açıklanıyor? Hem Irak hem
de Suriye rejimi ABD hizmetinde olduğu ve Şialıkla ilgili olmadığı halde neden
buraya bağlıyoruz bu desteği? İran’ın Michel Aoun akımı, Nebih Berri gibi laik
hareketleri ve Lübnan’da ABD’nin bineğinde ilerleyen ve İslam ile hiçbir ilgisi
olmayan hareketleri desteklemesini nereye bağlayacağız o zaman?
İkincisi; doğru
olmamakla beraber diyelim ki İran Esed Rejimine Sünnilere karşı Şia hâkimiyeti
oluşturmak için yani mezhepsel noktada destek veriyor. Peki, neden Suriye
kıyamının başından beri zaman-zaman özerklik teşebbüsünde bulunan, Rasulayan ve
bazı yerlerde göndere kendi bayraklarını çeken ve şimdilerde Suriye’nin
kuzeyinde hâkimiyet iddia eden PYD’ye karşı savaşmıyor da daha Esed Rejiminin
çıkarılamadığı yerlerde diğer oluşumlara karşı savaşıyor? Üstelik kendi
ülkelerinde de PKK’nın bir kolu olduğu ve yıllardır onlara hâkimiyet hakkı
tanımadığı halde. Neden Özgür Suriye Ordusuna karşı değil de Nusret cephesine,
Tevhit Tugayına ve benzeri guruplara karşı savaşıyor? Suriye’nin kuzeyinde
yaşayan Kürtlerde, Kürtleri temsil ettiğini iddia eden PYD’de ve ABD çizgisinde
olan ÖSO’da tamamen Sünnilerden oluştuğu halde…
Aynı şeyler Hizbullah
içinde geçerlidir çünkü Hizbullah İran’ın güdümünde olan ve güya Müslümanları
ve İslami toprakları ‘İsrail’e’ karşı müdafaa etmek için kurulmuş Şialık davası
olan bir partidir. Hizbullah Suriye’de Müslümanlara karşı savaştığı kadar acaba
kuruluş amacı olan ‘İsrail’e’ karşı savaşmış mıdır? Bilakis Hüsnü Mubarek ve
Esed rejimiyle birlikte ‘İsrail’in’ güvenliğini sağlamıştır.
Kasti olarak
Müslümanlara Suriye kıyamını bir mezhep savaşı olarak göstermek istendiğinin
ispatına gelince; İlk olarak Diyanet’in bütün illerde Cuma hutbesinde
“öldürende ölende Allahu Ekber diyor” diyerek başlattığı ve sırasıyla Recep
Erdoğan, Abdullah Gül ve son olarak 10 Kasım konuşmasında Meclis Başkanı Cemil
Çiçek’in tekrarladığı bu sloganik sözlerdir. Acaba bu liderler konuşma metni
hazırlamaktan acizde birbirlerinin sözlerini mi tekrarlıyorlar, yoksa kasıtlı
olarak mı bu cümleleri seçiyorlar? Müslümanın, Müslümanı katlettiğini
söyleyerek bizlere ne düşündürtmeye çalışıyorlar? Şebbihaların kelime-i şehadet
getirmediklerini, Esed’in ilah olduğunu söylediklerini ve esir olarak ellerine
düşen Müslümanlara Esed resmine secde ettirmek için ve tek ilahın Esed olduğunu
söylettirmek için işkence ettiklerini cümle dünya biliyorken, Nusayriliğin hak
mezhep olmadığı dolayısıyla müntesiplerinin Müslüman olmadığı bilindiği halde
ne Müslümanından bahsediyorsunuz siz? Mezhebiniz o kadar geniş mi?
Bu soruların cevabı
tabii ki hayır olmaktadır. Lakin kasıtlı olarak Suriye kıyamını mezhep savaşı,
kardeş kavgası olarak göstermek istiyorlar. Zira aynı şeyleri Libya, Mısır ve
Tunus kıyamlarında söylemediler. Ehli Sünnetten olan Nusret Cephesi ve
benzerlerini terör örgütü olarak görüp, terörün İslam’da olmadığını söyleyerek
onları İslam’ın dışına çıkarttılar, Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya söven
şebbihaları Müslüman yaptılar.
10/11 Kasım tarihlerinde
Irak’a gidip bir dizi görüşmeler gerçekleştiren Dış İşleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu katıldığı bir programda görüşmelerle ilgili bilgi verirken
“Bölgemizde Suriye bağlamında gittikçe tırmanan ve bazı kesimlerce mezhep
çatışmasına yöneltilmek istenen bir konjonktür var” dedi. Ey Davutoğlu
Suriye’de yaşananları mezhep çatışmasına yöneltmek isteyen seninde bakanı
olduğun hükümetin, üyesi olduğun Meclis’in ve sevgili Cumhurbaşkanının ta
kendisidir. Davutoğlu ya danışıklı dövüş oynuyor ya da bu cümleleri ağzından
kaçırdı herhalde.
Aklı olup düşünen ve
kulak verip işitenler için bu hususların delil olarak yeterli olacağına inandığımı
ifade ederek oluşturulmak istenen bu algının ne için ve kimin tarafından
olduğuna, dolayısıyla İran ve Hizbullah’ın Suriye’de ne için savaştığına geçmek
istiyorum.
Daha önce söylediğimiz
gibi Suriye kıyamı İslami bir kıyamdır ve oradaki halk ve Mücahitlerin hedefi
kıyamlarını İslam Hilafet Devleti ile taçlandırmaktır. Durum böyle olunca kâfir
ABD, Hilafet’in yeniden kurulmasını dünya siyasetinde kendisine bir rakip, kısa
vadede Ortadoğu’daki varlığına ve sömürgesine ve uzun vadede kendisinin
varlığına bir tehdit olarak görmüştür. Bunun için bütün yardımcılarını da
devreye sokarak kendisini Hilafet’in kurulmasını engellemeye adamış ve üç
yıldır uykuları kaçmıştır. Tüm siyasi girişimleri, sinsi planları ve türlü
entrikaları çevirmesine rağmen Suriye kıyamını yolundan saptıramamıştır. Askeri
olarak Suriye’ye girmenin kendi ayağına kurşun sıkmak olduğunu bildiğinden
dolayı da bundan hep kaçınmış ve her zaman olduğu gibi meseleyi mertlikle değil
namertlikle çözmeye karar vermiştir.
Tezgâhlanan oyun o kadar
büyük ki bütün oyuncularına bir rol vermiş ve ahtapot gibi bütün kollarını
devreye sokmuştur. ABD müttefiki olan ülkelerin ağız birliği etmişçesine aynı
tutumda olmaları başka ne anlama gelir? Lakin oyun doğaçlama seyretmektedir. Buda
ABD’nin Hilafet’i engellemekte ne kadar aciz olduğunun işareti sanırım. Bu
doğaçlama oyun sırasında önce belki Sünnilere karşı olmasından dolayı halkları
açısından bir tepki almayacak İran ve Hizbullah’ı fiili olarak Suriye’ye
sokmuştur ki Esed’i askeri olarak desteklesin ve çözüm bulunana kadar ömrünü
uzatsın. Fakat şimdiye kadar çözümlerin tutmaması sonucu ABD Suriye kıyamını
bir mezhep savaşı olarak Müslümanlara yutturmak istemektedir ki bunda
kastettiği bir kaç amaç var.
Birincisi; Müslümanların
Suriye kıyamına verdiği desteği azaltmak, hatta mümkünse tamamen kesmek
istemektedir ki Suriye halkı ve Mücahitler umutsuzluğa düşsün, kendi aralarında
sıkıntı çıksın ve Hilafet’in kurulmasını engellesin.
İkincisi; Eğer birinci
hususa rağmen Hilafet kurulursa sıhhati şüpheli olsun, Müslümanların desteğini
alamasın, zayıf olsun ve bekası güvence altında olmasın.
Üçüncüsü; ABD, NATO
adına tezkerenin gereği Türkiye’yi Suriye’ye askeri olarak girmesini isterse
kardeş kavgasına son vermek üzere girmiş meşru bir giriş olsun.
İşte son aylarda Suriye
kıyamını mezhep savaşı olarak göstermek için yarışa girmiş liderlerin ve
Diyanet’e varıncaya kadar ilgili olmayan hatta siyasi faaliyetleri yasaklanan
kurumların siyasete karıştırılmasındaki tüm çaba ve gayretleri bunun içindir.
Hülasa, İran ve
Hizbullah “ABD’nin Suriye’de ne işi var”, “Conilerin Suriye’de ne işi var”
demeyelim diye, Kâfir ABD’nin maşasız eli yanmasın diye Suriye’de var.
Makalenin bütününden
İran ve Hizbullah’ın ABD’nin çıkarlarına hizmet ettiği doğal olarak anlaşılacaktır.
Lakin makalemin konusu İran’ın Amerikancı olduğunu ispatlamak olmadığı için
oraya girmeyeceğim. Belki bu gerekli görülürse başka bir makalede ele
alınacaktır. Selam ve dua ile…
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış