2. CENEVRE KONFERANSI

İbrahim Er

Suriye’deki sorunun çözümü için bakışlar yine 2. Cenevre konferansına çevrildi. Amerika ve Rusya’nın öncülüğünde planlanan bu konferansta iki tarafa göre de amaç; muhalefet ve mevcut Esad yönetiminin temsil edildiği bir geçiş hükümetinin kurulmasıdır. Ayrıca demokratik seçimlerin gerçekleştirilmesi hususlarında mutabakat sağlanması ve tarafları aynı masa etrafında toplamaktır. Haziran 2013’ten bu yana sürekli olarak ertelenen konferansın 23-24 Kasım’da da yapılamamasının ardından BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, sözcüsü aracılığıyla yaptığı yazılı açıklamada, Suriye hükümeti ve muhalefetini çatışmaların başladığı tarihten itibaren ilk kez müzakere masasına getirecek Suriye konulu Cenevre Konferansı'nı 22 Ocak'ta toplayacağını açıkladı. BM Genel Sekreteri Ban açıklamasında, konferans sürecini başlatan ABD, Rusya ve çalışmalarından dolayı diğer BM üyesi ülkeler ve BM Suriye Özel Temsilcisi Lahdar Brahimi'ye teşekkür etti. BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun açıklamasında, "Cenevre'ye umut göreviyle gideceğiz" ifadelerini kullandı.

Meselenin çözümü adına bu güne kadar bazı diplomatik yollar kullanıldı. Bu girişimlerin ilki 2012’de altı maddelik Annan Planı idi. Plan doğrultusunda Suriye Hükümeti 14 Nisan 2012 tarihinde ateşkes ilan etti. Yaklaşık bir ay süren ateşkes sonrasında Esad yönetimi “savunma operasyonları ve terörle mücadele” açıklamalarını yaparak saldırılara yeniden başladı. Bu planın rafa kaldırılmasının ardında bu defa 30 Haziran 2012 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin) ile Türkiye, Katar, Kuveyt ve Irak dışişleri bakanlarının katıldığı 1. Cenevre Konferansı yapıldı. Bu konferansta, çatışmaların sona erdirilmesi ve 2014’teki Suriye Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar geçici bir hükümetinin kurulması yönünde karar alındı. Ancak bu defa da geçiş hükümetinde Beşar Esad’ın yer alıp almayacağı konusunda taraflar arasında anlaşma sağlanamadı. Rusya ve Çin, Esad’ı devreden çıkarmak istemedi.

Bu iki toplantı dışında Suriye üzerinde ABD’nin politikalarını sekteye uğratmak ve ABD’ye sıkıntı çıkarmak üzere Avrupa’nın tertiplemiş olduğu “Suriye Halkının Dostları” toplantıları yapıldı. Bu konuda başı çeken İngiltere ve Fransa, ABD’nin tersine yeni Suriye konusunda Esad yönetimini yok saydı ve ABD’nin Esad yönetimi üzerinden yürüttüğü Suriye projesine çattı. Onlar, ABD’nin sadık adamı Esad’ın devrilmeden Suriye’de yeni bir yönetim oluşamayacağı konusunda diretip, Esad’ın Ordusu tarafından yapılan her katliamın ardından, katliamlara duyarsız kalmayan halklar nezdinde Esad’ın devrilmesi konusunda beklenti oluşturdu. İlaveten de Suriye’ye askeri müdahale için BM üzerinden ABD’ye baskı yaptılar. Hatta oluşturmayı planladıkları yeni Suriye yönetimi konusunda “Eli kana bulaşmamış” sloganını ürettiler.

İngiltere ve Fransa’nın bu çıkışlarına karşı Amerika, Suriye konusundaki çıkarlarını ve zaaflarını bildiği Rusya ile 2012 yılının sonlarında bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma, “Esad’ın görev süresinin dolduğu 2014’e kadar başta kalması ve muhalefetin de içinde yer aldığı geçici hükümet kurulması” üzerine sonuçlandı. ABD bu anlaşmayla; hem Avrupa’nın Suriye stratejisine karşı duracak güçlü bir müttefiki yanına aldı, hem de mücahitlerle başı dertte olan Esad yönetimine silah desteğinden sonra; İran, Hizbullah ve PYD ile birlikte Rusya’dan asker desteği de sağlamış oldu. Rusya ise bu anlaşmaya imza atarak Suriye yönetimine yönelik askeri müdahale ihtimalini ortadan kaldırdı.

Rusya’nın Suriye üzerindeki hassasiyeti iki temel nedene dayanır.

Birincisi: Suriye, Sovyetler Birliği’nin silah satabildiği ve sanayisini genişletebildiği ender ülkelerden birisi konumundaydı. Sovyetler Birliği yıkıldığında Suriye’nin bu ülkeye olan borcu yaklaşık 12 Milyar dolar civarındaydı. Rusya, Sovyetler Birliği döneminden kalma borcun 10 milyar dolarını silme karşılığında, öncelikle bir türlü revize edemediği silah sanayisi için sıcak para sağlayacak önemli bir müşteri bulduğu gibi çok sayıda silah anlaşmasının yanı sıra enerji anlaşmalarına da imza atmak suretiyle Suriye ile olan ilişkilerini daha da geliştirmiş oldu. Şu anda Şam, Sovyetler Birliği döneminden beri Rusya'nın en büyük silah alıcısı konumundadır ve ordusunun envanterinde Rus yapımı beş bin tank, beş yüzden fazla uçak, kırk bir gemi ve çok sayıda askeri malzeme bulunmaktadır.

İkincisi: Suriye, bu ekonomik ilişkilerin yanı sıra Rusya'nın Akdeniz'de donanmasına ev sahipliği yapan tek üs olan Tartus Üssünü de bünyesinde barındırıyor. Kısacası Suriye, Rusya’nın yakın dönem politikaları sayesinde ticari alanda olduğu gibi, siyasi ve askeri alanda da işbirliği yaptığı Ortadoğu’daki tek müttefiki durumundadır.

Bu iki neden, Rusya’nın Suriye’de rejim değişikliğine ve oraya yapılabilecek bir askeri müdahaleye karşı olmasına yetmektedir. Onun için ABD, Rusya’nın bu önemli maslahatlarından faydalandı. Bu ilk anlaşmanın ardından Rusya ile ilişkileri daha da sıkılaştırıp, İngiltere ve Fransa’nın Suriye üzerindeki tesirini kıracak olan siyasi bir hamle yaptı.

Bu çerçevede Suriye yönetimi, 21 Ağustos 2013 tarihinde Guta’da çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 1.500 masum Müslümanı kimyasal silah kullanmak suretiyle katletti. Bu katliamla ABD, askeri müdahalenin kaçınılmaz olacağını belirttiği kimyasal saldırı konusundaki kendi belirlemiş olduğu kırmızıçizginin aşılmasını sağladı. Zira ABD bu güne kadar zalim Esad yönetiminin katliamlarına karşılık müdahaleden geri durdu ve bu bahaneyle Avrupa ve İslam Dünyasını oyaladı. Katliamın hemen ardından Amerika bu katliamın sorumlusu olarak Esad yönetimini gösterdi. Nitekim katliamın ardından Suriye kıyamının başından beri Esad ve yönetimine karşı bir görüntü çizen ve onun devrilmesi için ABD’ye baskı yapan İngiltere ve Fransa, Suriye’ye müdahale konusunda harekete geçerek Amerika’nın yanında müdahaleye destek vereceklerini açıkladılar.

Ancak daha sonra İngiliz parlamentosu bu müdahaleye izin vermeyerek İngiltere’yi askeri müdahalenin dışında bıraktı. Fransa ise Cumhurbaşkanı François Hollande’ın, Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Ahmet Carba'yı kabul ettiği görüşmenin ardından : "Suriye'de siyasi çözüm için ne gerekiyorsa yapılmalı. Bunun için Suriyeli muhaliflerin özellikle askeri açıdan gerekli güce sahip olup, tek alternatif olarak ortaya çıkması gerekir" şeklinde açıklama yapmasıyla müdahalenin dışında kaldı. İngiltere ve Fransa Esad yönetimine müdahale konusunda geri adım atarlarken Amerika ise Akdeniz’de bulunan Amerikan Donanması’na ait dört savaş gemisini acele bir şekilde konuşlandırdı. Bu gelişmeler yaşanırken Başkan Obama’nın şu açıklaması geldi: "Suriye'de rejim hedeflerine yönelik ABD'nin harekete geçmesi kararını aldım. Bizim müdahalemiz sınırlı olacak. Bölgede askeri olarak varlığımız konuşlanmış durumda ve ne zaman istersek de vurmaya hazırız. Yarın da olabilir, bir haftaya da olabilir, bir ay da olabilir.” Ayrıca Obama, Suriye’ye askeri müdahale konusunu kongreye götüreceğini de belirtti.

Başkan Obama’nın müdahale konusundaki tavrından da anlaşılıyor ki; Amerika, Suriye Hükümeti üzerinden gerçekleştirdiği bu kimyasal katliamı Suriye yönetimini devirmek için yaptırmadı. O, bu saldırıyla Avrupa’yı saf dışı bırakmayı hedefledi. Zira saldırı gerçekleşir gerçekleşmez Akdeniz’deki savaş gemilerini harekete geçirerek İngiltere ve Fransa’yı müdahale ortamına çekmeye çalıştı ki, onlar bu konuya hazırlıksız yakalandıkları için geri adım atmak zorunda kaldılar. Oysa Suriye yönetimine askeri müdahale konusunda bu zamana kadar en büyük hırsı onlar gösteriyorlardı.

Böylelikle Amerika, Fransa ve İngiltere’nin geri adımlarıyla Suriye’ye müdahale konusunda kendisinden beklenti içinde olanlara karşı zaman kazandı. Zira Amerika zaten Suriye yönetimine askeri müdahalede bulunma niyetinde değildi. O, bu konuda hırs gösteren ve sürekli kendisini zorlayan Avrupa’yı saf dışı bıraktı. Nitekim Amerika Savunma Bakanı Leon Panetta, 2012 yılı sonunda gerçekleşen Amerika-Rusya anlaşmasının ardından Başkan Barack Obama'nın, kimyasal silahların kullanması durumunda Suriye'nin sonuçlarına katlanması gerekeceğini söylediğini belirterek şöyle bir açıklama yapmıştı: “Tüm dünya, gelişmeleri yakından izliyor. Eğer Esad rejimi, kendi insanları üzerinde kimyasal silah kullanırsa bu çok korkunç bir hata olur. Böyle bir eylemin sonuçlarının neler olabileceğiyle ilgili yorum yapmayacağım. Ancak kimyasal silahların kullanılması, bizim açımızdan kırmızıçizginin geçilmesi anlamına gelir.” Bu açıklama, Suriye’ye askeri müdahale yapılması için gereken tek şartı ortaya koyuyordu. Bu şart gerçekleşti ancak müdahale olmadı. Amerika, bu durumun çözümü için İngiltere ve Fransa’nın müdahaleden geri durmasını sağlayarak bir kez daha Rusya’ya yöneldi. İki tarafın Dışişleri Bakanları John Kerry ve Sergey Lavrov Suriye'nin kimyasal silahlarının denetlenmesi konusunda görüşmek Cenevre’de bir araya geldiler.

Üç gün süren görüşmelerin ardından taraflar 14.09.2013 tarihinde bir basın toplantısı düzenleyerek görüşmelerin içeriğini anlattılar. Bakan Kerry yaptığı açıklamada, Suriye'nin kimyasal silahlarının denetlenmesi konusunda altı maddelik bir plan üzerinde anlaşma sağladıklarını bildirdi. Kerry'nin açıkladığı plan, Suriye'nin kimyasal silahlarının kimyasal silah uzmanları tarafından denetlenmesinin yanı sıra, bu silahların yok edilmesini de kapsamaktadır. Bu plana göre, Suriye bir hafta içinde elindeki kimyasal silahların detaylı listesini bildirecek ve uzmanlar da en geç Kasım ayına kadar çalışmalara başlayacaktır. Amerika ve Rusya tarafından üzerinde anlaşma sağlanan bu taslak metin, New York'ta BM Güvenlik Konseyi'nin oyuna sunuldu. Yapılan oylamada Konsey üyesi 15 ülke de kabul oyu kullandı ve Suriye üzerindeki kimyasal silahlara yönelik fiili denetim ve imha süreci başlamış oldu.

Bu anlaşma gösterdi ki; kimyasal silahların denetimi ve imhası gerçekleştiğinde Esad yönetimine yönelik askeri müdahaleye gerek kalmayacaktır. Çözüm girişimleri bundan sonra yalnızca siyasi ortamda ve diplomatik girişimlerle sağlanacaktır. Sonuçta Esad yönetimi denetimleri ve imha sürecini kabul etti. 6 Ekim tarihinde ise, Birleşmiş Milletler ve Lahey merkezli Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü'ne (OPCW) bağlı uluslararası silahsızlanma denetçilerinden oluşan bir ekibin Suriye’de kimyasal silah imhasına başladığı haberi bütün haber ajansları tarafından duyuruldu.

Amerika ve Rusya’nın Cenevre’de anlaşmaya varmalarıyla, Esad yönetimine muhalif katliamı için zaman kazandırmış oldular. Ayrıca bu anlaşma ile Esad yönetimine yönelik hiçbir askeri müdahale gerekçesi de kalmadı. İngiltere ve Fransa’da dâhil olmak üzere bütün çözüm arayışları siyasi ve diplomatik ortama kaydı. Amerika, Suriye sorunun çözümüne yönelik Esad yönetimi ile muhalefeti bir araya getirme projesi kapsamında yapılması planlanan 2. Cenevre Konferansı öncesinde gereken siyasi ortamı oluşturdu. Oluşan bu ortamla birlikte, ABD’nin Suriye’deki sorunun çözümüne yönelik hedefleri ve ortaya çıkan sonuçlar şu şekilde barizleşti;

Bu gelişmelerden anlaşıldığı kadarıyla, Suriye’de her geçen gün güçlenen mücahitler ve onların yücelen kıyamı, Suriye meselesinin çözümü konusunda Amerika’nın elini bağlamış durumdadır. Zira kendisi İslami İnkılabın tehdidini fazlasıyla hissetmektedir. O, mücahitlerle demokrasi üzerine anlaşamayacağını gördüğü gibi, onlara askeri bir müdahale yapamayacağını da görmektedir. Böyle bir müdahalenin ümmeti birleştireceğinin ve kıyamı güçlendireceğinin farkındadır. Başkan Obama’nın kimyasal saldırının ardından açıkladığı sınırlı müdahale, yani zaman ve bölge olarak sınırlı süreyle nokta hedeflerin vurulacağını açıkladığı müdahalenin hedefi, elbette İslami gruplardır. ABD bunu son çare olarak açıklamıştır. Zira Amerika’nın şu aşamada Esad yönetimine destek vermekten ve onu ayakta tutmaktan başka çıkar yolu yoktur. Sonuçta; Rusya ile yapılan Cenevre Anlaşmasıyla, Amerika’nın Esad’a müdahalede bulunmayacağı ve bu sürecin aşılmasında Esad’ın kendisi için ne kadar önemli olduğu netleşmiştir. Amerika, İslami kıyamın ağır bastığı muhalif yapıyı Esad ve Zebanileri üzerinden bitirmeyi hedeflediğini, Rusya ile anlaşarak gösterdi. Dolayısıyla Suriye’de şu aşamada siyasi bir çözüm yakın gözükmemektedir. Zira ABD böyle bir çözüme Müslümanların kanmayacağını çok iyi bildiği gibi, bu siyasi çözümle muhalifler içinde kendi nüfuzunun devamlılığını sağlayacak bir yapının olmadığının da farkındadır.

Amerika yaptığı bu siyasi hamle ile çözümü tek noktaya indirerek alternatif çözüm önerilerinin önüne geçmiş, çözüm sürecini kendi kontrolüne almıştır.  “Suriye’nin Dostları” gibi karşı hareketi de bu çözümü kabullenmek zorunda bırakmıştır. Ancak, 2. Cenevre Konferansı bundan önceki siyasi ve diplomatik çözüm girişimlerinde olduğu gibi yine bir oyalama taktiğidir. Bu nedenle de sürekli ertelenmektedir. Esad yönetiminin kimyasal silahları denetime açması ve imhalarına izin vermesi, barış ortamının oluştuğu anlamına gelmez. Bu yalnızca bakışların ve beklentilerin bu konferansa odaklanmasına neden olup, siyasi çabaların devam ettirilmesinin önünü açar. Bu da Esad ve yönetiminin yeniden zaman kazanması anlamına gelir. Şu an iki taraf ta, görüşmeler için şartların olgunlaşmadığını düşünmekte ve bu da sürecin uzun olacağını göstermektedir. 

Amerika’nın asıl hedefi; muhaliflerin içinde yer alan ve İslami İnkılaba önderlik yapmaya çalışan Müslümanları marjinal hale getirerek, terörist oluşumlar olarak kabul ettirmektir. Bu nedenle bütün yayın organları şu anda mücahitlerden ve amellerinden bahsederken onları kasıtlı olarak marjinal gruplarla birlikte zikretmektedirler. “Radikaller”, “Aşırıcılar”, “el-Kaide ve bağlı guruplar”, “Cihatçılar”, “Selefiler” gibi ifadelerle kullanarak oradaki kıyamın sahibi Müslümanları dünyanın gözünden düşürmeye çalışmaktadır. Böylece hem onlara halktan gelecek olan teveccühü azaltmış olacak, hem de muhaliflerden olan demokrasi yanlısı Suriye Ulusal Koalisyonu ile çözüme gidip, oluşacak geçiş hükümetinin hedef tahtasında yalnızca terörist olarak adlandırdığı İslami grupları oturtacaktır

Ulusal Koalisyon ile birlikte hareket eden grupların içindeki çatlak sesler ise susturulmaya çalışılacaktır. Suriye’deki en büyük gruplardan olan Liva-ut Tevhid Genel Komutanı Abdül Kadir Salih’in bir bombalama sonucu şehit düşmesi tesadüf değildir. Zira kendisi şehadetinden kısa bir süre önce Ulusal Koalisyonu tanımadığını ve Cenevre Konferansına katılmayacaklarını açıklamıştı.

Kısacası sömürgeci kâfirlerin sorunu, nüfuz konusunda birbirleriyle çekişmelerine rağmen esas itibariyle aynıdır ve o da İslam’dır. Ne Esad yönetimi, ne bu yönetime muhalif olanlar ve ne de orada katledilenlerdir. Bütün sorun oradaki İslami kıyamdır. Onların bütün çabaları bunu aşmanın ve bu kıyamı yok etmenin peşindedirler. 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz