Şüphesiz ki kalkınmanın
esasi unsuru fikrî kalkınmadır. Ne iktisadî, ne ahlakî, ne de ruhî kalkınma
sahih kalkınmayı ifade etmez. Fikrî kalkınma için ise ideolojik bir fikir
olması elzemdir. Yoksa kısır veya hayatın bir takım noktalarına yön veren, kimi
alanlarını boş bırakan bir fikir kalkınmayı gerçekleştirmez. Herhangi bir
millet, ırk veya kozmopolit toplumlarda hayatın her alanını kuşatan ideolojik
fikir olmadıkça hayatta gerçek kalkınma gerçekleşmez. Fikir ve fikirden neşet
eden çözümleme metodu oldukça hangi toplum olursa olsun her daim kalkınmaya,
ilerlemeye ve dünyanın üstün güçlerinden olmaya hak kazanmış olur. Çünkü
hayatta karşılaşılan sorunlara pratik çözümler üreterek engelleri kaldırıp
ilerlemeye ancak ideolojik fikirle ulaşılabilir. İdeolojik fikir; insanın ve
toplumun hayattaki tüm ilişki boyutlarını tanzim eden, ilişkileri muayyen fikri
ve çözümleyici yapısı ile bulunulan halden daha da ileri hale taşıyan, devamlı
üreten esasi ve kapsamlı bir fikrî yapıdır. Dolayısıyla böylesi bir fikrî yapıya
sahip toplum kalkınmaya, genişlemeye, ilerlemeye, bulunduğu konumdan her daim
yüksek konumlara doğru ilerler. Böylelikle dünya toplumlarından geri değil,
dünyayı takip eden değil, dünyayı şekillendiren üstün güç konumuna sahip olur.
Bu kısa girizgâhtan sonra
konumuzun esas temasına dönelim. Geçtiğimiz ay Kapitalist Türkiye ekonomisi
için yaşanılan 3,5 aylık resesyon dönemi bir nevi büyük hasarlarla geçti. Borsa
67’lerden şimdilik çıktı ve 80’i zorlar durumda. Dolar, TL kuru 2,300 TL’den
1,940’lara kadar geriledi. Resesyonun şimdilik geçmesi elbette ki Türkiye’nin
ekonomik gelişmesiyle olan bir durum değil. Değil, çünkü ekonomi kendisini
küresel krizlerden koruyacak, dünya piyasasında yüksek talep gören sanayi ürünü
üreten ve kendi enerjisi ile yetinen veya enerji ihracat eden bir konumda değil
ki 3,5 aylık resesyonu atlatabilsin.
Peki, ne oldu?
Ne oldu da Türkiye
ekonomisi uzun bir aradan sonra bir nevi nefes alabildi?
Aslında ekonomi
cephesini takip edenler için bu soru çok basit bir şekilde cevaplanabilir.
Ancak yine haberdar olmayanlar için söyleyelim. Borsadaki bu hareketlilik;
dolardaki düşüş ve 3,5’luk resesyonun bitmesi tüm dünyayı kendi para birimi
çemberine alan ABD’nin merkez bankası olan FED’in parasal genişlemeye devam
edeceğini açıklamasıyla oluştu. Zaten Türkiye ekonomisinin resesyona girmesinin
en büyük iki etkeninden biride FED’in Eylül ayında parasal sıkılaşmaya
gidileceğini açıklamasıydı. İşte böylesi trajikomik bir durum söz konusu…
Düşünebiliyor musunuz? Okyanuslar ötesinden bir ülke kendi iç piyasasına
ilişkin bir açıklama yapıyor, fakat onun o açıklamasından dolayı neredeyse tüm
dünya ekonomisi allak bullak oluyor. Birçok ülkenin enflasyon oranı hızla
yükseliyor, borsaları ani düşüşlerle güne başlıyor. Ancak özelde Türkiye’ye
baktığımızda bu açıklama eğer uzun sürseydi halka ağır bedeller ödetebilirdi.
Bu iki durumdan kaynaklanmaktadır.
1. ABD’nin küresel
siyasi üstünlüğü
2. Kapitalist sistemin
iktisada yanlış bakışı
1. ABD’nin küresel
siyasi üstünlüğü;
Bir küresel güç olarak
ABD uluslararası jandarma rolüne büründüğünden uluslararası hukuku da kendi
çıkarları doğrultusunda belirlemektedir. İdeolojik bir fikre sahip olduğu ve bu
fikrinde metodu sömürü olduğundan yaptığı tüm icraatlar sömürüsünü daha da
genişletmek içindir. Bunun için evrensel hukuk, demokratik normlar vb. kâğıt
üzeri hukuklarla hayata dair, toplum işlerini ve insanın sorunlarının çözümüne
dair bir fikre sahip olmayan ülkelere ABD, siyasi üstünlük sağlayıp kendi
sömürüsünü daha geniş alanlara taşımaktadır. Bu siyasi üstünlük neticelerinden
bir tanesi kâğıttan ibaret olan dolara verilen kıymettir. Günümüzde dolar
uluslararası bir mübadele aracı görevi aldığından insanlar bu kâğıt parçasına
kıymet vermekteler. Bir kağıt parçasına böylesi bir kıymetin verilmesinin bir
numaralı önemli etkeni, ABD’nin kendi parasıyla iktisadi gidişatı iyi olmayan
uydu devletlere verdiği borçlardan kaynaklanmaktadır. Yine uluslar arasında
kurduğu anlaşmalar ve bağımsızmış gibi oluşturulan yapılanmalar ile siyasi
çıkarları doğrultusunda kararlar aldırtıp sömürücülüğünün bekasını daha da
uzatmaktadır. Misal olarak son bir yıl içerisinde pek fazla gündem olmasa da
ABD, Avrupa ile bir antlaşma yaptı. Avrupa ile yapılan bu antlaşma Trans
Atlantik Antlaşmasıdır. Bir de şu an hala görüşülen Pasifik ülkeleriyle
yapacağı anlaşma ise Trans Pasifik Ticaret Antlaşmasıdır. Bu antlaşmaların
temel sebebi; ABD’nin potansiyel tehlike olarak gördüğü Çin’in ekonomik
büyümesinin önüne geçmek ve kendi şirketlerinin daha rahat hareket
edebilmesidir. Bu antlaşmalar hem ABD’nin hem de karşı taraf ülkelerinin
herhangi uluslararası bir şirketi antlaşma yaptığı ülke ile ithalat ve
ihracatında hiçbir gümrük vergisi ödemeyeceği ve antlaşma yaptığı ülkede
ihtiyaç duyduğu herhangi bir ürün varsa bunu sadece antlaşma yaptığı ülke ile
gidereceğine dair yapılan anlaşmalardır. Bu sebeple ABD, hem yeni bir küresel
aktörün doğuşunu engellemekte hem de potansiyel tehlike olarak gördüğü Çin’in
ihracat ve ithalat alanlarını kısmaktadır. İşte ABD böylesi antlaşmalar ve
siyasi faaliyetler ile egemenliğini kat kat artırmaktadır. Tabi bunun
neticesinde kendi parası da gittikçe değerlenince kendi iç politikasına ilişkin
uygulayacağı en ufak para politikasıyla birçok dünya ülkesi etkilenmektedir.
Dolayısıyla bunlardan biriside ithalata bağımlı bir şekilde büyüyen Türkiye
olmaktadır. Türkiye ithalata bağımlı büyüme gerçekleştirdiğinden döviz
kurlarında oluşacak bir kıpırdama da enflasyon, büyüme, cari açık, GSMH ve faiz
oranları anında etkilenir. Bu alanların olumsuz etkilenmesi ve devamlılık arz
etmesi neticesinden fatura halka kesilir.
2. Kapitalist sistemin
iktisada yanlış bakış açısı;
Kapitalizm iktisada “Mal
ve hizmetler sınırlı, insan ihtiyaçları sınırsızdır” açısından bakmaktadır.
Bu bakış başlı başına hatalı ve yanlış olduğu gibi Kapitalist sistem yaptığı
tüm icraatları bu hatalı bakışın üzerine bina etmiştir. Misal olarak mal ve
hizmetlerin sınırlı olmasından dolayı mal ve hizmetlerin çoğalmasına katkısı
olan tüm girişimci ve sermayedarlara devlet teşviki verilmesi gerektiğine
inanmaktadır. Kapitalist sistem insanların tek tek ihtiyaçlarını sorgulamaz.
Ona göre ekonomide temel sorun mal ve hizmetlerin eksikliğidir. Bu sebeple
egemen olduğu her beldede sermayedarların tahakkümünde bir yapı olarak kurulur.
Örneğin bizler yıllardır Kapitalist sisteme sahip olan Türkiye’de Koç, Doğan,
Sabancı vb holding ve şirketlerin isimlerini hep hafızamıza kazımışızdır. Bu
şirketlerin uzun yıllardır Türkiye’de krizlerde batmadan dik durabilmelerinin
temel sebebi devlet tarafından verilen teşviklerden kaynaklanmaktadır. İşte
Kapitalizm böylesi çarpık ve habis bakış açısına sahip olduğu gibi tüm iktisadı
bu bakış açısına bina eder. Dolayısıyla Kapitalist sistem malların dağıtımına
dair hiçbir fikir ortaya koymamıştır. Bu sistemin tek amaç ve hedefi sınırlı
olan malların ve hizmetlerin üretimini hızlandırmaktır. Bunun en kolay ve hızlı
yolunun ise özelleştirmeden geçtiğine inanmaktadır. Dolayısıyla Kapitalizme
göre sermayedarları her türlü krizden korumak ve daha da büyümeleri için
bütçeden pay ayırıp desteklemek gerekir. Bütçenin geliri ise halkın genelinden
alınan vergiler ve varsa yapılan özelleştirmelerdendir. Örneğin Türkiye
anayasasının 73. maddesinde “Dolaylı vergilerin devletin malî gücü çerçevesinde
alınması gereklidir” diye geçmektedir. Dolaylı vergiler halkın genelinden
alınan vergiler olup alışveriş yaptığımız her üründen alınan paydır. Ve
günümüzde Türkiye’nin bütçesinin %70 ile %75’i dolaylı vergilerden
oluşmaktadır. Öyle ki dolaylı vergiler adı altında geçtiğimiz ay çıkartılan bir
yasa ile artık evi yolun kenarında olanlardan da vergi alınacaktır. İşte
böylesi bir sistem nihayetinde günümüzde tüm dünyaya egemen olmuş durumda. Hele
özellikle Kapitalist sistemi tüm birimleriyle oturtma çabasında olan Türkiye’de
dolaylı vergiler üzerinden halk adeta soyulmaktadır. Çünkü Türkiye ideolojik
olmamakla birlikte taşeron bir devlet konumundadır. Bu sebeple Türkiye ithalata
bağımlı büyüdüğünden ve kendisi üreten, ihraç eden olmadığından dolayı her an
krizlerle karşılaşabiliyor. Bunun basit örneğini yaz aylarında gezi olayları ve
FED’in açıklamalarından sonra yaşanılan ekonomik resesyonda gördük. İhraç eden
olmadığından kastım sanayi ürünlerini, teknolojik ve bilişim ürünlerini üretip
ihraç etmediğidir. Yoksa günümüzde her ülkede bulunabilen sebze, tahıl ve
tekstil ürünleri değil. Zaten Türkiye kopyalanma bir sisteme sahip olduğundan
sanayide devleşmiş, dünya pazarlarına açılmış bir ülke konumuna asla gelmez.
Gelse bile küresel ideolojik güçler asla izin vermezler. Bu sebeple yukarıda da
belirttiğimiz gibi eğer ki yaz aylarında yaşanan ekonomik düşüş devam etseydi
bunun faturası ağır bir şekilde halka kesilirdi. Bu gerçeklik Kapitalist
sistemde kaçınılmazdır.
Son olarak Kapitalist
Türkiye ekonomisinin geçtiğimiz bir aylık durumuna baktığımızda; 2. çeyrek GSYH
rakamları açıklandı. Yani geçtiğimiz Nisan, Mayıs ve Haziran ayının kaydettiği
büyüme oranları açıklandı. TÜİK verilerine göre açıklanan 2. çeyrek büyüme
oranı 4.4 olarak gerçekleşti. Kişi başı millî gelir ise 10,497 dolar olarak hesaplandı.
Yani 18,914 TL olarak hesaplandı. Açıkçası gülünç bir durum... Düşünebiliyor
musunuz, Türkiye’de her kişi aylık 10 bin küsur dolar para kazanıyor. Yapılan
bu matematiksel hesaplamanın gerçeklikle ne kadar uzak olduğunu varın siz
düşünün. Ancak bu Kapitalizmin mal ve hizmeti dağıtma biçimidir. Yani sadece
rakamlar üzerinde bir dağıtma biçimi. Gerçekte ise mal ve hizmeti elinde
bulunduran sermayedarlardır. Örneğin Koç, Sabancı, Doğan vb. holding
sahipleridir.
Bu sebeple günümüzde bu
çarpık sistem adeta tüm dünyayı sarmış durumda. Eli kalem tutan sözde yazar,
akademisyenler, düşünürler ve toplum mühendisleri ise hala bu gerçeği ya
görmüyorlar ya da bilerek üstünü örtüp kapatarak bu acı gerçeği toplumlara açık
bir şekilde izah etmiyorlar. Ama görünen o ki bu insanların kalemleri,
fikirleri ve yazıları satın alınmış. Nihayetinde insanlık artık öğrenilmiş bir
çaresizliğin içine düşmüş durumda. Şüphesiz ki bu durumdan tek kurtuluş
reçetesi âlemlerin Rabbi olan Allah’ın gönderdiği İslamî çözümledir. Üstelik
bugün Türkiye adeta çıkmaz bir girdaptadır. Her ne kadar ekonomi önemli
gösterilse de Türkiye bir taşeron devlettir. Bu Kapitalist sistem onun halkının
değerleriyle uyuşmadığı gibi Batı’dan devşirme olduğundan küresel ideolojik
güçlerin tahakkümünde olur. Üretim yapamaz, sanayi, bilişim ve teknolojide
gelişemez. Zaten buna şahitlik eden bir gerçeklik var ki hiçbir İslam ülkesinin
günümüzde sanayi ürünü olarak markalaşmış bir ürünü yok. İşte bu durumdan
kurtuluş yolu Kapitalist fasit ve çürümüş sistemden kurtulup İslam ideolojisini
hayata hâkim kılmaktır. İşte o gün ümmetin tekrar izzet ve şerefine kavuştuğu
gün olacaktır. Nitekim İslam iktisadı hem üretime hem de dağıtıma yönelmiş ve
buna dair kanun ve nizamlar belirlemiştir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış