Geçen
sayıda Kapitalist sistemin eğitim anlayışının sağlam karakterli ve doğru
hedeflere yönlendirilmiş bireyleri yetiştirmede aciz kaldığını ve zamana bağlı
olarak dönüşümler yaşadığını ifade etmiştik. Bu değişim ve dönüşümlerin eksik
yönleri tedavi etmesi gerekirken bu sistemi kördüğüme sürüklediğini ve böylece
öğütülmüş bireylerin toplumsal hayata atıldığında yaşadığı handikapları
belirtmiştik. Şimdi dünyaya davet ve cihad yoluyla taşındığında derin kültürel
miraslar bırakan, seçkin ve mümtaz âlimler yetiştiren, Batı’nın kopya ettiği
onlarca icat ve pratik buluşlara imza atan, Avrupalı eğitimcilerin yıllarca
araştırma konusu yaptığı güzide insanlar yetiştirme kabiliyetine sahip bir
sistemden İslamî eğitim sisteminden bahsedeceğiz.
Öncelikle
bilinmelidir ki; İslam hedeflediği insan modelini yetiştirirken onda şu iki ana
unsurun olmasını elzem görür. Bunlardan biri; Ümmetin evlatları için İslamî
şahsiyetin, akliyet ve nefsiyetin inşa edilmesidir. Bu ise akide, fikirler ve
davranışlar olarak İslamî kültürü öğrencilerin akıllarına ve nefislerine iyice
yerleştirmek yoluyla olur. Diğer unsur ise; Müslümanların evlatları arasında
her alanda seçkin, gözde âlimlerin sayısının çoğaltılmasıdır. Bu ise ister
içtihad-fıkıh gibi İslamî ilimlerde olsun isterse de kimya-fizik-tıp gibi tecrübî
ilimler olsun fark etmez. Bu yetkin âlimler, dünyadaki devletler ve ümmetler
arasında birinci konuma gelmesi için İslam’ın devletini ve ümmetini omuzlarında
taşırlar. İslam bu hedefleri ideoloji olmasından kaynaklanan kalkınmacı bir maslahata
bina eder. Zira ümmetin kalkınması önündeki her engel ideolojik olarak geri
çevrilir. Tersine düşünüldüğünde de kalkınmayı destekleyen her hamleye gerek
eğitimle gerekse diğer yapılarla destek verilir.
İslam
İdeolojisi zaviyesinden bakıldığında yukarıda bahsi geçen önemli iki unsurun
delili İslamî Devlet’in anayasa tasarısı olan ‘Mukaddimet-ud Düstur’un
öğretim sisyaseti ile ilgili olan 173. ve 174. maddeleridir.
“Madde
173; Hayat sahasında insana lâzım olan hususları, erkek veya kadın olsun her bir
ferde, ilk ve orta öğretim merhalelerinde yeterince öğretmek devletin üzerinde
farzdır. Devlet bu imkanları herkese ücretsiz olarak hazırlamalı, gücünün
yettiği kadar da herkese yüksek öğretim imkanı sağlamalıdır.
Madde
174; Devlet; fıkıh, hadis, tefsir ve fikir, tıp, mühendislik, kimya, keşif vb.
gibi çeşitli ilim dallarında araştırmalarını devam ettirmek isteyenlere imkan
sağlamak üzere okullar, enstitüler, kütüphaneler ve laboratuvarlar gibi
bilimsel araçlar hazırlar ki ümmet içerisinde çokça müçtehitler, mucitler ve
kâşifler bulunsun.”
Genel
hedeflerini belirttiğimiz İslamî öğretim sisteminin tatbik edildiği yıllarda
başarılı sonuçlar vermesi ve büyük ölçüde hedeflenen insan profilini
yansıtabilmesi onun şüphesiz tedris yönteminin üstünlüğünden kaynaklanmaktadır.
Zira o tedrisatın ana temasını, hitap ettiği ‘akıl’ mefhumu oluşturur. Istılah
olarak akıl şu dört unsurdan müteşekkildir. Ve her biri ayrı özelliklere
sahiptir.
-Dimağ
(beyin); düşünmeye elverişli, sağlıklı, verimli ve ayırt edebilme kapasitesine
sahip olması gerekir.
-İhsas
(duyu organları); bilinçli, hissetme odaklı ve kasıtlı olarak kullanılması
gerekir.
-Vakıa;
hislerin vuku bulduğu bir mekanizma, düşünme eyleminin ana öznesi.
-Önbilgi;
eşya hakkındaki ön kabul ve tanımlama. Ön yargılardan uzak olmak önbilgiyi
verimli kılar.
Düşünme
eylemi ancak bu dört unsurun hakkıyla gerçekleştiği bir durumda verimlileşir ve
gerçek mahiyetini bulur. Bu konuda İslamî tedris keyfiyeti, diğer ideolojik
tedrisatlardan tamamen zıt ve biriciktir. Mesela günümüzde de hatalı uygulanma
şekilleriyle eleştirilen Kapitalist fikir yürütme tarzı olan ‘Bilimsel
Metod’ artık miadını dolduran bir metottur. Bilakis o mekanik düşünme
hastalığı ile İslam beldelerini kangrene çevirmiş, hipotetik, felsefik ve
rasyonalist fikirlerini Müslümanların hayatını kâbusa çeviren fikirler olarak
kullanmış ve kısmen başarıya da ulaşmıştır. Zira günümüzde Müslümanlardan bir
kısmı deneye dayanmayan, soyut iddiaları reddeden ateist zihniyetiyle düşünür
olmuşlardır. Hâlbuki İslam’ın ifade ettiği biçimiyle ‘Aklî Metod’
fertleri ve toplumları fikri esaretten ve yüzeysel tefekkürden koruyan,
mümeyyiz bir akletme ile hislerin de ötesinde düşünebilmeyi sağlar. Bu yüzden
görünmeyene inanılmaz diyen seküler tedrisata, hisler sınırlıdır ve her ihsasın
doğruyu tespit etmede yeterli olmadığı teziyle açıklama getirir. Örneğin sevgi,
korku, şefkat, üzülme ve mutluluk adına ne varsa hislerin ötesinde gerçekleşen
birer gerçektirler.
İslam’ın
eğitim-öğretim anlayışından bahsedildiğinde Arapçaya olan ihtiyacı göz ardı
etmek doğru olmaz. Hâlbuki Arap dilini öğrenmek her Müslümana Şer’an farzdır.
Zira o İslam’ın dilidir. O, Kur’an’ın icazında cevheri cüzdür. Kur’an onsuz
Kur’an olmaz. Biz ise onun lafzı ile ibadet edicileriz. Onsuz içtihat olmaz.
Çünkü şer’î nasslar Allah Subhanehu’nun indinden onun lafzı ile gelmiştir.
Hilafet Devleti’nde öğretim dilinin, tek başına Arapça olması farzdır.
Nebevî
siret İslam’ın öğretim anlayışının temelini oluşturan asıl dinamiklerdir. Bu
siretten beslenen fertlerin bundan sonra da İslamî bir yönetim ile yeniden
filizleneceği unutulmamalıdır. Bunun için ümmetin evlatlarına verilecek
öğretimin, geçmişiyle bağlantı kuracağı bir tarz ve örneklikte verilmesi
elzemdir. Mesela, Ebu Bekir RadiyAllahu Anh’ın Rasul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’i savunması ve Ridde harplerindeki tutumu; Ömer RadiyAllahu
Anh’in hicretindeki tutumu; Osman RadiyAllahu Anh’in cömert tutumu;
Ali KerremAllahu Veccehu’nun cesur tutumu; Bilal RadiyAllahu Anh’in
sabrındaki ve dayanıklılığındaki tutumu; Ömer İbnu Abdülaziz’in adaletli tutumu;
Mu’tasım Billah’ın kahramanlık tutumu; Selahattin Eyyubî’nin savaşlarındaki
tutumu; Sultan 2. Abdulhamid’in Filistin’i korumadaki tutumu; Şafii’nin
fıkhındaki tutumu; Ahmed bin Hanbel’in cüretindeki tutumu; İbni Teymiyye’nin
küfür karşısındaki tutumu gibi tutum ve davranışlar öğretilir ki bu, hayat
hakkında İslamî mefhumları yerleştirmede canlı örnekler olsun.
Böylesi
bir bakış açısıyla İslam hedeflediği insan için hayatta amel edilebilir, pratik
ve işlevsel bilgilerin öğretimini esas alır. Vakıası olmayan hayal ürünü ve
hurafe olan düşünceler üzerinde derinleşilmez. Öğrenen için aklını ikna eden,
kalbini itminan ile dolduran ve fıtratına uygun fikirler ile kalkınmayı
gerçekleştirirken aynı zamanda bu aydın fikir ile öğrencinin gidişatını
disipline eder. Darul Erkam örneğinden yola çıkarak Rasul ’ün tedrisatında
parlayan Musab bin Umeyr’in Medine’ye hicretinden sonra ikna ediciliği,
söylemlerindeki etki ve amel etme konusundaki pratiklik onun bir döneme damga vurmasını
sağlamıştır. Cafer bin Ebu Talib’in Necaşî’ye söylediği sözler aldığı eğitimin
hayatını sil baştan değiştirmeye muktedir olduğunu apaçık gösteriyordu. O şöyle
diyordu Necaşî’ye: “Ey Melik! Biz kan içer, leş yer, zina eder, hırsızlık
yapar, adam öldürür ve yağmacılıkla iştigal ederdik. Kuvvetli olan zayıfı ezer
ve insanlık adına utanç verici daha neler neler yapardık.” Peki, Kurayş’in
tüm iticiliğine, tüm bozukluğuna rağmen tertemiz bir şekilde birbirlerine
kenetlenen Ashab’ın aldığı eğitim nasıl bir eğitim ki aralarında çatlak bir
ses, ahengi bozan bir vızıltı duyulmaz. Ve Ashab-ı Suffa örneğinde olduğu gibi
sonraki yüz yıla kadar liderlik yapacak devlet adamları, ilim adamları ve öncü
şahsiyetler peygamberin dizinin dibinde onun verdiği kültürle bu kabiliyetlerle
donanmışlardır. İşte Suff mektebinde yetişen kaliteli öğrencilerden bazıları;
Ebu Hurayra, Talha bin Ubeydullah, Bera bin Malik, Kâb bin Malik, Ukkaşe bin
Mihsan.
Günümüz
vakıasında ise öğretimin uygulandığı okullar bazında düşünüldüğünde üç hedefin
gerçekleştirilmesi istenir:
1. Akliyet ve nefsiyet
bakımından İslamî Şahsiyeti oluşturmak. Okuldaki öğretim merhalelerinin sona
ermesi ile bu oluşum neticelenir.
2. Öğrenciye çevresinde
var olan aletleri, icatları, uzmanlık alanlarını tanıması için gerekli bilgi ve
becerileri öğretmek. Mesela, elektrikli ve elektronik aletleri tanıması, sanayi
ve zirai aletleri bilmesi…
3. Öğrenciyi alanında
uzmanlaşacağı üniversite merhalesine girmeye hazırlamak.
Öğretimin
merhalelere ayrılması demek, öğrenciyi çocuk, baliğ veya ergen olması
bakımından fiziksel, akletme ve amel etme dönemleri itibariyle ayırmak
demektir. Nitekim Allah Subhanehu Teâlâ,
“Çocuklarınız
buluğ çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler (büyükleri) izin
istedikleri gibi onlarda izin istesinler.” (Nur 59) ifadesiyle aklın mümeyyiz olmaya
başladığında davranışlarında artık değişime uğrayacağını belirtmiştir.
Bu
dönemleri çarçabuk atlatan ve gerekli hedeflere diğer yaşıtlarından daha hızlı
ulaşan öğrencilerin yerlerinde sayması doğru değildir. Netice itibariyle aynı
hedefler için çalışan ileri kademedeki diğer öğrenciler seviyesine çıkartılır
ve yeteneklerinin ortaya çıkmasına gayret edilir. Zekâ düzeyi, çalışma güdüsü,
fiziksel gelişim dönemleri ve anlama kapasitesi gibi faktörler her çocuk için
farklı yaşlarda veya farklı zeminlerde değişiklik gösterebilir. Her bireyi
sabit zaman dilimlerine hapsetmek onun yeteneklerini köreltebileceği gibi
toplum için faydalı olma süresini geciktirebilir. Nitekim çocuk yaşlarda
zaferden zafere koşan Sultan II. Mehmed (Fatih), Akşemseddin ile İstanbul'a
girişte şehir halkı tarafından karşılanıyor, şehir halkı Akşemseddin'i II.
Mehmed sanıp ona çiçekler uzatıyor. Akşemseddin ise “Padişah ben değilim”
diyerek yanındaki II. Fatih Sultan Mehmed'i gösteriyordu. II. Fatih Sultan
Mehmed ise “Hünkâr benim ama O, benim hocamdır. Çiçekler ona layıktır!”
diyerek kendisinin bu yeteneğini hocasına borçlu olduğunu ifade ediyordu. (Wikipedia)
Bunun
gibi dünyanın her herinde “Avicenna” ismiyle okutulan “el-Kanun fit-Tıb”
yani ‘Tıbbın Kanunları” kitabının Avrupa’da temel eser olarak okutulduğu
eserin sahibi tıp biliminin üstadı İbni Sina ve yine Batı’nın “Alpharabius”
diyerek okuttuğu gökbilimi ve mantık konularında isim yapmış Farabi,
Matematik alanında duayen olan Ali Kuşçu gibi Osmanlı ve öncesine ışık
tutmuş birçok tarihçi, bilim adamı, İslam tedrisatından geçerek hedeflenen
gayeleri gerçekleştirmiştir. Bağrından siyasette, yönetimde ve cihatta Ebu
Bekir, Halid ve Selahaddin gibi benzersiz liderler çıkartan İslamî Ümmet, yine
bağrından fıkıhta ve diğer ilimlerde Şafii, Buhari, Harezmî, İbni Heysem gibi
eşsiz âlimler çıkartan aynı ümmettir. Bütün bu bilgilerin okul merhalesinde
öğretilmesindeki hedef; işte böylece öğrencide İslamî şahsiyeti oluşturmak, onu
pratik hayat sahasına girmeye hazırlamak ya da yükseköğrenimini takip etmeye
hazırlamaktır ki böylece İslamî Ümmet’in fikri ve ilmi seviyesini yükseltmek
için gerekli seçkin şahsiyetler oluşturmaktır. Ta ki Ümmet; bütün insanları
küfrün zulümatından İslam’ın aydınlığına çıkarmak, beşeri
kanunların zulmünden şer’î hükümlerin adaletine kavuşturmak için dünyaya
liderlik etmeye ehil olsun. Aynı şekilde göklerde ve yeryüzünde olanları Allah Subhanehu
Teâlâ’nın razı olduğu hususlarda insanın menfaati ve refahına sunmak için
Rabbimizin şu sözüne bağlanarak çalışsın:
“Allah’ın
sana verdiğinden (O’nun
yolunda harcayarak) Ahiret yurdunu iste ama dünyadan da nasibini unutma!”
(Kasas 77)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış