12
Eylül 2010’da anayasa referandumu ile başlayan yeni bir anayasa yapma süreci,
2011 yerel seçimler öncesi, AKP’nin seçim kampanyasının en önemli
argümanlarından biri olmuştur. O günlerde seçimlerden hemen sonra başlanması
sözü verilen yeni anayasa yapma süreci, malum olduğu gibi bu gün iki ileri bir
geri ama başladığı yerden çokta ileriye taşınamamış bir haldedir.
TBMM
çatısı altında çalışan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda bugüne kadar uzlaşılan
kanun sayısı 60 maddeyi geçmemektedir. Bunlar ise temel hak ve özgürlükler
bölümünde 43, yasama bölümünde 5, yargı bölümlerinde 9, başlangıç ve genel
hükümler bölümünde 2, idare ve kamu hizmetleri bölümünde 1 olmak üzere aslında
üzerinde çokta ihtilaf olmayan, ancak bilinçli bir şekilde uzlaşma süresi
uzatılan maddelerdir. Bunun dışında ise gerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
Lizbon gezisi dönüşünde söylemiş olduğu “üzgünüm yeni anayasa olmuyor” sözü
gerek ise de hükümet yetkililerinin yapmış oldukları açıklamalara göre 2015
yerel seçilerinden önce daha da fazla bir ilerleme sağlanacağı
düşünülmemektedir.
Yeni
anayasa yapma fikrinin mimarı olan AKP’nin bu süreci uzatmasının ise farklı
nedenleri olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak bunu belirlemenin yolu, AKP’yi yeni
bir anayasaya yapmaya iten nedenleri bilmek ve asıl hedeflenen amacın neler
olduğunu sorgulamaktır.
Yeni
Anayasaya Duyulan İhtiyaç
AKP
ilk iki dönemlik iktidar süresi içerisinde iç ve dış siyasette daha önceki
statükonun izlemiş olduğu rotadan farklı, ancak yine de dış güçlerden bağımsız
bir siyaset yürütemedi. Bununla beraber eski statükonun baskısından da bir
türlü kurtulup, istediği icraatları gerçekleştiremedi.
AKP,
hamiliğini yapan ABD’nin de yardımı ile en azından iç siyasette muktedir
olmanın çabası içerisine girdi. Ancak eski statükonun bağlantıları ve uzantıları
ile mücadele etmek AKP’nin tek başına güç yetiremeyeceği zorlu bir süreçti.
Öyle ki bu bağlantıların ve uzantıların daha sonraki yaşanan süreçte ne kadar
içli ve dışlı bir durumda oldukları ortaya çıkmıştır. Askeriye, emniyet, yargı
başta olmak üzere diğer kamu ve sivil kuruluşlar tarafından kuşatılan devlet
yapısını değiştirmek veya ele geçirmek, AKP’nin olmazsa olmazlarından bir
ihtiyaç haline dönüşmüştür.
Muktedir
olmak için statükonun bu ağlarını kırmanın yolunu arayan AKP, ilk başta bu
ağların taşeronluğunu yapan çeteler ile mücadele yoluna girdi. Ancak asker ve
sivil uzantıları ile mücadelede anayasa ve yasalarla sınırlanan hükümet bu
noktada acil yasa değişikliklerine ihtiyaç duydu. Nihayetinde “yetmez ama
evet” sloganları ile kısmi anayasa değişikliğine giden hükümet, 12 Eylül
2010’da tartışmalı bir şekilde ve muhalefetin sert tutumu altında bu paketi
referanduma taşıyabildi. 12 Eylül 2010 anayasa paketi ile askeri sivil
mahkemelerde yargılamanın ve bazı yargı maddelerinin değiştirilerek yargıyı da
kontrol altına almanın planlarını yapan hükümet, böylece kendisinin hareket
alanını da açarak kısmi bir başarı elde etmiş oldu.
Sonuç
olarak hükümetin yeni anayasaya duyduğu ihtiyaç, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulduğu günden bu güne devleti sarmalayan İngiliz hâkimiyetini kırıp, yerine
gücünü ve kuvvetini aldığı ABD’nin planları doğrultusunda devlet şeklini ve
yönetimini biçimlendirmek isteğinden gelmektedir. Devletin şekil ve yönetimini
şekillendirmek başlangıçta asıl amaç durumunda iken ilerleyen zamanlarda ise
hükümetin farklı alanlarda kullanacağı bir araç haline de dönüşmüştür.
Özellikle 2011 seçimlerine elinde fazla bir kampanya malzemesi olmadan giren
hükümet, anayasa tartışmaları ile halktan en azından bir dönem daha kendilerine
destek vermeleri halinde Türkiye’yi darbe anayasasından kurtarıp, sözde daha
yenilikçi ve çoğulcu bir anayasaya kavuşturacakları sözünü vererek seçim
kampanyasını güçlendirmiş oldu.
Yeni
Anayasa Yapma Süresinin Uzamasının Nedenleri
19
Ekim 2011 tarihinde çalışmalarına başlayan Anayasa Uzlaşma Komisyonu geçen 2
yıllık zaman içerisinde çeşitli sebeplerden dolayı başarı elde edemedi ve
yapılacak olan anayasada uzlaşma sağlayamadı. Bu nedenler ise şüphesiz en başta
eski statükonun değişmesinden rahatsız olan MHP ve CHP’nin komisyondaki
uzlaşmaz tavırlarıdır. Lakin gelişen süreç iyi bir şekilde analiz edildiğinde
başarı sağlanamamasının tek sebebinin sadece muhalefet partileri değil,
bizatihi hükümetin kendi politikaları olduğu görülmektedir.
Hükümetin
aslında kendi üzerinde çalıştığı ve hazırladığı geniş kapsamlı bir anayasa
paketi olduğu bilinmektedir. Ancak sözde toplumun tüm kesimlerini kapsayıcı
olması için meclisteki muhalefet partilerince ortak bir komisyon tarafından
hazırlanması istenilen anayasa taslağı hükümetin sürece oynamasından başka bir
şey değildir. Süreci uzatmasındaki neden ise iç ve dış siyasette yaşanan
gelişmeleri yeni anayasa meselesi ile pazarlık konusu haline dönüştürmek
isteğidir.
Pazarlık
konularının başında ise şüphesiz Kürt sorunu kapsamında BDP ve İmralı ile
müzakere edilen Demokrasi paketi gelmektedir. Hükümet PKK’nın geri çekilmesi
karşılığında hazırlamış olduğu paketi de yeni anayasa kapsamına sokarak,
BDP’nin de bu süreçte kendisine zorunlu şekilde destek vermesine neden
olmuştur. Her ne kadar iki tarafta iyi niyet göstergesi olarak müzakerelere
katkı sağlamaya çalışsalar da iki tarafında kendine göre kırmızıçizgilerinin
olduğu ve çizgiler kapsamında pazarlık edildiği bilinmektedir. Bunların en
barizleri; seçim barajı, Terörle Mücadele Kanunu, Basın Kanunu, Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu ve TCK’de değişiklik önerilerinin yanında bir genel af hiç
olmazsa sınırlı bir af meseleleridir. Bu meseleler üzerinden BDP, AKP’den
adımlar atmasını beklerken AKP’de arzuladığı uzlaşmazlık nedeni ile kendi
anayasa teklifini meclise getirdiğinde BDP’nin desteklemesini istiyor. Meclisin
bugünkü hali ile AKP’nin 330 oyu toplamasının tek yolu BDP’nin kendisine destek
olmasıdır.
Sürecin
uzamasının nedeni olarak sayılabilecek bir diğer madde de komisyondaki
partilerce uzlaşı sağlanamaması halinde kamuoyuna kendi anayasasını sunmak için
mazeret oluşturmaktır. Nitekim Erdoğan Ocak ayında yaptığı grup konuşmasında
Mart ayının sonuna kadar çalışmalardan sonuç alınması gerektiğini söyleyerek
niyetini açıklamıştır:
“Bitmemesi
halinde, Ak Parti’nin bu konuda yaptığı çalışma Meclis gündemine taşınacaktır.
İnşallah Meclis gündeminde bizim yeni anayasa tasarımızı böylece orada
halkımıza, milletimize sunmuş olacağız. Biz parlamentoda beklediğimiz desteği
aldığımız anda bunu gündeme getiririz, referandum gücünü yakaladığımız anda da
biz millete gideriz.” Kendi anayasa tasarısını meclise taşıdığında çeşitli
nedenlerle parti içerisinden fire çıkabileceğini tahmin eden Erdoğan, aynı
zamanda BDP’nin de aksi bir tutum sergileyerek destek vermemesinden çekinerek
tasarıyı meclise getirip riske etmek istememektedir. Çünkü bu yapılmak istenen
anayasa için büyük bir başarısızlık ve seçim öncesi AKP’nin oylarını ciddi
manada negatif yönde etkileyecek bir sonuç çıkarabilir. Bu denklemi çok iyi bilen
Erdoğan, bunun yerine sürekli bir şekilde yaptırmış olduğu anketlerle oy
oranını takip etmektedir ki; bu vesile ile doğru zamanı geldiğinde anayasa
teklifini meclis gündemine taşıyabilsin.
Tali
sayılabilecek nedenlerden bir tanesi de kuşkusuz başkanlık sistemi üzerindeki
tartışmalardır. Erdoğan başkanlık sistemi tartışmalarını da bizatihi kendisi
2011 seçimlerinden hemen önce başlatmış, seçimlerin kendi partisi açısından
başarılı geçmesinden güç alarak Burhan Kuzu önderliğinde başkanlık sistemi
modelinin tartışılmaya açılmasını sağlamıştır. Başkanlık sistemi modeli
tartışmaları ile bir yandan toplumun nabzını ölçerken diğer yandan da bunu
oluşturulacak yeni anayasada şart koşarak, yeniden uzlaşma komisyonun
çalışmalarının kilitlenmesine yol açmıştır. Muhalefet partilerinden CHP ve MHP
hemen bu teklife karşı çıkıp teklifin geri çekilmesini, yoksa anayasa
çalışmalarının tıkanacağını beyan etmişlerdir. Erdoğan ise buna karşılık vermiş
olduğu cevapla asıl niyetinin zaten bu çalışmaları tıkamak olduğu mesajını vermiştir:
“Kaç
kere açıkladım başkanlık sistemi AK Parti’nin teklifidir. Olmazsa olmazımız
değildir. Yeni anayasa hazırlanıyor. Biz Başkanlık sisteminin de gündemde
olmasını teklif ediyoruz. Kime karşı diyoruz, baraj kalksın diyorlar. Bunun en
güzel yolu Başkanlık sistemi. Baraj yok. İstemiyor muydun hadi buyur. Dar bölge
sistemi. Türkiye’yi bölersin 550 bölgeye. Her bölgeden bir vekil, orada da
baraj olmaz. Bir de daraltılmış bölge var ki, orada baraj gerekir. Şimdi
anamuhalefetin hiçbir hazırlığı yok. Başkanlık sistemini geri çeksin ona göre
konuşalım diyorlar. Niye ben çekeyim sen tekliflerini geri çektin mi? Son ana
kadar durur, eğer tıkanma nedeniyse o zaman geri çekeriz”
Böylece
anayasa çalışmalarının önü bir kez daha tıkanırken toplumun da yeni anayasadan
umudu biraz daha zayıflamış oldu. Ancak AKP süreci bir süreliğine uzatırken bir
yandan da sürece farklı tartışmalarla yön vererek yeni anayasa meselesinin
gündemden düşmesine izin vermek istemiyor. Örnek olarak Danıştay ve Yargıtay’ın
kaldırılıp yerine Temyiz Mahkemesi kurulmasını talep ederek tartışmaların
çıkmasına neden olan AKP, aynı zamanda bu teklifini geri çekip zamanı en iyi
şekilde kullanarak sürecin önünü tamamen kapatmak istemiyor.
Belki
de sürecin uzamasının en önemli nedenlerden birisi de seçimler takvimin
sıkışmış olmasıdır. Sırası ile yerel seçiler, cumhurbaşkanlığı seçimi ve en
önemlisi belki de kilit noktadaki genel seçimler AKP’nin yeni anayasa ve
başkanlık gündemini etkileyen nelerden bir tanesidir. Muktedir olma fırsatını
yakalamışken bu fırsatı 2023 vizyonu ile pekiştirmek isteyen AKP, hiçbir seçimi
ve gelişmeyi plansız yürütmeyi düşünmemektedir. Bunun içinde her seçime farklı
bir strateji ile yaklaşmak istemektedir. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olma isteği
dışında her şey planlandığı şekilde gitmektedir. Partiyi yerel seçimlerden önce
dizayn etmeden Köşk’e çıkmanın büyük riskler taşıdığını bilen Erdoğan, parti
içerisindeki dengeleri istediği gibi oluşturursa köşke aday olabilir.
Sonuç
olarak, bu neticeler ışığında öyle görünüyor ki AKP yerel seçimlerin ardından
yeni anayasa tasarısında uzlaşma sağlanmaması durumunda kendi teklifini meclis
gündemine getirmek için mücadele verecektir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden
önce de anayasa teklifini referanduma götürmek için elinden gelini yapacaktır.
Böylece partili başkanlık modelini paketin içerisine katarak Erdoğan’ın
başkanlığının önü açılacaktır. Geriye tek bir mesele kalıyor o da partiyi
dizayn etmek ki bu durumda ise iş Abdullah Gül’e düşüyor.
Ancak
dünya siyasetinin çalkantılı olduğu bugün ve sıkıntılı geçeceği tahmin edilen
yarın için kesin konuşmak yanıltıcı olabilir. ABD’nin değiştirmek zorunda
kaldığı Ortadoğu siyasetinde kuşkusuz Türkiye’ye duyulan ihtiyaçta artmaktadır.
Bu nedenle AKP, gerek seçimler gerekse de anayasa meselesini şansa bırakarak
riske atmak istememektedir. Bu nedenle en son bir ihtimal anayasayı 2015
seçimleri sonrasına da taşıyabilir.
Bugün
eski statükonun bağlantılarını çıkarmış olduğu yasa ve kısmi anayasa
değişiklikleri ile çözmüş olan AKP için asıl elzem olan mesele; sağlam adımlar
atarak kalıcı bir şekilde yeni statükosunu anayasa değişikliği ile sağlam
temellere oturtmaktır. Bunun çerçevesi ise eski katı laik ve kırmızıçizgiler
ile toplumu kuşatan bir devlet modeli yerine, Batıyla ve dolayısı ile ABD ile
uyumlu, ılımlı Demokrasi görüşünü benimseyen ve
Ortadoğu’da bu model ile abilik yapabilecek bir devlet modelidir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış