İlk etapta başlığa bakıldığında
tuhaf karşılanmaması için izah edelim. Bir eğitimci olarak ben Türkiye’deki
eğitim sistemini hakiki bir öğütücü sistem olarak görüyorum. Zira müfredatın
neredeyse ABC’si bile ezbere dayalı. Okumayı yeni öğrenmiş bir ilkokul
öğrencisine bu üç harf sırası değiştirilerek okutulsa şaşkınlıkla
karşılayabilir. Yine seviye belirleme sınavları yoruma dayalı ve aritmetik
düşünmeyi önceleyen sorular ile yapılsa eğitimciler vahim bir tablo ile
karşılaşabilir. Ayrıca veliler herhangi bir ders kitabındaki daha önce çözülmüş
bir soruyu çocuklarına bir-iki kelimeyi değiştirerek sorsa çocuklarından bu
soruyu daha önce çözmedikleri cevabını alırlar. İlk ve orta öğretimlerde
başlayan ders kitabına bağımlılık hali lise ve sonrasında da katlanarak devam
eder. İşte bütün bunlardan dolayı yetişme sürecini tamamlayan bireyler yorum
yapamayan, proje üretemeyen, üslup geliştiremeyen ve herhangi bir meseleyi
eleştiremeyen bireyler haline gelirler.
Kaliteli(!) liselerin sınırlı
sayıda olduğu, prestijli(!) üniversitelerin iki elin parmaklarını geçmediği
ülkemizde buralara yerleşmek için yarış atı gibi koşturan öğrencilerin hali
pürmelalini hepimiz görüyoruz. Özellikle de her milli eğitim bakanı değiştiğinde
değişen konsept yüzünden sınavla oturup sınavla kalkan, iki saatlik sınav
sürecini hayatının merkezine oturtan körpecik beyinler, toplum içine
çıktıklarında adeta afallıyorlar. Gerçekten her bakanın geride iz bırakmak
adına sınav sistemlerinde yaptıkları değişiklikler liseye başlayacak bir
öğrencinin takip edemeyeceği ve hızına yetişemeyeceği cinsten. Üstelik bu
değişikliklere bakıldığında eğitim sisteminin daha işler hale gelmesi,
yetenekli bireylerin ortaya çıkarılması, mesleki ve diğer alanlarda yetişmiş
bireylerin artması gibi bir amacı gütmüyor olduğu görülecektir. Genelde
partisel-politik kazanımların hedeflendiği bu değişikliklerde öğrencilerin
psikolojik durumları, içlerinde bulundukları kültürel ortam ve iktisadi
yapıları çok önem arzetmiyor. Halbuki iyi yapılandırılmış bir eğitim-öğretim
planında bölgesel, iktisadi, kültürel ve bulunulan yerin genel kamuoyu ciddi
bir şekilde dikkate alınmalı, süreç öğrenciler için yakından uzağa, bilinenden
bilinmeyene doğru bir seyir ile sürdürülmelidir. Yani Edirne’deki bir okul ile
Van’daki bir köy okuluna aynı müfredat dayatılmamalıdır. Farklılıkların
zihinleri zenginleştirdiği bir müfredat esnek ve uygulanabilir olduğunda ancak
başarılı sonuçlar verebilir.
Anlatılan bunca sorunun tek
sebebi tabiki de sadece müfredat değil. Bu müfredatı uygulamak üzere
görevlendirilen öğretmenlerin de vakıasını iyi irdelemek gerekir. Mesela en
başta öğretmenlerin seçimi onların öğretici-yetiştirici olma kabiliyetleri
gözardı edilerek yapılıyor. Benim de mağduru olduğum bir başka ezbere dayalı
sınavlardan KPSS’de son beş yılda yaptığı sınavlarda teoriye dayalı, dersane
öğretiminin olmazsa olmaz olduğu bir tarzda öğretmen seçiyor. Her yıl mezun
olan 200 binden fazla öğretmen adayı arasından pedagojik-psikolojik
kabiliyetleri en iyi olan değilde batılı eğitim bilimcilerinin teorilerini en
iyi ezberleyen öğretmenler sınavı geçebiliyor. Yanısıra geçmişten bugüne eğitim
fakültesi bitirdiği halde atama sıkıntısı yüzünden milyonlara varan bir
yükselişle atanamamış dolayısıyla da başkaca işler yapmak zorunda kalan bir
nüfus söz konusudur. İşler bu şekilde yürütülürken eğitimci kadronun yetenekli
olmayışı veya var olan yeteneğini kullanamayışı sebebiyle nesiller tıpkı
kendisinden önceki nesillerin uğradığı gibi bir öğütülmeye maruz kalıyorlar.
Öğretmenlere müdahale bile edemeyecekleri planların onlara kalıp olarak
verilmesi, işleyecekleri her konunun saati saatine yazılmış olması eğitim
sistemimizdeki esneksizliği, kalıplaşmışlığı ve bağımlılığı gözler önüne
seriyor.
Bunca eleştirinin sebebi eğer
eğitim konuşulacaksa bu bilgilerin verilmesinin elzem olmasındandır yoksa laf
olsun diye değil. Bilinmelidir ki, nesiller eğitilerek değişir ve dönüşüme
uğrarlar. Eğitim ve öğretimin niteliği ne denli yüksek olursa yetişen
toplumlarda o denli yüksek nitelik ile yaşarlar. Niteliği belirleyen en önemli
faktör de ‘fikir’dir. Yüksek fikirler, nitelikli toplumlar oluşturur ki bu
fikirlerin zihinlere işlendiği yerler okullar, işleyenler de öğretmenlerdir.
Okul-öğretmen-müfredat ilişkisi bu sebepten dolayı önemli ve hassas bir
ilişkidir.
İslam hilafetinin ilga edilip,
Cumhuriyetin ilan edilmesinden 10 yıl sonra dillere pelesenk olan ‘10 yılda 15 milyon genç yarattık’ iddiası
hemencecik değiştirilen eğitim sisteminin başarılı olmasının bir sonucudur. Ata
kültü ve Atatürk’ün efsaneleştirilmesinin yeni eğitim-öğretim hayatının mihenk
taşını oluşturduğu Cumhuriyet nizamında nesil adeta baştan ayağa bir gayri İslami
kültür ile yoğruldu, özgürlükçü ve kapitalist fikirlerin tahakkümü altında
yaşadı, yaşamaya razı hale getirildi. Arkasından halinden memnun olan
muhafazakar (statükocu) bir toplumsal ön kabul oluştu. Değişimi arzulayan
bireyler hayalci, inandığı değerler için mücadele edenler idealist haline
geldi. Hülasa kum saati misali yukarıdan aşağıya bir dönüşüm gerçekleştiren
Türk toplumunda iyi ve güzele dair ne varsa kötü ve çirkin olarak evrildi.
Duygular, tasavvurlar ve tavırlar eğitim ile yozlaşan bir nesilde yozlaşan
mefhumlar oldu.
Kapitalizm, sömürge tarihine
eğitim-öğretim sisteminde yaptığı köklü reformlar ile başladı. Örneğin İngiliz
sömürge imparatorluğu ilhak ettiği bölgelerden çıkmadan önce avanelerinden
kendi kültürünü, yaşam tarzını, dilini ve mefhumlarını körpe beyinlere çivi
gibi çakma taahütü aldı. Kimi devletler sömürge topraklarına askeri gücü
konuşlandırmak gibi basit ve yüzeysel adımlar atarken dünya siyasetine damga
vurmuş köklü imparatorluklar yerleştirdikleri köklü eğitim sistemleri sayesinde
gözleri arkada kalmadan o topraklardan fiziksel olarak ayrılırlar.
Eğitim denilen kavram bu boyutuyla
siyasi kavgaların bir o yana bir bu yana savurduğu oyun malzemesi haline geldi.
Şimdi tüm bu kavgalardan sıyrılarak 2013-2014 eğitim-öğretim yılının başlayacak
olması aslında var olan sistemin kendisini yeni rüzgarların savurmasına
terkedecek. Yeni yapılan değişikliklere bakıldığında bunu net bir şekilde
görebiliyoruz. Yakın zamanda hayatımıza giren 4+4+4 sistemi tam olarak idrak edilememişken
başkaca revizyonlara uğradı. Bunların en başında dersanelere olan ihtiyacı
ortadan kaldıran sınav sistemi geliyor. İki saatlik bir maraton dört yıllık
öğretim süreci içerisine yayılıyor. Tek tip üniforma giyme zorunluluğu ortadan
kalkıyor. Mesleki öğrenimin önemine vurgu yapılıyor ve bu öğrenimi veren
okulların prestiji arttırılıyor. Hatta her kademedeki kurumlarda öğretmenlerin
kıyafet serbestiyeti ile başlarını örtmeleri önündeki engel kaldırılıyor. Tüm
bu değişikliklerin zamanın gereklerine uygun olduğu düşünülse de her sene
zamanın dönüşüme uğradığı gerçeğini düşünürsek çok fazla değişiklik bizi
bekliyor olacak. Bu haliyle her ne düşünülürse düşünülsün en önemli ayrıntının
unutulduğunu belirtmek gerekir. Zira 18 yaşına kadar bir birey üzerinde süreç
denemesi yapmak, onu kobay gibi kullanmak kaş yapalım derken göz çıkarmak
demektir. Psikolojik deformasyon, bozulan adaptasyon gibi birçok etken eğitim
ve öğretimin önündeki en büyük engellerdir.
Tabiki de sayılan bunca
değişikliğin tamamı kötü değildir, iyi yönde bir çok gelişme olmuştur, oldu da.
Ama ne yazık ki kökleri Hilafet’in yıkılışıyla yükselmiş, temel felsefesini
sömürgeci İngilizlerin tayin ettiği, gidişatını demokratik ve özgürlükçü bir
siyasetin belirlediği bu sistemin adını öğütüm sistemi olarak adlandırmak çok
da yanlış değildir. Tertemiz beyinlerin, bilhassa Müslüman bireylerin Freud’un
sapık fikirlerine, Pavlov’un hayvanı kutsayan deneylerine ihtiyacı yoktur.
Tevhidi önceleyen, İslam’ı hayatın merkezine oturtan, yaşam tarzını akidesinden
alan Müslüman fertlerin ahlaki yükselişlerini topluma taşıdıklarına tüm dünya
şahit olmuştur. İslam medeniyeti geride bıraktığı kültür abidelerini, güçlü
kalemlerini, zirve alimlerini eğitim sistemine borçludur. Onun eğitime bakışı;
hedeflediği insan profilini insan olma özelliklerini kaybettirmeden
gerçekleştirmektir. İslam insana bir bütün olarak bakar, içgüdülerini,
sosyalliğini ve fıtri özelliklerini eğitim hayatının en mühim fonksiyonları
olarak görür.
Gayri İslami bir eğitim-öğretim
sürecinin evlatlarımız için -söylediklerimizin örnekliğinde- büyük tehlikeler
arzettiğini hatırlatırken, İslami eğitim-öğretim sürecinin bizler için ne kadar
gerekli olduğunu inşaAllah bir sonraki yazımızda delilleriyle birlikte
anlatmaya çalışacağım. İnsan yetiştirme konusunda en önemli alternatif olan
İslam’ın modelini, üslubunu ve başarıya götüren temel sebepleri gücümün
yettiğince ifade edeceğim. Çaba bizden Muzafferiyet Allah’tandır.
“De
ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz temiz akıl sahipleri öğüt
alıp, düşünürler.” (Zümer 9)
“Fakat
onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden
önce indirilenlere iman ederler. Onlar, namazı kılan, zekâtı veren, Allah'a ve
ahiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa 162)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış