OKULLAR AÇILIYOR; ÖĞÜTÜM SÜRECİ BAŞLIYOR...

Emrah Akay

İlk etapta başlığa bakıldığında tuhaf karşılanmaması için izah edelim. Bir eğitimci olarak ben Türkiye’deki eğitim sistemini hakiki bir öğütücü sistem olarak görüyorum. Zira müfredatın neredeyse ABC’si bile ezbere dayalı. Okumayı yeni öğrenmiş bir ilkokul öğrencisine bu üç harf sırası değiştirilerek okutulsa şaşkınlıkla karşılayabilir. Yine seviye belirleme sınavları yoruma dayalı ve aritmetik düşünmeyi önceleyen sorular ile yapılsa eğitimciler vahim bir tablo ile karşılaşabilir. Ayrıca veliler herhangi bir ders kitabındaki daha önce çözülmüş bir soruyu çocuklarına bir-iki kelimeyi değiştirerek sorsa çocuklarından bu soruyu daha önce çözmedikleri cevabını alırlar. İlk ve orta öğretimlerde başlayan ders kitabına bağımlılık hali lise ve sonrasında da katlanarak devam eder. İşte bütün bunlardan dolayı yetişme sürecini tamamlayan bireyler yorum yapamayan, proje üretemeyen, üslup geliştiremeyen ve herhangi bir meseleyi eleştiremeyen bireyler haline gelirler.

Kaliteli(!) liselerin sınırlı sayıda olduğu, prestijli(!) üniversitelerin iki elin parmaklarını geçmediği ülkemizde buralara yerleşmek için yarış atı gibi koşturan öğrencilerin hali pürmelalini hepimiz görüyoruz. Özellikle de her milli eğitim bakanı değiştiğinde değişen konsept yüzünden sınavla oturup sınavla kalkan, iki saatlik sınav sürecini hayatının merkezine oturtan körpecik beyinler, toplum içine çıktıklarında adeta afallıyorlar. Gerçekten her bakanın geride iz bırakmak adına sınav sistemlerinde yaptıkları değişiklikler liseye başlayacak bir öğrencinin takip edemeyeceği ve hızına yetişemeyeceği cinsten. Üstelik bu değişikliklere bakıldığında eğitim sisteminin daha işler hale gelmesi, yetenekli bireylerin ortaya çıkarılması, mesleki ve diğer alanlarda yetişmiş bireylerin artması gibi bir amacı gütmüyor olduğu görülecektir. Genelde partisel-politik kazanımların hedeflendiği bu değişikliklerde öğrencilerin psikolojik durumları, içlerinde bulundukları kültürel ortam ve iktisadi yapıları çok önem arzetmiyor. Halbuki iyi yapılandırılmış bir eğitim-öğretim planında bölgesel, iktisadi, kültürel ve bulunulan yerin genel kamuoyu ciddi bir şekilde dikkate alınmalı, süreç öğrenciler için yakından uzağa, bilinenden bilinmeyene doğru bir seyir ile sürdürülmelidir. Yani Edirne’deki bir okul ile Van’daki bir köy okuluna aynı müfredat dayatılmamalıdır. Farklılıkların zihinleri zenginleştirdiği bir müfredat esnek ve uygulanabilir olduğunda ancak başarılı sonuçlar verebilir.

Anlatılan bunca sorunun tek sebebi tabiki de sadece müfredat değil. Bu müfredatı uygulamak üzere görevlendirilen öğretmenlerin de vakıasını iyi irdelemek gerekir. Mesela en başta öğretmenlerin seçimi onların öğretici-yetiştirici olma kabiliyetleri gözardı edilerek yapılıyor. Benim de mağduru olduğum bir başka ezbere dayalı sınavlardan KPSS’de son beş yılda yaptığı sınavlarda teoriye dayalı, dersane öğretiminin olmazsa olmaz olduğu bir tarzda öğretmen seçiyor. Her yıl mezun olan 200 binden fazla öğretmen adayı arasından pedagojik-psikolojik kabiliyetleri en iyi olan değilde batılı eğitim bilimcilerinin teorilerini en iyi ezberleyen öğretmenler sınavı geçebiliyor. Yanısıra geçmişten bugüne eğitim fakültesi bitirdiği halde atama sıkıntısı yüzünden milyonlara varan bir yükselişle atanamamış dolayısıyla da başkaca işler yapmak zorunda kalan bir nüfus söz konusudur. İşler bu şekilde yürütülürken eğitimci kadronun yetenekli olmayışı veya var olan yeteneğini kullanamayışı sebebiyle nesiller tıpkı kendisinden önceki nesillerin uğradığı gibi bir öğütülmeye maruz kalıyorlar. Öğretmenlere müdahale bile edemeyecekleri planların onlara kalıp olarak verilmesi, işleyecekleri her konunun saati saatine yazılmış olması eğitim sistemimizdeki esneksizliği, kalıplaşmışlığı ve bağımlılığı gözler önüne seriyor.

Bunca eleştirinin sebebi eğer eğitim konuşulacaksa bu bilgilerin verilmesinin elzem olmasındandır yoksa laf olsun diye değil. Bilinmelidir ki, nesiller eğitilerek değişir ve dönüşüme uğrarlar. Eğitim ve öğretimin niteliği ne denli yüksek olursa yetişen toplumlarda o denli yüksek nitelik ile yaşarlar. Niteliği belirleyen en önemli faktör de ‘fikir’dir. Yüksek fikirler, nitelikli toplumlar oluşturur ki bu fikirlerin zihinlere işlendiği yerler okullar, işleyenler de öğretmenlerdir. Okul-öğretmen-müfredat ilişkisi bu sebepten dolayı önemli ve hassas bir ilişkidir.

İslam hilafetinin ilga edilip, Cumhuriyetin ilan edilmesinden 10 yıl sonra dillere pelesenk olan ‘10 yılda 15 milyon genç yarattık’ iddiası hemencecik değiştirilen eğitim sisteminin başarılı olmasının bir sonucudur. Ata kültü ve Atatürk’ün efsaneleştirilmesinin yeni eğitim-öğretim hayatının mihenk taşını oluşturduğu Cumhuriyet nizamında nesil adeta baştan ayağa bir gayri İslami kültür ile yoğruldu, özgürlükçü ve kapitalist fikirlerin tahakkümü altında yaşadı, yaşamaya razı hale getirildi. Arkasından halinden memnun olan muhafazakar (statükocu) bir toplumsal ön kabul oluştu. Değişimi arzulayan bireyler hayalci, inandığı değerler için mücadele edenler idealist haline geldi. Hülasa kum saati misali yukarıdan aşağıya bir dönüşüm gerçekleştiren Türk toplumunda iyi ve güzele dair ne varsa kötü ve çirkin olarak evrildi. Duygular, tasavvurlar ve tavırlar eğitim ile yozlaşan bir nesilde yozlaşan mefhumlar oldu.

Kapitalizm, sömürge tarihine eğitim-öğretim sisteminde yaptığı köklü reformlar ile başladı. Örneğin İngiliz sömürge imparatorluğu ilhak ettiği bölgelerden çıkmadan önce avanelerinden kendi kültürünü, yaşam tarzını, dilini ve mefhumlarını körpe beyinlere çivi gibi çakma taahütü aldı. Kimi devletler sömürge topraklarına askeri gücü konuşlandırmak gibi basit ve yüzeysel adımlar atarken dünya siyasetine damga vurmuş köklü imparatorluklar yerleştirdikleri köklü eğitim sistemleri sayesinde gözleri arkada kalmadan o topraklardan fiziksel olarak ayrılırlar.

Eğitim denilen kavram bu boyutuyla siyasi kavgaların bir o yana bir bu yana savurduğu oyun malzemesi haline geldi. Şimdi tüm bu kavgalardan sıyrılarak 2013-2014 eğitim-öğretim yılının başlayacak olması aslında var olan sistemin kendisini yeni rüzgarların savurmasına terkedecek. Yeni yapılan değişikliklere bakıldığında bunu net bir şekilde görebiliyoruz. Yakın zamanda hayatımıza giren 4+4+4 sistemi tam olarak idrak edilememişken başkaca revizyonlara uğradı. Bunların en başında dersanelere olan ihtiyacı ortadan kaldıran sınav sistemi geliyor. İki saatlik bir maraton dört yıllık öğretim süreci içerisine yayılıyor. Tek tip üniforma giyme zorunluluğu ortadan kalkıyor. Mesleki öğrenimin önemine vurgu yapılıyor ve bu öğrenimi veren okulların prestiji arttırılıyor. Hatta her kademedeki kurumlarda öğretmenlerin kıyafet serbestiyeti ile başlarını örtmeleri önündeki engel kaldırılıyor. Tüm bu değişikliklerin zamanın gereklerine uygun olduğu düşünülse de her sene zamanın dönüşüme uğradığı gerçeğini düşünürsek çok fazla değişiklik bizi bekliyor olacak. Bu haliyle her ne düşünülürse düşünülsün en önemli ayrıntının unutulduğunu belirtmek gerekir. Zira 18 yaşına kadar bir birey üzerinde süreç denemesi yapmak, onu kobay gibi kullanmak kaş yapalım derken göz çıkarmak demektir. Psikolojik deformasyon, bozulan adaptasyon gibi birçok etken eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engellerdir.

Tabiki de sayılan bunca değişikliğin tamamı kötü değildir, iyi yönde bir çok gelişme olmuştur, oldu da. Ama ne yazık ki kökleri Hilafet’in yıkılışıyla yükselmiş, temel felsefesini sömürgeci İngilizlerin tayin ettiği, gidişatını demokratik ve özgürlükçü bir siyasetin belirlediği bu sistemin adını öğütüm sistemi olarak adlandırmak çok da yanlış değildir. Tertemiz beyinlerin, bilhassa Müslüman bireylerin Freud’un sapık fikirlerine, Pavlov’un hayvanı kutsayan deneylerine ihtiyacı yoktur. Tevhidi önceleyen, İslam’ı hayatın merkezine oturtan, yaşam tarzını akidesinden alan Müslüman fertlerin ahlaki yükselişlerini topluma taşıdıklarına tüm dünya şahit olmuştur. İslam medeniyeti geride bıraktığı kültür abidelerini, güçlü kalemlerini, zirve alimlerini eğitim sistemine borçludur. Onun eğitime bakışı; hedeflediği insan profilini insan olma özelliklerini kaybettirmeden gerçekleştirmektir. İslam insana bir bütün olarak bakar, içgüdülerini, sosyalliğini ve fıtri özelliklerini eğitim hayatının en mühim fonksiyonları olarak görür.

Gayri İslami bir eğitim-öğretim sürecinin evlatlarımız için -söylediklerimizin örnekliğinde- büyük tehlikeler arzettiğini hatırlatırken, İslami eğitim-öğretim sürecinin bizler için ne kadar gerekli olduğunu inşaAllah bir sonraki yazımızda delilleriyle birlikte anlatmaya çalışacağım. İnsan yetiştirme konusunda en önemli alternatif olan İslam’ın modelini, üslubunu ve başarıya götüren temel sebepleri gücümün yettiğince ifade edeceğim. Çaba bizden Muzafferiyet Allah’tandır.


“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz temiz akıl sahipleri öğüt alıp, düşünürler.” (Zümer 9)


“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, namazı kılan, zekâtı veren, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa 162)


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz