AKİL TUTULMASI

Emrah Akay

Akliyet; davranış ile bütünleşirse o bireyde şahsiyet oluşur. Şahsiyeti oluşturan en önemli unsur olan akliyet, hangi ideolojinin cinsinden olursa o kişi de o ideolojinin şahsiyetine bürünmüş olur. Şahsiyetini tamamlamış böylesi bir kişiye ‘âkil’ denilebilir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde âkil, akıllı ve zeki demektir. Bir akıl sahibinin herhangi bir eşyanın güzellik, çirkinlik, kemal veya noksanlık sıfatlarını idrak etmesidir. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırabilen, güzeli ise çirkinden ayırmayı başarabilen akıl sahibi kimseye âkil denmektedir. Bu minvalde âkil insan, içinde bulunduğu toplumun gören gözü, duyan kulağı ve idrak eden hisleri olur, olmak zorundadır. Böylesi bir misyonu taşıyan bireyler kıvrak zekalı, basiretli, bağımsız düşünüp inisiyatif alabilen bireyler olmak durumundadır. İşte çözüm süreci olarak isimlendirilen ve terörün bitirilmesi düşünülen bu süreçte topluma inerek halkın nabzını ölçen, insanlara bu sürecin maslahatlarını anlatmak için yola çıkan ya da çıkartılan seçkin zümreyi, konjoktürel tarifle âkil insanları tanımlamak, sebep-sonuç ilişkisini tayin etmek ve gayelerini açığa çıkarmak siyaseten daha doğru tahminler yürütmemizi sağlayacaktır. Burada âkil insanların isimleri veya kimlikleri üzerinden yorum yapmak meselenin analizini kısırlaştırmaktan başka bir şey ifade etmeyecektir.

Hükümetin ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ diyerek başladığı ve beş yıla yakındır yürüttüğü açılımın son safhası diyebileceğimiz Çözüm Sürecinde kullanılan son üsluplardan birisi de bahsi geçen âkil insanlar çalıştayıdır. Başbakan Erdoğan’ın 76 milyonun özeti sayılabilecek bir tablo olarak gördüğü âkil insanlar hakkında birçok yazar ve politikacıdan farklı tanımlamalar geldi. Kimileri oluşturulan bu havuzun geneli temsil etmediğini söyledi, kimileri kimlikleri eleştirdi. Hakkın ve hukukun üstünlüğüne inananların tümünü temsil ettiğini iddia eden başbakan ile aynı dili yani demokratik ve seküler dili kullanmasına rağmen eleştiri getiren Kemal Kılıçdaroğlu bu çalıştayı şu şekilde açıkladı: ’’Görüşü ne olursa olsun, biz düşünen herkese saygılıyız. Ama kendisine 'akil insan' deyip siyasi otoritenin propagandasını yapan kişi akil insan değildir. Aklını kiraya veren insandan akil insan olmaz. Başbakan Erdoğan, bu 63 kişiyi kendi milletvekili listesini belirler gibi belirledi. Bunlar nasıl akil adam? Konuyu bilmiyorsun, çözümü bilmiyorsun, neye gidiyorsun. Ne anlatacaksın şimdi sen? Neyi tartışacağız bu ülkede?"  Yine aynı dili kullanmasına rağmen ağır eleştiriler getiren Devlet Bahçeli’nin ifadeleri şöyle oldu: "Hayatlarında bir tek defa şehide şükran duymamış bedbahtlar bu 63'ün arasındadır. Hayatlarında bir tek gün Türklüğü ağızlarına almamış, vatan dememiş, bayrak diyememiş PKK havarileri bu 63'ün içindedir. Bunlar PKK tetikçileridir, bunlar AKP propagandistidir ve bunlar Türkiye'nin karşısındaki cephedir, Türk milletinin sırtındaki kamburlardır. Bunlar unvan avcısıdır. Bunlar para ve şöhret takipçisidir. Bunların derdi kanın durması, terörün bitmesi, anaların ağlamaması değil, Türkiye'nin bölünmesi, bölücülüğün kurumsallaşması ve PKK'nın dağdan inerek Türkiye'yi esir almasıdır. " MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, çözüm sürecine yönelik oluşturulan akil insanlar heyetinin, Mondros Mütarekesi sonrası, işgal güçlerine karşı Anadolu'da başlayan direnişi engellemek amacıyla Damat Ferit'in kurdurduğu Heyeti Nasiha’nın ''AKP şubesinden'' başka bir şey olmadığını iddia etti.

Bu ve buna benzer birçok eleştiri getirilmesine rağmen bölgesel çalışmalarına devam eden ve hükümet sözcülüğünden başka bir şey yapmayan âkil insanlar; köy, kasaba, şehir gittikleri yerlerde çözümün demokratik yöntemler ile gerçekleşeceğini bangır bangır bağırır hale geldiler. Dillendirdikleri talepler Kürt halkının gerçek talepleri değildir, çağırdıkları çözüm önerileri de gerçek sorun için çözüm kaynağı olamayacaktır. Bu zaviyeden bakacak olursak toplumun her kesimini ikna etmek zorunda olan âkil insanlar heyetinin henüz muhalefet partilerini dahi ikna edemediği ve gittikleri bölgelerin birçoğunda tepkiyle karşılaştıkları da düşünüldüğünde görevlerini yerine getirmelerinin zor olacağı gözüküyor. Hükümet bu aşamada bölgelere dağılan heyetin uğradığı tepkileri kamuoyundan uzaklaştırıp tozpembe sahnelerle televizyon ekranlarına çıkarıyor. Bu tepkileri minimuma indirmek için İç İşleri Bakanı Muammer Güler, heyetlerin gidecekleri yerlerde karşılarına akıllı ve muhalefet edebilecek kimselerin çıkmayacağını vaad ederek adeta onları kucaklayan bir kalabalıkla buluşturacağının teminatını veriyor. Zaten onlara da kimse bu çözüm süreci ile ilgili neyin nasıl olacağını sormuyor, sorsa da cevap alamıyor. Zira âkil insanlar arasında bu sürecin nasıl işletileceği ile alakalı net bilgilere sahip kimse gözükmüyor. Aslında hükümet içerisinde de bu çözüm için atılacak ileriye dönük adımların vakıasını kavrayamamış birçok politikacı bulunuyor. Herkes aynı sloganik cümleler kurmayı şu an için yeterli görüyor. ‘Silahların susması, anaların ağlamaması, terörün bitmesi vs...’ gibi söylemler âkil insanların yanlarında götürdükleri bir kaç söylem biçimi olarak yeterli görülüyor. Buna mukabil heyeti temsil eden üyelere bakıldığında içlerinde iş dünyasının büyük patronlarından üniversitedeki akademisyenlere, sendika başkanlarından STK liderlerine, gazeteci ve yazarlardan ünlü sanatçılara kadar birçok kişi kendilerine herhangi bir dayatma olmadığını dillendirerek bu işi bağımsız ve hür iradeleri ile yaptıklarını ifade ediyorlar.

İki ay boyunca temsil ettikleri bölgelerde görüşmeler yapacak bu seçkin(!) gruba ‘heyet’ denilmesinin önemli bir sebebi olmalıdır. 9 kişilik gruplar şeklinde 7 coğrafi bölgeye dağılmış olmaları ve her grupta bir başkan bir de başkan vekili tayin etmeleri bu grubun resmi bir statüde ve devleti temsil eden ‘heyet’ mekanizmasına dönüşmesi için olabilir. İhtiyaç hissedildiğinde aynı heyet yine devreye girip hükümetin düşüncelerini gittikleri yerlerde dillendirme görevini üstlenebilir. Örneğin başkanlık sistemi konusunda heyete bilgi verilerek kurulması an meselesi olan yeni bir rejimi halka indiren ve atmosferi toplum nazarında olumlu bir yöne çekmesi sağlanabilir. Bu ve benzeri birçok konuda hükümetin toplum mühendisleri, sosyologları bu heyet ile istişare yapmaktadır, yapacaktır da.

Dedik ki bu heyetin süreç ile ilgili sundukları çözümler problemin bilinmeyenlerini çözebilecek kapasitede değil. Pe ki öyleyse neye çağırıyorlar? Toplumla hangi meseleler üzerinde hasbihal ediyorlar? Neden bölgesel çalışıyorlar? Gerçekten samimiler mi? Âkil vasfını hak ediyorlar mı? Toplum tarafından kabul gören ve benimsenen kişiler mi? Bu mesele ile ilgili sorular böylece uzar gider. O halde biz önemli gördüğümüz bu soruları cevaplamaya çalışalım.

Bu fikrin ilk ne zaman çıktığı, ilk kimin dillendirdiği gibi sorular taşınan misyonun ne olduğu sorusu yanında magazinsel kalabilir. Bu meselede detaylar anlaşılması gereken temel meseleleri örtmek için çokça kullanılır hale geldi. Âkil insanlar heyetinin kurulma amacının hükümet tarafından atılacak her türlü adımın farklı kimselerce sahiplenilmesi, oluşacak olumsuz havanın bu örnek(!) kişiler sayesinde olumluya evrilmesi ve sürecin yumuşak bir şekilde nihayete ulaşmasıdır. Bu senaryo büyük devletlerin uyguladığı ‘soft power’  üslubunu anımsatıyor. Yani Türkiye’deki iktidar Kürt halkının İslami eğilimlerini, İslami Devlet taleplerini tereyağından kıl çeker gibi demokratik istek ve eğilimlere yönlendiriyor. Tamda bu aşamada AKP-PKK arasındaki karşılıklı mutabakata varılan maddeler hayata indirilmeye başlıyor. Kürtlerin mücadelesine ‘İslamcı olacağına Marksist olsun’ denilerek lider yapılan Abdullah Öcalan kandile mektup gönderip silahların susması çağrısında bulunuyor. Buna mukabil Türk Silahlı Kuvvetleri de sınırlarda dâhil olmak üzere silahlarını rafa kaldırıyor. Yine PKK, şehir yapılanmasını hücrelere geri göndermeyi içerideki KCK zanlıların tahliye edilmesi şartına bağlıyor ve hükümet çıkarılan yasa paketleriyle birçok zanlıyı tahliye ediyor. Hatta devlet dairelerindeki TC üst başlığı da kaldırılarak milliyet kavramına vurgu yapılmak isteniyor. Yıllarca estirilen milliyetçi rüzgârlar yerini dinginliğe bırakıyor. Çünkü artık âkil insanlar var ve onlar toplumu sakinleştirip susturuyor. Onlar gittikleri yerlerde sabır dağıtıyor, halkı sükûnete çağırıyor. Başbakan Erdoğan’ın ‘‘Biz 10 yıl boyunca toplumdaki aşırılıkları törpüledik ve halkı uysallaştırıp onların gazını aldık’’ sözü âkil insanların toplum içindeki diyaloglarının mihenk taşını oluşturuyor.

Bölgesel veya yerel çalışmaya gelince; bu politika nabza göre şerbet politikasıdır. Bölgeler arası örfler, gelenekler ve hayat görüşleri farklı olunca topluma inildiğinde konuşulacak sözlerde, kullanılacak üslup ve argümanlarda farklı ve o yöreye uygun olmalıdır. Bilinmelidir ki Anadolu insanı kendisine uymayacak veya kendisinden olmayan bir şeyi almaktan imtina eder. Bu sebeple lokalize olmuş, gidilecek yörelerdeki özelliklere uygun kimselerin bir araya gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Şu atasözü tamda bu niyeti açığa vurmaktadır: ‘‘Kocana göre bağla başını, harcına göre pişir aşını.’’  Samimiyet meselesine gelince; her ne kadar elimizde samimiyeti ölçecek bir alet olmamasına rağmen âkil insanların kimliklerini ve düşüncelerini kendi söylemlerinden hareketle bilmekteyiz. 63 kişilik heyetten gerek medya kanalıyla gerekse de menfaat yoluyla hükümeti kayıtsız şartsız destekleyen en az 50 üye gösterebiliriz.

Âkil vasfını hak etme meselesine gelince; şunu kesinlikle bilmeliyiz ki, toplumu temsil edecek âkil bireylerde bulunması gereken en önemli haslet toplumun maslahatları için fikir üretmektir üretilmiş fikirleri tüketmek değil. Bir yerde zulüm varsa onu önlemektir, düşünce ve eylemi birlikte yürütmektir, kültürlenmek ve kültür vermektir. Meselelere veyahut sıkıntılara vakıacı olarak bakmak değil aydın bir düşünce ile etraflıca bakmaktır, yamalı çözümler ile hastalığı geçiştirmek değil köklü çözümler ile saadete ulaştırmaktır. Âkil insan kendinden önce temsil ettiği toplumu düşünür, fedakardır, vefakardır ve cefakardır. Onda hem üstün ve mümeyyiz bir akıl, hem de mütevazılık birlikte cisimleşir. O günahı ve sevabı ile örneklik teşkil edeceğinin farkında hareket ederek sapkınlığa ve telafisi mümkün olmayan hatalara düşmez. Hal böyle iken günümüz âkil insanlarının üstlerine yapıştırılan bu vasıfları hak edip etmediği yorumunu size bırakıyorum. Ama İslam Tarihi zaviyesinden bakarak üstlerine yapıştırılmaksızın bu vasfı sonuna hak etmiş nice âkillere örnek verebiliriz.

Devrin önemli alim ve müçtehitlerinden İmam Azam Ebu Hanife’nin âlim taifesinin devlet kadrolarında bulunmaması gerektiği düşüncesinden hareketle dönemin halifesinin teklifini geri çevirmiş ve müstakil bir şekilde içtihatlarına devam etmiştir. Sürgün hayatı bile onu toplumsal meseleleri İslam akidesi içinde çözme mücadelesinden alıkoyamamıştır. Yine büyük İslam müçtehitlerinden Ahmed bin Hanbel de aynı feraset örneğini görebiliriz. ’Kuran mahlûktur’ anlayışının hastalık haline geldiği bir toplumda otorite tarafından büyük sindirme girişimlerine rağmen Kuran’ın mahlûk olmadığını savunması, topluma sirayet eden diğer hastalıklı ve uyuşturucu fikirler için tenkitler yazması, hadisleri toplayıp içinde bulunduğu ümmete doğru bakışların ulaşmasını sağlaması âkillik değil de nedir? Moğollar tarafından talan edilmekle karşı karşıya kalmış bir devleti büyük bir cehd ile harekete geçiren İbni Teymiyye için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bir yandan sufizmle, bâtıl hint felsefeleriyle ve sapkın kültürlerle gaflet uykusundaki Müslümanlara uyanıklık kazandırmak için durmadan yazan, anlatan ve çırpınan bir âlim, diğer yandan savaşan, topraklarını sömürgeci kafirlere bırakmayan bir yiğit.

Yakın tarihten de âkil insanlara örnek gösterebiliriz; içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyasında Avrupalı sömürgecilerin fikri ve fiili saldırıları karşısında hak bildiğini hakkıyla haykıran Şehid Seyyid Kutub’un idamı pahasına bu yolda ümmete gösterdiği işaretler onun âkil olmasına yetmez mi? Peki Şeyh Takıyyuddin en Nebhani yeterince örnek değil midir ki O, Müslümanların kalkansız ve korumasız kaldığı bir vakıada sömürgeci vampirlerin Müslüman kanı içtiği ve izzetli topraklarına gasıp Yahudi varlığını soktuğunda herkese bu yıkımdan nasıl kurtulacağının reçetesini sunmuştur. Müslümanlar için olmazsa olmaz olan Hilafetlerini yeniden ikame etme hedefiyle harekete geçirmiştir. Hem fikir üretmiştir, hem eyleme dökmüştür. O Rabbi’ni dost edinene dost, düşman edinene düşman olacağına dair Rabbi’ne söz vermiş ve tüm gayri İslami ideolojilere, fikirlere, yapılara karşı İslam’ın saf-arı-duru fikirlerini kınayıcının kınamasından korkmaksızın ümmete göstermiştir.


“Sâbikunun birincileri Mühacirîn ve Ensar ve ihsan ile onların ardınca gidenler, Allah onlardan razı oldu onlar da Allahtan razı oldular ve onlara altlarında nehirler akar cennetler hazırladı ki içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur.’’ (Tevbe 100)

Velhasıl; âkil olmak hür olmayı gerektirir, tutsak fikirler çözüm üretemezler. Dinine, ideolojisine sadık olamayan bireyler ayakta bile duramaz bir dayanak arar, dururlar. Hele ki İslam toplumları içerisinde laik, demokratik fikirleri pazarlayanlar, amelleriyle, duruşlarıyla, söylemleriyle hiç bir şekilde İslam’ı temsil edemeyenler âkil olamazlar. Görüntüleri hoş olsa da içi çürümüş meyve misali tadı tuzu olmayan bir eylemle toplumu doğru bir istikamete sürükleyemezler. Bu düşünceler muhalefet partilerinin düşünceleriyle bir tutulmamalıdır aksine sistemin tüm kurumlarına karşı söylenmiş bir düşünce olarak bilinmelidir. Bir demokratik çözüm bir başka demokratik çözümden daha iyi değildir, tıpkı ılımlı bir lâik düşüncenin katı bir seküler düşünceden daha iyi olamayacağı gibi.

Bugün çözüm sürecini yönetenler bilmelidir ki, şu anda sorun ve sıkıntı olarak görülen her ne varsa bundan önceki iktidarların çözüm olarak gördükleridir. Yarında oluşacak her türlü sorun ve sıkıntı bugünün yöneticilerinin çözüm olarak ortaya koydukları şeyler olacaktır. Nihayetinde hepsi beşerin aklından çıkan eksik-sınırlı-aciz çözümlemelerden başkası değildir. Zamanı geldiğinde rafa kaldırılacak yerine daha sonra yine rafa kaldırılmak üzere geçici çözümler konacaktır.


“Yoksa onlar cahiliye ile mi yönetilmek istiyorlar? Halbuki akıl sahipleri(iman edenler) için Allah’tan daha iyi kanun koyucu olabilir mi?’’ (Maide 50)


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz