Rusların
Suriye’de ne işi var? Bu sorunun, Rusya’nın soğuk savaş sonrası tahmin edilen
stratejik, ekonomik ve siyasal sonuçları açısından kestirilebilen net bir
cevabı var. Somut olarak görülen bu tablo, başka bir gerçeği görmemize engel
olmamalı, o da İslam’a ve ideolojik İslam’ın yükselişine olan tahammülsüzlük ve
bu tahammülsüzlüğe karşı gösterilen küfür reaksiyonudur. Bu tepkinin arka
planında ise makalemizin sonunda da değineceğimiz gibi güçlü bir İslami devletin
kurulmasından duyulan endişe ve kaygılar yatmaktadır. Bir gazetecinin şu sözü
gibi “Hem Batı hem de Ruslar rejimin
bütün kurumlarıyla çökmesine karşı. Çünkü bunun, kaçınılmaz olarak
bayraklarının siyahı farklı tonlarda da olsa İslamcı militanların Şam'ı ele
geçirmesi anlamına geleceğini biliyorlar.”[1]
Şimdi
girişte ifade ettiğimiz Rusların Suriye saldırısının görünür sebepleri ve
ardından da satır arası notları paylaşmaya başlayalım inşallah.
Rusya’nın
Karadeniz üzerinden Akdeniz’e açılmak istemesi ve yakın çevre politikası
açısından tasarladığı tüm hamleler stratejiktir. Bu hamleler açısından
stratejik noktalar edinme çabaları, birinci önceliğidir. Bunun için askerî
limanlara sahip olmak veya sahip olduğu limanları gerektiğinde kullanıyor
görünmek, yakın çevre ülkeleri üzerinde gücünü ispatlayabilmesi açısından hayati
mesabededir. Örneğin, Ruslar Kırım’ı işgal ettiğinde, Kırım’ın Karadeniz
havzasında “Kuzey Akım Projesi” açısından öneminin farkındaydı. Çünkü Avrupa
ülkelerini politik açıdan kendisine bağlayacak olan petrolü bir kart olarak
kullanması gerektiğini biliyordu. Nasıl ki “Aden Körfezi” Amerika için hayati
önemdeyse ve korumak için tüm gücünü sarf etti ise Rusya da Kırım için benzer
eforu sarf etmiştir.
Benzer
bir durum Rusya açısından Suriye’nin Akdeniz havzasında yer alan Tartus Limanı açısından
da böyledir. Zira Tartus Limanı, Ortadoğu ülkeleriyle ticari ilişkilerini
geliştirecek çıkış kapısıdır. Her ne kadar Ukrayna’da bulunan “Sivastopol Limanı”
Rusya’nın sıcak denizlere geçişini sağlıyorsa da, 2017’de Ukrayna ile söz
konusu liman üzerinde yaptıkları anlaşma sona erecek ve muhtemelen bu ülke ile
olan siyasi sorunları sebebiyle bir süre askıya alınacak. İşte bundan ötürü
Tartus Limanı çok önemlidir. Bu liman üzerinde söz sahibi olduğunu ispat
kaygısı taşımaktadır. Bu liman Suriye’nin hemen kuzey batısında ve Hafız Esad
döneminden beri, yani tam 44 yıldır Rusların askerî deniz üssü olarak faaliyet
gösteriyor.
Elbette
Suriye ile bu kadar yakın ilişkileri olan bir ülkenin bu avantajını kullanmak
istemesi ve kendi halkına Sovyetler dönemindeki gibi güçlü ve müdahil bir ülke
olduğunu ispatlaması gerekecektir. Hem de Amerika ile bu kadar mutabık olduğu
ortak bir düşman varken. Üstelik Suriye’nin kimyasal silah kullanmak zorunda
kaldığı dönemdeki kadar mücahitlerin baskıları artmışken…
Fakat Suriye’ye
Rusların saldırısını, sadece stratejik limanları koruma içgüdüsüne veya Rusya
Suriye arasında mevcut olan ekonomik sebeplere dayandırmak elbette yetersiz bir
değerlendirme olur. Fakat siyasi tahlil yaparken görmezden gelmek bazı
noktaları görmeyi zorlaştırır.
Siyaseten
incelendiğinde Kırım’ın stratejik önemi kadar, işgal edildiği sıralarda
Amerika’nın sessizliği de bir o kadar önemlidir. İşte o sessizliğin sebeplerini
Suriye politikasındaki uyumda görmek gerekir. Rusların Kafkas ülkeleri ve
bağımsızlığını elde etmiş olan ülkelerde Amerika ile temaslarında bariz olarak
görülen çatışmasızlık politikasını da görmek gerekir.
Amerika,
Rusların Kuzey Osetya saldırısında göstermiş olduğu tepkiyi neden Kırım ve
Suriye saldırısında göstermedi dersiniz? Yahut Ukrayna’da Ruslar, Rus
ayrılıkçıları hükümete karşı kışkırtırken, Amerika Ukrayna hükümetiyle kol kola
Batıyla neden aşık attı dersiniz? Ruslara karşı Ukrayna ve Romanya’da bulunan
füze savunma sistemleri Amerika’nın Avrupa’yı savunma refleksi iken, Rusların
Afganistan’a “Gözlemci üye” statüsü vermesi de Amerika’ya karşı Rusların Ön
Asya’yı koruma refleksidir. Dolayısıyla özellikle Kafkas ülkelerinde ve Orta
Asya ülkelerindeki Rus faaliyetleri Amerika’nın yakın markajına takılmaktadır.
Bunun için bazı bölgelerde- Suriye gibi – gücünü sınırlamak veya küçük
tavizlerle soğuk savaş döneminde olduğu gibi bir düşman icat etmemeye
çalışmaktadır. Zira Amerika da biliyor ki; hem Rusların, hem Batı’nın, hem de
kendisinin esasi düşmanı; İdeolojik bir İslam Devleti’nin vücut bulmasıdır.
Bunun için dünya kamuoyunda “açık düşman gizli dost” konseptiyle hem Ruslarla
hem de İranlılarla ortak projeler geliştirmektedir.
Bunun ilk adımını NATO
görüşmeleri sırasında “Suriye müdahalesini” veto ettirerek Amerikan karşıtı
blokta yer alıyor izlenimi verdirerek attı. Oysaki Suriye sahasında
Müslümanlara karşı ortak bir vizyon çizildi. Zira Esad’ın gitmesi mücahitlerin
mesafe kat etmesine zemin hazırlayacağı için, hem ABD’nin hem de Rusya’nın arzu
etmediği bir durumdur. Çünkü onların deyimiyle “radikal unsurların” Şam’a
ilerleyişi durdurulmalıdır. Bu ise istikrarın olmadığı bir ülkede askerî
anlamda daha hızlı gerçekleşebilir. En azından Amerikancı İran ve Rusya, Esad’a
askerî ve lojistik destek sağlayarak ömrünü uzatmış ve Radikallere karşı bir
blok kurulabilmiştir. Ilımlı muhaliflerle ve Kürtlerle başarı şansının düşük
olduğunun farkında olan ABD, Esad’a karşı duran bir profil çizmiş, ancak ılımlı
muhaliflerin zayıflığından dolayı, Esad’ın varlığından rahatsızlık duymamıştır.
Hatta kimyasal silah kullandığı zamanda bile... Şu sıralar Suriye sahasına
birçok kâfir devletin iştirak etmesi, Suriye’de işlerin kötüye gittiğinin ve mücahitlerin
baskısının arttığına işarettir. Washington ve Moskova'nın birlikte çalışması
koalisyona güç katmıştır. Esad ise bu vesileyle nefes almış, özellikle Lazkiye
sahasında kara gücüne İran ile birlikte manevra alanı oluşturmuştur.
Tüm
bunların yanı sıra medyada yer alan “Geçiş hükümetinde Esad yer almalı mı, yoksa
almamalı mı?” gibi gündem konuları tamamen sübjektif ve magazinel
yaklaşımlardır. Bu konuda da zaten bir mutabakat var. ABD sözcüsü Josh Earnest,
konuyla alakalı somut bir itirafta bulunmuş ve anlaşmanın sağlandığını
söylemiştir. “Suriye'de bir geçiş
döneminin gerekliliği üzerinde uzlaşma bir başlangıçtır.”[2]
En son yapılan BM Suriye konulu toplantısında bu sözlerin sarf edilmesi “uzlaşma” lafzının anlamını açıklar
mahiyettedir. Çünkü Rusya Suriye saldırısını bu toplantı sonrası yapmış ve Esad
yönetiminin geçiş hükümetinde yer alması gerektiğini defalarca dünya kamuoyuna deklare
etmiştir. Benzer bir açıklama da Türkiye’den gelmiştir. Öyle ki başından beri
250.000 insanın katili olduğu gerekçesiyle Esad’a karşı olduğunu söyleyen
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan “Esad'sız
bu sürecin olması veya geçiş sürecine belki Esad ile gidilme gibi bir şey
olabilir...”[3]
diyerek Amerikan siyasetiyle paralel ve misyonsuz bir siyaset yürüttüğünü
ispatlamıştır. Ancak başka bir kısım senaryolar yok değil. Esad - Putin
görüşmesinde Muaz El Hatip ismi konuşulmuş ve en ılımlı adaylar üzerinde seç
beğen yapılmıştır. Bu senaryoların detaylarını Yazar Osman Yıldız hocamızın
değerlendirmesinde[4]
bulabilirsiniz.
BM Genel
Sekreteri Ban Ki-moon “Rusya, ABD,
Suudi Arabistan, İran ve Türkiye Suriye'deki savaşı bitirmek için uzlaşmalıdır.”[5]
demiştir. Bu söz pratikte iki blok gibi
gözüken tarafların, gerçekte aynı safta olduğunun ilanıdır. Sanal olan ise
Rusya ve İran bir taraf, ABD, Suudi ve Türkiye ise öteki tarafta
gösterilmesiydi. Hatta ikna edici olsun diye Esad, başından beri Türkiye’yi
terör örgütlerine destek verdiği için dünyaya şikâyet edip durmaktaydı. İran
ise zaten fiili olarak devrim muhafızlarını Suriye’de bu sözde radikal
unsurlara karşı savaştırmıştı. O halde nasıl olur da Suriye politikası
açısından muhalif gösterilen 5 ülke ortak bir mutabakat oluşturabilir. Aslında
Barack Obama’nın sarf ettiği "Bunun
için herkesle, buna Rusya ve İran da dahil, birlikte çalışmaya hazırız.”[6]
sözleri ve hemen sonrasında Rusların Suriye semalarında görülmesi bu
mutabakatın açık ve sanal olmayan tek gerçeğidir.
Somut
olarak atılan adımlara göz attığımızda ise daha girift, daha açık, diplomatik
ve resmi adımların atıldığını görebiliriz. Kısa bir süre önce Bağdat ile
temaslar neticesinde İran, Irak ve Rusya’nın Suriye için “IŞİD Karşıtı İstihbarat Paylaşım Merkezi” kurdurması,[7] Suudi
Dışişleri bakanının son bir ayda 2 kez Rus mevkidaşı ile görüşmesi, Irak
Parlamentosu Savunma ve Güvenlik Komisyonu Başkanı Hakim el Zamili’nin “IŞİD hedeflerine operasyon konusunda Rusya
ile anlaşma sağladıklarını.”[8]
açıklaması, daha evvel ABD şemsiyesinde ve onun silahlarıyla caka satan PYD
liderinin, Rusya ile temas kurması ve Rusya’da büro açmayı teklif etmesi,
gelişigüzel seyreden bir süreç değildir. Tüm bu trafik sadece IŞİD’e karşı
değil, Suriye’de bulunan İslami mücahid gruplar aleyhine istihbarat ağı
oluşturma ve onları yok etmeye dönük kirli ve aşağılık hamlelerdir. Zira IŞİD
çetelerinin varlığından ne İran, ne Rusya, ne de Batılılar rahatsızlık duymamaktadırlar.
Bilakis bu vesileyle “radikal” dedikleri Müslümanlara karşı topyekûn bir
savaşın gerekçesi olarak kullanmaktadırlar.
Özellikle
de İran’ın Şii olmayan bu gruba karşı mücadele etmek bir yana, onu
güçlendirmeye çalıştığını söylemek hata olmaz. Çünkü Suriye’de savaşan mücahid
İslami grupların Hilafet Devleti taleplerinin ümmet nezdinde kötülenmesine
sebep olmuş, bu durum İran’ın Velayet-i Fakih kuramıyla da paralellik arz
etmektedir. Müslümanları katleden, onları tekfir eden ve kılıçlarıyla halkı
ikna etmeye çalışan böyle bir örgütün olması, kurulacak Şii olmayan bir İslami
Hilafet Devletini geciktirecektir. Bu da İran’ın elbette işine gelmektedir. ABD
Başkanı Obama’nın “Eğer birlikte daha
etkin biçimde çalışamazsak hepimiz bunun sonuçlarına hep birlikte katlanırız.”[9]
demesi bu korkunun dışavurumudur. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ise “Suriye'nin bütünlüğünü koruması gerektiğinde
uzlaştık. Ayrıca seküler bir yönetim ve IŞİD'le mücadele konularında da mutabakat
sağladık. Suriye'de bir geçiş dönemine ihtiyaç olduğu konusunda da hemfikiriz.[10]”
diyerek bu vakıayı itiraf etmiştir.
“Küfrün tek millet” olduğunu
ispatlayan bu kirli ittifakı daha somut adımlarla özetleyecek olursak:
1.
Rusya’nın 30 Eylül 2015 tarihli fiili saldırısı ile beraber, Uluslararası
koalisyon denilen ABD öncülüğündeki küfür devletleri Rusya’nın bombaladığı
yerlerin dışındaki yerleri istihbarat paylaşımı çerçevesinde bombalamıştır.
Tepkisel olmayan, bilakis Rusya’nın hava operasyonundan haberi olan ABD
öncülüğünde, ittifak halinde iki koldan yapılan bilinçli bir saldırı olmuştur.
2. Rusya
saldırılarının aralıklarla sürdüğü bir zaman diliminde, yani Ekim ayının son
haftası Avusturya’da, Suriye konulu geniş katılımla gerçekleşen bir toplantı
icra edilmiştir. Bu toplantı Rusya ve ABD’nin teşvikleriyle yapılmış ve İslami
beldelerin uşak yöneticileri de iştirak etmişlerdir. Bu toplantı sonrası yayınlanan ortak bildiri
de, Suriye için yeni bir Anayasa yapılması, tüm etnik kökenlerin temsil
edileceği bir geçiş hükümetinin oluşturulması ve BM öncülüğünde tüm ülkeyi
kapsayan bir ateşkesin ilan edilmesi şeklinde küfrün kontrolünde bir geçiş
planı üzerinde mutabakat sağlanmıştır.
3.
PYD, Rusya ile temaslar yapıp, ardından
Rusya’da temsilciliğin açılması girişimlerinde bulunurken, bir taraftan da ABD
ile ortak operasyonlar gerçekleştirmektedir. Ekim ayı başında PYD ve demokrasi
yanlısı muhalif grupların öncülüğünde kurulan “Suriye demokratik güçleri”
adı verilen yapı, Ekim ayının son haftası Haseke kentinin güney bölgelerine
saldırmış ve grup adına “Karadan
yapılan bu operasyona ABD hava kuvvetleri de destek verecek.”[11]
denilmiştir. ABD ile istihbarat paylaşımı dahil her konuda yardımlaşan PYD’nin,
görünürde düşman gösterilen Rusya ile temas kurması, iki sömürgeci gücün savaşı
değil, ittifakı olarak anlaşılmalıdır.
4. Rusya Başbakanı Sergei
Lavrov “Eminim ki ne Rusya ne de ABD temsili
bir savaşın içine girmek istemez.” ifadelerini kullanmıştır. Bununla “Sadece iki
ülkenin güç gösterisi yapması bu sorunu çözmemekte, bilakis güçlü bir koalisyon
ile başarı sağlanabilir.” denilmek istenmiştir. Sonrasında Pentagon’dan yapılan
açıklama bu savaşı temsili olmaktan çıkarmış ve pratik ilk adımları atılmaya
başlanmıştır. “20-30 civarı özel bir
birlik Kuzey Suriye’de konuşlanmıştır.” Ki bu adım ABD açısından bir
ilktir. Zira kara harekâtına her zaman karşı olduğunu her fırsatta dile
getirmiştir. Bu da aleni bir
birliktelikten başkası değildir.
Son olarak:
Müslümanların
bu açık ama örtülü ittifaka karşı yekvücut olmaları gerekmektedir. Her ne gerekçeyle
olursa olsun, şunu bilelim ki Müslümanların beldesi Suriye, Müslümanların son
kalesi Türkiye’den bombalanmaktadır. Muhammed Fatih Han’ın fethettiği
İstanbul’un boğazlarından Müslümanlar öldürülsün diye silahlar taşınmaktadır.
Kirli ittifaklara Müslümanların yöneticileri kullanılarak perde çekilmektedir.
Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem döneminde Rasul’e
suikast yapmak için Mekke’nin ileri gelen yöneticilerinin planları gibi planlar
bugün icra edilmektedir. Öldürülmek istenen ümmetin masum çocuklarıdır. O gün
katilin kim olduğu bilinmesin diye her aşiretten bir adam tutulmuştu, bugün ise
“Uluslararası koalisyon” dedikleri kâfir haçlı ittifakı ile bu gayeye
ulaşılmaktadır.
Hâsılı
İslam ümmetinin kurtuluş reçetesi ve yegâne güç olan Râşidî Hilafet Devleti,
tüm bu menhus projelere kilit vuracak tek devlettir. Allah onu kurmayı, mazlum
bırakılmış İslam ümmetine nasip etsin.
[1]
Gazeteci Jim Muir-02.10.2015
[2]
MSNBC'ye konuşan Beyaz Saray sözcüsü Josh Earnest) 29. 09.2015
[3]
24.09.2015-Rusya dönüşü
[4]
https://kokludegisim.net/makaleler/esed-putin-gorusmesinden-muaz-el-hatib-mi-cikti.html
[5]
28.09.2015- BM Genel Kurulu konuşmalarında
[6]
28.09.2015- BM Genel Kurulu konuşmalarında
[7]
BBC- 29.09.2015 “Suriye'de tüm yollar neden Beşar Esad'a çıkıyor?”
[8]
Sputnik haber kanalına verdiği demeç
[9]
Basın Açıklaması – Beyaz saray- 29.09.2015
[10]
New York- 29. 09. 2015- Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile ortak basın
açıklamasında
[11]
Milliyet.com. 31.10.2015
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış