Allahu
Teâlâ şöyle buyuruyor: وَمِنْ آيَاتِهِ
أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ
بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً “Nefislerinizden sizin için, kendileriyle sükûnet bulasınız diye eşler
yaratıp aranızda merhamet ve sevgi kılmış olması O’nun ayetlerindendir.” (Rûm Suresi
21)
Eşlerden
her birinin diğerinin yanında rahatlık ve iç huzuru bulmaları, dengeyi sağlar.
Psikolojik ve fiziki bileşimlerinde her birinin beklentilerine karşılık
verilmesi diğerinde gözetildiğinden, her ikisi de, birliktelikte huzur ve
yeterlilik bulurlar. Yüce Allah bu düzeni, kadının ve erkeğin birbirlerinin
doğal ihtiyaçlarını karşılamaları ve her ikisini birbirlerinde huzur ve sükûnet
bulmaları amacıyla kurmuştur.
Yüce Allah’ın
bir taraftan insan neslinin devamını sağlamak, diğer taraftan da bir insan medeniyeti
meydana getirmek için araç olarak seçtiği mükemmel bir düzendir bu. Eğer iki
cins değişik dizayn ve şekillerde yaratılmış ve her ikisine de birlikte
olduklarında duydukları ahenk ve huzur duygusu yerleştirilmemiş olsaydı, insan
nesli koyunlar ve keçiler gibi ürer fakat bir medeniyetin tesis edilmesi mümkün
olmazdı. Hayvan türlerinin aksine bir medeniyetin ortaya çıkmasını sağlayan
özellik, yüce Allah’ın her iki cinse, birbirlerine karşı sevgi, istek ve arzu
yerleştirmesidir. Bu huzur ve sükûnet arzusu, onları birlikte bir yuva kurmaya
zorlamıştır.
Huzur ve
sükûnetin kaynağı olan sevgi ve merhamet ise evlilik hayatında gelişen, eşlerin
birbirlerine karşı nazik hoşgörülü ve düşkün olmalarını sağlayan duygulardır.
Sevgi ve merhamet birbirlerinden ayrı ortamlarda yetişmiş olan iki yabancıyı o
denli birbirlerine bağlar ki, onlar hayatın birçok zorluklarına rağmen bir
arada yaşamaya devam ederler.
Allah Subhanehû ve Teâlâ iki cinsin hayatın yükünü
taşıma hususunda işbirliği yapmaları, ailenin güçlü bir temel ve mükemmel bir
sistem üzerinde devam etmesi, ailede sükûnetin, huzurun ve rahatın sağlanması
için iki cins arasında sevgi ve merhameti var etmiştir.
Cenab-ı
Hak insanın ilk defa topraktan yaratılıp, kadınların erkeklerin nefislerinden
var edilmesi, iki cins arasındaki bağların sevgi, muhabbet, rahmet ve şefkatle
güçlendirilip daha sonra huzur duyulması, birbirlerine olan meylin tam
olabilmesi, birlikte psikolojik sükûnetin meydana getirilebilmesi için iki cins
arasındaki aile irtibatını aynı oluşum, aynı tabiat ve aynı içgüdülerle
meydana getirmiştir.
Bizim için tek örnek fahri kâinat Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem
efendimizin ailesiyle ilgisi incelendiğinde eşleriyle hüsnü muaşerette bulunduğu,
ehliyle şakalaşıp, onları taltif ettiği, hanımlarıyla gülüşüp, yatsı namazını
kıldıktan sonra evine gittiği, uykudan önce ehliyle kısa gece sohbeti ettiği ve
onları eğlendirdiği görülür.
Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimizin
ailesine yaklaşımındaki bu örnekler gösteriyor ki evlilik hayatı huzur
hayatıdır ve kocanın bu evlilik hayatını huzurlu bir hayata çevirecek şeyleri
yapması gerekir.
Allahu
Teâlâ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Onlarla maruf ile
geçinin.” (Nisa Suresi 19) ayetiyle eşlerin kaynaşmasını
ifade etmiştir. Nitekim ayettekiوَعَاشِرُوهُنَّ “âşirûhunne” sözündekiاَلْعُشْرَة “uşra”
kelimesi eşlerin kaynaşması anlamına gelmektedir.
Toplumumuzda
İslâm yozlaştırıldıktan sonra kadın erkek ilişkilerindeki İslâm’ın
düzenlemeleri de yozlaştı ve kadınlarımız ikinci sınıf vatandaş muamelesi görür
hale geldi. Günümüzde kadınlarımız Batılı anlayışa gark olmuş kesim tarafından
reklam malzemesi, muhafazakâr kesim tarafından da hizmetçi pozisyonuna
büründürüldü. İşte bundan sonra da aile hayatımızda problemler çıkmaya başladı.
Kısacası İslam hayatımızdan uzaklaştıkça aile hayatımızda problemler çoğaldı.
Erkeğin Eşi Üzerindeki Otoritesi
Müslümanlar
Allahu Teâlâ’nınالرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ “Erkekler kadınlar
üzerinde otoritedirler.” (Nisa Suresi 34) ayetinden yola çıkarak
Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın evdeki
otoriteyi erkeğe ait kıldığını söyler oldular. Buradan hareketle Müslüman
erkekler eşlerine her türlü yaptırımı meşru gören zorba hükümdarlara
dönüştüler.
Hâlbuki
Allahu Teâlâ’nın erkeğe yüklediği bu otorite yönetim otoritesi değil, gözetim
otoritesidir. Kamusu’l Muhit’te الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ “Erkekler kadınlar üzerinde otoritedirler.” (Nisa Suresi
34) ayetinde geçen قَوَّامُ “kavvam” kelimesinin kendisinden türediğiقَامَت “kâmet” kelimesinin izahında şöyle denmiştir: “Erkek kadının sırtını giydirdi, karnını
doyurdu.” Bu da erkeğin kadın üzerine otorite olmasının lügat manasının,
kadına harcama yapmak ve kadının ihtiyaçlarını gidermek olduğunu göstermektedir.
Kelimeye bu anlam dışında şer’î bir mana gelmemiştir. Dolayısıyla bu lügat
anlamı, ayetin de manasıdır.
Sonuç
olarak hiçbir şekilde yanlış anlaşılmaya meydan vermeyecek şekildeقَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ “kadınlar üzerinde otoritedirler.” ifadesinin
manası kadının ihtiyaçlarını görmek ve onunla olan muaşeretinin arkadaşlık
muaşereti şeklinde olmasıdır. Allahu Teâlâ bu arkadaşlığı Abese Suresi’nde
geçenوَصَاحِبَتِهِ “sâhibetihi”
arkadaşı yani eşi
kelimesiyle ifade etmiştir.
Nitekim SallAllahu Aleyhi ve Sellem evinde
eşleri üzerinde zorba bir emîr değil onlarla arkadaştı. Eşlerine danışır ve
onlarla tartışırdı. Bu konuda Ömer b. Hattab’tan şöyle dediği rivayet
edilmiştir: “Allah’a andolsun, biz
cahiliye devrinde kadınları hiçbir konuda hesaba katmazdık. Nihayet Allah
ayetler indirip onlar için haklar belirledi. Ben bir iş konusunda biriyle
istişare ederken karım: Şöyle şöyle yap, dedi. Ben ise: Benim işim seni ne
ilgilendirir? dedim. O da: Hayret sana Ey İbnu’l Hattab! Kimsenin senin işine karışmasını istemiyorsun ama kızın Rasûlullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem ile istişare ediyor ve hatta O, gününe kızgın başlıyor, dedi.
Ben de abamı alıp evden dışarı çıktım, Hafsa’nın yanına gidip dedim ki: Ey kızcağızım! Sen Rasûlullah ile istişarede
bulunuyorsun da nihayetinde O gününe kızgın mı başlıyor? Ardından Hafsa dedi
ki: Vallahi biz O’nunla istişarede bulunuyoruz…”
Sahih rivayetlere göre Aişe RadiyAllahu Anhâ
validemiz genç ve güzel, zeki, zarif ve güzel konuşan âlim bir kadındı.
Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem’e çok düşkündü. Rasûlullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem onunla görüşüp konuşunca siyasi hayatının zorluklarını ve
yorgunluklarını unutuyordu. Devlet sorumluluklarının ve ümmet işlerinin baskısı
altında bunalıp takatsiz kaldığında Aişe validemizi çağırıp: “Benimle konuş ey Hümeyram (pembelim)!” diyor onun gönlünü hoş edecek sözler söylüyordu.
Yine
herkesin bildiği gibi Hudeybiye Anlaşması’nın yapılmasına karşı çıkan ashabının
şiddet, öfke, kin ve savaşa rağbetinden kaygılanan Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem eşi Ummi Seleme
RadiyAllahu Anha’nın odasına girmiş,
ona halkın durumunu bildirmiş ve yaşananları paylaşmıştı. Eşi Ummi Seleme O’na
dedi ki: “Ya Rasûlullah, muhakkak ki
Müslümanlar sana muhalefet etmiyorlar. Onlar dinleri, Allah’a ve senin risaletine
imanları için şiddetlendiler. Tıraş ol, ihramdan çık. Müslümanların sana tâbi
olduklarını görürsün. Daha sonra onlarla birlikte Medine’ye geri dönmekte acele
et.” Bunun üzerine Rasûlullah Müslümanların karşısına
çıktı. Halka Umre’yi duyurarak tıraş oldu. İçi huzur ve hoşnutlukla doldu.
Müslümanlar Rasûlullah SallAllahu Aleyhi
ve Sellem’i huzurlu görünce
ona uyarak kurban kesmeye ve tıraş olmaya giriştiler.
İşte
rivayetler, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi
ve Sellem’in eşleri üzerindeki otoritesinin yönetim değil gözetim otoritesi
olduğuna, onlarla istişarede bulunduğuna ve onlardan görüş aldığına delâlet
etmektedir. Dolayısıyla onlar da Rasûlullah’ın nezdinde O’nun tebaası değil
arkadaşları idiler.
İmam Kurtubi tefsirinde İbnu
Abbas’tan Rasûlullah’ın şöyle dediğini zikretmiştir: “Onun benim için süslendiği gibi, ben de hanımın için süslenirim.
Benim onun üzerindeki her hakkımın tertemiz olmasını, onun da benim üzerimdeki
hakkını vacip olarak görmesini isterim. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ
بِالْمَعْرُوفِ “Onların
da erkeğin hakları gibi belli hakları vardır.” (Bakara Suresi 228)
Kadının Gözetilmesi
Riayet
yani kadının gözetilmesi, Allah’ın temelde tüm insanlığa, özelde Rasûl SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’i gönderdikten sonra Müslümanlara emanet olarak verdiği
ilâhî bir görev, İslâmî emanetlerin önemli bir parçasıdır.
Riayet
görevi, sorumluluğunun bilincinde olan herkesin sırtına yüklenmiş çok ağır bir
görevdir; sıkıntısı kanlı çatışmalarda ve savaşlarda karşılaşılan sıkıntılar
türündendir. Bundan dolayı İslâm onu cihad sınıfından bir görev olarak
tanımlamış, ırzı ve helâl olan malı korumayı riayet görevi kapsamına giren
rükünlerden saymıştır. Belki de o, İslâmî daveti insanlara taşıma görevinin hemen
ardından gelen en önemli görev ve sorumluluktur. Nitekim İslâmî kültürümüzde
işgal altında farz-ı ayn olan cihadı ırzımızı, canımızı ve malımızı korumak
için yaparız.
Buna göre
kocanın karısını koruyup kollama görevi, sınırları Kur’an ve Rasûl’ün sünneti ile belirlenen şer’î bir kavram olarak yüce Allah’ın erkeğin sorumluluğuna verdiği bir görevidir.
Genel çerçevesi kocanın karısını her şeyden himaye etmesidir. Sözgelimi koca
karısını düşmandan, açlıktan, soğuktan, hastalıktan, yaşamın her türlü sert ve
katı koşullarından korumalıdır. Bir erkek evlendiği kadının hayatıyla ilgili
tüm işleri sevk ve idare eder, bu onun aslî görevidir. Erkek bu görevi kabul ya
da reddetme konusunda da tercih yapma hakkına sahip değildir. Çünkü bu onun
sırtına yüklenmiş şer’î bir vecibedir.
Allah Subhanehû ve Teâlâ insanların
bazılarına diğerlerinden farklı birtakım görevler ve sorumluluklar yüklemiştir;
erkekler kudretleriyle, riayet görevini yerine getirebilecek, onunla ilgili
talepleri karşılayabilecek nitelikte yaratılmıştır.
Burada söz konusu edilen mesele
kadın ve erkek her bireye, kendi doğası ve kudreti ölçüsünde âlemlerin Rabbi
tarafından sunulan bir tekliftir. Herkesin dünya hayatında üslendiği rol ve
görev ölçüsünde sorumluluğu vardır. Çünkü kadın, erkek tüm insanlar yeryüzünde,
sınırlı bir güçle belirli bir eylemi, belirli bir işlevi yerine getirmek için,
belirli bir zaman diliminde yaşarlar. Bu serüvende ne erkek kendi gönderiliş amacını
tercih etti ne de kadın.
Bununla birlikte erkeğin karısını korumasının
sevabı, kadının kocasına itaatinin sevabından daha az kılınmıştır. Bu yüzden وَلِلرِّجَالِ
عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ “Erkekler,
kadınlardan bir derece daha üstündür.” (Bakara
Suresi 228) ayetinde söz konusu edilen üstünlük olgusu sevap ve cezayla ilgili
değil, aksine üzerine düşen rolü yerine getirmesi için aileyi koruma ile ilgili
güç unsurlarının erkeğe özgü kılınmasından ibarettir. Sevap açısından ise
kadının itaati daha sevaptır.
Erkek bu itaati zulme çevirirse kadın aynen zalim
de olsa yöneticiye itaat eder gibi itaat eder ve sevabını kazanır. İtaat
ederken muhasebesini yapar, erkeğin hatasını ona söyler, nasihat eder ve
ahrette de Rabbinden, erkeğin zulmünden doğan hakkını ister. Akıllı erkek
hesabını ahrete bırakmayandır.
Kadının
Erkeğe İtaati Farzdır
İbni
Batta Ahkâmu’n Nisâ adlı eserinde Enes'ten şöyle nakletti:
“Bir adam yolculuğa çıktı ve karısının da evden çıkmasını yasakladı.
Arkasından karısının babası hastalandı. O da onu ziyaret için Rasûlullah’tan
izin istedi. Rasûlullah ona: Allah’tan kork, kocana muhalefet etme! buyurdu.
Derken babası öldü. Kadın babasının cenazesinde bulunmak için izin istedi.
Allah’tan kork, kocana muhalefet etme! cevabını aldı. Bunun üzerine Cenâb-ı
Hak, onu kocasına itaatinden dolayı affettiğini Rasûlü’ne vahyetti.”
Bununla birlikte erkek eşine bu tür
bir kısıtlama yapmamalıdır. Bu eşine yaptığı bir zulümdür. Ancak yine de
yukarıda ifade ettiğim gibi kadının böylesi bir durumla karşılaştığında şer’an
takınması gereken tavır kocasına itaattir. Uğradığı ya da maruz kaldığı zulme
karşılık ahrette Rabbi huzurunda kocasından hakkını ister ve alır. Allahu Teâlâ
şöyle buyurdu: وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ
مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيرًا “Erkek olsun, kadın olsun her kim
salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa
uğratılmazlar.”
(Nisa Suresi124)
Kadının İslâm Davetine İştiraki
İslâm tüm insanlara hitapla başlar
ve dolayısıyla bayan kardeşlerimize de bir hitaptır. Toplumumuzun bayanların da
davet işlerini yüklenmelerinin bir sorumluluk olduğunu fark etmesi hayli
gecikmiştir. Hâlbuki ilk İslâm şehidi Sümeyye validemizdir ki eşinin hemen yanı
başında onunla beraber İslâm düşmanlarınca katledilmişti. Bu gecikmeye rağmen
günümüzde davet işlerine meyleden ve hatta onu bazı erkeklerden kuvvetli
kavrayıp omuzlayan bacılarımıza şahit olmaktayız. Bu övünülesi durum karşısında
bazen eşlerinin onları engellediklerine de şahit olmaktayız. Bu durumla ilgili
yani kocalarının davet işlerinde çalışmalarına müsaade etmemeleri halinde bacılarımızın
sergileyecekleri tutuma gelince durum yine yukarıda bahsettiğim üzere
değerlendirilir: Davayı taşımak ve devleti kurmak için çalışmak, bütün
Müslümanlar üzerine farzdır. Kadınlar ve erkekler arasında bu konuda bir fark
yoktur. Dolayısıyla anne, baba veya koca, kadından veya çocuğundan günah
işlemesini isterse veya bir farzı yerine getirmemesini isterse, onlara itaat edilmesi
caiz olmaz.
Eşinin İslâm davetini taşıması için
çalışmasına izin vermeyen bir erkek ise günahkârdır. Bununla birlikte hanım
kardeşimizin eşlerine bundan dolayı itaat etmemeleri de caiz değildir.
Esas olan hanım kardeşlerimizin
davayı taşımalarıdır. Eğer eşleri izin vermiyor ise kocasını etkileyip
düzeltmeye çalışmalılardır. Buna rağmen davayı taşımak için çalışmak farz-ı
kifayedir. Farz-ı kifaye farz-ı ayn ile çatışırsa farz-ı ayn tercih edilir.
Misal olarak başörtü takmak farzı ayndır, cilbab giyilmesi farz-ı ayndır ve kocaya
itaat edilmesi farz-ı ayndır. Kadın bütün bu farzları yerine getirmelidir.
Bunlar arasında çatışma olmadığından kadın bütün bu farzlara uymalıdır. Kocası
başörtü veya cilbab giymemesini emrederse, bu günahtır ve kadının buna itaat
etmesi caiz olmaz. Çünkü bu farz farz-ı ayndır. Zira Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir:
لَا طَاعَةَ
لِمَخْلُوقٍ فِي مَعْصِيَةِ الْخَالِقِ “Yaratıcıya isyanda hiçbir
yaratılmışa itaat yoktur.” Kadının davet için çalışması ise asıl olarak farz-ı
kifayedir. Kifayet yeterli olmazsa farz-ı ayn gibi olur ancak aslen farzı ayn
olmaz. Ama kocaya itaat asıl olarak
farz-ı ayndır. Dolayısıyla kocası davet için çalışmasına engel olursa kadın,
kocasına itaat etmelidir. Bu halde günah, kadının boynundan düşmüş olur ve
kocası da hanımının bir farzı yerine getirmesine engel olduğundan dolayı günahkâr
olmuş olur.
Böyle bir durumda kadın, yukarıda
da değindiğim gibi kendisine izin vermesi için kocasını iyilikle ikna etmeye
çalışmalıdır. Bu da ona ahiret hayatını, farzı yerine getirmesine kolaylık
göstermesiyle kazanacağı büyük ecri, farzı yapmasına engel olması halinde
karşılaşacağı şiddetli azabı hatırlatarak olur.
Bu azim farzı yerine getirmelerinde
erkeklere eşlerine kolaylık göstermelerini tavsiye ve nasihat ederiz ki Allah Subhanehû’nun
izniyle büyük hayır ve ecir kazansınlar. Aksi taktirde ahrette ciddi bir
hesapla karşılaşırlar Allah muhafaza.
Bu konunun şer’î yönüdür. Dileyen
ahrette hesaplaşmak üzere eşine bu konuda engel olabilir ve buna da biz engel olamayız.
Sosyolojik açıdan
değerlendirdiğimizde ise sorarım size: Eğer eşlerimiz İslâmî kültürden nasiplenemezler
ise çocuklarımızı kimlere emanet ederiz? Şüphesiz hepimiz hayatta açıkça görürüz
ki her çocuk bedensel olarak gelişmesinin yanında zihinsel olarak da gelişir ve
bu gelişmesi yetişkinlerin müdahalesine açıktır. Onlar ya bizim kontrolümüzde
ya da başkalarının müdahalesinde yetişirler. İçinde yaşadığımız
toplumun vakıası bellidir. Eğer çocuklarımızı toplumun ellerine terk edersek
nasıl yetişecekleri ortadadır. Dolayısıyla özellikle “ben dava taşıyorum”, “dava adamıyım” diyen bir kişinin çocuklarının ve toplumunun
geleceği için eşine daveti taşıması konusunda kolaylık göstermesi, onun bu
çalışmaya katılması hasebiyle yetişemediği diğer eviyle ilgili işlerinde ona
yardımcı olması gerekir. Eğer bu toplumun seçkinleri olarak dava bilincinde
olanların çocukları daha aktif, bilgili ve dava açısından verimli
olmayacaklarsa bunun sebebi onlar için planladığımız hayat olacaktır. İşte o
zaman yazıklar olsun bizlere.
Evlilik Hayatının Zorlukları ve
Sevabı
Evlilik
hayatı birbirini tanımayan farklı ailelerde, farklı yaklaşımlar ve çevrelerde
büyümüş iki kişinin şer’î şartları yerine getirerek hayatlarını
birleştirmesidir. Böyle olunca doğal olarak eşler arasında meselelere
yaklaşımlarda farklılıklar meydana gelmektedir. İşte Müslüman şahsiyet için bu
durumlar tolere edilmesi ve sorun haline getirilmemesi gereken hususlardır.
İncir çekirdeğini doldurmayacak türden bu farklılıklar günümüz evliliklerini
dinamitlemekte, yaklaşık son iki yılda gerçekleşen evliliklerin %80’inin
boşanmayla sonuçlanmasına sebep olmaktadır.
Sabır
gerçekten çok zor ve çok önemli bir olgudur. Sabır kişinin meydana gelen
musibeti, yaşamın normal seyri içerisinde karşılaşılan olağan durumlardan
herhangi biri olarak kabul edip ona rıza göstermesidir. Çünkü hayatta böylesi
durumların meydana gelmesi, yaşamın doğasının bir gereğidir. Kişi her halükârda
yeni yeni meydana gelen olayların gölgesinde, her şeye rağmen mutlu yaşama
imkânlarını kullanabilmeyi becermelidir. İşte bu koşullar altında sabır
gerçekten zor bir meseledir. Bu yüzden, yüce Allah mü’minleri diğer insanlardan ayırarak yalnızca onlara sabrın güzelliği
ile kendilerini güzelleştirmelerini emretti ve şöyle buyurdu: يَا أَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ إِنَّ اللّهَ مَعَ
الصَّابِرِينَ
“Ey inananlar!
Sabır, namaz ve dua ile Allah’tan yardım dileyin. Muhakkak Allah sabredenlerle
beraberdir.”
(Bakara Suresi 153) وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ
الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ الَّذِينَ إِذَا
أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ
صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ “Andolsun sizi korku, açlık,
mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksiltmek gibi şeylerle deneriz.
Sabredenleri müjdele. Onlara bir bela eriştiğinde: ‘Biz Allah içiniz ve biz
O’na döneceğiz’ derler. İşte Rab’lerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır;
hidayete erenler de yalnızca onlardır.” (Bakara Suresi 155-157)
Öte
yandan Ebû Hureyre’nin Allah Rasûlü’nden naklettiği bir hadiste şöyle
buyrulmaktadır: مَا يَزَالُ الْبَلَاءُ بِالْمُؤْمِنِ
وَالْمُؤْمِنَةِ فِي نَفْسِهِ وَوَلَدِهِ وَمَالِهِ حَتَّى يَلْقَى اللَّهَ وَمَا
عَلَيْهِ خَطِيئَةٌ “İnanan bir erkek ve
kadın, kendisine, çocuğuna ve malının başına gelen bir felâkete sabrederse, bu
sabır, günahsız olarak Allah’a kavuşmasına neden olur.” (Tirmizî
2323)
Evlilik
hayatında mutluluğu sıkıntıya, inceliği, şefkati kabalığa ve acımasızlığa
dönüştüren birtakım koşulların ve durumların ortaya çıkması doğaldır. Bu
istenmeyen gelişmelerin erkek ve kadının karakterleri üzerinde olumsuz etkide
bulunması, evlilik hayatının mutluluk aşamasından sonra sıkıntılı ve problemli
bir hayata dönüşmesine neden olabilir. Bazen evlilik hayatı, zorlukların
çoğalması, sıkıntıların iyice yoğunlaşması nedeniyle kadının ve erkeğin iyice
huysuzlaşması ve birbirlerine dil uzatması aşamasına varır ve sonra,
dayanılması güç bir duruma dönüşür. İşte bütün bu durumlarda eşlerden her
birisinin, yani kadının erkeğe, erkeğin kadına sabretmesinin sevabı, hayatla
ilgili diğer sıkıntı ve belalara sabreden kişinin Allah katında alacağı ecirden çok daha büyük olur.
Sabır,
insan nefsinin reddettiği her şey karşısında gösterilen direnmedir; şart ve
olayların dayatması karşısında sabretmenin de Allah’ın dileği çerçevesinde
şüphesiz büyük ecri vardır.
Allah Subhanehû ve Teâlâ bizi uyarmış Rasûlü SallAllahu Aleyhi ve Sellem bizlere
örnek olmuşken sabretmezsek ne olur? Muhtemelen ya eşlerin ayrılmasıyla ya da
erkeğin kadını hırpalaması, dövmesi ve sonra ayrılmasıyla sonuçlanır. Çocuklar
varsa bu ayrılıktan en fazla etkilenenler olarak ortada kalırlar. Zaten durumu
tolere edemeyen eşler, çocukların bu sorununu da doğru şekilde tespit
edemediklerinden çocuklarına karşı tarafı suçlayarak, kendi davranışını
meşrulaştırmaya çalışırlar. Yarın büyüyecek olan çocuklar da genellikle aynı
süreci yaşarlar. Nitekim çocuklar ebeveynlerinden onu görmüş, ona şahit
olmuşlardır.
Bütün
bunlar ilişkilerde meydana gelen ilk zedelemenin ardından olması muhtemel
şeylerdir. Bu sebeple ilişkilerde o ilişkiyi zedeleyecek söz ve davranışlarda
bulunmamak gerekir. Bu ilişkinin türü önemli değildir; gerek kardeşler, gerek
ebeveyn arasında, gerek ticari ortaklıklarda, gerekse evlilik ilişkilerinde, ilişkide
zedelenmeye fırsat vermemek gerekir. Bunu bir kere bile olsa yapmamak gerekir.
Çünkü ilişkideki bu ilk zedeleme, bu derin yara daha sonrakilerin üzerine bina
edileceği temel olacaktır ki bu temel sağlam bir temel değildir, bir süre sonra
yıkılıp gider.
Sorunların Çözümünde Şiddet
Doğası
gereği erkek fiziki olarak eşinden güçlüdür. Allah Subhanehû ve Teâlâ bu gücü ona daha önce de zikrettiğim gibi riayet
görevini tamamlaması açısından vermiştir. Günümüzde erkek bu gücü eşine karşı
bir silah olarak kullanabilmekte, pazılarının kuvvetine binaen evlilik hayatında
yaşanan sorunlar karşısında eşini bastırma, korkutma hatta onu tartaklama ya da
daha kötüsü dövebilmektedir.
İslâm’a
göre bu durum kabul edilebilir değildir. Ancak ve ancak karakteri zayıf erkek
eşini döverek hizaya getirmeye çalışır. Sözüne itimat edilmeyen, sözünün
itibarı olmayan erkek bu yola başvurur. Bu utanılası bir zayıflıktır. Zira
Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyuruyor: أَمَا يَسْتَحِي أَحَدُكُمْ أَنْ يَضْرِبَ امْرَأَتَهُ كَمَا يُضْرَبُ
الْعَبْدُ،يَضْرِبُهَا أَوَّلَ النَّهَارِ ثُمَّ يُضَاجِعُهَا آخِرَهُ “Nasıl oluyor da sizden biriniz
günün başında kadınlarınızı köle gibi dövüp, sonra da akşam olunca utanmadan
onlarla yatıyorsunuz?”
Eşinin Ebeveynine Muamele
Evlilik
hayatının zorluklarından birisi de eşinin anne babasına ya da onların
gelinlerine karşı tutumlarından kaynaklanan sorunlardır. Öncelikle belirtelim
ki kadının kocasının ebeveynine hizmet etmesi farz değildir. Var olan nasslar
kadının kocasına ve evine hizmet etmesi hakkındadır. Bu delillerden biri de Ali
RadiyAllahu Anh ile Fatıma RadiyAllahu Anhâ'nın kıssasıdır. Zira Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Fatıma RadiyAllahu Anhâ'nın
evine hizmet etmesine ve Ali Kerram Allahu Vechehu'nun de
evin dış işlerine bakmasına hükmetmiştir. Aynı şekilde hadislerde Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in eşlerine kedisine hizmet
etmelerini emrettiği de geçmektedir. Zira şöyle demiştir: يَا عَائِشَةُ أَطْعِمِينَا، يَا عَائِشَةُ
هَلُمِّي الْمُدْيَةَ اشْحَذِيهَا بِحَجَرٍ "Ey Aişe! Biz yemek getir. Ey Aişe! Bıçağı getir ve onu taşla
bile…"
Ebeveyne
hizmet etmek evladın üzerine bir farzdır ve buna dair pek çok delil vardır.
Binaenaleyh ebeveyn evladın hizmetine muhtaç olduğu müddetçe onların ihtiyacını
çocukları gidermelidir. Gerekirse bu işler için imkân dâhilinde bir hizmetçi ya
da bakıcı tutulmalıdır. Lakin kadın eşinin ebeveynine bakmakla yükümlü
değildir. Ebeveynin muhtaç olduğu şeylerin hizmetinde kocasına yardım ederse
inşaAllah bundan dolayı onun için ecir vardır. Çünkü bu, kocasını mutlu etmenin
ve onu razı etmenin yoludur ki bu da hüsn-i muaşerettendir. Bu, kocaya yardım
etme, hüsn-i muaşerette bulunma ve onun kalbine mutluluğu sokma babındandır ki
akıllı kerime bir kadın ebeveynine hizmette kocasına yardım eden ve onun kalbine
mutluluğu sokan kadındır.
Bununla
birlikte İslâm yaşlılara hürmet etmeye büyük önem vermiştir.
Peygamber efendimiz buyurdular ki: “Bir genç, bir
yaşlıya, yaşından dolayı hürmet ederse, onun yaşına varınca, Allahu Teâlâ, ona
gençleri hürmet ettirir.” Bugünün gençleri, yarının
ihtiyarlarıdır, ihtiyar olmasa bile, yaşlılara hürmet etmek
dinimizin önemli emirlerindendir. Bu anlamda hadîs-i şeriflerde buyuruldu
ki: “Büyükleri saymayan, küçüklere acımayan bizden
değildir.” “Yaşlılara hürmet ve ikram, Allahu Teâlâ’ya saygıdandır.” “Müslüman,
güçsüzlere, hastalara, yaşlılara ve küçüklere merhamet eder.”
Gelin
Kaynana İlişkileri
Günümüzde
aile içinde meydana gelen sıkıntılardan birisi de gelin kaynana arasında
yaşanan sıkıntılardır. Nefsini ilah edinen, ben değil o boyun eğsin diyen,
benim dediğime gelecek o, diye inatla bekleyen kişi ahretteki hayırlı mekânları
unutsun.
Anlaşmazlıklar
olabilir ancak mutlaka çözüm vardır. Başımıza bu imtihan dünyasında bin bir
türlü bela gelmektedir. Bu bela ve sıkıntılar, sakatlıklar, kanser ve benzeri
türden olduğunda nasıl bir tavır takınıyoruz? Tabii ki Allah’tan yardım
dileyerek o beladan kurtulmaya çalışırız. Peki, neden gelinimiz ya da
kayınvalidemiz için ellerimizi Allah’a açıp sabır ve yardım dilemeyiz de karşı
tarafı dize getirmenin derdine düşeriz? Neden ona sabretmeyiz, neden gönlünü
nasıl alırız diye değil de ben sana kök söktürmenin bir yolunu bulurum tavrında
ısrar ederiz? İhlaslı mü’minler için Rabbimiz Kur’an’daالَّذِينَ
يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ
عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ “Öfkelerini
yenerler, insanları bağışlarlar. Allah iyilik edenleri sever.” (Âli İmran
Suresi 134) buyuruyor. Affetmek, bağışlamak, merhamet etmek ahrette çok
ihtiyacımız olacak olan affedilmenin, merhamet edilmenin anahtarıdır. Dünya
ahretin tarlasıdır. Burada ekilenler ahrette biçilir. Bu anlamda erkeklerin eşi
ile annesi arasında bırakılması doğru değildir. Böyle bir denklem İslâmî şahsiyetlere
yakışmaz. Erkeği annesi ve eşi arasında bir tercihe zorlama yani annenin oğlunu
gelinine baskı yapması ve benzer şeylere zorlaması ya da gelinin kocasını
annesine baskı yapması, hayatından uzak tutması vb. gibi şeylere zorlaması
kabul edilemez. Kim ki böyle yaparsa vay o annenin haline vay o çocukların
haline. Yine anne babayı evladından torunundan uzak tutmaya çalışan gelin ve
damadın vay haline. Cehennemden ateş beğensinler.
Ne anne
oğluna ne de eş kocasına olmayan haklarını helal etmemekle tehdit ederek bu
gibi durumlara zorlaması ve erkeğin bu baskıya boyun eğmesi doğru değildir.
Nitekim ne annelik hakları ne de kadının eşi üzerindeki hakları ilişkileri
koparma, çocukları göstermeme, saygısızlık yapma, ne hali varsa görsün deme
gibi hususları içermez. Evli çiftler ayrı ayrı eşi ve ebeveyninin haklarını
teslim etmelidirler. Nitekim bunlar birbirleriyle çakışan farzlar değildir.
Düşünün;
Allah’tan af dilerken bütün günahlarımız için af dileriz. Gelin ya da kaynanayı
birkaç tavrından dolayı affedemeyen, tevazu gösterip alttan alamayan bizler,
nasıl olur da Allah’ın affına sığınabiliriz, bunu istemeye yüzümüz olabilir?
Bütün
bunların üzerine bizler Müslümanlar olarak iki kişi arasında gerçekleşen basit
problemlerde boğulurken nasıl olur da tüm insanlığa rahmet olacak işleri
omuzlayabilir, insanların tüm sorunlarına çare olacak bir sistem sunabiliriz? Belki
de “Okyanusu geçip, derede boğulmak.” sözü bu tür durumlar için söylenmiştir.
Erkeğin
Hayatında Üç Sacayağı
Yazının
başında da ifade ettiğim gibi huzurlu bir yaşamı ve aile hayatındaki dengeyi
kurmaya kudreti olan erkektir. Bu sebeple o dengeli bir hayat sürdürmeli,
kendisine yüklenen görevleri birbirine baskın gelmeyecek bir düzenlemeyle
yerine getirmelidir.
Erkek
ailesine ilgi göstermeli, rızkının temini için çalışmalı ve bu iki görevini
yerine getirirken aynı zamanda davasını taşımada da bir zafiyet
göstermemelidir. Erkek bu üç konuda dengeyi tesis etmedikçe hayatı çalkantı ve
debdebeden kurtulmayacak, gerek aile huzuru, gerek maddi refah ve gerekse
manevi tatmini yaşayamayacaktır. Bunlardan birinin eksikliği diğer ikisini rayından
çıkaracak ya da onlar için göstereceği gayreti verimsiz kılacaktır. Bu sebeple
üç ayaklı bir objenin bu ayaklardan birini kaybetmesi halinde dengesini,
dayanağını kaybedip yıkılmasında olduğu gibi erkeğin de hayatının dengesi
mesabesindeki bu ayaklardan herhangi birisini kaybetmesi hayatının altüst
olmasına sebebiyet verecektir. Öyleyse İslâm şahsiyetine sahip, Allah’ın boyası
ile boyanmış bir dava adamının bu üç konuda zafiyet göstermesi kabul edilemez,
düşünülemez. Belki de Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın
ayeti bu düzeni ve dengeyi kurabilenler içindir: وَمَنْ أَحْسَنُ
مِنَ اللّهِ صِبْغَةً “Allah’ın
boyası ile boyanandan daha güzel olan kim vardır?” (Bakara Suresi 138)
Son
olarak hiç şüphesiz tüm ilişkilerde meydana gelen tüm sorunlar için şunu
söylemek mümkündür: Sorunları farkında olanlar çözer. Farkındalık önemlidir ve
sevap farkında olup sorunu çözenin ya da çözmeye yönelik adım atanın hanesine
yazılır. O iradesi ile süreci yönetendir. Problemi gören ve çözendir. Problemin
farkında olmayandan çözüm beklemek inattır, günahtır.
Yorumlar