Tevhid
algısının yozlaştırılıp bozulmasını sağlayan Batı kültürü bizleri biz olmak,
bir olmak ve ümmet olmak algısından uzaklaştırdı. Bu yüce kelimeyi hayatımızdan
sökeli kaybettiğimiz bir diğer anlayış de davet kültürü oldu. Tevhid yaratıcıyı
birlemek ile birlikte O’nun ilahlık vasfının hayata hâkim kılınması
anlayışıdır. Nitekim tevhid tüm Peygamberlerin rayesi ve Peygamberlere tâbi
olanlar için bir azık olmuştur. Kelime-i tevhid Müslümanların mihenk taşı,
mikyası ve fikrî kaidesidir. Hak ile bâtılın arasını ayıran tevhid, Müslümana
hayat ile ilgili tüm kültürünü sunmakla birlikte Müslümanı Rabbinin o yüce
kelimesini taşıyan ve tatbik eden şahsiyetler haline dönüştürür. Keza tevhid
Rahman’ın gönderdiği dinin temel kaidesi ve üzerine fikirlerin bina edildiği
mikyas olmakla beraber Rabbimiz Subhanehu’nun insanlar için belirlediği
yaşam biçimidir.
La ilahe illaAllah
şehadeti; yegâne idare eden yaratıcı, Rab olma vasfı ile yüce Allah Subhanehû ve Teâlâ’dan başka mabud
olmadığını vurgulamaktır. İlah; kendisine ibadet edilen, tapılandır. Ubudiyet;
mutlak boyun eğiş, tam bir sığınış ve uymak için bütünü ile mabuda
teslimiyettir. Günümüzde tevhid anlayışının sadece yerleri ve gökleri yaratan
algısı toplumumuz üzerinde hâkim kılınmak istenmektedir. Bu anlayış beraberinde
kendisine ibadet edilen tek yaratıcı anlayışını donuk ve sadece birtakım
ibadetlerle sınırlandırmak olgusunu getirmektedir. Günümüz Müslümanlarına şöyle
bir göz attığımızda, hayat işlerini mevcut nizamın istediği doğrultuda yapıp, aynı
şekilde ibadet işlerini de yine mevcut nizamın istediği gibi camilere
hapsedilmesi zihniyetini görürüz. Bu doğrultuda yukarıda vurguladığımız tevhid
şehadeti anlayışının tam tersi bir algı ve yaşam biçimi toplumumuzda
seyretmektedir.
İşte
tevhid yüce ve münezzeh olan Allah’ın birlenmesi, insanın mutlak anlamda
Allah’a ibadet etmesi anlamına gelmektedir. Tabii ki Kur’an-ı Kerim ubudiyetten
bahsederken, salt ibatede ilişkin duyguları veya ruhani ayin benzeri mefhumları
işlemiyor kuşkusuz. Bilakis bunların da ötesinde insanın yaşamının tüm
sathında, yüce Allah’a bütünüyle mutlak bir şekilde boyun eğişten bahsediyor.
Bu ise dünya yaşamında tüm amelleri Allah’ın emir ve yasakları ölçeğinde yerine
getirerek, nefsini O’na teslim ederek, işlerini O’na havale ederek ve O’na
tevekkül ederek gerçekleştirmektir. İşte bu bağlamda uluhuyetin anlamı; O’nu
kulların eğilimleri, fiilleri noktasında hüküm, yasa belirleyici ve düzenleyici
olarak birlemeyi ifade etmektir. Yüce Allah’ın egemenliğin kayıtsız şartsız
kendisine ait olduğunu vurgulayan ve bunu tevhidle, Aziz ve Celil olan
Allah’a ibadet ve tevekkülle bütünleştiren ayetlerine bir bakalım:
إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ
ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ
“Hüküm yalnız Allah’ındır. O yalnız kendisine ibadet etmemizi
emretmiştir. İşte doğru ve sabit din budur.” (Yusuf 40)
إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَعَلَيْهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
“Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben ancak O’na tevekkül ettim. Tevekkül
edenle rde yalnız O’na tevekkül etmelidir.” (Yusuf 67)
وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Yakin ile iman eden bir kavim için Allah’tan daha güzel hüküm veren
kim olabilir?” (Maide 50)
Günümüzde
doğru bir tespit ile tevhid anlayışının bir yaşam biçimi haline dönüşmesi hiç
şüphesiz Müslümanlar için kaçınılmaz bir fırsattır. Malum vakıamız bizlerin her
defasında bir çıkmazdan diğer bilinmezliğe götürülmesidir. Kendisine her
defasında çözüm diye sarıldığımız bilinmezlikler bizleri hep yanılgıya uğratmış
ve huzursuzluğun hat safhada olduğu bir yaşam biçimi sunmuştur. Artık bu
gidişata bir son vermeli ve davetimizi ırkçılık, cemaatçilik yahut tüm Batılı şer
güçlerinin planladığı İslâm algısından kurtarıp yalnızca tevhid paralelinde bir
davet sunmalıyız. Müslümanların buna en çok ihtiyaç duydukları bir zaman
dilimini yaşamaktayız. Eğer biz Müslümanlar olarak tevhidin ilk kısmı olan “La ilahe
illaAllah” bölümünü hakkıyla anladıysak geriye daveti, İslâmi bir bütünlükte
yürütmenin tek yolu kalıyor o da hiç şüphesiz “Muhammedu’r Rasulullah”
düşüncesini yolumuzda kendimize bir azık edinmektir. Bu öyle bir azıktır ki
hiçbir yolcuyu yarı yolda bırakmayan ve seyrettiği yol üzere onları sabit
kılan, tüm açlıklarını doyuran bir metottur. Nitekim Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in İslâm
davetini taşıdığı süre içerisinde kendisine inen ayetleri birebir uygulaması ve
Sahabe efendilerimizin de O’nun ardından aynısını yapması bizler için çok
önemli bir delil teşkil etmektedir. İşte bu Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in metodunu bizlere sarih bir şekilde
göstermektedir. Nitekim Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem insanlar ile tevhidi kabul edene kadar mücadele
ediyor ve onlara bu daveti yılmadan taşıyordu. Bu durum bizlere Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in davasını,
davetini ve yaşantısının ne ile şekillendiğini göstermektedir.
İşte
bundan ötürü bahsettimiz kelime-i tevhid şehadetinin ikinci kısmı ilk kısmını
tamamlarcasına ve insanın zihninde canlanan bu soruyu cevaplandırır nitelikte
gelmiştir. La ilahe illaAllah’ın ardından Muhamedu’r Rasulullah diyoruz. Yani
yüce Allah’ın beşeriyet için seçtiği yasalar, Ruhu’l Emin (Cibril Aleyhisselam)
aracılığı -vahiy yolu- ile Muhammed SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’e indirdiği yasalardır. Kuşkusuz vahyin Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e inişinden
sonra, Allah’ın yasama ve uluhuyetini birlemek isteyen için, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in getirdiği
dine tâbi olması zorunluluğunu gündeme getirilmektedir. Çünkü tüm noksanlıklardan
münezzeh olan yasa koyucu ilahtan bu mesajı, yaratanın hâkimiyeti ve yol
göstericiliğine muhtaç, nakıs ve aciz olan insana getiren O SallAllahu Aleyhi ve Sellem’dir.
Kuşkusuz bu anlamı vurgulayan birçok ayet gelmiştir.
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ
أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Sonra seni bir yol üzere memur kıldık. Onun için sen o şeriata uy! O
bilmeyenlerin hevalarına uyma.” (Casiye18)
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ
وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“De ki; siz şayet Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun. Allah da sizi
sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Ali İmran
31)
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ
بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ
وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا
“Hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda
seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümde kendileri için hiçbir darlık
duymadan tam bir teslimiyetle, teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa
65)
Evet
kerim kardeşlerim bizler Müslümanlar olarak bu anlamda tam bir teslimiyet
gerçekleştirip İslâm davetini yüklenirsek âlemlerin Rabbine yemin olsun ki, O
Allah bizleri yardımsız bırakmayacaktır. Rabbimizin bizlerden istediği sağlam
bir irade ve uyanıklık ile salih amel işlememizdir hiç şüphesiz. Müslüman ümmet
Hilâfet’in ilgasından sonra tüm değerlerini yitirdiği gibi kendisini yeryüzünde
değerli kılan muntazam anlayışını da yitirdi. Zaten bizleri değersizleştirip
hor kılan da bu kaybımız oldu. Hiç şüphesiz Hilâfet İslâm’ın tatbik metodudur.
Onun var olması ile Peygamber SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’e inen tüm yasaların hayatımızda uygulanması mümkün olup,
adaleti ile de tüm kâfirleri dize getirmesi kaçınılmaz olacaktır. Bugün henüz
devletimiz yok ve bizler o devlete ancak böylesine bir tevhid anlayışı ile
ulaşabiliriz. Evet bu Allah’ın vaadidir dedik çünkü bakın âlemlerin Rabbi iman
edip, salih amel işleyenlere neyi haber veriyor:
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ
وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم
مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن
كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Allah sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden
öncekileri yeryüzünde halife kıldığı gibi onları da halife kılacağını, onlar
için seçtiği dini (İslâm’ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, geçirdikleri bu korku
günlerini güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız bana kulluk eder ve
hiçbir şeyi asla ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkâr ederse işte
onlar fasıkların ta kendisidir.” (Nur 55)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış