İNSANLARIN DÜNYA VE AHİRETİNİ KURTARMAK İÇİN DÜNYA HİLÂFET’E MUHTAÇTIR

Abdullah İmamoğlu

İnsanlığın bugün geldiği noktada insani ve ahlaki standartlardan bahsetmek çok da tutarlı değildir. Gayri insani ve ahlaki ne varsa maalesef hayatımızı kuşatmış vaziyette. Dünya genelinde gerçekleşen hırsızlık vakalarının, gayri meşru ilişkilerin, çocuk istismarcılığının, uyuşturucu ve alkol kullanımının ve gündeme getirmediğimiz daha nice ahlaksızlıkların haddi hesabı yoktur. Bu gelinen noktadan fıtraten bütün insanlık rahatsızlığını deklare ederken diğer taraftan da bu haddi aşmışlığın çaresini de konuşur ve tartışır hale geldi. Hangi kalkınma projesi olursa olsun, ileri sürülen projelerin kayda değer oluşları üzerine bina edildiği inanç sistemiyle alakalıdır. Eğer ki insanlığın kalkınmasını sağlayacağı iddia edilen kalkınma projesi akla kanaat etmeyen, fıtrata muvafakat sağlamayan ve nihayetinde kalbe güven vermeyen bir inanç esasından neşet ettiyse, insanlığı kurtarmaya ve kalkındırmaya asla uygun değildir. Bu gerçekten hareketle mevcut inançlar ve ideolojiler arasında insanlığın fıtratına muvafakat sağlayan ve kalbi mutmain kılan yegâne hayat nizamı şüphesiz ki İslâm’dır. Dolaysıyla insanlığın çıkmak isteyip de bir türlü çıkamadığı karanlık dünyanın ve ahiretin aydınlık garantörü İslâmi hayat nizamıdır. 

İslâm’ın, cahiliye karanlığını asrısaadete dönüştürmüş olması, günümüz karanlığını da aydınlığa dönüştürebileceğinin teminatıdır. Nasıl ki cahiliye asrında ölmüş bedenlere, solmuş hayatlara can suyu olduysa İslâm, bugün de aynısı yapmaya muktedir yegâne hayat nizamıdır. Yeter ki nizam olarak teoriden öteye taşınsın ve tatbik edilsin. 

 “Arap Cahiliyesi”nden “Çağdaş Cahiliye”ye; Değişen Bir Şey Yok!

İnsanlığın bugünkü yaşadığı ahlaki ve insani çöküşü Mekke dönemindeki çöküşle mukayese ettiğimiz vakit esaslarda çok büyük farklılıkların olmadığını kolaylıkla görmemiz mümkün olacaktır. Hatta çağdaş cahiliyenin fazlası var eksiği yoktur desek yanlış da konuşmuş olmayız. Dünün cahiliyesi ile bugünün cahiliyesini birer örnekle tasvir etmek istiyorum ki böylelikle dünün cahiliyesini değiştiren İslâm’ın bugünün cahiliyesini de değiştirebileceği daha iyi tasavvur edilebilsin. 

Rivayet şöyledir: 

“Bir adam Rasulullah’a gelerek, biz cahiliye insanlarıydık, putlara tapar; çocukları öldürürdük. Benim bir kızım vardı. Anlayacak yaşa geldiğinde, onu çağırdığım zaman sevinerek koşa koşa yanıma gelirdi. Bir gün onu çağırınca peşimden geldi. Onu bize ait, uzak olmayan bir kuyuya götürdüm. Elinden tutarak onu kuyuya attım. Duyduğum son sözleri, babacığım, babacığım! çığlıklarıydı. Rasulullah’ın gözlerinden yaşlar süzüldü. Orada oturanlardan biri, Rasulullah’ı üzdün! diyerek adama sitem etti. Rasulullah, bırak kendisi için önemli olan şeyi soruyor, dedi. Sonra adama dönerek, hadiseyi yeniden anlat diye buyurdu. Adam olayı yeniden anlattı; Rasulullah da sakalı ıslanıncaya değin ağladı. Daha sonra adama, Allah, cahiliye döneminde yapılanları affetti. Sen iyi davranışlarına devam et, dedi.”1 

Paylaştığım dünün cahiliyesinden bir babanın hikâyesiydi. İsterseniz şimdi de bugünün cahiliyesinden bir babanın hikâyesine uzanalım.  

İddiaya göre bir baba zihinsel engelli kızına, 6 yıl boyunca tecavüz etti. 2008 yılında babasından hamile kalarak düşük yapan kız, bu tecavüzlerden 2012 ve 2014 yılında doğan biri erkek 2 bebeğin de canlı canlı boş araziye atılarak ölüme terk edildi.2

Dün toprağın altında ölüme terk edilen masum çocuklar bugün ise toprağın üstünde daha yaşarken belki yüzlerce belki binlerce kez ölen masum çocuklar! 

Aklımıza gelebilecek ne kadar insanlık ve ahlak dışı davranışlar varsa hepsi hayatımızı tamamıyla kuşatmış vaziyette. Sadece ülkelere ait hırsızlık raporları ve rakamları dünyanın ahlaki yozlaşmada geldiği noktayı anlatmak adına yeterlidir. Mesela ABD’de bir yılda çalınan otomobil sayısı Türkiye’nin yıllık üretiminin bile üzerinde. Her yıl 1 milyon 200 binden fazla otomobil Amerikan sokaklarından kayboluyor. Yıllık kapkaç hırsızlığı sayısı ise 6 milyon 700 binin üzerinde. Daha ilginci ise ABD’de her iki dakikada bir tecavüz vakası yaşanıyor. ABD dünyanın en çok tecavüz yaşanan ülkelerinden biri. ABD Federal Soruşturma Dairesinin (FBI) 2015 yılında işlenen suçlara ilişkin yayınladığı raporunda, geçen seneye göre ülkede suç oranının daha da arttığına dikkat çekildi. ABD Adalet eski Bakanı Loretta Lynch, rapora ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Hala yapacak çok işimiz var.” ifadesini kullandı.3 

İnsanlığa İslâm’ın adaletini uygulayacak olan Râşidî Hilâfet Devletidir. 

Suç işleme oranlarının azalması için ne kadar çalışılırsa çalışılsın İslâm’ın sağlayacağı adaletin ve güvenin sağlanabilmesi asla mümkün değildir. 

İslâm yeter ki tatbik edilsin. Ölü hücrelere can veren ilaç misali tatbik edilen İslâm, karanlığın girdabında boğulmaya terk edilmiş genelde insanlık özelde de Müslümanlar için kurtuluşun yegâne kaynağı olacaktır. Ama inkâr edilmez bir gerçek var ki o da kurtuluş vaat eden hayat nizamının teori olmaktan öteye taşınması gerektiğidir. Hayata taşınmayan İslâm’dan kurtuluş beklemek, yaraya sürülmeyip televizyon dolabı üzerinde bekletilen merheme benzer. Nasıl ki yaraya fayda sağlaması beklenen merhem uzaktan fayda sağlamayacak ve istenilen etkiyi gerçekleştirmeyecekse tatbikten uzak, hayatımızdaki problemlere indirgenmeyen İslâm’ın da insanlığa hiçbir hayrı ve kurtuluş getirmesi mümkün olmayacaktır. Mademki insanlığın kurtuluşunun ancak teoriden öteye taşınıp tatbik edilen İslâm’la olacağı aşikârdır, sorulması kaçınılmaz olan soru şudur: İslâm’ın hayata tatbiki nasıl gerçekleşecek? Dolaysıyla asıl üzerinde yoğunlaşılması icap eden konu kurtuluşun İslâm’da olduğu konusu değil, yaştılmayan, tatbik edilmeyen teorik ders maddeleri olmaktan öteye geçirilmeyen İslâm’ın pratiğe nasıl yansıyacağıdır. Başka bir ifadeyle İslâm’ın tatbik keyfiyeti nedir?

El cevap: Râşidî Hilâfet’tir. İnsanlık Hilâfet Devleti’nin uygulayacağı İslâm’a ve İslâm’dan sadır olacak adalete muhtaçtır. Dolaysıyla Hilâfet olmadan yeryüzüne adaletin hâkim olmasını beklemek beyhudedir. Çünkü adaletin ve huzurun garantörü İslâm, yaşanabilir İslâm’ın garantörü ise Hilâfet Devleti’dir. Hilâfet Devleti’nde ayırma ve kayırma olmaz. Bugün kapitalist ülkelerde olduğu gibi zenginler daha çok zengin fakirler ise daha çok fakir olmaz. İslâm’ın bir adalet terazisi vardır ve bu herkes için aynı hassasiyette işlev görür. Yoksa zengine ayrı fakire ayrı değil…

Hz. Aişe RadiyAllahu Anhâ anlatıyor:

 أَنَّ قُرَيْشًا أَهَمَّهُمْ شَأْنُ المَرْأَةِ المَخْزُومِيَّةِ الَّتِي سَرَقَتْ ، فَقَالُوا : وَمَنْ يُكَلِّمُ فِيهَا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ؟ فَقَالُوا : وَمَنْ يَجْتَرِئُ عَلَيْهِ إِلَّا أُسَامَةُ بْنُ زَيْدٍ ، حِبُّ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَكَلَّمَهُ أُسَامَةُ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : أَتَشْفَعُ فِي حَدٍّ مِنْ حُدُودِ اللَّهِ ، ثُمَّ قَامَ فَاخْتَطَبَ ، ثُمَّ قَالَ  إِنَّمَا أَهْلَكَ الَّذِينَ قَبْلَكُمْ ، أَنَّهُمْ كَانُوا إِذَا سَرَقَ فِيهِمُ الشَّرِيفُ تَرَكُوهُ ، وَإِذَا سَرَقَ فِيهِمُ الضَّعِيفُ أَقَامُوا عَلَيْهِ الحَدَّ ، وَايْمُ اللَّهِ لَوْ أَنَّ فَاطِمَةَ بِنْتَ مُحَمَّدٍ سَرَقَتْ لَقَطَعْتُ يَدَهَا

 “Hırsızlık yapan Mahzumlu kadının durumu Kureyşlileri fazlasıyla üzdü. Bu kadın hakkında Rasulullah nezdinde kim müessir bir şefaatte bulunabilir, diye adam aradılar. Bu işe, sadece Rasulullah’ın çok sevdiği Üsame İbnu Zeyd RadiyAllahu Anh cüret edebilir dediler. Üsame (huzura çıkarak), Rasulullah’a şefaat talebinde bulundu. Efendimiz: Allah’ın hududundan bir hadd hususunda şefaat mi talep ediyorsun? diye çıkıştı. Sonra kalkıp cemaate şu hitabede bulundu: Sizden öncekileri helak eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terk edip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona hadd tatbik ederlerdi. Allah’a yemin olsun! Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim.”4

Adaletin kaynağı olan İslâm’ın uygulayıcısı Hilâfet Devleti’nin yöneticilerinden adaletle hükmetmek bağlamında bir örnek vermek istiyorum. 

“Hz. Ali pazara çıktığı bir gün, daha önce kaybettiği kürkünün bir Hristiyan tarafından satılmakta olduğunu gördü. Yanına vararak; bu kürk benimdir, ben bunu kaybetmiştim. Gidelim aramızda Müslümanların kadısı hükmetsin dedi. O sıralar Müslümanların kadısı Şureyh’ti. Onu bizzat Hz. Ali tayin etmişti. Şureyh, Hz. Ali’nin geldiğini görünce yerinden kalktı. Hz. Ali’yi oraya oturttu. Kendisi de gidip Hristiyan’ın yanına oturdu. Hz. Ali: Ey Şureyh! Eğer hasmım Müslüman olsaydı kesinlikle onunla beraber otururdum. Fakat ben Hz. Peygamber’den şunları işittim: ‘Onlarla musafaha etmeyiniz. Karşılaştığınızda ilk selam veren siz olmayınız. Hastalarını ziyaret etmeyiniz ve cenaze namazlarını kılmayınız. Onları yolların dar kesimlerinden geçmeye zorlayınız. Allah’ın zelil kıldığı gibi siz de onları zelil ediniz.’ Benimle şu kişi arasında sen hüküm ver ey Şureyh!’ dedi. Şureyh: peki, ey müminlerin emîri! Sen ne diyorsun? diye sordu. Hz. Ali: Bu benim kürkümdür, ben onu uzun bir süre önce düşürerek kaybetmiştim, dedi. Şureyh: Ey Hristiyan! Sen ne diyorsun? dedi. Hristiyan: Ben müminlerin emîrini yalanlamıyorum, fakat kürk benimdir, dedi. Şureyh, Hz. Ali’ye hitaben: Eğer delilin yoksa bu kürkü ondan alamazsın, dedi. Hz. Ali de: Doğru söylüyorsun ey Şureyh! dedi. Bunun üzerine Hristiyan: Ben şehadet ederim ki bu hüküm, peygamberlerin hükümlerindendir. Müminlerin emîri kendi kadısına gidiyor, kadısı ise onun aleyhinde hüküm veriyor. Andolsunki ey müminlerin emîri bu kürk senindir. Sen bu kürkü düşürdüğün sırada ben arkanda bulunuyordum. Onu düşürdüğün yerden ben almıştım. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed O’nun Rasulüdür! dedi ve Müslüman oldu. Bu manzara karşısında Hz. Ali: Müslüman olduğuna göre kürk de senin olsun, dedi ve ayrıca kendisine bir de at hediye etti.”5

Belki paylaştığım bu misal insanlığın dünya ve ukba saadeti için Hilâfet Devleti’nin ne denli kıymetli olduğunu anlatmak adına yeterlidir ama ben Hilâfet Devleti’nin güven ve huzuru sağlayacak siyasi otorite olduğunu Müslüman olmayan tarihçilerin kaleminden bir örnekle zenginleştirmek istiyorum.  

Osmanlı Hilâfet Devleti varken İslâm’ın adaletinden, verdiği huzur ve güvenden sadece küçük bir misal: 

İstanbul’da bir kaç sene tetkikatta bulunduktan sonra, 1855 tarihinde La Turquie actuelle ismindeki eserini Paris’te yayınlamış olan tarihçi A. Ubicini, Ezan’ın okunmasıyla esnafın camiye gittiğini ve dönüşte her şeyi yerli yerinde bulduğunu yazdıktan sonra şöyle diyor: 

“Patronların belli ve önceden bilinen saatlerde dükkânları terk ettiği ve geceleri evlerin kapılarının basit bir sürgüyle kapatıldığı o koca payitahtta, yılda sadece 4 hırsızlık vakası kaydedilmektedir.”

Ubicini devamında şu hadiseyi naklediyor: “Bir İngiliz seyyahının anlattığı şu menkıbeyi lütfen dinleyin. Bugün kendi eşyamla yol arkadaşım olan eski bir Macar zabitinin eşyasını nakletmek üzere bir köylünün yük arabasını kiraladım. Sandıklar, port-mantolar, paltolar, kürkler, atkılar hep açıktaydı. Buralarda yatağın hayali bile mevcut olmadığı için, gece üstüne uzanmak üzere ben biraz kuru ot satın almak isteyince son derece nazik bir Müslüman Türk bana refakat teklifinde bulundu. Köylü de öküzlerini koşumdan çıkarıp bizim bütün eşyamızla beraber sokağın ortasında bıraktı. Ben onun uzaklaştığını görünce: Burada birisi kalmalı! dedim. Yanımdaki Müslüman Türk hayretle sordu: Niçin?

Eşyalarımızı beklemek için. Müslüman Türk şu cevabı verdi: A! ne lüzumu var? Eşyanız bir hafta gece gündüz burada kalsa bile dokunan olmaz. Ben bu sözü kabul ettim ve dönüşümde her şeyi yerli yerinde buldum. Şu noktayı da unutmamalı ki o sırada İslâm askerleri sürekli gelip geçmekteydi. Bu vakıa bütün Londra kiliselerinden Hıristiyanlara ilan edilmelidir. Gerçi içlerinden bazıları rüya gördüklerini zannedeceklerdir. Artık uykularından uyansınlar!”6

İnsanlığa İslâm’ın Nur’unu taşıyacak olan Râşidî Hilâfet’tir. 

Takdir edersiniz ki İslâm dini sadece Arap yarımadasına inmiş bir din değildir. Bilakis evrensel bir hayat nizamıdır. Tüm insanlığa hitap eden bir din olduğuna Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın şu kavli delâlet etmektedir.

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 

“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”7 Yine başka bir ayette Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا 

“De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize (gönderilmiş) olan Allah’ın Rasulüyüm.”8 

O zaman soruyoruz, ayetlerden anlaşıldığı üzere tüm insanlığa uyarıcı olması için gönderilmiş rahmet kaynağını ve tüm insanlığın kurtuluş reçetesi olan İslâm risaletini insanlığa taşımanın şer’î yolu nedir? Karanlıklar yerine aydınlığın, fitnelerin yerine huzurun ve fesadın yerine güvenin insanlığı kuşatmasının ve bu ilahi mesajı insanlığa ulaştırmanın şerî metodu nedir? Şüphesiz ki bunu gerçekleştirmenin şer’î keyfiyeti Râşidî Hilâfet Devleti’nin gerçekleştireceği “davet ve cihattır.” 

Nitekim Hilâfet tarihi boyunca da böyle olmuştur. Ulaştığı her yere güveni götürmüş ve insanların Nasr Suresi’nde de beyan edildiği gibi fevç fevç İslâm’a girmelerine zemin hazırlamıştır. 

Slovak tarihçi Michael Matunak, Kremnice isimli eserinde şöyle yazar: “Oçova’da Slovak halk, Almanya egemenliğinde bulundukları zamanlarda ormanlara kaçarlardı. Osmanlı egemenliğinde oldukları tarihlerde ise köylerinde huzur içinde otururlardı. Alman hâkimiyeti sırasında silahsız gezemezlerdi ama Osmanlı hâkimiyetinde sopa bile taşımaya gerek duymazlardı…” 

Onun için ısrarla yeniden ve yine diyoruz ki insanlığın dünya ve ahiret saadetinin teminatı İslâm’ın uygulayıcısı, taşıyıcısı ve koruyucusu olan Râşidî Hilâfet’tir. 


1 - Darimi

2 - http://www.milliyet.com.tr/oz-kizina-6-yil-tecavuz-eden-gundem-2324579/

3 - http://www.yenisafak.com/dunya/abdde-suc-oraninda-artis-2537406

4 - Buhari, Muslim

5 - Tirmizi, Hakim

6 - J.H.A. Ubicini, Ubicini, La Turquie Actuelle, L. Hachette et C. Kitabevi, Paris 1855, sayfa 329, 330

7 - Sebe Suresi 28

8 - Ârâf Suresi 158


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz