AK Parti Sözcüsü
Mahir Ünal katıldığı bir televizyon programında şöyle dedi:
“Ezan Arapça okunduğunda, insanlar başörtüyle
üniversiteye girdiğinde Türkiye’ye şeriat gelecekmiş gibi bir hava oluşturuldu
ama bugün, Türkiye’ye şeriat falan gelmedi. Türkiye, dindarlaşmadı. Türkiye
muhafazakârlaşıyor mu diye sorsanız, ben Türkiye’nin muhafazakârlaşmadığını
söylerim; bütün toplumların doğasıdır bu, refah ve özgürlük arttıkça toplumlar
daha sekülerleşirler, daha liberalleşirler.”
Köklü Değişim web
sitesinde bu haberi okuduğumda Mahir Ünal’ın sıradan bir vekil olarak,
konuştuğundan habersiz biri olduğunu düşünmüştüm. Bu adam tam olarak ne demiş
diyerek konuşmayı dinlediğimde böyle olmadığını gördüm. Zira Sayın Ünal bu
cümleyi kullanmadan hemen önce sosyolog kimliği ile bir değerlendirme yaptığını
söylemekte. Hâl böyle olunca sekülerleşme üzerindeki bu tartışmaya katılmak
zorunlu oldu.
Bu tartışmanın en
başında şu dipnotu düşmek istiyorum. Batılı kavramların Müslümanlar üzerinde
kullanılması başlı başına hatadan ibarettir. Zira bu kavramlar tarihsel bir
dizi gelişmeler neticesinde tarihsel bağlamda kullanılmıştır. Bu kavramların
Müslüman toplumlar için kullanılabilmesi için aynı tarihsel süreçlerin
yaşanması ve aynı özellikleri barındırması kaçınılmazdır. Dolayısıyla Batı
tarihindeki gelişmeyi ifade eden bir kavramı Müslüman toplumlar için kullanmak
peşinen bir yanlışlığı ve yanlış tanımlamayı beraberinde getirmektedir. Tıpkı
birazdan ele alacağımız sekülerleşme kavramı gibi.
Sekülerleşme
kavramı sosyolojide çokça konuşulan ama üzerinde net bir ittifakın olmadığı bir
kavramdır. Ortak kabul gören ise sekülerleşmenin bir süreci ifade ettiğidir.
Sekülerleşme,
özellikle modern sanayi toplumlarında dinsel inançların, pratiklerin ve
kurumların toplumsal önemlerini yitirdikleri bir süreçtir. Sekülerleşme tezi,
sekülerleşmenin sanayi toplumunun ve kültür modernleşmesinin yükselişinin
kaçınılmaz bir özelliği olduğunu ileri sürer. Bu teze göre, modern bilim
geleneksel inançları daha az akla yatkın bir duruma getirmiş, yaşam dünyalarının
çoğullaşması, dinsel sembollerin tekelini kırmış, kentleşme bireyci ve anomik
bir dünya yaratmış, ailenin öneminin aşınması dinsel kurumları daha az ihtiyaç
duyulan bir kalıba sokarak, insanlara kendi çevreleri üzerinde daha fazla
denetim kurma olanağı tanımıştır. Bu anlamda sekülerleşme, Max Weber’in
toplumun akılcılaşması, yani rasyonelleşmesi kavramıyla ifade etmeye çalıştığı
olgunun bir ölçüsü olarak kullanılmaktadır. Sosyal bilimler literatüründe
sekülerleşme, “dinî düşünce, muamelat ve kurumların sosyal önemini yitirdiği
bir süreç[1];
dinî inançlar, ibadetler ve cemaat duygusunun toplumun ahlaki hayatından
uzaklaştırılması[2];
mistisizm dahil tüm dinî konu ve tutumlara karşı tam ilgisizleşme[3];
yarı paganlaşma[4];
dinî otoritenin gerilemesi[5];
dinî olanın karşıtı[6]”
gibi çeşitli yönleriyle tanımlanmıştır.
Oliver Tschannen
ise sekülerleşmeyi, dinin gerilemesi yani dinin daha önce kabul gören
sembollerinin, doktrinlerinin ve kurumlarının prestij ve nüfuz kaybı anlamı
olarak tanımlamaktaydı. Sekülerleşmenin sonucu da dinsiz toplum demekti.
Sekülerleşme
tanımlanırken kullanılan farlı kavramlar vardır. Bu kavramlar: dünyanın
büyüsünden ayrılması, kurumsal farklılaşma ve ayrımlaşma, özerkleşme,
rasyonelleşme, bireyselleşme, özelleşme, göreceleşme, bu dünyaya ait olma,
inanmama, kilise dindarlığının çöküşü, kilisesizleşme, brikoloji, aydınlanma
miti, dinin gerilemesi, bu dünyaya uyma, toplumun dinle ilgisinin kesilmesi,
dini inanç ve kurumların yer değiştirmesi, kutsal bir toplumdan seküler topluma
geçiş.
Görüldüğü üzere
sekülerleşme tartışmalarının özünde dinin insanlar nazarında değer kaybetmesi
yer almaktadır. Peki, Mahir Ünal’ın söylediği gibi Türkiye toplumu gerçekten
sekülerleşiyor mu?
Hemen söyleyeyim bu
imkânsız. Zira sekülerleşme Batılı bir kavram olup akla dayanmayıp kalbe itminan
vermeyen dinler için geçerli bir kavramdır. Nitekim bu kavram akıl ötesi
dogmalar ve hurafelerle dolu Hristiyanlık için kullanılmaya başlanmış bir
kavramdır. Akla dayanmayan Hristiyan akidesi aydınlanma sürecinde akıl karşısında
iflas etmiş ve insanlar nazarında güvenini yitirmiştir. Zaman içerisinde tüm
alanlarda hâkimiyetini kaybetmiş ve hayat sahnesinden uzaklaşmış, ateizm Batı
toplumunda yer bulmuştur. Ancak insan fıtratı inançsızlığı kabul etmediği için
başat rol, yontulmuş ve yetkileri elinden alınmış Hristiyanlık üzerinde kalmaya
devam etmiştir.
Sekülerleşmeyi
Türkiye toplumuna tatbik etme girişimi Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle yaşıttır.
Batı karşısında ezik bir ruh hâliyle onu taklit etme Cumhuriyet kadrolarının
ortak özelliğidir. İktidar sahipleri değişmiş ancak bu eziklik ve taklit
değişmemiştir. Halktan kopuk ama halkın üzerinde baskın olan bu güruh devlet
mekanizmalarının her bir köşesini tutmuştur. Tepeden inme bir sekülerleşme
uygulanmak istenmiş bu da zulümlere yol açmıştır. Kim ne yaparsa yapsın İslâm’a
olan güven bu halkın genlerine işlenmiştir ve sökülemez. Cumhuriyet tarihi
boyunca yaşanan zulümlere rağmen halk İslâm’dan asla vazgeçmemiştir. Zira İslâm,
akla kanaat kalbe itminan veren bir dindir.
Hal böyleyken
gelinen süreçte, Türkiye toplumu sekülerleşmiyor ancak AK Parti eliyle
uyuşturuluyor. AK Parti eliyle amaç kaybı yaşıyor. AK Parti eliyle
kimliksizleştiriliyor. Sekülerleşen Türkiye toplumu değil AK Parti’nin bizatihi
kendisidir. Hatırlayın:
Yıl 2012 Başbakan
Erdoğan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na verdiği bir cevapta şöyle demişti:
‘Türkiye’yi dindarlar-dinsizler diye ayırdığımı
söylüyor. Önce şu kulakların duymaya alışsın. Benim ifademde
dindarlar-dinsizler diye bir ifade yok. Dindar bir gençlik yetiştirme var.
Bunun arkasındayım. Muhafazakâr demokrat partisi kimliğine sahip bir partiden
ateist bir gençlik yetiştirmemizi mi bekliyorsun? Senin öyle bir amacın
olabilir ama bizim böyle bir amacımız yok. Biz muhafazakâr, demokrat, tarihten
gelen ilkelerine sahip çıkan bir nesil yetiştireceğiz. Bunun için varız.’’
Aradan dört yıl
geçti ve 28 Şubat 2016 tarihinde Erdoğan bu kez Cumhurbaşkanı sıfatıyla şöyle
dedi:
“İmam hatip neslini sürekli daha ileriye taşımak,
ülkemizin, milletimizin ve tüm ümmetin geleceğinin teminatı hâline dönüştürmek
için çok daha fazla çalışmamız, çok daha fazla emek vermemiz gerekiyor.
Başbakanlığım dönemimde bir konuşmamda 'Dindar nesil yetiştireceğiz' dedim,
birileri çılgına döndü. Yani 'Bir başbakan böyle konuşamaz' dediler. Yani niye
konuşamayacağımı ben de anlayamadım. Ben bir başbakan olarak hedefimi böyle
belirlemişim ama bu demek değil ki bu ülkede dinsiz olanlara hizmet
vermeyeceğiz. Biz bu ülkede dindarına da hizmetimizi verdik, dinsizine de
hizmetimizi verdik, bize hakaret edenlere de hizmetimizi verdik, orada bir
ayrım yok ama hedefimiz dindar nesildir çünkü biz şunu biliyorduk, bitaraf olan
bertaraf olur. Böyle yürüdük bu yolda.”
Yıl 2017 AK Parti
Sözcüsü Mahir Ünal şöyle diyor:
“Türkiye, dindarlaşmadı. Türkiye muhafazakârlaşıyor mu
diye sorsanız, ben Türkiye’nin muhafazakârlaşmadığını söylerim; bütün
toplumların doğasıdır bu, refah ve özgürlük arttıkça toplumlar daha
sekülerleşirler.”
2012 yılında “Dindar
nesil yetiştireceğiz” diye başlayan süreç 2017 yılında toplumun
sekülerleştiğini övünerek söyleme noktasına gelmiştir. İşte bu sekülerleşmenin
ta kendisidir.
Evet, AK Parti
iktidarda kalmak için her şeyi ama her şeyi yapmış ve her geçen gün
sekülerleşmiştir.
Esasen seküler
bakış açısı başlangıçtan beri AK Parti’nin bünyesinde mevcuttu. Hatırlayın
29.06.2010 tarihinde Erkan Tan’ın programına katılan AK Parti Genel Başkan
Yardımcısı Salih Kapusuz bunu itiraf etmişti. Şöyle ki: Programda bir
seyircinin “Şeriatı getireceksiniz. Yargıyı da teslim aldınız.” yorumuna
karşılık, Kapusuz şunları söylemişti:
“Efendim bir ülkede
siz iktidar olmasanız, sizin zihninizi okumaya kalksalar, bu tip iddialarda
bulunabilirler. Siz iktidar olmuşsunuz. 8 yıldır iktidardayız. Bu bizim
üzerimizden kafaları karıştırmak, zihinleri bulandırmak isteyen kesimler elle
tutulur bu konuyla ilgili ortaya bir şey getirebiliyorlar mı? Var mı böyle bir
şey? Biz iktidarda mıyız? İktidardayız. Yerel yönetimlerde iktidarda mıyız?
İktidardayız. Kural dışı, kanun dışı, demokrasi dışı bir davranışımız oldu mu?
Avrupa Birliği sürecinde en ciddi adımları biz attık, reformlar konusunda en
ciddi gayreti biz orta yere koyduk.''
“İktidarda olmasak
bu iddia anlaşılır mı diyorsunuz?” sorusuna ise “Diyebilirsiniz ki siz
kafanızda böyle bir şey var. İktidara gelirseniz yapacaksınız. İktidara geldik,
iktidarda yapmıyorsak ne zaman yapacağız bunları? Demek ki vatandaşlarımız, bir
şey söyleniyorsa önünde arkasında ne var buna baksınlar, amacı nedir bunu
yorumlasınlar. Gerekiyorsa bizi izlesinler, biz sürekli halkın içerisindeyiz.”
diyerek seküler düşündüklerini deklare etmişti.
AK Parti’nin
muhafazakâr gençlik yetiştirme vaatlerinin vardığı yeri de birkaç sene evvel
üzülerek gördük.
Mütesettir
kadınların yanında mini etekli, dekolteli baldırı, göbeği, gerdanı açık kızları;
ellerinde bira şişesi ile başı örtülü kızlar; omuzlarına çıktıkları erkeklerle
dans eden genç kızlar… Dövme yaptırmayı bir şey zanneden, imam-hatipleri
uyuşturucu tüketilen mekânlar hâline getiren erkekler, kızlar… İşte muhafazakâr
gençlik…
Eserinizle övünün!
AK Parti şimdi de tankın
önüne yatarak büyük bir cesaret örneği gösteren halkın yanında olmayı değil de
bilakis halkın dinî değerleriyle alay eden Kemalistleri tercih ederek uzlaşmacı
bir tavırla FETÖ yaftasıyla boşaltılan kadrolara Kemalistlerin yerleşmesine göz
yummuştur. AK Parti için tek gaye iktidarda kalmaktır ve bunda şimdilik
başarılı olmuştur.
Şimdilik diyoruz
zira AK Partide ciddi bir amaç kaybı yaşanmaktadır ve bu süreç büyük bir
hezimetle noktalanacaktır. AK Parti’nin tabanına verecek mesajı kalmamış ve
inandırıcılığını yitirmiştir. Onu ayakta tutan tek şey sömürgeci devletlere olan
sadakatidir.
Bu noktada hem AK Parti
için hem de tüm Müslümanlar için yeni bir ses, yeni bir mesaj, yeni bir amaç
ortaya koymak kaçınılmazdır. Bu minvalde şu çağrıyı yapmak üzerimize bir
borçtur, umulur ki öğüt alırlar:
Artık sömürgecilerin
kuklası olmaktan vazgeçin!
Artık Kemalistlerle
saflarınızı ayırın!
Artık tabanınızı
oyalamaktan onları uyuşturmaktan ve aldatmaktan vazgeçin!
Şayet Türkiye
toplumu için samimiyetle bir şeyler yapmak istiyorsanız onlara eski ihtişamlı
günlerini hatırlatın! Onlara gerçek bir lider gibi öncülük edin!
İslâm’a sarılın!
İslâm, güç olarak size yeter! Zira O’nun karşısında duran nice görkemli krallıklar,
imparatorluklar, devletler yerle bir olmuş ve tarih sahnesinden silinmiştir.
Tek yapmanız
gereken halkınıza güvenmek ve İslâm’a sımsıkı sarılmak! Eğer böyle yaparsanız
sadece Türkiye halkının değil tüm İslâm ümmetinin size kollarını açtığını,
sizin yanınızda olduğunu, sizin için her şeyini feda ettiğini göreceksiniz!
Bu sizin son ve tek
şansınız! Ya İslâm ümmeti nazarında hayırla yâd edileceksiniz ya da
ihanetinizle birlikte Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın huzuruna
çıkacaksınız!
[1]
Briyan Wilson
[2]
Victor Lidz
[3]
Daniel L. Edwards
[4]
El Wood
[5]
Mark Chaves
[6]
Edward Baily
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış