KUZEY KORE MESELESİNİN HAKİKATİ

Emrah Akay

Bir ideoloji ancak devlet gücü ile büyür ve gelişir. Kapitalizme alternatif olan İslâm ve Sosyalizm ideolojilerinin kurumsal güçten yoksun olmaları dünya sahnesinde kapitalizmi ve onun temsilcisi Amerika’nın oldukça güçlenip serpilmesini sağladı. Zira Amerika, kapitalist ideolojiyi devleti ile ayakta tutarak yeni sömürgeler elde etmiş, kendisine rakip devletlerin ellerini oldukça zayıflatmış ve dünyanın tamamında sözü dinlenen bir ülke hâline gelmiştir. Hatta ideolojik rakiplerini bile kendi politik hedefleri doğrultusunda yönetebilme kabiliyeti kazanmıştır. Suriye’de son gelinen noktada Rusya’ya etkin bir misyon yüklemiş, Ortadoğu’nun tamamında kaos ve fitne ateşini körüklemesi için İran ile anlaşmış, demokratik ve laik hedeflerini gerçekleştirmesi için Türkiye ile müttefik olmuştur. Hâl böyle iken Rusya ile zaman zaman sürtüşmeler yaşaması, İran’a ambargo uygulaması ve Türkiye’ye vize yasağı gibi bir takım “ilişkileri bozma” oyunu sahnelemesi gayet doğaldır. Bu şekilde safların netleştirilmesi, görev dağılımından beklenen sonuçları takip etme ve diplomatik hamlelerin yapılması gibi süreçler gerçekleşmiş olur.

Devletlerarası durum bu şekilde gelişen anlık ve hamasi değişimlerden etkilenmez. Büyük devletler devletlerarası ilişkilerin nabzını bu şekilde yoklar ve kontrol ederler. Kısa vadeli siyasal çatışmalar büyük devletlerin elini güçlendirir. Söz gelimi ABD’nin İran’a karşı gösterdiği sözde düşmanlığın sonucu olarak Suud yönetimine yaptığı milyonlarca dolarlık silah satışı, aynı Suud yönetiminin coğrafyanın etkili devleti olan İngiliz yanlısı Katar’a karşı uyguladığı ambargo ve hemen akabinde ABD-Katar yakınlaşması bu konuyu oldukça aydınlatmaktadır. ABD’nin bu süre sonunda silah stoklarını körfez ülkelerine satarak boşaltması ve kendisi için yeni nesil silahların üretimini hızlandırması başka hangi nedenle açıklanabilir?

Amerika bu oyunu güzel oynamaktadır. Sömürgesi olan bir devleti kalkındırarak soyut bir güç algısı oluşturma, sonra bu balon gibi şişirilmiş devleti bulunduğu coğrafyanın başına bela etme, oluşan fitne ortamında arabulucu olma, silah satma, tehdit savurma ve yağmacılık yapma, ağzının suyunu sildikten sonra bu balona bir iğne batırarak patlatma ve şişmeye hazır yeni balonlar bulma… İşte böyle bir balon daha “Kuzey Kore”

20. yüzyılın ilk yarısını Japon işgali altında geçiren Kore Yarımadası II. Dünya Savaşı’nın akabinde ABD’nin Japonya karşısında elde ettiği zaferden sonra varlık krizi yaşadı. Aynı dönemde Sovyetler Birliği Kore’nin kuzeyini işgal etti. Kore’yi Kızıl Ordu’ya teslim etmek istemeyen Amerika atom bombası atarak kanatları altına aldığı Japonya ile birlikte Kore’nin güneyine girdiler. Kuzeyini Sovyetler Birliği ve Çin; güneyini ise ABD ve Japonya’nın muhasara ettiği Kore’de taraflar arasında ciddi bir savaş patlak verdi. Hatta bu savaş fiilen kapitalizm-sosyalizm savaşı hâlini aldı. Öyle ki, doğu ve batı şeklinde bloklar oluştu. Birçok devlet bu savaşa karşı sessiz kalamadı. Zira Amerika dostlarını kendisine yardım ederken görmek istiyordu. Türkiye, Demokrat Parti Dönemi’nde komünizmle mücadele adı altında ABD’nin safında savaştı. Türkiye’nin Amerika için ödediği bedel 700’den fazla askerin ölmesi, iki binden fazla yaralı ile evine dönmesi oldu. Ardından Amerika bu dostluğundan ötürü Türkiye’yi NATO’ya dâhil etti. NATO bu şekilde komünizme karşı mücadelede saflarını güçlendirdi ve böylece kapitalizm bloğu bünyesine yeni ülkeleri dâhil etmiş oldu. Savaşın net bir galibi olmadı. 3 milyon insanın hayatını kaybettiği bu savaşın ardından taraflar 1953 yılında ateşkes ilan ettiler. Nihayet ABD ve Rusya ülkenin bölünmesini kabul ederek “Soğuk Savaş” sürecine girmiş oldu. Fakat iki ülke arkasında bıraktıkları enkazın kolayca yem olmaması için despot rejimler kurdular. Kuzey Kore, Güney’i ABD’nin çaldığı saf çalgı aleti olmakla kınarken, Güney Kore, Kuzey’i komünizmin kukla hükümeti olarak adlandırdı. Oluşan iki devletin kendi ayakları üzerinde durması ilk etapta olacak iş değildi. Zira imkânlar kısıtlı, savaştan yeni çıkmış olan toplumlar ise yoklukla mücadele ediyordu. Sovyetler Birliği diğer sosyalist ülkelerden aldığı destekle Kuzey Kore’de ilk üç yıllık “Halk Ekonomisi Kalkınma Planı”nı uyguladı. Bu sayede halkın kalkınmasını hedefleyen zirai faaliyetlere girişti. ABD ise Güney Kore’nin iktisadi yapısını “Güçlendirilmiş Piyasa Ekonomisi” üzerine kurdu. Yabancı ülkelerin teşvik ve özelleştirme faaliyetlerine izin verildi. Kapitalist ülkelerden alınan destekler ile tarım ve askerî harcamalar sorunu çözülmüş oldu. Fakat kendisine yetebilirlik seviyesi oldukça düştü ve dışa bağımlılığı arttı. Sonuç olarak Güney Kore, kapitalist hükümeti ile serbest piyasa rekabeti ve özel girişimler üzerinde dururken, Kuzey Kore’de, sosyalist hükümeti ile ortak mülkiyete dayalı ve kontrollü ekonomi modeli kurulmuş oldu.

Çaresizce Rusya-Çin ittifakına teslim olmuş Kuzey Kore 65 yıl sonra bu iki ülkenin gösteremediği cesareti göstererek ABD’ye tehditler savurdu, nükleer silahıyla korkuttu ve açıkça meydan okudu(!). Şimdi kimisi buna ironi desin, kimisi gerçek ve kimisi de açıkça uydurma desin ama bir gerçek var ki o da bu siyasal çalkantıların gerçekten de toplumları kaynayan kazana çevirdiği. Müslümanlar kendi coğrafyalarında bu cesareti gösteren yöneticileri olmadığından Kuzey Kore’nin tombul liderinden acaba intikamımızı alır mı diye beklenti içine girdi. İçimizdeki çokbilmiş liberal kalemşorlarımız ise ABD’nin karşı koyulamaz gücü karşısında Kuzey Kore’nin mağlup olacağını yazarak Batı’ya yamanma yarışına girdi. İslâm beldelerindeki bazı yöneticiler ise Müslümanların aksine Kuzey Kore’yi nükleer denemelerinden dolayı kınadı. Peki, aradan geçen bunca yıldan sonra Kuzey Kore nasıl bu güce(!) ulaştı? Gerçekten de Amerika’nın bekasına zarar verebilir mi? Rusya ve Çin’e rağmen bağımsız hareket edebilir mi? Yeniden sosyalizmi bir devlet mekanizmasına döndürebilir mi?

Bu sorulara Kuzey Kore’yi tanıyarak daha kolay cevap arayabiliriz. Kuzey Kore 120.540 km² yüzölçüme sahip 38. Kuzey paralelinde Güney Kore’den ayrılan dağlık ve bol ormanlı bir coğrafyaya sahiptir. Bu yönüyle mineral ve yer altı kaynakları bakımından oldukça zengindir. Özellikle kömür, tungsten, bakır, uranyum ve altın yönünden verimli madenlere sahiptir. Nüfusunun yüzde 70’ini 15-64 yaş aralığı oluşturmakta, yüzde 71’i ateist olmakla birlikte yüzde 13’ü Çendoist ve yüzde 12’si ise Şamanist inanca sahiptir. Ülke oldukça kapalı bir ekonomiye sahip olduğundan ihracat ve ithalat yok denecek kadar azdır. Zengin kömür ve mineral yatakları bulunmasına rağmen halkın refahını sağlayacak gıda ve barınma ihtiyaçlarını karşılayamamakta bu yüzden Rusya ve Çin’den yardım almaktadır. Sosyal medya ve iletişim araçlarının kullanımının yasak olmasından dolayı ülkenin iç siyaseti ile ilgili veri bulunamamaktadır. Yanı sıra Marksist-Leninist bir devlet programı benimsediğinden dolayı ekonomik olarak Çin ve Rusya kadar serbest piyasa koşullarına göre hareket etmez ve özel sermayeyi kabul etmez. Böylesi kapalı toplumlarda siyasi, toplumsal ve iktisadi çarkların nasıl döndüğü yüzde yüz bilinmez fakat bilinen bir gerçek var ki, o da Kuzey Kore’nin yatırımlarının büyük çoğunluğunu askerî alanda yaptığıdır. Buna rağmen son günlerde sıklıkla gündeme gelen nükleer deneme faaliyetlerindeki şaibe ve gerçeği yansıtmayan haberler akıllarda ciddi soru işaretleri bırakmaktadır. Cevaplanamayan en önemli soru işareti şudur: Kuzey Kore gerçekten nükleer deneme yaptı mı? Yaptıysa neden ve kime karşı yaptı? Yapmadıysa neden suni bir şekilde şişiriliyor?’

Öncelikle bilinmelidir ki, Kuzey Kore yaptığı irili ufaklı denemelerin çoğunda başarısız oldu. Hatta Amerika kıtasının bir bölümünü menziline almasına rağmen kendi topraklarında deprem etkisi oluşturmaktan başka bir anlamı olmayan denemeler yaptı. O andan itibaren kendi prestijini düzeltmeye yönelik söylemler yapan Kuzey Kore hükümeti en güçlü silahını denediğini ve hedeflerine ulaştıklarını ifade etmelerine rağmen bununla ilgili olarak herhangi bir emare ortaya koyamadı. Fakat ABD hükümeti aksini iddia etmek yerine bu konuyu lehine çevirebilecek adımlar atmayı başardı. Zira Amerika, Asya-Pasifik bölgesindeki hedefleri doğrultusunda Çin’e karşı hamle yapmaya başladı. Uluslararası toplumu rahatsız eden balistik füze denemesini gündem ederek Çin’den Kuzey Kore’yi uyarmasını talep etti. Güvenlik Konseyinden Kuzey Kore için çıkarılacak yaptırım kararları konusunda Rusya ve Çin’i de kabul etmeye icbar etti. Suriye özelinde sömürge faaliyetlerini unutturarak uluslararası kamuoyunu bu gündemle meşgul etti hatta sömürge topraklarındaki yöneticilerden de Kuzey Kore’yi kınamalarını istedi. Bu durumda daha önce Kuzey Kore’yi her platformda savunan Rusya ve Çin, ABD’nin bu kamuoyu gücü karşısında daha fazla direnemeyerek Pyongyang hükümetini nükleer deneme yapmaktan vazgeçirdi. ABD başkanı Trump bununla da yetinmeyerek Kuzey Kore’yi yok edecekleri silahların da reklamını yaptı. Dışişleri bakanı Rex Tillerson ise Güney Kore ve Japonya’yı korumak için “Nükleer Zırh” kullanacaklarını, gerekirse “kitlesel silahlarını” ve “uçak filolarını” o bölgeye sevk edeceklerini ifade etti. Aslında ABD hükümeti bu tehditkâr söylemleri tüm dünya devletlerine sarf ediyordu. ABD değil kendisine, sömürge topraklarından bir karışına dahi tehlikenin sıçramasına izin vermez, diyordu.

Fakat bu meseleyi reel politik gözüyle okuyan herkes bilir ki, ne ABD Kuzey Kore’ye, ne de Kuzey Kore ABD’ye karşı herhangi bir savaş girişiminde bulunmaz, bulunamaz. Bu cedelleşme tıpkı ABD ile İran arasındaki ambargo krizine benzer. ABD, İran’ı Ortadoğu politikalarında tampon bir ülke olarak kullanmaktadır. Karşılıklı tehditler edilir, ithalat-ihracat yasaklanır, mallarına ambargo uygulanır, vatandaşları ülkeye sokulmaz vs… fakat her ne hikmetse bu iki ülke asla fiilen karşı karşıya gelmez. Hatta Amerika hem Irak işgalinde, hem Suriye’de İran’ın etinden ve sütünden istifade etmektedir. ABD, İran’ın savaş gücünü kullanıyor ama aynı zamanda ona düşmanmış gibi davranıyor.

Ayrıca girdiği her İslâm beldesinde büyük kayıplar veren ABD’nin Kuzey Kore ile savaşması düşünülebilecek bir senaryo değildir. Çünkü Amerika var gücüyle İslâm’ı ve Müslümanları bertaraf etmeye namzet ameller ortaya koymakta, düşmanlığını son raddesine kadar İslâm coğrafyasında sergilemektedir. Herkes biliyor ki, İslâm’ın ideolojik olarak yeniden hayat bulma ihtimali, komünizmin hayat bulma ihtimalinden çok daha fazladır. Sömürgeci kapitalizmi korkutma konusunda komünizm eskisi kadar güçlü ve diri değildir. Bilakis fikirlerine kendisinden olmayan kapitalist mefhumları da sokmuştur. Bu düşünce ne Kuzey Kore’de, ne Çin’de ne de Venezuela’da toplumdaki duyguları harekete geçirmek dışında dünyaya nizam vermeye elverişli değildir ve Amerika bunu çok iyi bilmektedir. Dışişleri Bakanı Rex Tillerson bu durumu şöyle izah etmektedir. “Amerika Birleşik Devletleri Kuzey Kore rejiminin düşmesini istemiyor fakat nükleer programı terk etmesi hâlinde gelecekte diyalog için umutluyum.”

Korelilere ithafen yaptığı konuşmada: “Biz, iki Kore’yi birbirinden ayıran Kuzey 38 hattına orduyu yollamak için bir bahane de aramıyoruz. Ayrıca sizin düşmanınız değiliz, sizin için bir tehdit de değiliz ama bize cevap vermek zorunda olduğunuzu bilmelisiniz.” diyordu.

Tillerson, 1 Ağustos 2017 tarihinde Kuzey Kore’ye karşı nüfuzunu kullanarak verimli bir diyalog için ortam sağlamasına yönelik Çin’e yaptığı daveti yineledi. “Kuzey Kore’nin ABD topraklarına ulaşma yeteneğine sahip balistik füzeleri var.” dedi. Gerçekten Kuzey Kore’nin balistik ve kitlesel silahlarının olduğunu bilmesi durumunda Amerika’nın tutumu nasıl olurdu? Hele ki, bölgedeki baş aktör olan Çin’in sıçrayışına engel olmak için çalışırken… Üstelik bölgede binlerce askerini barındırdığı Japonya ve Güney Kore tehdit altındayken... Daha da fazlası sosyalist ideolojinin dünya gündemine oturması ihtimali varken… Tüm bu ihtimaller Amerika’nın süper gücünü yok etmeye yeterli sebepken Amerika nasıl olur da Kuzey Kore ile savaşmaz. Suriye’de kendisine alternatif bir fikrin (İslâm’ın) otoritesini kurmayı hedefleyen küçük bir zümreye bombalar yağdırırken hatta bu düşüncenin hayali bile Suriye’nin yerle yeksan olması için yeterli bir sebep iken nasıl olur da Amerika, Kuzey Kore ile sadece sözlü olarak cedelleşir? O hâlde konunun başında ifade ettiğimiz cümleyi yeniden yazalım: “İşte böyle bir balon daha ‘Kuzey Kore’…”

Müslümanlar şunu çok açık bilmelidirler; artık kapitalist devletler, sosyalizm gibi bir tehditten korkmuyorlar. Zira artık öyle bir tehdit yok. Amerika Soğuk Savaş’ı bitirip, dünya siyasetinin tesir gücünü eline aldıktan sonra dost ve düşman kavramlarını kendisi tanımladı, içini de kendisi doldurdu. Uluslararası toplumun terör algısını o belirledi. Kiminle savaşılacağına kiminle sulh yapılacağına o karar verdi. Dolayısıyla gelinen noktada Kuzey Kore için NATO ve BM bünyesinden çıkan cılız kararlar dışında kılını dahi kıpırdatmadı. Zira o göreceğini gördü, Rusya da, Çin de ABD’nin siyasal ve diplomatik gücüne boyun büktü. Dolayısıyla bu meselenin daha fazla kaşınmasına ve domino etkisi oluşturmasına gerek yoktu. Hatta Müslümanlar şunu da çok iyi bilmelidirler; küfür, İslâm’a ve Müslümanlara karşı tek millettir. Kendi coğrafyasından çıkamayan cesur yöneticilerin yapamadığını ateist bir yöneticiden beklemek ise intikam alma duygusundan ileri gelmekte fakat bir türlü gerçekleşememektedir. Artık bu coğrafyada İslâm’ın Hilâfet’i kurulana dek, İslâm bir devlet olarak tatbik edilene dek Amerika’dan intikam alabilecek bir yönetici görmek imkânsızdır. Hatta Kuzey Kore’nin nükleer ve balistik füzelerinin bir gün hiç olmadık bir anda İslâm topraklarına yönelebileceği de unutulmamalıdır. Endonezya ve Malezya Pasifik’teki Kuzey Kore menziline girebilir ve orada Müslümanlara yardım edecek bir başka devlet ise bulunmaz.

Konuyu yeniden sınırlandırıp özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz;

1-   Her şeyden önce Kuzey Kore, envai çeşit batarya ve füze kalkanına sahip olmasına rağmen topraklarında meydana gelecek fiilî bir savaş durumunu kaldıramayacak kadar kısıtlı bir bütçeye sahiptir.

2-   Sosyo-ekonomik yapısı üretime ve insan gücüne dayalı olduğundan olası bir harp durumunda yetersiz stok, ithalatın olmayışı ve üretimdeki aksaklıklar ülkeyi felce uğratabilir. 

3-   Ayrıca bu ülke, komünizmin şımarık çocuğu gibi davrandıkça kendisine kol kanat geren Çin’i de zor duruma sokmaktadır. Zira Kuzey Kore silahla tehdit ettikçe, ABD Uzakdoğu’da yeni üslerin açılmasını hızlandırmaktadır.

4-   Hindistan üzerinden yaşanan ABD-Çin gerginliği rahat durmayan Kuzey Kore yüzünden ABD lehine evrilmektedir. Çünkü Çin’in kendi müttefikleriyle yaşadığı problem çözülmeli, ayakları yere sağlam basan siyasal hamleler yapılmalıdır.

5-   Ayrıca Amerika Kore üzerinden dünya devletlerini etkileyerek, Rusya ve Çin üzerinde diplomatik baskı oluşturmaktadır. BM ve NATO’da alınan yaptırım kararları bunun en önemli örneğidir.

6-   Yakın döneminde gerginliğin daha fazla artmasındaki temel sebep ise Trump’ın elindeki konvansiyonel silahları satabilme kabiliyetidir. Bilhassa Japonya ve Güney Kore ile kurduğu sağlam diyalog Asya-Pasifik bölgesindeki hassasiyeti tırmandırıyor.

7-   Kuzey Kore’nin Batı’ya karşı takındığı tavır ideolojisinden kaynaklanmıyor. Zira ondan kaynaklansaydı bilhassa Amerika’dan Kim Jong Un’un babası döneminde 20 milyon dolar yardım almazdı. Bu tavır en iyi ihtimalle varoluşunu ispatlama gereğinden doğmaktadır. Bunu destekleyecek en güzel örnek istisnasız her yıl aynı senaryoların farklı dozlarda yaşanıyor olmasıdır.

8-   Kuzey Kore bilindiği gibi diktatörlük ile yönetilmekte ve insanların içgüdüleri devlet eliyle törpülenmektedir. Bu durum beraberinde yönetime karşı sessiz bir düşmanlığı doğurmaktadır. Batı’nın bu ülkede demokrasiyi inşa etmesi durumunda sosyal yapının hemen değişeceği ve toplumun eski devlet anlayışını reddedeceği gün gibi açıktır. Bu süreç akabinde Küba’da yaşanan değişimleri beraberinde getirecek ve serbest ekonomi piyasası gittikçe hayat bulacaktır. Böylece kapitalist sermayedarlar Kuzey Kore’nin zengin madenlerine gözlerini dikecek, yer altı ve yer üstü kaynakları yağma edilecektir.

Bu sayılanlar Doğu ile Batı arasındaki çatışma ile ilgiliydi. Peki, Doğu’nun da Batı’nın da Rabbi olan Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın nizamıyla ilgili olan kısma gelelim. Muhakkak ki bu kısımla ilgili tek bir madde söylesek yeterli olacaktır. Bu nizam insanların her birinin içgüdü ve uzvi ihtiyaçlarını doyurmakla birlikte, onların hür oldukları alanı düzenleyen, üretim endüstrisi ile toplumun ihtiyacını uzun yıllar karşılamasını hedefleyen, bütçeyi planlarken namerde muhtaç bırakmayacak planlamalar yapan bir iç siyaset gütmektedir. Bunun yanında dış siyasetinde de asla şımarık çocuk gibi davranmayıp, basiret ve uyanıklık ile yürüyen bir devlet politikası güder. Hamasi söylemler ve anlık kırgınlıklar ile çatışmayı körüklemez. Ayrıca o savaşlarının büyük çoğunluğunu ideolojisinin gereği doğrultusunda yapar. Onun varoluş faktörleri cılız tatbikatlara ve tehditvari eylemlere gerek duymaz. Zira onun varlığı kâinatı etkisi altına almaya muktedirdir.

O hâlde içi boş balonlardan bir tanesi olan ateist Kuzey Kore, belki de İslâmi Hilâfet Devleti kurulduğunda nükleer ve kitlesel eylemlere girişmek yerine bu izzetli devletin çatısına girmeyi kabul eder ve bütün silahları ile sömürgeci Batı’ya karşı İslâm ordusunda yerini alır. Muhakkak ki Allah Subhanehû ve Teâlâ buna kadirdir. 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz