Bir ideoloji ancak
devlet gücü ile büyür ve gelişir. Kapitalizme alternatif olan İslâm ve
Sosyalizm ideolojilerinin kurumsal güçten yoksun olmaları dünya sahnesinde kapitalizmi
ve onun temsilcisi Amerika’nın oldukça güçlenip serpilmesini sağladı. Zira Amerika,
kapitalist ideolojiyi devleti ile ayakta tutarak yeni sömürgeler elde etmiş,
kendisine rakip devletlerin ellerini oldukça zayıflatmış ve dünyanın tamamında
sözü dinlenen bir ülke hâline gelmiştir. Hatta ideolojik rakiplerini bile kendi
politik hedefleri doğrultusunda yönetebilme kabiliyeti kazanmıştır. Suriye’de
son gelinen noktada Rusya’ya etkin bir misyon yüklemiş, Ortadoğu’nun tamamında
kaos ve fitne ateşini körüklemesi için İran ile anlaşmış, demokratik ve laik
hedeflerini gerçekleştirmesi için Türkiye ile müttefik olmuştur. Hâl böyle iken
Rusya ile zaman zaman sürtüşmeler yaşaması, İran’a ambargo uygulaması ve
Türkiye’ye vize yasağı gibi bir takım “ilişkileri
bozma” oyunu sahnelemesi gayet doğaldır. Bu şekilde safların
netleştirilmesi, görev dağılımından beklenen sonuçları takip etme ve diplomatik
hamlelerin yapılması gibi süreçler gerçekleşmiş olur.
Devletlerarası
durum bu şekilde gelişen anlık ve hamasi değişimlerden etkilenmez. Büyük
devletler devletlerarası ilişkilerin nabzını bu şekilde yoklar ve kontrol
ederler. Kısa vadeli siyasal çatışmalar büyük devletlerin elini güçlendirir.
Söz gelimi ABD’nin İran’a karşı gösterdiği sözde düşmanlığın sonucu olarak Suud
yönetimine yaptığı milyonlarca dolarlık silah satışı, aynı Suud yönetiminin
coğrafyanın etkili devleti olan İngiliz yanlısı Katar’a karşı uyguladığı
ambargo ve hemen akabinde ABD-Katar yakınlaşması bu konuyu oldukça
aydınlatmaktadır. ABD’nin bu süre sonunda silah stoklarını körfez ülkelerine
satarak boşaltması ve kendisi için yeni nesil silahların üretimini
hızlandırması başka hangi nedenle açıklanabilir?
Amerika bu oyunu
güzel oynamaktadır. Sömürgesi olan bir devleti kalkındırarak soyut bir güç
algısı oluşturma, sonra bu balon gibi şişirilmiş devleti bulunduğu coğrafyanın
başına bela etme, oluşan fitne ortamında arabulucu olma, silah satma, tehdit
savurma ve yağmacılık yapma, ağzının suyunu sildikten sonra bu balona bir iğne
batırarak patlatma ve şişmeye hazır yeni balonlar bulma… İşte böyle bir balon
daha “Kuzey Kore”…
20. yüzyılın ilk
yarısını Japon işgali altında geçiren Kore Yarımadası II. Dünya Savaşı’nın
akabinde ABD’nin Japonya karşısında elde ettiği zaferden sonra varlık krizi
yaşadı. Aynı dönemde Sovyetler Birliği Kore’nin kuzeyini işgal etti. Kore’yi Kızıl
Ordu’ya teslim etmek istemeyen Amerika atom bombası atarak kanatları altına
aldığı Japonya ile birlikte Kore’nin güneyine girdiler. Kuzeyini Sovyetler
Birliği ve Çin; güneyini ise ABD ve Japonya’nın muhasara ettiği Kore’de
taraflar arasında ciddi bir savaş patlak verdi. Hatta bu savaş fiilen kapitalizm-sosyalizm
savaşı hâlini aldı. Öyle ki, doğu ve batı şeklinde bloklar oluştu. Birçok
devlet bu savaşa karşı sessiz kalamadı. Zira Amerika dostlarını kendisine
yardım ederken görmek istiyordu. Türkiye, Demokrat Parti Dönemi’nde komünizmle
mücadele adı altında ABD’nin safında savaştı. Türkiye’nin Amerika için ödediği
bedel 700’den fazla askerin ölmesi, iki binden fazla yaralı ile evine dönmesi
oldu. Ardından Amerika bu dostluğundan ötürü Türkiye’yi NATO’ya dâhil etti.
NATO bu şekilde komünizme karşı mücadelede saflarını güçlendirdi ve böylece
kapitalizm bloğu bünyesine yeni ülkeleri dâhil etmiş oldu. Savaşın net bir
galibi olmadı. 3 milyon insanın hayatını kaybettiği bu savaşın ardından
taraflar 1953 yılında ateşkes ilan ettiler. Nihayet ABD ve Rusya ülkenin
bölünmesini kabul ederek “Soğuk Savaş” sürecine
girmiş oldu. Fakat iki ülke arkasında bıraktıkları enkazın kolayca yem olmaması
için despot rejimler kurdular. Kuzey Kore, Güney’i ABD’nin çaldığı saf çalgı
aleti olmakla kınarken, Güney Kore, Kuzey’i komünizmin kukla hükümeti olarak
adlandırdı. Oluşan iki devletin kendi ayakları üzerinde durması ilk etapta
olacak iş değildi. Zira imkânlar kısıtlı, savaştan yeni çıkmış olan toplumlar
ise yoklukla mücadele ediyordu. Sovyetler Birliği diğer sosyalist ülkelerden
aldığı destekle Kuzey Kore’de ilk üç yıllık “Halk Ekonomisi Kalkınma Planı”nı
uyguladı. Bu sayede halkın kalkınmasını hedefleyen zirai faaliyetlere girişti.
ABD ise Güney Kore’nin iktisadi yapısını “Güçlendirilmiş Piyasa Ekonomisi” üzerine
kurdu. Yabancı ülkelerin teşvik ve özelleştirme faaliyetlerine izin verildi.
Kapitalist ülkelerden alınan destekler ile tarım ve askerî harcamalar sorunu
çözülmüş oldu. Fakat kendisine yetebilirlik seviyesi oldukça düştü ve dışa
bağımlılığı arttı. Sonuç olarak Güney Kore, kapitalist hükümeti ile serbest
piyasa rekabeti ve özel girişimler üzerinde dururken, Kuzey Kore’de, sosyalist
hükümeti ile ortak mülkiyete dayalı ve kontrollü ekonomi modeli kurulmuş oldu.
Çaresizce Rusya-Çin
ittifakına teslim olmuş Kuzey Kore 65 yıl sonra bu iki ülkenin gösteremediği
cesareti göstererek ABD’ye tehditler savurdu, nükleer silahıyla korkuttu ve
açıkça meydan okudu(!). Şimdi kimisi buna ironi desin, kimisi gerçek ve kimisi
de açıkça uydurma desin ama bir gerçek var ki o da bu siyasal çalkantıların
gerçekten de toplumları kaynayan kazana çevirdiği. Müslümanlar kendi
coğrafyalarında bu cesareti gösteren yöneticileri olmadığından Kuzey Kore’nin
tombul liderinden acaba intikamımızı alır mı diye beklenti içine girdi.
İçimizdeki çokbilmiş liberal kalemşorlarımız ise ABD’nin karşı koyulamaz gücü
karşısında Kuzey Kore’nin mağlup olacağını yazarak Batı’ya yamanma yarışına
girdi. İslâm beldelerindeki bazı yöneticiler ise Müslümanların aksine Kuzey
Kore’yi nükleer denemelerinden dolayı kınadı. Peki, aradan geçen bunca yıldan
sonra Kuzey Kore nasıl bu güce(!) ulaştı? Gerçekten de Amerika’nın bekasına
zarar verebilir mi? Rusya ve Çin’e rağmen bağımsız hareket edebilir mi? Yeniden
sosyalizmi bir devlet mekanizmasına döndürebilir mi?
Bu sorulara Kuzey
Kore’yi tanıyarak daha kolay cevap arayabiliriz. Kuzey Kore 120.540 km²
yüzölçüme sahip 38. Kuzey paralelinde Güney Kore’den ayrılan dağlık ve bol
ormanlı bir coğrafyaya sahiptir. Bu yönüyle mineral ve yer altı kaynakları
bakımından oldukça zengindir. Özellikle kömür, tungsten, bakır, uranyum ve
altın yönünden verimli madenlere sahiptir. Nüfusunun yüzde 70’ini 15-64 yaş
aralığı oluşturmakta, yüzde 71’i ateist olmakla birlikte yüzde 13’ü Çendoist ve
yüzde 12’si ise Şamanist inanca sahiptir. Ülke oldukça kapalı bir ekonomiye
sahip olduğundan ihracat ve ithalat yok denecek kadar azdır. Zengin kömür ve
mineral yatakları bulunmasına rağmen halkın refahını sağlayacak gıda ve barınma
ihtiyaçlarını karşılayamamakta bu yüzden Rusya ve Çin’den yardım almaktadır.
Sosyal medya ve iletişim araçlarının kullanımının yasak olmasından dolayı
ülkenin iç siyaseti ile ilgili veri bulunamamaktadır. Yanı sıra
Marksist-Leninist bir devlet programı benimsediğinden dolayı ekonomik olarak
Çin ve Rusya kadar serbest piyasa koşullarına göre hareket etmez ve özel
sermayeyi kabul etmez. Böylesi kapalı toplumlarda siyasi, toplumsal ve iktisadi
çarkların nasıl döndüğü yüzde yüz bilinmez fakat bilinen bir gerçek var ki, o
da Kuzey Kore’nin yatırımlarının büyük çoğunluğunu askerî alanda yaptığıdır. Buna
rağmen son günlerde sıklıkla gündeme gelen nükleer deneme faaliyetlerindeki
şaibe ve gerçeği yansıtmayan haberler akıllarda ciddi soru işaretleri
bırakmaktadır. Cevaplanamayan en önemli soru işareti şudur: Kuzey
Kore gerçekten nükleer deneme yaptı mı? Yaptıysa neden ve kime karşı yaptı?
Yapmadıysa neden suni bir şekilde şişiriliyor?’
Öncelikle
bilinmelidir ki, Kuzey Kore yaptığı irili ufaklı denemelerin çoğunda başarısız
oldu. Hatta Amerika kıtasının bir bölümünü menziline almasına rağmen kendi
topraklarında deprem etkisi oluşturmaktan başka bir anlamı olmayan denemeler
yaptı. O andan itibaren kendi prestijini düzeltmeye yönelik söylemler yapan Kuzey
Kore hükümeti en güçlü silahını denediğini ve hedeflerine ulaştıklarını ifade
etmelerine rağmen bununla ilgili olarak herhangi bir emare ortaya koyamadı.
Fakat ABD hükümeti aksini iddia etmek yerine bu konuyu lehine çevirebilecek
adımlar atmayı başardı. Zira Amerika, Asya-Pasifik bölgesindeki hedefleri
doğrultusunda Çin’e karşı hamle yapmaya başladı. Uluslararası toplumu rahatsız
eden balistik füze denemesini gündem ederek Çin’den Kuzey Kore’yi uyarmasını
talep etti. Güvenlik Konseyinden Kuzey Kore için çıkarılacak yaptırım kararları
konusunda Rusya ve Çin’i de kabul etmeye icbar etti. Suriye özelinde sömürge
faaliyetlerini unutturarak uluslararası kamuoyunu bu gündemle meşgul etti hatta
sömürge topraklarındaki yöneticilerden de Kuzey Kore’yi kınamalarını istedi. Bu
durumda daha önce Kuzey Kore’yi her platformda savunan Rusya ve Çin, ABD’nin bu
kamuoyu gücü karşısında daha fazla direnemeyerek Pyongyang hükümetini nükleer
deneme yapmaktan vazgeçirdi. ABD başkanı Trump bununla da yetinmeyerek Kuzey
Kore’yi yok edecekleri silahların da reklamını yaptı. Dışişleri bakanı Rex
Tillerson ise Güney Kore ve Japonya’yı korumak için “Nükleer Zırh” kullanacaklarını, gerekirse “kitlesel silahlarını” ve “uçak
filolarını” o bölgeye sevk edeceklerini ifade etti. Aslında ABD hükümeti bu
tehditkâr söylemleri tüm dünya devletlerine sarf ediyordu. ABD değil kendisine,
sömürge topraklarından bir karışına dahi tehlikenin sıçramasına izin vermez,
diyordu.
Fakat bu meseleyi
reel politik gözüyle okuyan herkes bilir ki, ne ABD Kuzey Kore’ye, ne de Kuzey
Kore ABD’ye karşı herhangi bir savaş girişiminde bulunmaz, bulunamaz. Bu
cedelleşme tıpkı ABD ile İran arasındaki ambargo krizine benzer. ABD, İran’ı
Ortadoğu politikalarında tampon bir ülke olarak kullanmaktadır. Karşılıklı
tehditler edilir, ithalat-ihracat yasaklanır, mallarına ambargo uygulanır,
vatandaşları ülkeye sokulmaz vs… fakat her ne hikmetse bu iki ülke asla fiilen
karşı karşıya gelmez. Hatta Amerika hem Irak işgalinde, hem Suriye’de İran’ın
etinden ve sütünden istifade etmektedir. ABD, İran’ın savaş gücünü kullanıyor
ama aynı zamanda ona düşmanmış gibi davranıyor.
Ayrıca girdiği her İslâm
beldesinde büyük kayıplar veren ABD’nin Kuzey Kore ile savaşması
düşünülebilecek bir senaryo değildir. Çünkü Amerika var gücüyle İslâm’ı ve
Müslümanları bertaraf etmeye namzet ameller ortaya koymakta, düşmanlığını son
raddesine kadar İslâm coğrafyasında sergilemektedir. Herkes biliyor ki, İslâm’ın
ideolojik olarak yeniden hayat bulma ihtimali, komünizmin hayat bulma
ihtimalinden çok daha fazladır. Sömürgeci kapitalizmi korkutma konusunda komünizm
eskisi kadar güçlü ve diri değildir. Bilakis fikirlerine kendisinden olmayan
kapitalist mefhumları da sokmuştur. Bu düşünce ne Kuzey Kore’de, ne Çin’de ne
de Venezuela’da toplumdaki duyguları harekete geçirmek dışında dünyaya nizam
vermeye elverişli değildir ve Amerika bunu çok iyi bilmektedir. Dışişleri Bakanı
Rex Tillerson bu durumu şöyle izah etmektedir. “Amerika Birleşik Devletleri Kuzey Kore rejiminin düşmesini istemiyor
fakat nükleer programı terk etmesi hâlinde gelecekte diyalog için umutluyum.”
Korelilere ithafen
yaptığı konuşmada: “Biz, iki Kore’yi birbirinden ayıran Kuzey
38 hattına orduyu yollamak için bir bahane de aramıyoruz. Ayrıca sizin
düşmanınız değiliz, sizin için bir tehdit de değiliz ama bize cevap vermek
zorunda olduğunuzu bilmelisiniz.” diyordu.
Tillerson, 1 Ağustos
2017 tarihinde Kuzey Kore’ye karşı nüfuzunu kullanarak verimli bir diyalog için
ortam sağlamasına yönelik Çin’e yaptığı daveti yineledi. “Kuzey Kore’nin ABD topraklarına ulaşma yeteneğine sahip balistik
füzeleri var.” dedi. Gerçekten Kuzey Kore’nin balistik ve kitlesel
silahlarının olduğunu bilmesi durumunda Amerika’nın tutumu nasıl olurdu? Hele
ki, bölgedeki baş aktör olan Çin’in sıçrayışına engel olmak için çalışırken…
Üstelik bölgede binlerce askerini barındırdığı Japonya ve Güney Kore tehdit
altındayken... Daha da fazlası sosyalist ideolojinin dünya gündemine oturması
ihtimali varken… Tüm bu ihtimaller Amerika’nın süper gücünü yok etmeye yeterli
sebepken Amerika nasıl olur da Kuzey Kore ile savaşmaz. Suriye’de kendisine
alternatif bir fikrin (İslâm’ın) otoritesini kurmayı hedefleyen küçük bir
zümreye bombalar yağdırırken hatta bu düşüncenin hayali bile Suriye’nin yerle
yeksan olması için yeterli bir sebep iken nasıl olur da Amerika, Kuzey Kore ile
sadece sözlü olarak cedelleşir? O hâlde konunun başında ifade ettiğimiz cümleyi
yeniden yazalım: “İşte böyle bir balon daha ‘Kuzey Kore’…”
Müslümanlar şunu
çok açık bilmelidirler; artık kapitalist devletler, sosyalizm gibi bir tehditten
korkmuyorlar. Zira artık öyle bir tehdit yok. Amerika Soğuk Savaş’ı bitirip,
dünya siyasetinin tesir gücünü eline aldıktan sonra dost ve düşman kavramlarını
kendisi tanımladı, içini de kendisi doldurdu. Uluslararası toplumun terör
algısını o belirledi. Kiminle savaşılacağına kiminle sulh yapılacağına o karar
verdi. Dolayısıyla gelinen noktada Kuzey Kore için NATO ve BM bünyesinden çıkan
cılız kararlar dışında kılını dahi kıpırdatmadı. Zira o göreceğini gördü, Rusya
da, Çin de ABD’nin siyasal ve diplomatik gücüne boyun büktü. Dolayısıyla bu
meselenin daha fazla kaşınmasına ve domino etkisi oluşturmasına gerek yoktu.
Hatta Müslümanlar şunu da çok iyi bilmelidirler; küfür, İslâm’a ve Müslümanlara
karşı tek millettir. Kendi coğrafyasından çıkamayan cesur yöneticilerin
yapamadığını ateist bir yöneticiden beklemek ise intikam alma duygusundan ileri
gelmekte fakat bir türlü gerçekleşememektedir. Artık bu coğrafyada İslâm’ın Hilâfet’i
kurulana dek, İslâm bir devlet olarak tatbik edilene dek Amerika’dan intikam
alabilecek bir yönetici görmek imkânsızdır. Hatta Kuzey Kore’nin nükleer ve
balistik füzelerinin bir gün hiç olmadık bir anda İslâm topraklarına
yönelebileceği de unutulmamalıdır. Endonezya ve Malezya Pasifik’teki Kuzey Kore
menziline girebilir ve orada Müslümanlara yardım edecek bir başka devlet ise
bulunmaz.
Konuyu yeniden
sınırlandırıp özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz;
1- Her
şeyden önce Kuzey Kore, envai çeşit batarya ve füze kalkanına sahip olmasına
rağmen topraklarında meydana gelecek fiilî bir savaş durumunu kaldıramayacak
kadar kısıtlı bir bütçeye sahiptir.
2- Sosyo-ekonomik
yapısı üretime ve insan gücüne dayalı olduğundan olası bir harp durumunda
yetersiz stok, ithalatın olmayışı ve üretimdeki aksaklıklar ülkeyi felce
uğratabilir.
3- Ayrıca
bu ülke, komünizmin şımarık çocuğu gibi davrandıkça kendisine kol kanat geren
Çin’i de zor duruma sokmaktadır. Zira Kuzey Kore silahla tehdit ettikçe, ABD
Uzakdoğu’da yeni üslerin açılmasını hızlandırmaktadır.
4- Hindistan
üzerinden yaşanan ABD-Çin gerginliği rahat durmayan Kuzey Kore yüzünden ABD
lehine evrilmektedir. Çünkü Çin’in kendi müttefikleriyle yaşadığı problem
çözülmeli, ayakları yere sağlam basan siyasal hamleler yapılmalıdır.
5- Ayrıca
Amerika Kore üzerinden dünya devletlerini etkileyerek, Rusya ve Çin üzerinde
diplomatik baskı oluşturmaktadır. BM ve NATO’da alınan yaptırım kararları bunun
en önemli örneğidir.
6- Yakın
döneminde gerginliğin daha fazla artmasındaki temel sebep ise Trump’ın elindeki
konvansiyonel silahları satabilme kabiliyetidir. Bilhassa Japonya ve Güney Kore
ile kurduğu sağlam diyalog Asya-Pasifik bölgesindeki hassasiyeti tırmandırıyor.
7- Kuzey
Kore’nin Batı’ya karşı takındığı tavır ideolojisinden kaynaklanmıyor. Zira
ondan kaynaklansaydı bilhassa Amerika’dan Kim Jong Un’un babası döneminde 20
milyon dolar yardım almazdı. Bu tavır en iyi ihtimalle varoluşunu ispatlama
gereğinden doğmaktadır. Bunu destekleyecek en güzel örnek istisnasız her yıl
aynı senaryoların farklı dozlarda yaşanıyor olmasıdır.
8- Kuzey
Kore bilindiği gibi diktatörlük ile yönetilmekte ve insanların içgüdüleri
devlet eliyle törpülenmektedir. Bu durum beraberinde yönetime karşı sessiz bir
düşmanlığı doğurmaktadır. Batı’nın bu ülkede demokrasiyi inşa etmesi durumunda
sosyal yapının hemen değişeceği ve toplumun eski devlet anlayışını reddedeceği
gün gibi açıktır. Bu süreç akabinde Küba’da yaşanan değişimleri beraberinde
getirecek ve serbest ekonomi piyasası gittikçe hayat bulacaktır. Böylece
kapitalist sermayedarlar Kuzey Kore’nin zengin madenlerine gözlerini dikecek,
yer altı ve yer üstü kaynakları yağma edilecektir.
Bu sayılanlar Doğu
ile Batı arasındaki çatışma ile ilgiliydi. Peki, Doğu’nun da Batı’nın da Rabbi
olan Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın
nizamıyla ilgili olan kısma gelelim. Muhakkak ki bu kısımla ilgili tek bir
madde söylesek yeterli olacaktır. Bu nizam insanların her birinin içgüdü ve
uzvi ihtiyaçlarını doyurmakla birlikte, onların hür oldukları alanı düzenleyen,
üretim endüstrisi ile toplumun ihtiyacını uzun yıllar karşılamasını hedefleyen,
bütçeyi planlarken namerde muhtaç bırakmayacak planlamalar yapan bir iç siyaset
gütmektedir. Bunun yanında dış siyasetinde de asla şımarık çocuk gibi
davranmayıp, basiret ve uyanıklık ile yürüyen bir devlet politikası güder.
Hamasi söylemler ve anlık kırgınlıklar ile çatışmayı körüklemez. Ayrıca o
savaşlarının büyük çoğunluğunu ideolojisinin gereği doğrultusunda yapar. Onun
varoluş faktörleri cılız tatbikatlara ve tehditvari eylemlere gerek duymaz.
Zira onun varlığı kâinatı etkisi altına almaya muktedirdir.
O hâlde içi boş
balonlardan bir tanesi olan ateist Kuzey Kore, belki de İslâmi Hilâfet Devleti
kurulduğunda nükleer ve kitlesel eylemlere girişmek yerine bu izzetli devletin
çatısına girmeyi kabul eder ve bütün silahları ile sömürgeci Batı’ya karşı İslâm
ordusunda yerini alır. Muhakkak ki Allah Subhanehû
ve Teâlâ buna kadirdir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış