Borsa denildiği
zaman hepimizin aklına hisse senetleri gelmektedir. Ancak borsa tarihi, tarım
ürünleri, değerli madenler ve sanayi metallerinin alınıp satılmaya başlandığı
dönemler kadar eskidir. Bugün emtia dediğimiz bu ticari malların alınıp
satılması için çok eski dönemlerden itibaren pazar ve panayırlar oluşturulmuş,
bu pazar ve panayırlar borsacılığın başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Borsa, belirli
kurallara göre talep edilen ve ticareti yapılan malların organize edildiği bir
piyasadır. Diğer bir ifadeyle borsada değerli evrak da denilen menkul
kıymetler, dövizler, ticari mallar ve hammaddelerin alım satım işlemleri
yapılmaktadır. Borsa arz-talep şeklinde ve komisyoncunun aracılık etmesi ve
piyasa koşullarının oluşturulmasıyla birlikte işleyen ticaret alanı olarak
ifade edilir.
İlk borsa işlemleri
emtiaların alınıp satıldığı pazar ve panayırlar da gerçekleştirilmiştir. Pazar
ve panayırlarda gerçekleştirilen alım-satım, ilerleyen süreçte gelişim
göstermiş ve borsa işlemleri de bununla beraber yaygınlaşmıştır. Kıymetli
madenlerin alım-satım işlemlerine aracıların da girmesi ile pazar genişlemiş ve
ticari senetlerin alım-satım işlemleri de bu pazara girmiştir. 1487 yılında
Belçika’ya bağlı Anvers şehrinde ilk borsa kurulmuştur. 16. yüzyılda Paris ve
Londra’da,17. yüzyılda Berlin ve Basel’de, 18. yüzyılda Viyana ve New York’ta, 19.
Yüzyılda Brüksel, Roma, Milano, Madrid, İstanbul ve Tokyo borsaları
kurulmuştur.
1801 yıllarında
temelleri atılan Londra Menkul Kıymetler Borsası 1802 yıllarında çalışmaya
başlamış ancak yasal kuruluş yılı 1875 olarak kabul edilmektedir. Londra Menkul
Kıymetler Borsası için 1945 yılında denetleme organı olan konsey kurulmuştur.
Londra borsasına ek olarak New York ve Kanada’da da menkul kıymetler borsası
kurulmuştur.
Türkiye’de ise
borsa, bankacılık faaliyetlerinin başlaması ile aynı dönemlerde olmuştur.
İkinci meşrutiyetin ilanına kadar İstanbul, İzmir, Selanik ve Beyrut’ta kurulu
yabancı şirketlerin menkul kıymetleri ve Panama, Süveyş kanalları tahvil ve
hisse senetleri gibi tümüyle yabancı menkul kıymetler kayıtlıydı. İkinci
meşrutiyetten sonra yerli şirketlerin menkul kıymetleri de işlem görmeye
başlamıştır. Özellikle de demiryolu, madenler, elektrik, havagazı, tramvay
şirketleri ve diğer imtiyazlı şirketler Osmanlı borsasının ilk yerli menkul
kıymetlerini çıkarmıştır. 1929 yılında “Menkul Kıymetler ve Kambiyo
Borsaları Kanunu” kabulü ile borsa faaliyetleri düzenlenmiş ve “İstanbul
Menkul Kıymetler Borsası” adını almıştır. Daha sonra İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası Yönetmeliği yürürlüğe girerek 26 Aralık 1985 yılında resmî
bir törenle açılmıştır.
1929 Krizi ve New
York Borsasının Çöküşü
Dünyada yaşanmış en
büyük kriz olarak bilinen 1929 krizi, henüz küreselleşmenin gerçekleşmediği bir
tarihte, neredeyse tüm dünya ülkelerini etkisi altına alması konusunda önemli
bir örnek teşkil eder. 1929 yılında önce New York, ardından diğer önemli menkul
kıymet borsalarının çöküşüyle başlayan kriz, sonrasında sanayi, hizmet ve tarım
sektörlerine sıçradı. Büyük çoğunluğu sanayileşmiş ülkelerde olmak üzere
dünyada 50 milyonu aşkın insanın işsiz kalmasına, dünya toplam üretiminin %40,
dünya ticaretinin %70 civarında azalmasına yol açtığı için ve etkilerinin II. Dünya
Savaşı’na kadar devam etmesinden dolayı tarihe “Büyük Buhran” olarak adını
yazdırmıştır.
ABD ekonomisinde,
gelişen sanayi dallarına yönelik spekülatif talep sonucunda başta New York
borsası olmak üzere tüm ABD borsalarında hızlı yükselişler yaşandı. Tıpkı 2008
yılında ABD konut piyasasındaki “Mortgage Krizi”ne benzeyen 1928 Florida emlak
piyasasında gözlenen şişme bir balon bulunmaktaydı. Bu dönemde sanayi ve hizmet
sektörlerinde eksik rekabet koşulları oluşmuş, ekonominin yarıdan fazlası 200
civarında şirketin kontrolüne geçmişti. Kriz derinleştikçe klasik
iktisatçıların anlayışı gereği ABD hükümeti hiç bir müdahalede veya teşvikte
bulunmadı. 24 Ekim 1929’da işlem yapan Hollandalı ve Alman yatırımcılar
portföylerini boşaltmaya ve piyasadan çıkmaya başladılar. Ancak borsanın çöküşü
29 Ekim 1929 Salı günü gerçekleşti. “Kara Salı” (Black Tuesday) olarak tarihe
geçen o gün, o günün fiyatlarıyla 4.2 milyar dolarlık bir zarar oluşturdu. Kısa
süre içinde 4000 civarında banka iflas etti. Aşırı oranda değer kaybeden para
nedeniyle alışverişlerde para yerine takas sistemi kullanılmaya başlandı ve bu
bir süre devam etti. Bu süreç içerisinde açlık, fakirlik, yoksulluk yaşanmış,
Roosevelt'in Amerika'nın II. Dünya Savaşı’na girme kararını almasına ve savaşa
yönelik büyük boyutlu silah ve mühimmat üretimine başlanmasına kadar ekonominde
canlanma olmamış ve borsa yükselmemiştir.
Çöküşün geniş
kitleleri etkilemesinde başlıca faktörlerden birincisi; 1920’lerden itibaren
insanların büyük çoğunluğunun tasarruflarını, hızla tırmanan borsaya
yönlendirilmesiydi. İkincisi ise reel ekonominin durmasıyla, insanların
kitlesel olarak işsiz kalmalarıdır. Böylece krizin neden olduğu talep
yetersizliği fiyatların dünya çapında %60’a yakın düşmesine yol açmıştır.
Amerika, 1990’lı
yıllarda Sovyetlerin yıkılışının ardından devletlerarası ilişkilerde ve dünya
ekonomisi üzerinde egemenliği tek başına ele geçirmesinden sonra az gelişmiş
ülkelere "dolaylı yatırımlar" programını zorla kabul ettirdi. 1997
yılı Ekim ayı sonunda büyük borsalarda işlem gören hisse senetlerinin değerinde
önemli ölçülerde düşüşler yaşandı. Bu düşüşler ilk önce Hong Kong borsasında
başladı. Ardından Japonya'ya oradan da Avrupa ve Amerika borsalarına sıçradı.
Değeri düşen hisse senedi sahipleri, 1929 ekonomik krizinin yeniden
yaşanmasından endişe etmeye başladılar.
Avrupa'da ve
Amerika'da yaşanan bu krizin bir geçmişi vardır. Güneydoğu Asya'da döviz
fiyatlarında ve bazı şirketlere ait hisse senetlerinin değerlerinde düşüşler
yaşanmış bu olay beraberinde bazı şirketlerin ve bankaların iflasına yol
açmıştır. İlk önce Tayland'da başlayan bu olay, ardından Filipin'e, Malezya'ya
ve Endonezya'ya sıçradı. Sonra da kriz, bulaşıcı bir hastalık gibi Güney
Kore'ye ve Asya'nın kuzeyinde Tayvan'a, oradan da Asya'da Batı’nın üssü sayılan
Hong Kong borsasına kadar uzanmıştır. Batı borsaları uyandıkları zaman
tehlikeli bir hastalıkla karşı karşıya olduklarını görmüşler ve ardından Avrupa
ve New York borsalarında olan olmuştur. Güney Doğu Asya da borsaya girip
çıkanlar azdır. Katılımcılar tuzaklara karşı tecrübeli değildirler. Borsadan
faydalananlar Tayland ve Endonezya'da olduğu gibi kapitalist sermayeye arka
çıkan yöneticilerdir. Amerika, yenidünya düzeninin ekonomik yapısının gereği
olarak bunları ve diğer ülkelerdeki benzeri birçok yöneticileri, Batılı sermaye
sahiplerinin "yatırıma teşvik" edilmesi bahanesiyle ülkelerinde Batı
tarzı borsalar açmalarına, Batılı sermaye sahiplerinin buralarda dolaşmalarına
ve sermayelerini bu ülkelere sokmalarına, diledikleri zaman da kolaylıkla
çıkarmalarına izin vermeleri için teşvik etmiştir.
Ancak tüm bunlar
"dolaylı yatırımlar" olarak isimlendirilse de ülke ekonomisinde
gelişme sağlamaz. Zira “dolaylı yatırım” gerçek yatırım değildir. Gerçek
yatırım, II. Dünya Savaşı’nın hemen akabinde Amerikalıların, Avrupa'da ve
Avrupa dışındaki birçok fabrikayı ve şirketi ele geçirerek doğrudan doğruya
yönetmeleri ve ana şirketlerine bağlayarak fiilî üretime geçmeleri gibi olur.
“Dolaylı yatırımlar” ise yerel şirketlere veya devlete ait birtakım
hisse senetlerinin satın alınmasıyla gerçekleşir. Bu hisselerin bir kısmı
ilgili ülkeye ait borsada satışa sunulur ve yatırımcılar bunları borsadan satın
alırlar. Yatırım fonlarında milyonlarca hatta milyarlarca doları bulunan
zenginlerden ve bankalardan kredi kullanan kimselerden oluşan Batılı
yatırımcılar, buralara gelerek ilgili ülkeye ait hisse senetlerini satın
alırlar. Bu yatırımcılar, hisse senetlerinin değerinin normal seyrinde
yükselmesini beklemezler. Satın aldıkları hisselerin itibar görmesi için
birtakım üslûplar kullanırlar. Belli hisselerin satın alınması için büyük
miktarda sermayenin görevlendirildiği veya hisse senetlerini satın aldıkları
şirketin geleceğinin parlak olduğu türünden bilgileri basına sızdırırlar. Yoğun
bir propaganda çalışması yapılır. Böylece bu ülkeler, propagandası yapılan
şirketin hisse senetlerini almaya başlarlar. Fiyatlar, istedikleri seviyeye
yükseldiğinde ellerindeki hisse senetlerini yerel borsada ülke halkına satmaya
başlarlar. Böylece çok hızlı bir şekilde anaparalarını ve kârlarını toplarlar.
Tüm bunları ülke halkı farkına varmadan yaparlar. Bazen Batılı
birkaç yatırımcı (borsa aracı kurum sahipleri), borsada tek yapı gibi hareket
ederler. Bazen bu kurumların bir anda çekilmeleri ile birlikte borsada genel
bir çöküş yaşanır. Ülke parasının değeri düştüğü gibi borsada spekülasyon
amacıyla borç para veren yerel bankalar da iflasın eşiğine gelir. İşte bu
türden yatırımlar; Amerika'nın, Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından
devletlerarası ilişkilerde ve dünya ekonomisi üzerinde egemenliği tek başına
ele geçirmesinden bu yana "az gelişmiş ülkeler"e zorla kabul ettirdiği
"dolaylı yatırımlar"dır. Bu türden yatırımlar doğrudan
yatırımlardan daha tehlikeli ve sonuçları çok daha kötüdür. İster Meksika,
Brezilya ve Arjantin gibi Latin Amerika ülkeleri olsun, isterse Türkiye, Mısır
ve Ürdün gibi Orta Doğu ülkeleri olsun bu ülkelerde peş peşe yaşanan ekonomik
ve mali sarsıntı, halkın fakirleşmesi demektir. Çünkü bu, az gelişmiş ülke
sermayesinin ve ekonomisinin peşkeş çekilmesi, servetlerin sömürülmesi
demektir.
Amerika ve Avrupa,
New York ve Londra borsalarında yaşanan borsa krizlerinin temel nedeni az
gelişmiş ülkelerden farklıdır. Bu borsalar köklü borsalardır. Hisselere ve
senetlere yatırılan paralar çok büyük miktarlara ulaşmaktadır. Bunların
değerinin, bu ülkelerdeki arazi, ticaret malları, fabrikalar ve diğer mallardan
oluşan fiilî varlıkların değerlerinin üstünde olduğu söylenmektedir. Spekülatif
yatırımcılar, hisselerin alım-satım zamanını belirlemek ve fiyatları
etkileyebilmek için gerekli sözleşmeler yapmakta, üsluplar ve planlar
hazırlamaktadırlar. Böylece, borsada kullanılacak planlar, üsluplar ve dâhice
hazırlanmış sözleşmeler, birçok üniversite tarafından incelenmekte ve
araştırılmaktadır.
Kapitalist
toplumlar maddi değerlerin dışında hiçbir değere önem vermezler. Nüfusun düşük
bir yüzdesini oluşturan zenginler, temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan,
yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşayan ezici çoğunluğun üzerinde söz
sahibidirler. Kapitalist ekonomideki üç temel kurum işlemedikçe Batı’daki
borsanın var olması, yaşaması ve gelişmesi mümkün değildir. Bunlar:
1- Anonim şirketler
şeklinde şirketleşme imkânı
2- Faizli banka
sistemi
3- Kâğıt para sistemi
Bu üç sistem
kapitalist ekonominin iki yapıya ayrılmasına katkıda bulunmuştur.
a- Fiilî olarak mal
ve hizmetlerin üretilmesinden meydana gelen fiilî ekonomi
b- Mali ekonomi (bu,
sanal ekonomi olarak da isimlendirilmektedir)
Bir şirketin
mülkiyetinde, devletin veya şirketin borç portföyündeki senetleri,
gayrimenkuller veya sahibine birtakım haklar sağlayan tedavülde olan mali
kâğıtlar şeklinde olsun bunlar, alınıp satılabilen, tek taraflı olarak
tedavülde kullanılabilecek kanuni ve yasal belgelerdir. Tüm bunların uzaktan
veya yakından gerçek ekonomi ile alakası yoktur. Netice itibarıyla ülkenin
sanal ekonomisindeki bu gelişme, fiilî ekonomideki işlem hacminin kat kat
üstüne çıkmış olmaktadır. Tüm bunlar, borsanın ve diğer mali kâğıtların fiilî
ekonomiden ayrılmalarına neden olmaktadır. Bunun delili, borsada dolaşanların,
herhangi bir şirkete ait hisse değerlerinin yükselmesinin veya düşmesinin
ölçüsü gibi belli bir oranda kârı takip etmeleridir.
Bankaların
borsalardaki rolü, fiilî ekonomide üstlendiği rolden daha tehlikelidir. Zira
hisse senedi alıp satan kimseler, kredi kullanarak imkânlarının kat kat üstünde
alım yapmaktadırlar. Bu durumda borsada faaliyet gösteren bir kimse, öz
sermayesi ile satın alabileceğinin yirmi misli bir hisseyi satın almış
olmaktadır. Faizli banka sistemi borsada, tedavül ve fiyat şişkinliği ile
daralma arasında intikallere neden olmaktadır. Herhangi bir şirkete ait
hissenin borsada yükselmesi hâlinde borsacılara kredi türünden çok büyük
miktarlarda paralar akıtmakta ve böylece ellerinde fiilî paranın kat kat
üstünde paranın dolaşmasına yol açmaktadır. Faizli banka sistemi mevduat
sahiplerinin bankalara olan "güveni" üzere kuruludur. Yani diledikleri
zaman mevduatlarının tümünü çekebilecekleri güvenine dayalıdır. Hâlbuki bu
durum, tamamen aldatmaca olup banka gerçeğine aykırıdır. Bu durumu önlemek için
Batı, kâğıt para sistemini icat etmiş ve bunun yönetimini de ülke genelindeki
tüm bankalar adına Merkez Bankası’na vermiştir. Tüm bunlar banka sisteminin
ayıplarını örtmek için yapılmıştır. Bünyesindeki aşırılıkları önlemeyi ve
insanların kapitalist sisteme güvenmelerini sağlamayı amaçlamaktadır.
Kâğıt para sistemi,
ülkede tedavülde kullanılmak üzere Merkez Bankası’na kâğıt para basma hakkı
tanımaktadır. Bu paraların değeri paranın (kâğıdın) kendisinden değildir.
Hakların ödenmesinde bu kâğıt paraların kullanılması zorunludur. Herhangi bir
kimse alacağının ödenmesinde bu parayı kabul etmeyecek olursa, kanun onu kabule
zorlar. Aksi takdirde hakkı kaybolur. Bunun anlamı şudur: Merkez Bankası
devletin politikasını uygulamak için gerekli gördüğü mali işlemleri yapar.
Örneğin devlet hazinesinde vergi ve diğer gelir kalemlerine ait herhangi bir
para kalmazsa "borç" almak üzere merkez bankasına müracaat edilir.
Yani hazinenin üzerine borç kaydedilerek devlet harcamalarında kullanılmak
üzere Merkez Bankası’nda hesap açılır. Eğer merkez bankası ülkede borçlanma
için paraya ihtiyaç olduğunu görürse hazineye veya şirketlere ait borç
senetlerini satın alır. Bu da yeni bir tür para sayılır. Örneğin 1987 yılında
New York'taki hisse senetlerinin değeri düştüğünde Amerikan merkez bankası
krizdeki bankadan ve piyasadan milyarlarca dolarlık borç senetlerini satın almak
üzere büyük miktarlarda para basmıştır. Böylece bankaya borçların ve borsa
spekülatörlerinin baskılarını hafifletebilecek miktarda para sağlandı. Bir
anlık için bile olsa faizli banka sisteminin ayıbının örtülmesiyle banka
iflastan kurtuldu.
Kâğıt paralar,
değerini dolaşıma çıkmasını öngören kanundan almaktadır. Bunlar, hiçbir surette
altın veya gümüş karşılığı olmadan veya bunların yerine kullanılmadan,
kendinden bir değeri de olmadan mecburen kullanılan para hâline geldi.
Sömürgeci ülkeler bunu sömürge aracı olarak kullanmaya, kendi çıkarları için
dünya para sistemi ile oynamaya başladılar. Parasal krizler, ekonomik
problemler çıkarttılar. Kâğıt para basımını artırarak büyük boyutlu para
enflasyonu oluşturdular. Para enflasyonu ise paranın alım gücünün zayıflamasına
yol açtı. Kapitalist sistemin kurucusu olan Batı’nın ve onu taklit ederek kapitalizmle
yönetilen tüm ülkelerdeki "Borsa"nın gerçeği işte budur. Kapitalist
sistemin bünyesinde; sermaye şirketleri, faizli banka sistemi ve sanal kâğıt
para bulunması sonucunda bu sanal piyasalar oluşmakta ve şiddetli krizler
yaşanmaktadır. Tüm bunlar; Batı’da ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan
sarsıntılar, krizler hem kapitalist ekonominin hem de kâğıt para sisteminin
bozukluğunu göstermektedir. Fakat asıl bozuk olan kapitalizmin kendisidir.
Birçok kez ispatlandığı üzere, demokrasi ile yönetilen devletlerin insanlığa
herhangi bir hayrı olmadığı gibi, tek var oluş sebebi ise zenginlerin, yani
kapital sahiplerinin nüfuzunu korumak ve bunlara servetlerinin çoğaltmaları
için imkânlar sunmaktır. Demokrasi, insan hakları, hürriyetler, halkın idaresi,
bunların hepsi birer aldatmacadan ibarettir. Kapitalistlerin, sömürgecilik
anlayışını perdeleyen sözde vaatleridir. Bunu açıkça Irak’ta, Suriye’de,
Afganistan’da ve diğer ülkelerde rahatlıkla görebiliyoruz. Kapitalizm sistemi
sömürü üzere kurulmuş ve her halükârda bu esas üzere hareket etmektedir.
Yolsuzluk ve başarısızlıklar, dünyayı kasıp kavuran bir kapitalizm gerçeğidir.
Batılı düşünürler,
İslâm'a iman etmemiş olmalarına rağmen meseleye objektif bir şekilde
baksalardı, kesinlikle krizlerden uzak güvenli ekonomik bir hayatı temin etmeye
ancak İslâmi iktisat nizamının muktedir olduğunu göreceklerdi. Fakat onlar
objektiflikten uzak, kapitalist sistemin yanlışlarını kamufle etmenin
mücadelesini verdiler. İslâmi iktisat nizamını, mahlûkatı için belirleyen
er-Râzık ve el-Hâlık olan Allahu Subhanehû
ve Teâlâ’dır. O ki,
mahlûkatının sorunlarını ve onlara sağlıklı güvenilir bir yaşamı neyin
gerçekleştireceğini en iyi bilendir.
Kapitalistlere göre
anonim şirketlerin tarifi şöyledir: "Belli bir sözleşme gereğince mali
bir projeyi gerçekleştirmek amacıyla beş veya daha fazla kişinin sermaye
koyarak bu işten elde edilecek kâr veya zararı paylaşmak üzere yaptıkları
sözleşmeye denir." Bu tarif ve anonim şirketlerinin kuruluş şekilleri,
şer'î hükümler açısından iki kişi arasında yapılan bir sözleşme
sayılmamaktadır. Çünkü şer'î bir akitte iki taraf arasında "icap"
ve "kabul" olması gerekir. Sözleşmede mutlak surette iki taraf
bulunmalıdır. Bunlardan birisinin: "ben sana ortak oldum"
demesi gibi sözleşme için arzda bulunarak "icap" şartını
yerine getirmesi, ikinci tarafın da: "Kabul ettim" veya "razı
oldum" demesi gibi "kabul" ifade eden bir lafızla
cevap vermesi üzere iki taraf arasında bir sözleşme gerçekleşir. Sözleşmede her
iki taraf bulunmazsa veya "icap" ve "kabul"
sözlerinden birisi söylenmezse sözleşme yapılmış sayılmaz ve şer'an "akit"
olarak da isimlendirilmez. Anonim şirkete ait bu vakıa, İslâm'daki şirket
vakıasına muhaliftir. Çünkü İslâm'da şirket: "kâr amacıyla mali bir işi
yerine getirmek üzere iki kişi veya daha fazla kişi arasında yapılan
akittir." Bu akdin, iki veya daha fazla kişi arasında yapılması
gereklidir. Tek taraflı bir irade beyanı şeklinde olması doğru değildir. En az
iki veya daha fazla kişi tarafından muvafakat edilmesi şarttır. Sözleşme, kâr
maksadıyla bir işin yapılması üzerinde gerçekleşmelidir. Sadece paranın
ödenmesi ile yetinilmesi doğru değildir. Sadece ortaklığın hedeflenmesi de
yeterli değildir. Şirket sözleşmesinde parasal bir işin yerine getirilmeye
çalışılması esastır. Böyle bir amacın yerine getirilmesi ise ya sözleşmeye
katılanların tümünün, birisinin veya bir kısmının bedenen katılımı diğerlerinin
de paralarıyla katılmasıyla gerçekleşebilir. Bu durum ise şirkete en azından
bir kişinin bedenen katılmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla İslâmi şirket
türlerinin tümünde ortaklardan birinin bedenen katılması şarttır. Beden
ortaklığı, şirket sözleşmesinin temel unsurlarından biridir. Beden bulunduğu
zaman şirket sözleşmesi akdedilir. Şirkette beden olmadığı zaman ise şirket
sözleşmesi akdedilmiş olmaz.
Kapitalist sistemde
anonim şirket ortaklığı ise yalnızca, şirkete ait hisselerin doğrudan doğruya
şirketten veya daha önce şirketten alan birisinden satın alınması yoluyla
gerçekleşir. Ortak olan kimsenin, ne şirketle ne de diğer ortaklardan herhangi
birisiyle görüşmesi veya anlaşması söz konusu değildir. Bu durumda aralarında
sözleşmenin yapılacağı iki taraf söz konusu değildir. "İcab"
ve "kabul" yoktur. Her hissedar, satın aldığı hisselerle
şirketin ortağı olur. Dolayısıyla anonim şirkette iki kişi arasında ittifak
yoktur. Yalnızca münferit olarak şirketin ortağı olma yönünde bir kişinin
iradesi vardır. Batılı hukukçular, tek taraflı olsa da bunu bağlayıcı bir
sözleşme olarak yorumlamaktadırlar. Bu yapıya göre anonim şirket sözleşmesi,
şer'an batıldır. Çünkü şer'î bir akit, üzerinde akit yapılan iş üzerinde akit
taraflarından birinden icap, diğerinden de kabulün çıktığı bir akittir. İşte bu
şartlar bulunmadığı için anonim şirkette şer'î açıdan sözleşme yapılmış
sayılmaz. Çünkü anonim şirketin ortakları şahıslar değil, sermayedir. Şer'î
açıdan anonim şirketlerin durumu budur.
Şirkete ait hisse senetleri ise paylarla
temsil edilen, satın alınırken veya satılırken değeri belli olan mali
kâğıtlardır. Kuruluşunda şirketin sermayesini temsil etmezler. Hisse, şirketin
varlığından ayrılması mümkün olmayan bir parçadır. Sermayeden bir parça
değildir. Hisse değerleri aynı değildir. Şirketin kârına göre sürekli olarak
değişir. Bu tür şirketlere ait hisse senetleri ve bonolar ile alım satım
yapmanın hükmü, haramdır. Çünkü bunlar şer'an batıl olan anonim şirkete ait
hisselerdir. Bunlar, batıl bir akitte ve batıl bir işlemden elde edilen kârla,
helal sermayenin karışımından oluşan meblağları içeren senetlerdir. Banka
hisseleri ve benzerleri gibi paranın faizle çoğaltıldığı bonoların durumu da
aynıdır. Kapitalist sistemde ve her yerde belaların başı olan faiz İslâm’da
mutlak surette haramdır.
İbni Kesir ve
Taberî gibi tarihçiler, İslâm’ın ortaya çıktığı ilk altmış yıllık dönemde,
hâkimiyeti altında bulunan her yerde fakirliği tümüyle ortadan kaldırdığını
aktarmaktadırlar. İslâm’da sadakalar ve zekât, paranın dağıtımı ve dolaşımında
olumlu bir etki bırakmıştır. Bu İslâm ideolojisinin tatbik edilmesine bağlı
olarak toplumun tümünü kapsamına alan bolluk ve istikrar, şer’an zekât almayı
hak eden (fakir) kimseleri azaltmış ve böylelikle İslâm ekonomisi fakirliği
pratik olarak ortadan kaldırmıştır.
Tüm dünyanın, kapitalizm
ve onun sermaye şirketlerinin, faizli banka ve kâğıt para sisteminin fesadından
kurtulmasının tek yolu; kapitalist sistemin ve sermaye şirketlerinin tamamen
ilga edilmesi veya sermaye şirketlerinin İslâmi şirketlere, kâğıt para
sisteminin de ilga edilerek İslâm’ın ölçülerine altın-gümüş sistemine
dönüştürülmesidir. Bütün bunları uygulamak ise ancak Râşidî Hilâfet’in yeniden
ikamesini sağlamakla mümkündür. Allah Subhanehû
ve Teâlâ faiz yiyene savaş ilan etmiş ve şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ
اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ فَإِن لَّمْ
تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ
فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ
"Ey iman
edenler! Allah'tan sakının, inanmışsanız faizden kalanı bırakın. Eğer böyle
yapmazsanız, bunun Allah'a ve Rasülüne karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin.
Eğer tövbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve
haksızlığa da uğramamış olursunuz." [Bakara Suresi 278-279]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış