ULEMA VE SİYASET

Serdar Yılmaz

Hak ile batılın, doğru ile yanlışın birbirine karıştığı, karanlığın alabildiğine yayıldığı günümüzde Müslümanların en çok ihtiyaç duyduğu şey, yolu aydınlatacak bir ışık ve ayırıcı bir furkandır. İnsanoğlu her ne zaman karanlığa gömülüp, yolunu şaşırsa, Allah Subhanehu ve Teâlâ insanlar için bir hidayet, bir nur ve bir furkan olarak, kitaplarını ve rasullerini göndermiştir. Onlarda, kendilerine indirilenlerle insanları uyarmaya başlamışlar ve onların yollarını aydınlatmışlardır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den sonra ise Kitap ve Rasul dönemleri son bulmuştur. Zira Rabbimiz, son Kitabını tahrife karşı korumaya almış, onu kıyamete kadar bir nur, hidayet ve furkan kılmıştır. Yüzyıllar boyunca halifeler, Kitap ve Sünnet ile hükmetmiş, İsrailoğullarının peygamberleri gibi insanları İslâm fikri ve hükümleri üzerine siyase etmişlerdir. Ümmetin âlimleri ise peygamberlerin varisleri gibi, hem hidayeti ve nuru yaymak için uğraşmışlar hem de Allah’ın indirdikleri ile hükmetmenin garantörü olmuşlardır. Ancak sömürgeci kâfirlerin oyun ve desiseleri ile Hilâfet’i kaldırıp yerine laik, demokratik sistemlerini inşa etmeleri ile 14 asırlık ulu çınar yerle yeksan olmuş, artık Allah’ın hükümleri yerine tağutun hükümleri söz sahibi olmuştur. O da sadece zulmü, fesadı ve zilleti getirmiş, insanlığı yeniden kesif bir karanlığa mahkûm etmiştir.

Evet, bugün artık Allah’ın indirdikleri ile hükmedecek halifemiz yoktur. Ancak yıldızlar gibi olması gereken âlimler vardır. Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ مَثَلَ الْعُلَمَاءِ فِي الْأَرْضِ كَمَثَلِ النُّجُومِ فِي السَّمَاءِ يُهْتَدَى بِهَا فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ فَإِذَا انْطَمَسَتْ النُّجُومُ أَوْشَكَ أَنْ تَضِلَّ الْهُدَاةُ

“Yeryüzünde âlimlerin misali, gökyüzündeki yıldızlar gibidir. Kara ve denizin karanlığında onlarla yol bulunur. Yıldızlar kaybolduğunda hidayet bulanlar neredeyse sapıtırlar.”[1]

İşte böylece âlimler, karanlık çöktüğünde yolun kendileri ile bulunacağı yıldızlar gibidirler. Onlar hidayetin öncüleri ve yeryüzünde Allah’ın hüccetidirler. Fikrî ve ameli sapmalar ancak onlarla giderilir. Kalplerde doğan şüphe bulutları ancak onlarla dağıtılır. Onlar, şeytanın öfkesi, imanın sığınağı ve ümmetin dayanağıdırlar.

Peki, günümüzde âlimlerin durumu nedir? Onlar; ışığında insanların yolunu bulduğu kandiller midir? Ümmetin önünde yürüyen liderler midir? Maalesef hayır! Zira onlar İslâm’ın çizdiği âlim çerçevesinin dışına çıkmışlar. Kimlik ve kişiliklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. İslâm’a ait birçok kavram ve mefhumun içi boşaltılıp saptırıldığı gibi maalesef “âlim” mefhumu da saptırılmış, gerçek anlamda âlimler neredeyse parmakla sayılacak kadar azalmıştır. Bunun başlıca sebebi ise âlim-siyaset ilişkisinin tahrif edilmiş olmasıdır. Peki, âlim-siyaset ilişkisi nedir? Günümüz âlimlerinin siyasetle ilişki ve imtihanını iki yönde ele almak gerekir. Bunlardan birincisi âlimlerin siyasi kişilik ve kimliklerini kaybetmiş olmalarıdır. İkincisi ise siyasi iktidarların elinde oyuncak hâline dönmeleridir. Şimdi bu iki önemli hususu biraz daha açalım.

Âlim, Siyasi Bir Kişiliktir

 İslâm âlimlerinin en mühim görevleri, İslâm davetini insanlara ulaştırmak ve hayatın her alanında Allah’ın hükümlerini açıklamaktır. Ayrıca, yöneticileri hesaba çekmek, mesuliyet sahiplerini murakabe ve kontrol etmek, onlara öğüt ve nasihatlerde bulunmak, iyiliği emredip kötülükten alıkoymak da onların görevlerindendir. Bu vazifelerin tümü siyasi amellerdendir. Zira İslâmi siyaset, İslâm fikri üzerine insanları sevk ve idare etmektir. Bundan dolayı İslâm tarihinde gerçek âlimlerin, siyasi kişilikler olduklarını görürüz. Onlar, İslâmi ilimlere geniş vakıf olmaları ile birlikte siyasi amellerle iştigal eden kişilerdir. Her ortamda İslâm’ın korunmasına ve hükümlerinin eksiksiz tatbikine davet ederler. Yöneticileri, İslâm ile muhasebe etmek en bariz vasıflarıdır. Yeri geldiğinde camide vaiz ve müderris, yeri geldiğinde şura meclisinde yol gösterici, yeri geldiğinde ise savaş meydanında kahraman bir komutandır. İşte bundan dolayı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bir hadisinde belirttiği gibi melekler ile sudaki balıktan, yuvasındaki karıncalara varıncaya kadar, yer ve gökte bulunan bütün mahlûkat, gerçek âlimlere hayırla dua ederler.

İşte siyasi bir kimliğe sahip olan bu âlimler, insanlar içerisinde Allah’tan en çok korkanlardır. İslâm’ı koruyan emin bekçilerdir. Zulmü ve fesadı yakıp yok eden ateş gibidirler. Bütün bunları yaparken hiçbir kimseden korkmazlar. Kınayanın kınamasından da çekinmezler.

İşte günümüz âlimlerinin kaybettiği siyasi kimlik budur. İstisnalar hariç neredeyse büyük bir çoğunluğu İslâmi bir mefhum ve kişilik olan “âlim” görünümünden ziyade, Batılı bir mefhum ve kimlik olan “din adamı” statüsündedirler. Bilindiği gibi din adamı mefhumu, sömürgeci kâfirlerin Batı kültürü yoluyla yaymaya çalıştıkları tehlikeli bir mefhumdur. Zira Batı, dini hayattan ve devletten tamamen uzaklaştırdıktan sonra, sadece din işlerini yürüten, dinî hizmetleri, ayinleri, okuyuş ve duaları yönetmek için tahsis edilmiş kişiler ihdas ettiler. Onlara da din adamları dediler. Din adamlarının yönetimde, siyasette, devlet-millet ilişkilerinde ve devlet reisinin hareketlerini kontrolde ve icraatında herhangi bir fonksiyonları yoktur. Onların bütün fonksiyonu sadece, ibadet ile ilgilidir. İşte Batıya ait bu bozuk mefhum, eğitim ve kültür faaliyetleri yoluyla Müslümanlara da sirayet etti.

Böylece İslâm ümmeti içerisinde, siyasetten Allaha sığınan(!), siyasi amel ve faaliyetlerden şeytandan kaçar gibi kaçan(!), sadece ibadetler, ahlaki vaaz ve irşatlarla uğraşan “ulema” tipleri zuhur etti. Hatta âlim bir kişinin siyasi mesajlar vermesi, yöneticilerin siyasi işlerine müdahale olarak algılanacak herhangi bir söz söylemesi, bir âlime yakışmayan tavırlar olarak kınanmaya başladı. Ülkemizde özellikle 15 Temmuz’dan sonra oluşturulan atmosfer, âlim ya da cemaat önderleri konumundaki kişilerin, iktidarın faaliyetlerine karşı İslâmi anlamda bir eleştiri yöneltmesini dahi neredeyse imkânsız hâle getirdi. Buna yeltenen kişiler ise linç edilmekle karşı karşıya kaldı. Böylece, gerçek anlamda bir İslâm âliminin siyasi bir kişilik olma mefhumu neredeyse yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Eğer âlimler bu tuzak ve saptırmalara karşı uyanık olmaz ve siyasi kimliklerine sahip çıkmazlarsa işte bu, İslâm ümmetinin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına yol açacak en büyük tehditlerdendir. Çünkü siyasi kişiliğe sahip âlimler, vücuttaki nabız gibidir. Nasıl ki, bedende canlılığın olup olmadığı nabzın atmasıyla anlaşılıyorsa, İslâm ümmetinin canlılığı da siyasi kişiliğe sahip gerçek âlimlerin faaliyetleri ile anlaşılır.

Âlim, Siyasi İktidarların Oyuncağı Değildir

Ulema ve siyaset ilişkisini irdelediğimiz bu yazımızda ele alacağımız ikinci husus; ulemanın siyasi iktidarların payandası ve oyuncağı hâline dönüşme tehlikesidir. Eğer bir âlim, yukarıdaki satırlarda bahsettiğimiz siyasi kimliğini muhafaza edemezse, yöneticileri İslâm’a göre muhasebe etme ve insanları sadece Allah’ın dinine ve hükümlerine çağırma görevini yerine getirmezse, bir müddet sonra yöneticilerin payandası hâline dönüşür. Çünkü âlimler, insanlar arasında kanaat önderleridir. İnsanların büyük bir kısmı âlimlere teveccüh ederler. Bu durum, âlimlerin her zaman yöneticilerin hedefinde olmasını gerektirmiştir. Zira haktan sapmış bir yönetici için en büyük tehdit âlimlerdir. Eğer âlimler, gayri İslâmi faaliyetlerinden dolayı kendilerini muhasebe ederlerse, iktidarlarının zayıflama ihtimali vardır. Bundan dolayı yöneticilerin zindanları her zaman için âlimlere kapılarını açmıştır. Zira onların istedikleri âlimler; karşılarında susan, kendilerini tenkit etmeyen, onlara öğüt vermeyen, tek kelimeyle de olsa açıklamada bulunmayan, herhangi bir dava karşısında dudağını kıpırdatmayan, gönül rahatlığıyla bütün işlere razı olan, yöneticilerin yaptıkları için mazeretler bulan, ayet ve hadisleri konjonktüre göre tevil eden, kısacası siyasi iktidarlara her daim destek olan kişilerdir. Böyle olduğu takdirde bu tarz âlimler, hep el üstünde tutulmuş, yöneticilerin gittiği her yere beraberinde götürülmüş, kendileri veya yakınları en yüksek makamlara getirilme ile mükâfatlandırılmıştır.

İşte günümüz âlimleri için yol ayırımı budur. Ya yöneticilerin taltif ve övgülerine mazhar olmak ve yemekli toplantılarda protokolde yer almak için iktidar payandası ve oyuncağı hâline dönüşecekler ya da zindanlara düşme pahasına İslâm’dan zerre kadar taviz vermeyecekler. Eğer birinci yolu tercih ederlerse, belki nefislerini dünyevi arzu ve makamlarla geçici olarak tatmin edeceklerdir. Ancak yöneticilerin yalanlarını doğrulayan, zulüm yapmada onlara yardımcı olan, nefsî arzularına boyun eğen ve işlerini temize çıkaran kötü âlimler ve fitneci hatipler olarak, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bildirdiği şu akıbetle karşı karşıya kalacaklardır:

سَتَكُونُ أُمَرَاءُ مَنْ دَخَلَ عَلَيْهِمْ فَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ وَصَدَّقَهُمْ بِكَذِبِهِمْ فَلَيْسَ مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُ وَلَنْ يَرِدَ عَلَيَّ الْحَوْضَ وَمَنْ لَمْ يَدْخُلْ عَلَيْهِمْ وَلَمْ يُعِنْهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ وَلَمْ يُصَدِّقْهُمْ بِكَذِبِهِمْ فَهُوَ مِنِّي وَأَنَا مِنْهُ وَسَيَرِدُ عَلَيَّ الْحَوْضَ

“Benden sonra (fasit ve zalim) yöneticiler çıkacaktır. Kim onların yalanlarını doğrular, zulümlerinde de onlara yardım ederse o benden değildir. Ben de onlardan değilim. Onlar cennette havz’ın başında katiyen bana gelemeyeceklerdir…”[2]

Bir diğer sözlerinde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

“Ben ümmetim hakkında ne mümin, ne de müşrikten korkmam. Mümini imanı (kötü şey yapmaktan) korur. Müşrike küfrü yeter ve artar. Fakat ben ümmetim hakkında söz söylemesini bilen münafık kişiden korkarım. Bilmedikleri şeyleri söyler ve nehy olundukları şeyleri de yaparlar.”[3]

Maalesef ülkemizde iktidarların payandası ve oyuncağı hâline dönmüş ulema örnekleri bir hayli boldur. Demokrasi, laiklik cumhuriyet, milliyetçilik vb. İslâm dışı küfür fikirlerini, İslâm’danmış gibi göstermek için çırpınan zevattan tutun da, yöneticilerin fısk ve zulüm içeren her bir amelini, hikmetli ameller(!) olarak savunan şahıslara kadar geniş bir âlim yelpazesi vardır. “Maslahat, ehveni şerreyn ve zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr edilemez” gibi sihirli değnekleri ellerinden düşürmeyen bu kişiler, her türlü münkeri normal görme ve gösterme noktasında maharetli sihirbazlar gibidirler. Bu tarz âlimlerin varlığı, yöneticileri daha da cesaretlendirmektedir. Nasıl olsa her yaptıklarına bir kılıf bulacak, her söylediklerini tevil edecek kişiler vardır. En azından eleştirel bir muhasebe duymayacaklardır. Kimileri ise halka karşı olan vaazlarında mangalda kül bırakmazken, bir mendubu terk etmelerinden ya da bir mekruhu işlemelerinden dolayı insanları üst perdeden azarlarken, yöneticilerin en büyük münkerlerine ve tağuti hükümleri tatbik etmelerine karşı söyleyecek tek bir sözleri yoktur.

İşte tüm bunlar ve benzerlerini sıkça gördüğümüz örnekler, maalesef payanda ve oyuncak hâline gelmiş âlimlerin örnekleridir. Âlim gerektiğinde İslâm’ın hakikatini açıklamayıp susar, yöneticinin tasarrufu hakkında şeriatın hükmünü açıklamaz ve şeriatı ketmeder, hayat mücadelesine dalmaz, yöneticinin İslâm’a muhalefetine aldırış etmez, herhangi birinin haramları işlemesine göz yumar ya da ümmete zulüm ve haksızlık yapılmasına aldırış etmezse, bu kişilerin sahip oldukları ilim onları ancak dünyada zillete ve ahrette de acıklı bir azaba duçar eder.

كَلاَّ، وَاللَّه لَتَأْمُرُنَّ بالْمعْرُوفِ، وَلَتَنْهوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، ولَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ، ولَتَأْطِرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْراً، ولَتقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ قَصْراً، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللَّه بقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ لَيَلْعَنكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ

“Hayır! Ya iyilikle emreder, kötülükten nehyeder, zalimi zulmünden alıkoyar onu hakka çevirir ve hak üzerinde sabit kılarsınız yahut da Allahu Teâlâ kalplerinizi birbirine düşürür. Sonra sizi de onları (Benî İsrail’i) lânetlediği gibi lânetler.”[4]



[1] Ahmet Bin Hanbel

[2] Ahmed Bin Hanbel

[3] Taberi-Bezzar

[4] Ebu Davud-Tirmizi


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz