Hak ile batılın,
doğru ile yanlışın birbirine karıştığı, karanlığın alabildiğine yayıldığı
günümüzde Müslümanların en çok ihtiyaç duyduğu şey, yolu aydınlatacak bir ışık
ve ayırıcı bir furkandır. İnsanoğlu her ne zaman karanlığa gömülüp, yolunu
şaşırsa, Allah Subhanehu ve Teâlâ insanlar için bir hidayet, bir nur ve
bir furkan olarak, kitaplarını ve rasullerini göndermiştir. Onlarda,
kendilerine indirilenlerle insanları uyarmaya başlamışlar ve onların yollarını
aydınlatmışlardır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den sonra ise
Kitap ve Rasul dönemleri son bulmuştur. Zira Rabbimiz, son Kitabını tahrife
karşı korumaya almış, onu kıyamete kadar bir nur, hidayet ve furkan kılmıştır.
Yüzyıllar boyunca halifeler, Kitap ve Sünnet ile hükmetmiş, İsrailoğullarının
peygamberleri gibi insanları İslâm fikri ve hükümleri üzerine siyase
etmişlerdir. Ümmetin âlimleri ise peygamberlerin varisleri gibi, hem hidayeti
ve nuru yaymak için uğraşmışlar hem de Allah’ın indirdikleri ile hükmetmenin
garantörü olmuşlardır. Ancak sömürgeci kâfirlerin oyun ve desiseleri ile Hilâfet’i
kaldırıp yerine laik, demokratik sistemlerini inşa etmeleri ile 14 asırlık ulu
çınar yerle yeksan olmuş, artık Allah’ın hükümleri yerine tağutun hükümleri söz
sahibi olmuştur. O da sadece zulmü, fesadı ve zilleti getirmiş, insanlığı
yeniden kesif bir karanlığa mahkûm etmiştir.
Evet, bugün artık
Allah’ın indirdikleri ile hükmedecek halifemiz yoktur. Ancak yıldızlar gibi
olması gereken âlimler vardır. Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurmaktadır:
إِنَّ مَثَلَ الْعُلَمَاءِ فِي الْأَرْضِ
كَمَثَلِ النُّجُومِ فِي السَّمَاءِ يُهْتَدَى بِهَا فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ
وَالْبَحْرِ فَإِذَا انْطَمَسَتْ النُّجُومُ أَوْشَكَ أَنْ تَضِلَّ الْهُدَاةُ
“Yeryüzünde
âlimlerin misali, gökyüzündeki yıldızlar gibidir. Kara ve denizin karanlığında
onlarla yol bulunur. Yıldızlar kaybolduğunda hidayet bulanlar neredeyse
sapıtırlar.”[1]
İşte böylece
âlimler, karanlık çöktüğünde yolun kendileri ile bulunacağı yıldızlar
gibidirler. Onlar hidayetin öncüleri ve yeryüzünde Allah’ın hüccetidirler.
Fikrî ve ameli sapmalar ancak onlarla giderilir. Kalplerde doğan şüphe
bulutları ancak onlarla dağıtılır. Onlar, şeytanın öfkesi, imanın sığınağı ve ümmetin
dayanağıdırlar.
Peki, günümüzde
âlimlerin durumu nedir? Onlar; ışığında insanların yolunu bulduğu kandiller
midir? Ümmetin önünde yürüyen liderler midir? Maalesef hayır! Zira onlar İslâm’ın
çizdiği âlim çerçevesinin dışına çıkmışlar. Kimlik ve kişiliklerini kaybetme
tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. İslâm’a ait birçok kavram ve mefhumun
içi boşaltılıp saptırıldığı gibi maalesef “âlim” mefhumu da saptırılmış, gerçek
anlamda âlimler neredeyse parmakla sayılacak kadar azalmıştır. Bunun başlıca
sebebi ise âlim-siyaset ilişkisinin tahrif edilmiş olmasıdır. Peki,
âlim-siyaset ilişkisi nedir? Günümüz âlimlerinin siyasetle ilişki ve imtihanını
iki yönde ele almak gerekir. Bunlardan birincisi âlimlerin siyasi kişilik ve
kimliklerini kaybetmiş olmalarıdır. İkincisi ise siyasi iktidarların elinde
oyuncak hâline dönmeleridir. Şimdi bu iki önemli hususu biraz daha açalım.
Âlim, Siyasi Bir
Kişiliktir
İslâm âlimlerinin en mühim görevleri, İslâm
davetini insanlara ulaştırmak ve hayatın her alanında Allah’ın hükümlerini
açıklamaktır. Ayrıca, yöneticileri hesaba çekmek, mesuliyet sahiplerini murakabe
ve kontrol etmek, onlara öğüt ve nasihatlerde bulunmak, iyiliği emredip
kötülükten alıkoymak da onların görevlerindendir. Bu vazifelerin tümü siyasi
amellerdendir. Zira İslâmi siyaset, İslâm fikri üzerine insanları sevk ve idare
etmektir. Bundan dolayı İslâm tarihinde gerçek âlimlerin, siyasi kişilikler
olduklarını görürüz. Onlar, İslâmi ilimlere geniş vakıf olmaları ile birlikte
siyasi amellerle iştigal eden kişilerdir. Her ortamda İslâm’ın korunmasına ve
hükümlerinin eksiksiz tatbikine davet ederler. Yöneticileri, İslâm ile muhasebe
etmek en bariz vasıflarıdır. Yeri geldiğinde camide vaiz ve müderris, yeri
geldiğinde şura meclisinde yol gösterici, yeri geldiğinde ise savaş meydanında
kahraman bir komutandır. İşte bundan dolayı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem’in bir hadisinde belirttiği gibi melekler ile sudaki balıktan,
yuvasındaki karıncalara varıncaya kadar, yer ve gökte bulunan bütün mahlûkat,
gerçek âlimlere hayırla dua ederler.
İşte siyasi bir
kimliğe sahip olan bu âlimler, insanlar içerisinde Allah’tan en çok
korkanlardır. İslâm’ı koruyan emin bekçilerdir. Zulmü ve fesadı yakıp yok eden
ateş gibidirler. Bütün bunları yaparken hiçbir kimseden korkmazlar. Kınayanın
kınamasından da çekinmezler.
İşte günümüz
âlimlerinin kaybettiği siyasi kimlik budur. İstisnalar hariç neredeyse büyük
bir çoğunluğu İslâmi bir mefhum ve kişilik olan “âlim” görünümünden ziyade, Batılı
bir mefhum ve kimlik olan “din adamı” statüsündedirler. Bilindiği gibi din adamı
mefhumu, sömürgeci kâfirlerin Batı kültürü yoluyla yaymaya çalıştıkları
tehlikeli bir mefhumdur. Zira Batı, dini hayattan ve devletten tamamen
uzaklaştırdıktan sonra, sadece din işlerini yürüten, dinî hizmetleri, ayinleri,
okuyuş ve duaları yönetmek için tahsis edilmiş kişiler ihdas ettiler. Onlara da
din adamları dediler. Din adamlarının yönetimde, siyasette, devlet-millet
ilişkilerinde ve devlet reisinin hareketlerini kontrolde ve icraatında herhangi
bir fonksiyonları yoktur. Onların bütün fonksiyonu sadece, ibadet ile
ilgilidir. İşte Batıya ait bu bozuk mefhum, eğitim ve kültür faaliyetleri
yoluyla Müslümanlara da sirayet etti.
Böylece İslâm
ümmeti içerisinde, siyasetten Allaha sığınan(!), siyasi amel ve faaliyetlerden
şeytandan kaçar gibi kaçan(!), sadece ibadetler, ahlaki vaaz ve irşatlarla
uğraşan “ulema” tipleri zuhur etti. Hatta âlim bir kişinin siyasi mesajlar
vermesi, yöneticilerin siyasi işlerine müdahale olarak algılanacak herhangi bir
söz söylemesi, bir âlime yakışmayan tavırlar olarak kınanmaya başladı.
Ülkemizde özellikle 15 Temmuz’dan sonra oluşturulan atmosfer, âlim ya da cemaat
önderleri konumundaki kişilerin, iktidarın faaliyetlerine karşı İslâmi anlamda
bir eleştiri yöneltmesini dahi neredeyse imkânsız hâle getirdi. Buna yeltenen
kişiler ise linç edilmekle karşı karşıya kaldı. Böylece, gerçek anlamda bir İslâm
âliminin siyasi bir kişilik olma mefhumu neredeyse yok olma tehlikesiyle karşı
karşıyadır. Eğer âlimler bu tuzak ve saptırmalara karşı uyanık olmaz ve siyasi
kimliklerine sahip çıkmazlarsa işte bu, İslâm ümmetinin yok olma tehlikesi ile
karşı karşıya kalmasına yol açacak en büyük tehditlerdendir. Çünkü siyasi
kişiliğe sahip âlimler, vücuttaki nabız gibidir. Nasıl ki, bedende canlılığın
olup olmadığı nabzın atmasıyla anlaşılıyorsa, İslâm ümmetinin canlılığı da
siyasi kişiliğe sahip gerçek âlimlerin faaliyetleri ile anlaşılır.
Âlim, Siyasi
İktidarların Oyuncağı Değildir
Ulema ve siyaset
ilişkisini irdelediğimiz bu yazımızda ele alacağımız ikinci husus; ulemanın
siyasi iktidarların payandası ve oyuncağı hâline dönüşme tehlikesidir. Eğer bir
âlim, yukarıdaki satırlarda bahsettiğimiz siyasi kimliğini muhafaza edemezse,
yöneticileri İslâm’a göre muhasebe etme ve insanları sadece Allah’ın dinine ve
hükümlerine çağırma görevini yerine getirmezse, bir müddet sonra yöneticilerin
payandası hâline dönüşür. Çünkü âlimler, insanlar arasında kanaat önderleridir.
İnsanların büyük bir kısmı âlimlere teveccüh ederler. Bu durum, âlimlerin her
zaman yöneticilerin hedefinde olmasını gerektirmiştir. Zira haktan sapmış bir
yönetici için en büyük tehdit âlimlerdir. Eğer âlimler, gayri İslâmi
faaliyetlerinden dolayı kendilerini muhasebe ederlerse, iktidarlarının
zayıflama ihtimali vardır. Bundan dolayı yöneticilerin zindanları her zaman
için âlimlere kapılarını açmıştır. Zira onların istedikleri âlimler;
karşılarında susan, kendilerini tenkit etmeyen, onlara öğüt vermeyen, tek
kelimeyle de olsa açıklamada bulunmayan, herhangi bir dava karşısında dudağını
kıpırdatmayan, gönül rahatlığıyla bütün işlere razı olan, yöneticilerin
yaptıkları için mazeretler bulan, ayet ve hadisleri konjonktüre göre tevil
eden, kısacası siyasi iktidarlara her daim destek olan kişilerdir. Böyle olduğu
takdirde bu tarz âlimler, hep el üstünde tutulmuş, yöneticilerin gittiği her
yere beraberinde götürülmüş, kendileri veya yakınları en yüksek makamlara
getirilme ile mükâfatlandırılmıştır.
İşte günümüz
âlimleri için yol ayırımı budur. Ya yöneticilerin taltif ve övgülerine mazhar
olmak ve yemekli toplantılarda protokolde yer almak için iktidar payandası ve
oyuncağı hâline dönüşecekler ya da zindanlara düşme pahasına İslâm’dan zerre
kadar taviz vermeyecekler. Eğer birinci yolu tercih ederlerse, belki
nefislerini dünyevi arzu ve makamlarla geçici olarak tatmin edeceklerdir. Ancak
yöneticilerin yalanlarını doğrulayan, zulüm yapmada onlara yardımcı olan, nefsî
arzularına boyun eğen ve işlerini temize çıkaran kötü âlimler ve fitneci
hatipler olarak, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bildirdiği şu
akıbetle karşı karşıya kalacaklardır:
سَتَكُونُ أُمَرَاءُ مَنْ دَخَلَ عَلَيْهِمْ
فَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ وَصَدَّقَهُمْ بِكَذِبِهِمْ فَلَيْسَ مِنِّي
وَلَسْتُ مِنْهُ وَلَنْ يَرِدَ عَلَيَّ الْحَوْضَ وَمَنْ لَمْ يَدْخُلْ عَلَيْهِمْ
وَلَمْ يُعِنْهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ وَلَمْ يُصَدِّقْهُمْ بِكَذِبِهِمْ فَهُوَ
مِنِّي وَأَنَا مِنْهُ وَسَيَرِدُ عَلَيَّ الْحَوْضَ
“Benden sonra
(fasit ve zalim) yöneticiler çıkacaktır. Kim onların yalanlarını doğrular,
zulümlerinde de onlara yardım ederse o benden değildir. Ben de onlardan değilim.
Onlar cennette havz’ın başında katiyen bana gelemeyeceklerdir…”[2]
Bir diğer sözlerinde
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Ben ümmetim
hakkında ne mümin, ne de müşrikten korkmam. Mümini imanı (kötü şey yapmaktan)
korur. Müşrike küfrü yeter ve artar. Fakat ben ümmetim hakkında söz söylemesini
bilen münafık kişiden korkarım. Bilmedikleri şeyleri söyler ve nehy olundukları
şeyleri de yaparlar.”[3]
Maalesef ülkemizde
iktidarların payandası ve oyuncağı hâline dönmüş ulema örnekleri bir hayli
boldur. Demokrasi, laiklik cumhuriyet, milliyetçilik vb. İslâm dışı küfür
fikirlerini, İslâm’danmış gibi göstermek için çırpınan zevattan tutun da,
yöneticilerin fısk ve zulüm içeren her bir amelini, hikmetli ameller(!) olarak
savunan şahıslara kadar geniş bir âlim yelpazesi vardır. “Maslahat, ehveni
şerreyn ve zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr edilemez” gibi
sihirli değnekleri ellerinden düşürmeyen bu kişiler, her türlü münkeri normal
görme ve gösterme noktasında maharetli sihirbazlar gibidirler. Bu tarz
âlimlerin varlığı, yöneticileri daha da cesaretlendirmektedir. Nasıl olsa her
yaptıklarına bir kılıf bulacak, her söylediklerini tevil edecek kişiler vardır.
En azından eleştirel bir muhasebe duymayacaklardır. Kimileri ise halka karşı
olan vaazlarında mangalda kül bırakmazken, bir mendubu terk etmelerinden ya da
bir mekruhu işlemelerinden dolayı insanları üst perdeden azarlarken,
yöneticilerin en büyük münkerlerine ve tağuti hükümleri tatbik etmelerine karşı
söyleyecek tek bir sözleri yoktur.
İşte tüm bunlar ve
benzerlerini sıkça gördüğümüz örnekler, maalesef payanda ve oyuncak hâline
gelmiş âlimlerin örnekleridir. Âlim gerektiğinde İslâm’ın hakikatini
açıklamayıp susar, yöneticinin tasarrufu hakkında şeriatın hükmünü açıklamaz ve
şeriatı ketmeder, hayat mücadelesine dalmaz, yöneticinin İslâm’a muhalefetine
aldırış etmez, herhangi birinin haramları işlemesine göz yumar ya da ümmete
zulüm ve haksızlık yapılmasına aldırış etmezse, bu kişilerin sahip oldukları
ilim onları ancak dünyada zillete ve ahrette de acıklı bir azaba duçar eder.
كَلاَّ، وَاللَّه لَتَأْمُرُنَّ بالْمعْرُوفِ،
وَلَتَنْهوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، ولَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ،
ولَتَأْطِرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْراً، ولَتقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ
قَصْراً، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللَّه بقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ
لَيَلْعَنكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ
“Hayır! Ya iyilikle
emreder, kötülükten nehyeder, zalimi zulmünden alıkoyar onu hakka çevirir ve
hak üzerinde sabit kılarsınız yahut da Allahu Teâlâ kalplerinizi birbirine
düşürür. Sonra sizi de onları (Benî İsrail’i) lânetlediği gibi lânetler.”[4]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış