“Dünün mücahitleri
bugünün müteahhitleri oldular.” şeklinde Müslümanlar arasında dolanan
meşhur bir söz vardır. Bu söz Türkiye’de özellikle AK Parti ile sisteme iyice
entegre olup nimetlerinden(!) faydalanmayı kendisine gaye edinen ama sözde İslâmcılığından
da ödün vermeyen maslahatçı İslâmcılar için kullanılan bir sözdür genel olarak.
Gerçekten AK Parti’nin iktidar olmasından sonra iyice İslâmi ilke ve
hedeflerden uzaklaşan 90’lı yılların İslâmcıları bugün “rahatı, konforu ve
maslahatı” kendileri için tek geçerli akçe kabul eder hâle gelmişlerdir. Bu
durum birçok kimsede hayal kırıklığına neden olsa da ezici çoğunluğu kervanına
katıp maslahat değirmeninde öğütmüş ve İslâmi ilkelerden uzaklaştırmıştır. İslâmcı
olarak ortaya çıkan kişi, grup, parti, kurum ve kuruluşlar İslâm’ın güçlü birer
taşıyıcıları olmaları gerekirken maalesef İslâm’ın net gaye ve ilkelerinin
manipüle edilmesine sebep olmuşlardır.
İslâmcılık, esas
itibariyle Müslümanların dünya siyasetinde kumanda merkezinden düşmelerinden
sonra ortaya çıkan bir cereyandır. 18. yüzyılın ikinci yarısında hissedilen
ciddi gerileme Müslümanlar arasında yeni bir düşünme zemininin oluşmasına neden
oldu. Neden Batı ilerledi ve biz alemin gidişinden geri kaldık? Batı bu
kalkınmayı nasıl başardı? Dinleri ile mi yaptılar bunu yoksa dinlerini bir
kenara iterek mi? Batı ilke, değer ve medeniyetine yaklaşımımız nasıl olacak?
Tekrar toparlanma için nereden başlamalı gibi sorular Müslümanların gündemine
geldi. Daha o zamanlar bir hareket şeklinde olmasa da Müslümanlar arasında
münferiten de olsa Şah Veliyullah Dıhlevi gibi lokal de kalsa, çıkış-kurtuluş
yolları ortaya koyan birtakım âlimler ortaya çıktı. Bunu müteakip bugün “ihya
hareketleri, ıslah hareketleri, modernist hareketler ve gelenekçilik” diye
tabir edilen birtakım hareketlerin çağdaş temellerini ortaya atan birtakım
fikir adamları ortaya çıktı.
Sorunların iyice
büyüyüp Müslümanların fikrî olarak zehirlenmesi ve fiilî birliklerini temin
eden devletleri Hilâfet de 1924’te yıkılınca Müslümanlar arasından yeniden Müslümanları
birleştirip eski günlerine döndürmek ya da Müslüman beldelerde lokal olarak
ortaya çıkıp sınırlı birtakım işlerde bulunmak için teşekkül eden İslâmi hareketler
ortaya çıktı. İslâmcılık denilince genelde ferdiyetçi hareketler değil de
toplumu ve sistemi hedef alan siyasal İslâmcılar kastediliyor ki bizim de genel
olarak kastettiklerimiz bunlardır. Evet İslâmcılar İslâm’dan ve Müslümanlardan
neler götürdüler? İslâm’a ve Müslümanlara ne gibi zararlar verdiler? Gelin bunu
birkaç başlık altında icmalen inceleyelim.
İslâm’ın Net Görüntüsünü Zihinlerden Uzaklaştırdılar
İslâmcılar yapmış
oldukları birtakım tevil ve zoraki çıkarsamalarla İslâm’ı mevcut konjonktüre
yamamak suretiyle İslâm’ın kendine has bir dünya görüşü ve kendine has nizamı
olduğu fikrine darbe indirdiler. O kadar ki toplumda namaz kılan ama şeriata
karşı çıkan insanların sayısı çoğalmaya başladı. Allah’a, peygambere inanan
ancak Allah ve Rasulü’nün önlerine koyduğu nizama/şeriata sırtını dönen dahası
bununla savaşan bir anlayış türedi. İslâm’ı feri ve ferdî birtakım meselelere
indirmek suretiyle cemai hayatı seküler anlayış ile felç ettiler. Bir zamanlar “Bir
Müslüman laikse Müslüman olamaz Müslümansa laik olamaz!” diyenler bugün
kalkmışlar bir dünya laf cambazlığı ile kem küm ederek yok devlet laik olurmuş
da birey laik olamazmış da gibi hezeyanlarla ortalığı pasa kire buluyorlar. İslâmcılık
oynayanlar İslâm’ı iktidarları için bir basamak olarak kullanmanın dışında onu
devlete ve topluma egemen kılmak şöyle dursun, iktidarlarının devamını -sömürgecilere
boyun bükerek- İslâm’ın ilkelerine savaşmakta buldular. Laiklik, demokrasi,
vatancılık, milliyetçilik gibi gayri İslâmi fikirleri, halk kendilerini
iktidara getirdikten sonra halka yumuşak ve sert tüm araç ve yöntemleri
kullanarak zerk etmeye başladılar. İktidardaki İslâmcılara(!) maalesef İslâmi
gruplar da iştirak etti. Onların fikrî ve fiilî birçok zulüm ve sapıtmalarına
ya sessiz kalmak ya da katılmak suretiyle ortak oldular. İktidarda olanların
her yanlış uygulamasına -yer yer lokal muhalefetler olsa da- bir kılıf ya da
gerekçe bularak meşru göstermeye çalıştılar. Bu arada özellikle son 20 yıl
içerisinde dünyaya gelen genç nesil bu olanlara bakarak, gerçek İslâm’ı da
tanımamanın verdiği kafa karışıklığı ile gayri İslâmi birtakım fikir ve çözümlere
yöneldiler. Hâlâ birtakım samimi Müslümanlar bunlardan şeriatı getireceklerini
bekleye dursun bunlar demokrasinin ebedî muhafızları olduklarını kavlen ve
fiilen ilan ettiler. Zihinlerde İslâmi fikir ve hükümler netliğini kaybetti. İslâm
her şeye uyarlanabilir ya da her şey kendisine uyarlanabilir bir din hâline
getirildi. Duyduğumuzda tüylerimizi diken diken eden şerrinden Allah’a
sığındığımız fikir ve düşünceler İslâm adına ortaya atıldı. İslâm’ın tüm
sorunları çözebilen, toplumun tüm farklılıklarına rağmen hepsine şamil bir
hukuk ve yönetiminin olduğu gözlerden ırak oldu. Müslümanların iktidara
getirdiği kimselerden huzurun kaynağı olan din/şeriat, uygulanırsa huzursuzluğa
neden olur şeklinde savunmalar yapıldı. Bakınız bu minvalde ülkenin son başbakanı
bir televizyon programında neler söylüyor:
“Bizde laiklik var
demokrasi var. Din devlet işleri birbirine karıştırılmaz. Böyle bir görüntü
bize uymaz. Dini değerler her şeyin üzerindeyse yönetimlerde buna ne denir?
Bizim de dini değerlerimiz başımızın üzerinde ama dini değerlerle siyaset
yaptığımız zaman işin içinden çıkamayız. Laikliğin özü budur. İnsan Müslüman
olur insan az inançlı olur, inanmaz bunların hepsi mümkün. Bunu dayatmaya
çalışırsak o toplumda huzur bozulur. Dini konular, bunlar bir yönetim meselesi
olmamalıdır.”[1]
Din bir yönetim
meselesi olmamalı da ne meselesi olacak acaba? İslâm hayatın her alanına şamil
bir din değil mi? Müslüman namazı kabul ettiği gibi Allah’ın belirlediği
yönetim hukukunu da aynen kabul etmek zorunda değil midir? İkisinin de kaynağı âlemlerin
Rabbi değil midir? Yönetimin İslâmi olması gerektiğine dair onlarca nass ve
Allah Rasulü ile arkadaşlarının pratik örneklikleri yok mudur? Beşerin arzu ve
isteklerinden uzak durup sadece kendi şeriatına uymamızı emreden Allah değil
mi?
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ
الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Sonra (ey
Muhammed) seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy,
bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma.”[2]
Vehn Hastalığını Müslümanlar Arasında Yaygınlaştırdılar
يُوشِكُ الأُمَمُ أَنْ تَدَاعَى عَلَيْكُمْ
كَمَا تَدَاعَى الأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا فَقَالَ قَائِلٌ وَمِنْ قِلَّةٍ
نَحْنُ يَوْمَئِذٍ قَالَ بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ
كَغُثَاءِ السَّيْلِ وَلَيَنْزِعَنَّ اللَّهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمُ
الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمُ الْوَهَنَ
فَقَالَ قَائِلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا الْوَهَنُ قَالَ حُبُّ الدُّنْيَا
وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ
“Yakında milletler,
yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi,
size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler. Birisi: Bu o gün bizim
azlığımızdan dolayı mı olacak? dedi. Rasulullah: Hayır, aksine siz o gün
kalabalık, fakat selin önündeki çer çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah
düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze
de vehn atacak, buyurdu. Yine bir adam: Vehn nedir ey Allah’ın Rasulü? diye
sorunca: Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir, buyurdu.”[3]
Uzun yıllardan beri
İslâmcılık, özellikle bizim yaşadığımız Türkiye ve onu rol model olarak gören
ülkelerde, İslâmi bazı değerleri koruyarak, günümüz toplumlarında rahat bir
yaşam sürme hedefi olarak algılanmış ve algılatılmıştır. Vahyin getirdiği fikir
ve metoda bağlı kalmak, İslâm dışı tüm ideoloji, fikir, ölçü ve kanaatlere
karşı mücadele etmek yerine, Batılılar tarafından saldırı altında olan İslâmi
mefhum ve uygulamaların aslında İslâm’dan olmadığını ispatlamaya çalışma, İslâm
ve Müslümanların da modern dünyaya uyum sağlayabileceğini kanıtlama, İslâmi nassları
modern tevillerle çağdaşlaştırma gibi bir misyonu gerçekleştirmeye
çalışmışlardır. Tüm bunlar gibi kompleksli, savunmacı ve tevilci yaklaşımlar
her ne kadar iyi niyetlerle ve Müslümanların maslahatı gözetilerek yapılmış
olsa da maalesef bu tarz İslâmcılığın Müslümanların İslâm algısına büyük
darbeler indirdiği görülmüştür. Geldiğimiz son noktada İslâmcılar bile İslâmcılığı
ve İslâmcıların yapıp ettiklerini savunamaz hâle gelmiştir. Bugün İslâmcıların
dünyaya olan tamahları ve lükse olan düşkünlükleri, tabanda samimi olan Müslümanları
zor durumda bırakmış laik-seküler cenaha İslâm’a karşı kullanmaları için bolca
malzeme temin etmelerini sağlamıştır. Öte yandan bu dünyevileşme hastalığı bir
virüs gibi toplumda yaygınlaşmaya başlamıştır. İradeler dünyaya olan bu
bağlılıktan dolayı silikleşmiş, azimler kırılmıştır. Bunu ifade sadedinde Prof.
Dr. İhsan Süreyya Sırma, katıldığı bir kitap fuarında bir TV muhabirinin “AKP
iktidarının Müslümanların rahat bir ortamda yaşamalarına yönelik gelişmeleri
nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye İslâmî açıdan iyi bir konumda mı?” sorusuna
şu cevabı verdi:
“Bunu ne kadar
yayınlarsınız bilmiyorum ama ben yine söyleyeyim, belki sansür
uygulayacaksınız. AKP döneminde Müslümanlar çok daha fazla rahata kavuştular.
Seküler oldular. Dünyevi oldular ve diyelim ki 15 sene önceki o İslâmi şuuru
kaybettiler. Çok imam hatip açılıyor, çok ilahiyat fakültesi açılıyor ama
insanlar bizim Kur’ân’da öğrettiğimiz, diğer din kitaplarında öğrettiğimiz
İslâm’a bağlılıktan uzaklaştılar. Dünyaya daldıkça dini unuttular. Bir şekilde
bunu telafi etmek lazım. Müslümanlar seküler olunca güzel evler yaptılar, güzel
bahçeler aldılar, lüks arabalar aldılar, ama hiçbiri kitap almıyor. Müslümanlar
kitap okumaz oldular. Başka çevreler kitap okuyor ama Müslümanlar okumuyor.
Okumayınca da İslâm’a aykırı durumlar ortaya çıkıyor. Bakın size bir örnek
vereyim: Bundan 20 sene önce Müslümanlar arasında pek boşanma olmazdı ama şimdi
evlenen 10 kişiden neredeyse 7’si, 8’i boşanıyor. Niye? Çünkü İslâm’ı
bilmiyorlar. İslâm’ı bilmeyince dünyevi olarak bakıyorlar. Kız diyor ki ‘Ben
şunları isterim, annen babanla yaşamayacaksın!” diyor. Oğlan da diyor ‘Ben
üniversite mezunu isterim.’ Yani dünyevi bir gözle bakıyorlar. İslâm’ı
unuttular. Böyle giderse herhâlde felaket olur diye düşünüyorum.”[4]
Hal böyle olunca Müslümanlar
helal-haram ölçüsünden uzaklaşıp fayda-zarar zeminine kaydılar. Düşmanlarına
karşı kaybetmek istemedikleri bir dünyaları(!) olunca dinlerini terk ettiler,
dünyanın zilletine, ahiretin bedbahtlığına razı oldular.
Müslümanları Asıllardan
Saptırdılar
İslâm Müslüman’ın
hayata muayyen bir şekilde bakmasını vazeden esaslı ve kapsamlı bir dindir. Bu
belirli, seçkin bakışın temelini [لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ
مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ] “La ilahe illa Allah Muhammedun Rasulullah” hakikatinin
dünyaya egemen olması fikri oluşturur. Çünkü hem Mekke’de İslâm Devlet’i
kurulmadan hem de Medine’de devlet kurulduktan sonra Peygamberimizin hayata
baktığı özel bakış bu idi. Mekke’de bu hakikat O SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
dilinde şöyle telaffuz ediliyordu:
والله يَا عَمَّاهُ لَو وَضَعُوا الشَّمْسَ في
يَمِينِي وَالقَمَرَ فِي يَسَارِي عَلَى أنْ أَتْرُكَ هذا الأمْرُ مَا تَرَكْتُه
حتَّى يُظْهِرَهُ الله أو أهْلِكَ دونَهُ
“Bunu bilesin ki,
ey amca! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu
tebliğden vazgeçmem. Ya Allah, bu dini hâkim kılar yahut ben bu uğurda canımı veririm."[5]
Medine de ise şöyle
telaffuz ediliyordu:
أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى
يَشْهَدُوا أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ
وَيُقِيمُوا الصَّلاَةَ، وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ، فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَصَمُوا
مِنِّي دِمَاءَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ إِلاَّ بِحَقِّ الإِسْلاَمِ، وَحِسَابُهُمْ
عَلَى اللَّهِ
“Ben, Allah'tan
başka bir ilah bulunmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet
edip, namazı dosdoğru kılıncaya ve zekâtı hakkıyla verinceye kadar insanlarla savaşmakla
emrolundum. Bunları yaptıkları takdirde, kanlarını ve mallarını benden korumuş
olurlar, İslâm'ın gerektirdiği haklar ise bunların dışındadır. Onların gizli hâllerinin
hesabı Allah'a aittir.”[6]
Yani hem Mekke’de
hem de Medine’de asıl bu idi. Diğer her şey bu asıla göre hayatta organize
ediliyordu. Ancak bugünkü İslâmcılar bu gerçekten ne kadar da uzaklar!
Müslümanları böyle bir hedeften nasıl da uzaklaştırıyorlar! Dünyaya böyle bir
göz ile bakmayan Müslümanların bakışları miyoplaştı, zihinleri mefluc olmuş
kötürüm kimseleri kendilerine liderler edindiler. Daha önce tüm dünyaya bu
bakış açısı ile aydınlık götürürlerken bundan uzaklaştıktan sonra dünyayı
aydınlatmak şöyle dursun kendileri dahi karanlıklar içinde kaldılar. Böyle bir
mefkurenin peşinden asırlarca koşmuş bir ümmet İslâmcıların lokal, milli,
yerli, ulusalcı, bölgeselci, vatancı söylemleri arasında küçüldükçe küçüldü,
boş işlerle meşgul edildikçe edildi.
Müslümanlar Ümmet Olma
Şuurundan Uzaklaştırıldı
İslâm beldelerinde
ortaya çıkan İslâmcılık Müslümanları birleştirmek şöyle dursun onları
aralarındaki sınırları kabul eder hâle getirdi. Onların dertlerini birbirinden
ayırdı. Artık Suriye’de sıkıntısı olan Müslümanlara Suriyelilerin sıkıntısı,
Mısır’dakine Mısırlıların sıkıntısı, Irak’takine Iraklıların sıkıntısı olarak
bakılmaya başlandı. Oysa Müslümanlar sevinç ve kederlerinde tek bir ümmettir.
Dahası onların dinleri de birdir, devletleri de birdir, toprakları da birdir. Rasul
SallAllahu Aleyhi ve Sellem Müslümanları bir vücudun azalarına benzetti.
مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ
وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ
تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى
“Müminler
birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir
vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu
sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[7]
Yukarıda yer
verilen alt başlıklar İslâmcıların İslâm’a ve Müslümanlara verdikleri başlıca
zararları kısaca ele alıyor. Detaylara indiğimiz zaman konuyla ilgili hacim
artacak bir makaleden ziyade kitap konusu olacaktır. Mesele genişçe ele
alındığında görülecektir ki yaklaşık 100 yıldır ortaya çıkan İslâmcılık
cereyanlarının tamamına yakını İslâmi fikir ve metotların hilafına hareket
etmiş, İslâm’ın net görüntüsünü bulandırmış, hassasiyetleri köreltmiş, Müslümanları
asıllardan uzaklaştırmış, detaylarda boğmuş, vakıacı yaklaşımlar ve oportünist
çalışmalarla batıl hoş görülmüş hatta hak ile karıştırılmıştır. İslâm’ın
değişim metodundan insanlar uzaklaşmış, gayr-i İslâmi değişim ve dönüşümler
içinde kaybolup gitmişlerdir.
Bu makalede
örneklerimiz genelde Türkiye özelinde verilmiş olsa da bütün İslâm beldelerinde
durum az çok böyledir. Zaten böyle olması gayet tabiidir. Çünkü İslâmcılık
bölgesel farklılıklar olsa da hep aynı temellerin taklididir.
Son olarak makalemi
bir ayet, bir hadis ve müçtehit âlim Takiyuddin en-Nebhânî’nin bir sözü ile
bitirmek istiyorum. Rabbimiz şöyle buyuruyor:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ
مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ
وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ
يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ
فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
“Ey iman edenler!
Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki
Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü,
kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihat ederler ve hiç kimsenin
kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur.
Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.”[8]
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ
اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَلَا يَتْرُكُ اللَّهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا
أَدْخَلَهُ اللَّهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ عِزًّا
يُعِزُّ اللَّهُ بِهِ الْإِسْلَامَ وَذُلًّا يُذِلُّ اللَّهُ بِهِ الْكُفْرَ
“Muhakkak ki bu iş
(bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne
bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili
zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği
İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür.”[9]
“Oysa
yapılması gereken topluma uysun diye İslâm’ın tefsirine çalışmak değil, İslâm’a
uysun diye toplumun değiştirilmesine çalışmaktı.”[10]
[1]
https://www.cnnturk.com/video/turkiye/basbakan-binali-yildirim-cnn-turk-canli-yayininda
[2]
Casiye Suresi 18
[3]
Ebu Davut Melahim
[4]
https://t24.com.tr/haber/ilahiyatci-sirma-ak-parti-doneminde-muslumanlar-cok-fazla-rahata-kavustu-dindarlar-dunyevilesti,477557
[5]
Sîretu İbn Hişam
[6]
Buharî, îman 17, 28, Salat 28, Zekat l, İ'tisam 2, 28; Müslim, îman 32-36.
Ayrıca bk. Ebu Davud, Cihad 95; Tirmizî, Tefsîru süre (88); Nesaî, Zekat 3; İbni
Mace, Fiten 1-3
[7]
Buhârî, Edeb; Müslim, Birr
[8]
Maide Suresi 54
[9]
Ahmed b. Hanbel, Müsned; Taberani el-Kebir
[10]
Şeyh Takiyuddin en-Nebhânî
Yorumlar