İki şeyden birinin
var olduğu yerde, diğerinin olma ihtimali bulunmuyorsa buna zıtlık dendiği
hepinizin malumudur. Yani gece-gündüz, hak-batıl gibi birinin olduğu yerde
mutlak suretle diğerinin orayı terk etmesi veya ortadan kalkması gerekir.
Tarihi insanoğlunun
yaradılışıyla başlayan hak-batıl mücadelesi, kıyamete kadar devam edecektir.
Batılın savunucuları, zulüm ve ifsadı yaymak için önlerinde duran hak engelini
ortadan kaldırarak kötü düşüncelerini hayatın her alanına sirayet ettirmek
isterler. Yine hakkın taraftarları ise zulüm ve ifsadı ortadan kaldırarak hem
yaradılış gayesini hem de fıtratın gereğini yerine getirme gayretini sarf
ederler. Nihayetinde farklı dönem ve zaman dilimlerinde birinin barizleşirken
diğerinin daha sönük kaldığı dönemler olmuştur. Özellikle Müslümanların
akidelerinden neşet eden otoritelerinin güçlü olduğu dönemler hakkın, hayatın
her alanında hakim kılındığı, batıla yaşam hakkı kalmadığı dönemler olmuştur.
Maalesef son iki asırdır, özellikle de son bir asırda batılın hayatın her
alanına nüfuz ettiğini görmekteyiz ki buna sebep, Müslümanları temsil eden
otoriteden yani yönetimden mahrum kalmalarıdır.
Elbette hak-batıl
mücadelesi sadece sahada askerî çatışmayla gerçekleşmiyor. Bu mücadele fikrî,
siyasi, iktisadi olarak da gerçekleşiyor ki batılın savunucuları son bir
asırdır asıl saldırı mevzilerini bu alanlar üzerinden gerçekleştirip,
zulümlerini hayata iktidar yaptılar. Fikrî alandaki amansız mücadele
Müslümanları değerlerinden uzaklaştırma, kavramlarının içini boşaltarak itibarsızlaştırma,
kendi batıl fikirleriyle İslâm’ın kavramlarını karıştırmak suretiyle aslından
saptırma, berraklığını bozma, manayı esasından koparma, herkesin aklına göre
kavramları yorumlama düşüncesini yayarak en büyük kötülüğü yaptılar.
Fikrî, siyasi saldırılarını
devletlerinin destekleriyle gerçekleştiren misyonerler, faaliyetlerini
yürüttükleri yerlerde kendilerine mâni olacak otorite olmadığı gibi batıl fikir
ve düşüncelerinin yayılmasına aracılık eden başımızdaki yöneticileri de
amaçlarına hizmet ettirdiler. Tabii ki işin daha vahim olan kısmı ise
peygamberlerin varisleri olarak nitelenen âlim pozisyonundaki birçok şahsiyetin
bu zulüm değirmenine su taşımalarıdır.
Zulüm ise genel
anlamı itibarıyla bir şeyi bulunduğu yerden başka bir yere koymak olarak tarif
edilmektedir. Yani hakkı, hak sahibinden alarak onu hak etmeyene tevdi etmektir
ki bunun adı zulümdür. Malik-ul mülk, her şeyin sahibi olan Allah’ın hakkını
beşere teslim etmek Allah’ın dinine, nefsine ve insanlığa zulmetmektir. Her
şeyin halıkı olan Allah, her şeyin, her yerin de hakimidir.
Demokrasi, laiklik,
cumhuriyet, özgürlükler fikri gibi Batılıların bozuk akidelerinden neşet eden
düşünceler, hakim durumdadır. Bu fikirlerle, Allah’ın hükmetme hakkının gasp
edilmesine hiçbir Müslüman razı olamaz ve bu düşüncelere karşı her Müslümanın
uyanık olup bunların karşısında durmaları imanın gereğidir. Yöneticilerin,
belamların haktan hakikatten uzak süslü cümleleri, hiçbirimizin bu batıl
fikirlere karşı duruşumuzu değiştirmemeli. Bunu, bizim kişisel tercihimize
bırakılan bir mesele olmadığından bahsettim.
Müslümanlar
arasında en fazla teberruz ettirilen İslâm’a zıt fikirlerden olan demokrasi;
Yunanca halk anlamına gelen “demos” yönetim anlamına gelen “kratos” kelimelerinden
türemiştir ki hakimiyetin halka ait olduğu yönetim şeklidir. Zıtlık ve zulüm
tanımlarıyla düşündüğünüzde halkın hakimiyetinin olduğu yerde Allah’ın
hükümleri rafa kalkmış oluyor. Yine her şeyin yaratıcısı ve düzenleyicisi olan
Allah’ın hakkı, beşere tevdi olmuş oluyor ki bu da zulmün en büyüğüdür. Hâl
böyle olmasına rağmen hangi ilim ehli, hangi aydın, hangi yazar, düşünür,
demokrasinin İslâm’dan olduğunu, İslâm’a zıt olmadığını, araç olarak
kullanılabileceğini, kabul edilebileceğini söyleme cesaretinde bulunabilir?
اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ
الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ
“Allah’tan ancak hakkıyla âlim olanlar korkar.”[1]
Yine başımızdaki yöneticilerin, bu küfür
fikriyle toplumu siyaset etmeleri başlı başına zulüm iken bunu halka benimsetme
çabaları zalimliğin ta kendisidir. İşin hayret verici yönü nassları bağlamından
koparan sözde âlimlerin, bunu araç olarak kullanılabileceğine dair
fetvalarıdır.
“Felsefesi ve
tekniği ile, demokrasi Müslümanların siyasi sistemi olamaz. Ancak demokratik
mekanizma, İslâm ve siyaset teorisinin ilkeleri doğrultusunda daha iyisini
buluncaya kadar kullanılabilir.”[2] diyen Hayrettin
Karaman meseleye şer’î bakmaktan ziyade tamamen pragmatist yaklaşmaktadır.
İslâm dünyasında
demokrasiyi savunan ve İslâm’ın veya Müslümanların demokrasiyle bir problemleri
olamayacağını öne süren saygın olarak bilinen âlim ve düşünürler mevcut. Mesela
Yusuf el-Karadavî, Muhammed Cabiri, Malik b. Nebi, Raşid Gannuşî, Hasan Türabî,
Abdülkerim Şuruş, Fazlurrahman, Allâl el-Fâsi, İbn Bâdis, Ahmed Reysûnî,
Abdulvehhab efendi gibi şahıslar demokrasinin yanında durmuşlardır.
Dünya Müslüman Âlimleri
Birliği başkanlığını bırakan Yusuf el-Karadavi’ye göre demokrasiyi Allah’ın
hâkimiyetine ters bir sistem olarak tanımlamak, haricîlerin tavırlarına
benzemektedir. Hz. Ali’yi “Kuran’ın hakemliğine” çağıran haricî tavır,
Hz. Ali’nin ifadesi ile “kendisinden batıl amaçlanmış hak bir söz” idi
ve bugün hâkimiyet eleştirisi ile demokrasi karşıtlığı harici yaklaşıma
benzemektedir.
Gannuşi, Nahda
parti kongresinde artık İslâmcılığı terk ettiklerini ve Müslüman demokrasisine
geçtiklerini ilan ediyordu...
Türkiye’de
demokrasinin en büyük pazarlayıcısı olan AK Parti ve Erdoğan’ın, çıkardığı yasa
ve düzenlemeler, istisnasız her platformda demokrasiye övgüler dizip yeni bir
eşik olarak ileri demokrasiyi kendine hedef edinmeleri bu batıl fikirle ne
derece hemhâl olduklarını görme açısından önemlidir.
Yine, İslâm’a zıt
küfür fikri olan laiklik...
Laik, Yunanca laikos,
Latince laicustan, Fransızca laic veya laixue din adamı olmayan halktan olan
manalarındadır. Laiklik, esasında ise hayatla yani yönetim ile alakalı hiçbir
işe dinin karıştırılmamasıdır. Bugün istisnasız tüm ülkelerin yönetimlerinde
esas aldıkları düşünce laiklik ilkesi doğrultusunda dinin hayatın dışında
bırakılmasıdır. Maalesef bu sapkın düşünce dahi ümmet arasında siyasiler ve
sözde aydınlar eliyle normalleştirilmeye çalışılmakta. AK Parti kadar laiklik
düşüncesini Müslümanlara angaje eden bir hareket bu denli başarılı olamadı.
Bizden görünenlerin ümmete verdiği zararı harbî kâfirler veremedi.
2011 yılında başbakan iken Mısır’a yaptığı
ziyarette Mısır'ın Oprah Winfrey'i olarak gösterilen Mona Shazly'ye verdiği ve
Mısır'ın Dream TV kanalında yayınlanan röportajda Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, laiklik kavramının bir matematik kavramı olmadığını söyledi.
Başbakan Erdoğan
sözlerine şöyle devam etti: "Mısır
bu geçiş döneminde ve sonrasında inanıyorum ki bu değerlendirmesini en güzel
şekilde yapmak suretiyle özellikle demokrasi noktasındaki bu geçişte şunu
görecektir. Yani laik bir devlet yapısı dinsizliği değil, herkesin dinini
inandığı gibi yaşamasının teminatıdır. Böyle görecek, böyle görmesi lazım. Bundan
hiç endişe etmesin ve anayasayı hazırlayacak olanlar da bunu orada teminat
altına alması lazım. Demesi lazım ki 'Devlet tüm inanç gruplarının inancını
teminat altına alır. Hepsine eşit mesafededir. Asla sizi dininizi yaşamaktan
alıkoymayacaktır.' Bunu böyle söylemesi lazım. Bu şekilde başlar ve bu şekilde
devam ederse o toplum huzur bulacaktır. Müslümanıyla, Kıpti’siyle hepsi, hatta
hatta daha ileri gidiyorum dinsizin bile, ateistin bile inancına devlet saygı
duyacaktır. Onu da güvence altına alacaktır. Laik devlet budur. Ama kişi laik
olmaz. Tayyip Erdoğan laik değildir, Tayyip Erdoğan bir Müslüman'dır. Ama
Tayyip Erdoğan laik bir devletin başbakanıdır ve bunun gereğini de dört dörtlük
yapmanın gayreti içindedir."
Yine 2016 yılında
yeni anayasa sürecinde Erdoğan Hırvatistan'da yaptığı konuşmada TBMM Başkanı
İsmail Kahraman'ın “Laiklik
yeni anayasada olmamalı” sözlerini değerlendirdi.
Erdoğan “Meclis
Başkanımız kendi kanaatlerini ortaya koymuştur. Mısır'da yaptığım konuşma bu
konuda çok çok önemli.” ifadelerini kullandı.
Aynı dönemde AK Parti
Sözcüsü Ömer Çelik de MYK toplantısından sonra yaptığı açıklamada şunları
söylemiştir:
“Laiklik, demokrasi
gibi kavramlar eski Türkiye’de birbiriyle çatıştırılan kavramlardı. Biz bu
kavramların birbirleri arasında sinerji üreten kavramlar olduğunu düşünüyoruz.
Laikliği toplumsal barış ilkesi, bütün inançlar karşısında devletin eşit
mesafede durduğu bir tarafsızlık ilkesi olarak düşünüyoruz. Bizim yaşadığımız
problemler, bu kavramların kendi bağlamlarından çıkarılıp ideolojik kavramlara
dönüştürülmesidir. Laiklik yeni anayasa metinlerimizde de var. AK Parti
özgürlükçü bir laiklikten yanadır. Biz laikliği din ve vicdan özgürlüğünün
garanti altına alınmasında bir güvence olarak görüyoruz.”
Aynı şekilde Batı’nın inanç ve değerlerinden türemiş İslâm’a tamamen
zıt olan milliyetçilik, vatancılık gibi fikirler de ümmeti bölen aralarına kin
ve husumet sokan zulüm fikirleridir. Kendi ırkını milletini üstün tutma esasına
dayanan milliyetçilik, İslâm’ın üstünlüğü takvaya yani Allah’a kulluğa
hasretmesiyle tamamen zıttır. Aynı şekilde milliyetçilik düşüncesinin
bütünleyicisi olan vatancılık da belli sınırlara hapsolup üzerinde yaşadığı
toprak parçasını kutsama üzerine şekillenmiştir.
Demokrasi düşüncesinin bütünleyicisi olan inanç, fikir, mülkiyet, şahsi
hürriyetler fikri toplumun başının belası olmuştur. İslâm’ın olduğu yerde
özgürlük değil hak, hukuk, adalet, merhamet vardır. Bu ölçü; hiçbir beşerî
düzenin, hiçbir toplumun, hiçbir yöneticinin gerçekleştiremeyeceği ulvilikte
bir mükemmelliktir. Bu ölçüde benden ziyade biz, fertten ziyade toplum,
sapkınlık yerine düzen, kardeşlik vardır. Allah’a hakkıyla kulluk ederek
mutmainliğe ulaşma, kurtuluşa erme vardır.
Bugün, demokrasi ve laiklik adı altında sapkın hürriyetler fikrini
uygulayan yöneticiler, halkı Müslüman olan topluma insaf etmemektedir.
Çıkardıkları kanun ve yasalar, genel hayatla alakalı düzeni bozduğu gibi bunlarla
aile içine kadar sirayet etmenin sinsiliği işlenmektedir. Bakın son zamanlarda
tartışılan İstanbul Sözleşmesi’yle aile, toplum adeta felç edilmek istenmektedir.
Maalesef kötülüğü aleni hâle gelmesine rağmen istisnalar hariç ne âlimler ne aydınlar
mevcut yönetime ters düşmeme adına seslerini dahi çıkaramamaktalar. İman
ettiğimiz İslâm’ın çözümleri, her meseleye intibak etmediği sürece bu
problemlerden kurtuluş imkânsız.
Laikliğin olduğu yerde din yani İslâm
Demokrasinin olduğu yerde Allah’ın hükmü olan şeriat
Özgürlükler fikri düşüncesinin olduğu yerde, hakkaniyet, kulluk,
kurtuluş
Milliyetçilik, vatancılık düşüncelerinin olduğu yerde ümmet, birlik, İslâm
kardeşliği yoktur.
Bugün bu fikirleri amaçları için araç olarak kullandığından bahseden âlim,
yönetici ve aydınlar, ne hazindir ki bu fikirleri bir de İslâm’danmış gibi
gösterme cüretini sergileyip bu batıl fikirlerle İslâmcılık taslamaktalar.
İster akli ister şer’î manada olsun bu fikirlerin hiçbiri ne İslâm’dandır ne de
İslâm’la bir arada bulunabilir. Demokrasi, laiklik fikrinin girdiği kalpte
iman, zihinde akıl kalmaz. Milliyetçilik, vatancılık, özgürlükler gibi haram
olan fikirlerin girdiği toplumun dağılmaya, parçalanmaya, azgınlığa mahkûm hâle
gelmesi kaçınılmazdır. Milliyetçiliği, vatancılığı zorlama birtakım sözlerle İslâm’danmış
gibi gösteren sözde âlimler ise ya hakkın cahili ya da ketmedenidir.
Amaçlarını, kendi zihin dünyalarında netleştirmemiş yöneticilerin, bu
fikirleri bırakın araç olarak kullanmayı geçen zaman içinde laiklik, demokrasi,
milliyetçi düşüncelerin aracı olmaktan dahi kurtulamayıp bu fikirlerin hizmetkârı
hâline geldiler. Tabii ki hâlâ bunu göremeyen “aydın ve âlimler” yöneticilerin
dalkavukluğundan vazgeçmiyorlar. Batıl fikirlerle zihinlerini ve dillerini
kirletenlerin bir de bunları İslâm’danmış gibi gösterme gayreti tam bir akıl
tutulmasıdır. Boşuna uğraşmayın! Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ
“Hüküm
ancak Allah’ındır.”[3]
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ
اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ
“Aralarında,
Allah'ın indirdiği hükümlere göre hükmet ve onların hevalarına uyma.”[4]
وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَدًا
“O
hükmüne kimseyi ortak etmez.”[5]
Hükümlerin tamamı
ve daha fazlası Müslümanlar arasında İslâm’dan başka hiçbir yönetimin, nizamın
olmasının imkânsızlığına hükmeder.
İslâm; tekrardan
karanlıkları yaran güneş, umutsuzlukları bitiren müjde, hasta bedenlere şifa,
küfür hükümlerinin üzerine inen balyoz gibi hayatın her alanına Hilâfet nizamıyla
inkişaf edecektir biiznillah. O gün, bu
küfür ve bozuk fikirler, hayatın her alanından kaldırılacak. Müslümanların,
tertemiz akidelerinden çıkan çözümlerle dünyaya ve ahirete yönelmesi
sağlanacaktır. Azgın yöneticiler, saptırıcı alimler, kiralık aydınlar hak
ettikleri muameleyi göreceklerdir.
[1]
Fatır Suresi 28
[2]
Yeni Şafak, 29.5.2014
[3]
Yusuf Suresi 40
[4]
Maide Suresi 49
[5]
Kehf Suresi 26
Kaynaklar
Dar-ul Ummah (Amerika’nın İslâm’ı Yok
Etme Saldırısı) Köklüdeğişim Yayıncılık
https://www.sabah.com.tr/gundem/2011/09/15/basbakan-erdogandan-laiklik-acilimi
http://www.iktibascizgisi.com/laiklik-ve-demokrasi/
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/İslâmciligin-demokratik-donusumu-mumkun-mu
S.Uğurlu (Demokrasiye Eleştiri) Köklüdeğişim Yayıncılık
Muhammed Kutup (Çağdaş Fikir Akımları)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış