Kadına yönelik
şiddet, aile kurumunu hedef alan saldırıların en çok kullanılan argümanlarından
birisi. Bu argümanı sıklıkla dillendiren çevreler, yüzyıllardır İslâm’ın
kadını, kendisiyle korumaya aldığı o muhkem kaleyi yıkmayı hedefliyorlar. Zira
şiddeti toplumsal ve yalın bir problem olarak ele almak yerine hususen kadına
yöneltilmiş bir olgu olarak ele alıyorlar. Böyle olunca şiddetin kaynağını aile
içinde ve aileyi kuran İslâm’ın koruyucu değerlerinde görüyorlar. Aslında onlar
kadını korumak değil, onu koruyucu yuvasından çıkararak, toplumun çekirdeği
olan aileyi dolayısıyla toplumu modern devlet aygıtı karşısında daha kolay
yönetilebilir hâle getirerek, iktidar avantajlarını sürdürülebilir kılarak
sömürü düzenlerini korumayı amaçlıyorlar. Zira modern devlet aklı, tüm
geleneksel bağlarından koparılarak bireyselleştirilmiş yığınlar karşısında tek
örgütlü yapı olarak kalabildiği ölçüde varlığını ve bekasını güvende
hissetmektedir.
Yıllar önce
televizyonların en reyting alan aile programlarından birisinin yapımcısı ile
bir röportaj yapılmıştı. Yapımcı, kendisine yöneltilen “Efendim bu
programların aile yapısına zarar verdiğine ilişkin eleştiriler var, ne
diyorsunuz?” sorusuna “Ben aile diye bir kurumun gerekliliğine
inanmıyorum!” demişti. Bu tüyler ürperten cevap, sabah akşam medya ve
iletişim araçlarında topluma arz edilen programların yapımcılarının, onları
finanse eden sponsorların niyetini ifşa ediyor.
Kadına yönelik
şiddetin sebebi olarak İslâmi değerler, eğitimsizlik, dar gelirlilik vb.
gösterilirken Batılı yaşam tarzı çözüm olarak sunuluyor ve Batı’dan sözüm ona
şiddeti önleyici kanunlar ve yasalar transfer ediliyor. Şer’î açıdan bunun
zinhar gayrimeşru olmasının ötesinde, hukuk mantığı ve felsefesi açısından da
tam bir faciadır. Zira doksan yıl önce topraklarımızı işgal ettiklerinde ilk
yaptıkları şey, harimi namusumuza el uzatmak olan Avrupa’nın namuslarımız,
kadınlarımız ve aile kurumumuzun iflah olması için kanun transfer edeceğini
düşünmek akla ziyandır. Mehmet Akif’in “Maske düşmeseydi hâlâ afetti o yüz,
medeniyet dediğin kahpe, hakikat yüzsüz” dizelerinde tasvir ettiği gibi dün
ve bugün ümmet coğrafyasında kahpece kadınların ve kızların namusu harimini
çiğnemiş düşmanlarınızın sizin aileniz, kadın-erkek ilişkilerinizin düzen
bulması için kanun transfer edeceğini beklemek ancak benliğini ve kimliğini
kaybetmiş toplumların düşünebileceği bir şeydir. Öte yandan bu tedbirler
şiddeti önleyecek olsa önce kendi toplumlarında önlerdi. Gelin görün ki
ekonomik açıdan kalkınmış, eğitim sorununu büyük ölçüde çözmüş Batılı
toplumlarda kadına yönelik şiddet oranları daima en üst düzeyde seyrediyor.
Amerikan Adalet
Bakanlığı’nın verileri aile içi şiddet sonucu yılda 1320 (günde 4) kadının
kocaları tarafından öldürüldüğünü ortaya koymaktadır.[1]
Araştırma, eşini katledenlerin %40 ila %50 arasında değişen oranlarla ya kocası
ya da aşk yaşadığı kişi olduğunu ortaya koyuyor.[2] New
Jersey Eyalet Hükümeti’nin resmi sitesinin verdiği bilgiye göre Amerika’da
yılda 3 milyon kadın eşinin ya da aşk yaşadığı partnerinin fiziki şiddetine
maruz kalmaktadır.[3]
Kişi başına düşen milli gelir açısından dünyanın en ileri ülkelerinden Norveç’te
4 kadından biri darp ediliyor. Her gün 36 bin kadının darp edildiği Rusya’da
her yıl 14 bin kadın partnerleri tarafından öldürülüyor.
Avrupa Birliği Ajansı’nın
28 Avrupa ülkesini içine alan kapsamlı raporuna göre Avrupa’da 3 kadından biri,
yani 63 milyon kadın şiddet ve tecavüze maruz kalıyor. Rapor kıta Avrupa’sında
yaşayan 10 kadından birinin cinsel şiddete, 20 kadından birinin ise tecavüze
uğradığını, tüm kadınların %55’nin tacize uğradığını ortaya koyuyor.
Araştırmalar, en çok eğitimli ve üst kademedeki kadınların şiddete maruz
kaldıklarını bildiriyor.
Kadına yönelik
şiddetin nedenleri arasında gösterilen eğitimsizliğin de tek başına şiddetin
nedeni olamayacağını yaşanmış vakıalar gösteriyor. Bu satırlar yazılırken bir
şiddet haberi bültenlerde yer alıyordu. Tokat Devlet Hastanesi’nin anaokulunda
müdür yardımcısı olarak görev yapan bir eğitimci, evinde 10 yaşındaki oğlu
Kayra’yı bıçaklayarak öldürdükten sonra, kendini doğalgaz borusuna asarak
intihar etti. Bu haber şiddetin eğitim seviyesinin düşük olmasıyla doğrudan bir
ilişkisinin olmadığını göstermektedir. İstanbul Barosu tarafından yapılan bir
araştırmaya göre şiddet uygulayan erkeklerin %45’inin lise ve üniversite mezunu
olduğu ortaya konulmaktadır. Morçatı üyesi Psikolog Ayşenur Bay konuyla ilgili
şunları söylüyor: “İstatistiki bilgilere göre kadına uygulanan şiddet ile
eğitim arasında fazla bir ilişki yok. Yani eğitim yükseldikçe şiddet azalır gibi
bir şey söylememiz mümkün değil. Bu insanın doçent olması fark etmiyor. Her
kesimden, her eğitim düzeyinden insan kadına şiddet uyguluyor. Belki
eğitimliler daha iyi saklayabiliyor diyebiliriz.”
Avrupa İstatistik
Ofisinin (Eurostat) 2017 raporu, kadına yönelik şiddetin en çok Avrupa
ülkelerinde görüldüğünü ortaya koyuyor. Cinayet, tecavüz ve kadına yönelik
şiddet hususlarında Batılı ülkeler adeta birbirleri ile yarışıyor. 2017 yılı
içinde önemli Avrupa ülkelerinde cinayete kurban giden kadınların sayısı şu
şekildedir: Fransa 601, Almanya 380, İngiltere 227, İtalya 130 ve İspanya 113.
Aynı rapora göre eşler tarafından işlenen cinayet sayıları Almanya’da 189,
Fransa’da 123, Romanya’da 84, İngiltere’de 70 ve İtalya’da 65.
Tecavüz ve cinsel
şiddet vakalarında ise İngiltere Fransa’nın önüne geçmektedir. İngiltere’de bir
yılda (2017) 48 bin 122 kadın tecavüze uğrarken, Fransa’da 14 bin 899, Almanya’da
7 bin 831 ve İsveç’te 6 bin 810 kadın tecavüze uğradı. İngiltere’de 2018-2019
döneminde resmi makamlara 1 milyon 600 aile içi şiddet ihbarı yapıldı. Ülkede
16-59 yaşlarındaki her üç kadından birinin hayatı boyunca en az bir kez aile
içi şiddete maruz kaldığı belirtildi. Aynı ülkede çalışan kadınların %90’ı
cinsel tacize uğruyor. Bunların %10’u ücret artışı ve kariyer yükseltilme
karşılığı cinsellik tekliflerine maruz kalıyor.[4]
Diğer bir Avrupa ülkesi İsveç’te de bu yılın ilk yarısında taciz ve tecavüze
uğrayan kadınların sayısının bir önceki yıla göre yüzde 20 arttığı
belirtiliyor. Ülkede geçen yıl 28 bin 700 kadın şiddete maruz kalırken, tacize
uğrayan kadınların sayısı da 21 bine yaklaşmış.[5]
Avrupa Konseyi, 16-44 yaş arası kadınların ölüm ve sakatlanmalarının asıl
sebebinin aile içi şiddet olduğuna ve bunun kanser ya da trafik kazalarındaki
ölüm ve sakatlanma oranının bir hayli önünde yer aldığına dikkati çekmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), öldürülen kadınların yaklaşık %70’inin faillerinin
erkek partnerleri olduğunu rapor etmiştir.”[6]
Modern Batılı
teoriye göre insanın cinsel eğilimlerini baskılaması tecavüz olaylarını
azaltmak yerine artırmaktadır. Bu cinsel sapkın ve sapık teori doğruysa her
türlü özgürlüklerin alabildiğine geniş olduğu Batı’da tecavüz olaylarının hiç
yaşanmaması gerekir. Aksine dünyada en çok tecavüz vakalarının yaşandığı
ülkeler Batılı ülkelerdir. Yukarıda verilen rakamlar bunu yeterince açıklıyor.
Yine yukarıda
verilen rakamlar kadına yönelik şiddet konusunda da AB ülkelerinin dünyada ilk
sıralarda yer aldığını ortaya koyuyor. Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’nın web
sitesinde yayınladığı (2014) raporun başlığı[7] bile her şeyi özetliyor: Kadına Şiddet Her
Zaman ve Her Yerde!
Bu istatistikler
tarihin herhangi bir döneminde ve bölgesinde kadının, Avrupa’da ve Batı’da veya
Batılı değerlerin hâkim olduğu çağımızda maruz kaldığı kadar şiddete maruz
kalmadığını gösteriyor. Bütün bunlar şiddetin kaynağı gibi gösterilen şer’î
ahkâma tercih edilen Batılı kanunların kadını şiddet karşısında koruyamadığını
afişe ediyor. Tam da bu noktada şu sorunun cevabını aramak gerekiyor: Peki,
neden CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi),
İstanbul Sözleşmesi vb. resmi ya da gayri resmi uluslararası kurum ve
kuruluşların dayattığı kanun ve yasalar ısrarla İslâm beldelerinde uygulamaya
konuluyor?
Özellikle “Arap Baharı”
olarak adlandırılan süreçte meydanları dolduran genç nüfusa bakarak bu sorunun
cevabı daha iyi anlaşılacaktır. Kapitalizmin küresel hegemonyası ve İslâm
beldelerindeki kukla idarecilerine karşı meydanları dolduran kalabalıkların
büyük ölçüde gençlerden oluşması Batıyı tedirgin hâle getiriyor. Batı,
kendisine alternatif olabilecek yegâne sistemin İslâm olduğunu hissediyor.
İslâm’ın toplumları kalkındırma potansiyeline sahip, mensuplarına dinamizm sunan
ve onları motive eden güçlü bir akidesinin olduğunu anlıyor. Bu sebeple “kadına
karşı şiddet”, “cinsiyet eşitliği”, “cinsiyetin tercihe bağlı olarak
değiştirilebileceği” vb. her türlü sapkın ve sapık düşünce ve eğilimlerin
akınıyla bu tükenmiş ideolojiye meydan okuma potansiyeli bulunan ümmetin genç
kuşaklarını yozlaştırmak ve onların akıllarını belden aşağıya indirmek için
çırpınıp duruyorlar. Aileyi ve genç nesilleri ifsat edecek tüm projelerin,
geçen on yılda İslâm dünyasının merkezinde yaşanan devasa hareketliliğin hemen
ardından yoğunlaşarak ve toplumsal kesimlerin tepkisine rağmen canhıraş bir
şekilde hayata geçirilmesinin nedeni bu genç nüfusu ve onu yetiştiren aileyi
zihinsel olarak kötürüm, bedensel olarak felçli hâle getirmektir. Böylece
ümmetin gençlerine İslâm’ı dert ve dava edinemeyecekleri ölçüde bir çürüme
yaşatmayı amaçlamaktadırlar.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ
أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ
حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ
“Şüphe yok ki kâfirler
mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve
harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da
yenilgiye uğrayacaklardır.”[8]
Tarih yapan ve
adını tarihe altın harflerle yazdıran kahramanların siyretini devam ettirecek
nesilleri yetiştirecek aile ocağını hedef almalarının nedeni budur.
Kadına yönelik tüm
suç mahallerinde Batılıların parmak izinin olduğunu anlatan bu satırlara o
dünyanın içinden hem Amerikalı hem de bir Hristiyan olan yazar ve gazeteci
Joanna Francis’in acı itiraflarıyla bitirmek istiyorum. Joanna Francis Müslüman
kadınlara sesleniyor ve kapitalist ve liberal düşüncenin kadına yöneltilmiş
tehlikeli bir savaş aparatı olduğunu ifşa ediyor.
“Müslüman
bacılarıma! Biz sadece gerçek mühimmatlarla değil, hileli ve ahlak yoksunluğu
ile bombalandık. Ülkelerinizin altyapısını bombalamayı bitirdikten sonra sizi
de bu şekilde bombalamak istiyorlar. Bunun sana olmasını istemiyorum! Tıpkı
bizim yaptığımız gibi, bozulmuş hissedeceksiniz. Çünkü Hollywood’dan çıktığını
gördüğünüz her şey yalan! Onlar seksi, zararsız rekreasyon olarak sunarlar. Çünkü
zehirli programlarını ışınladıkları toplumların ahlaki dokusunu yok etmeyi
amaçlarlar. Zehirlerini içmemen için yalvarıyorum! Zira tükettikten
sonra o zehrin panzehri yoktur. Kısmen iyileşebilirsin ama asla aynı
olmayacaksın. Sizi baştan çıkarıcı filmleri ve klipleri ile özendirmeye
çalışacaklar.
(Biz Amerikalı
kadınlar) Çoğumuz mutlu değil inan! Milyonlarca insan anti-depresan ilaç
kullanıyor, işinden nefret ediyor. Bizi sevdiklerini söyleyen erkeklerin
üzerine çığlık atıyorduk, sonra açgözlülükle bizi kullanıp ve uzaklaşırlar.
Evliliği köleliğin
bir biçimi, anneliği de eski moda bir lanet olarak sunarlar. Kendini
ucuzlatmanı ve inancını kaybetmeni istiyorlar. Bütün kadınlar değerli
incilerdir, bizim incilerimiz paha biçilemez ama bizi ucuza ikna ettiler. Batı
kanalizasyonundan çıkan modalar en değerli varlığınızın cinsellik olduğuna
inanmanızı sağlamak için tasarlanmıştır. Ama güzel elbiseleriniz ve peçeleriniz
aslında herhangi bir Batı modasından daha güzel. Çünkü kendinize olan saygı ve
güveni gösteriyor. Bir kadının cinsiyeti değersiz gözlerden korunmalıdır. Çünkü
sizinle evlenecek kadar seven ve saygı duyan adama armağanınız olmalıdır. Bir
kadının sahip olabileceği en değerli varlığı iç güzelliği, masumiyeti ve seni
sen yapan değerleridir. Oysa bizim erkeklerimiz incinin sahip olduğu paha
biçilmez kıymeti bilmiyor, göz alıcı şeylere tav oluyor ve seni öylece terk
edip yüzüstü bırakıyor.
Hepimiz birbirimize
benziyoruz. Irkımız, dinimiz veya milliyetlerimiz önemli değil. Bir kadının
kalbi her yerde aynıdır. Biz seviyoruz. En iyi yaptığımız şey bu. Ailelerimizi
gözetiyor, sevdiğimiz erkeklere huzur ve güç veriyoruz. Ama biz Amerikalı
kadınlar mutluluğun kariyer sahibi olmada, içlerinde yapayalnız yaşama mahkûm
olduğumuz evlerimize sahip olmada ve sevgimizi dilediğimiz herkese verme
özgürlüğünde olduğuna inandırılarak kandırıldık. Bu özgürlük değil. Aşk, sevgi
bu değil. Bir kadın ancak güvenli evlilik evinde sevilebilir. Sakın daha
azına razı olmayın! Buna değmez! Hoşuna gitmeyecek ve daha sonra kendini
daha az seveceksin. Sonra seni terk edecek!
Fakat bazı Müslüman
kadınların sınırı zorlayıp, bir peçe takarken bile mümkün olduğu kadar Batılı
olmaya çalıştıklarını fark ettim. Neden pişmanlık duyan kadınları taklit
ediyorsunuz? Sizler kusursuz elmassınız, sizi sıradan bir taş hâline
getirmelerine izin vermeyin. Biz Batılı kadınlar, Müslüman kadınların
ezildiğini düşünerek beyinlerinin yıkandığını düşünüyorduk. Ama gerçekten
ezilen bizleriz! Aslında işin detayına girince, aldatıldığımızı
biliyoruz. Bazılarımız bunu kabul etmeyecek ama gizlice hayranlık duyuyoruz ve
sizi kıskanıyoruz! Lütfen bize bakmayın. Bizler çocukken bizleri koruyacak
babalarımız yoktu. Çünkü ailelerimiz yok edildi. Siz bu komplonun
arkasında kim olduğunu biliyorsunuz.
Ey kız kardeşlerim!
Sakın aldanmayın! Sizi de aldatmalarına izin vermeyin! Biz Hristiyan
kadınlar, yaşamın kadınlar için gerçekten nasıl olması gerektiğini görmemiz
gerekiyor. İdeal bir modelin örnekliğini bizlere sunmanız için sizlere
ihtiyacımız var. Çünkü biz yolumuzu kaybettik. O hâlde siz safiyetinizi
koruyun. Umarım bu nasihatimi sizlere karşı beslediğim dostluk, saygı ve
hayranlık duygularıyla arz ettiğimi bilir ve kabul edersin. Hristiyan
kardeşiniz Joanna Francis. Muhabbetlerimle.”[9]
[6]
Ayhan UÇAR, İSTATİSTİKÎ VERİLERLE ULUSAL BASINDA KADINA KARŞI ŞİDDET, İnönü
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt:7 Sayı:2 Yıl 2016.
[8]
Enfal, 8/36
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış