KADINA YÖNELİK TÜM SUÇ MAHALLERİNDE SİZİN PARMAK İZLERİNİZ VAR

Dr. Abdurrahim Şen

Kadına yönelik şiddet, aile kurumunu hedef alan saldırıların en çok kullanılan argümanlarından birisi. Bu argümanı sıklıkla dillendiren çevreler, yüzyıllardır İslâm’ın kadını, kendisiyle korumaya aldığı o muhkem kaleyi yıkmayı hedefliyorlar. Zira şiddeti toplumsal ve yalın bir problem olarak ele almak yerine hususen kadına yöneltilmiş bir olgu olarak ele alıyorlar. Böyle olunca şiddetin kaynağını aile içinde ve aileyi kuran İslâm’ın koruyucu değerlerinde görüyorlar. Aslında onlar kadını korumak değil, onu koruyucu yuvasından çıkararak, toplumun çekirdeği olan aileyi dolayısıyla toplumu modern devlet aygıtı karşısında daha kolay yönetilebilir hâle getirerek, iktidar avantajlarını sürdürülebilir kılarak sömürü düzenlerini korumayı amaçlıyorlar. Zira modern devlet aklı, tüm geleneksel bağlarından koparılarak bireyselleştirilmiş yığınlar karşısında tek örgütlü yapı olarak kalabildiği ölçüde varlığını ve bekasını güvende hissetmektedir.

Yıllar önce televizyonların en reyting alan aile programlarından birisinin yapımcısı ile bir röportaj yapılmıştı. Yapımcı, kendisine yöneltilen “Efendim bu programların aile yapısına zarar verdiğine ilişkin eleştiriler var, ne diyorsunuz?” sorusuna “Ben aile diye bir kurumun gerekliliğine inanmıyorum!” demişti. Bu tüyler ürperten cevap, sabah akşam medya ve iletişim araçlarında topluma arz edilen programların yapımcılarının, onları finanse eden sponsorların niyetini ifşa ediyor.

Kadına yönelik şiddetin sebebi olarak İslâmi değerler, eğitimsizlik, dar gelirlilik vb. gösterilirken Batılı yaşam tarzı çözüm olarak sunuluyor ve Batı’dan sözüm ona şiddeti önleyici kanunlar ve yasalar transfer ediliyor. Şer’î açıdan bunun zinhar gayrimeşru olmasının ötesinde, hukuk mantığı ve felsefesi açısından da tam bir faciadır. Zira doksan yıl önce topraklarımızı işgal ettiklerinde ilk yaptıkları şey, harimi namusumuza el uzatmak olan Avrupa’nın namuslarımız, kadınlarımız ve aile kurumumuzun iflah olması için kanun transfer edeceğini düşünmek akla ziyandır. Mehmet Akif’in “Maske düşmeseydi hâlâ afetti o yüz, medeniyet dediğin kahpe, hakikat yüzsüz” dizelerinde tasvir ettiği gibi dün ve bugün ümmet coğrafyasında kahpece kadınların ve kızların namusu harimini çiğnemiş düşmanlarınızın sizin aileniz, kadın-erkek ilişkilerinizin düzen bulması için kanun transfer edeceğini beklemek ancak benliğini ve kimliğini kaybetmiş toplumların düşünebileceği bir şeydir. Öte yandan bu tedbirler şiddeti önleyecek olsa önce kendi toplumlarında önlerdi. Gelin görün ki ekonomik açıdan kalkınmış, eğitim sorununu büyük ölçüde çözmüş Batılı toplumlarda kadına yönelik şiddet oranları daima en üst düzeyde seyrediyor.

Amerikan Adalet Bakanlığı’nın verileri aile içi şiddet sonucu yılda 1320 (günde 4) kadının kocaları tarafından öldürüldüğünü ortaya koymaktadır.[1] Araştırma, eşini katledenlerin %40 ila %50 arasında değişen oranlarla ya kocası ya da aşk yaşadığı kişi olduğunu ortaya koyuyor.[2] New Jersey Eyalet Hükümeti’nin resmi sitesinin verdiği bilgiye göre Amerika’da yılda 3 milyon kadın eşinin ya da aşk yaşadığı partnerinin fiziki şiddetine maruz kalmaktadır.[3] Kişi başına düşen milli gelir açısından dünyanın en ileri ülkelerinden Norveç’te 4 kadından biri darp ediliyor. Her gün 36 bin kadının darp edildiği Rusya’da her yıl 14 bin kadın partnerleri tarafından öldürülüyor.

Avrupa Birliği Ajansı’nın 28 Avrupa ülkesini içine alan kapsamlı raporuna göre Avrupa’da 3 kadından biri, yani 63 milyon kadın şiddet ve tecavüze maruz kalıyor. Rapor kıta Avrupa’sında yaşayan 10 kadından birinin cinsel şiddete, 20 kadından birinin ise tecavüze uğradığını, tüm kadınların %55’nin tacize uğradığını ortaya koyuyor. Araştırmalar, en çok eğitimli ve üst kademedeki kadınların şiddete maruz kaldıklarını bildiriyor.

Kadına yönelik şiddetin nedenleri arasında gösterilen eğitimsizliğin de tek başına şiddetin nedeni olamayacağını yaşanmış vakıalar gösteriyor. Bu satırlar yazılırken bir şiddet haberi bültenlerde yer alıyordu. Tokat Devlet Hastanesi’nin anaokulunda müdür yardımcısı olarak görev yapan bir eğitimci, evinde 10 yaşındaki oğlu Kayra’yı bıçaklayarak öldürdükten sonra, kendini doğalgaz borusuna asarak intihar etti. Bu haber şiddetin eğitim seviyesinin düşük olmasıyla doğrudan bir ilişkisinin olmadığını göstermektedir. İstanbul Barosu tarafından yapılan bir araştırmaya göre şiddet uygulayan erkeklerin %45’inin lise ve üniversite mezunu olduğu ortaya konulmaktadır. Morçatı üyesi Psikolog Ayşenur Bay konuyla ilgili şunları söylüyor: “İstatistiki bilgilere göre kadına uygulanan şiddet ile eğitim arasında fazla bir ilişki yok. Yani eğitim yükseldikçe şiddet azalır gibi bir şey söylememiz mümkün değil. Bu insanın doçent olması fark etmiyor. Her kesimden, her eğitim düzeyinden insan kadına şiddet uyguluyor. Belki eğitimliler daha iyi saklayabiliyor diyebiliriz.”

Avrupa İstatistik Ofisinin (Eurostat) 2017 raporu, kadına yönelik şiddetin en çok Avrupa ülkelerinde görüldüğünü ortaya koyuyor. Cinayet, tecavüz ve kadına yönelik şiddet hususlarında Batılı ülkeler adeta birbirleri ile yarışıyor. 2017 yılı içinde önemli Avrupa ülkelerinde cinayete kurban giden kadınların sayısı şu şekildedir: Fransa 601, Almanya 380, İngiltere 227, İtalya 130 ve İspanya 113. Aynı rapora göre eşler tarafından işlenen cinayet sayıları Almanya’da 189, Fransa’da 123, Romanya’da 84, İngiltere’de 70 ve İtalya’da 65.

Tecavüz ve cinsel şiddet vakalarında ise İngiltere Fransa’nın önüne geçmektedir. İngiltere’de bir yılda (2017) 48 bin 122 kadın tecavüze uğrarken, Fransa’da 14 bin 899, Almanya’da 7 bin 831 ve İsveç’te 6 bin 810 kadın tecavüze uğradı. İngiltere’de 2018-2019 döneminde resmi makamlara 1 milyon 600 aile içi şiddet ihbarı yapıldı. Ülkede 16-59 yaşlarındaki her üç kadından birinin hayatı boyunca en az bir kez aile içi şiddete maruz kaldığı belirtildi. Aynı ülkede çalışan kadınların %90’ı cinsel tacize uğruyor. Bunların %10’u ücret artışı ve kariyer yükseltilme karşılığı cinsellik tekliflerine maruz kalıyor.[4] Diğer bir Avrupa ülkesi İsveç’te de bu yılın ilk yarısında taciz ve tecavüze uğrayan kadınların sayısının bir önceki yıla göre yüzde 20 arttığı belirtiliyor. Ülkede geçen yıl 28 bin 700 kadın şiddete maruz kalırken, tacize uğrayan kadınların sayısı da 21 bine yaklaşmış.[5] Avrupa Konseyi, 16-44 yaş arası kadınların ölüm ve sakatlanmalarının asıl sebebinin aile içi şiddet olduğuna ve bunun kanser ya da trafik kazalarındaki ölüm ve sakatlanma oranının bir hayli önünde yer aldığına dikkati çekmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), öldürülen kadınların yaklaşık %70’inin faillerinin erkek partnerleri olduğunu rapor etmiştir.”[6]

Modern Batılı teoriye göre insanın cinsel eğilimlerini baskılaması tecavüz olaylarını azaltmak yerine artırmaktadır. Bu cinsel sapkın ve sapık teori doğruysa her türlü özgürlüklerin alabildiğine geniş olduğu Batı’da tecavüz olaylarının hiç yaşanmaması gerekir. Aksine dünyada en çok tecavüz vakalarının yaşandığı ülkeler Batılı ülkelerdir. Yukarıda verilen rakamlar bunu yeterince açıklıyor.

Yine yukarıda verilen rakamlar kadına yönelik şiddet konusunda da AB ülkelerinin dünyada ilk sıralarda yer aldığını ortaya koyuyor. Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’nın web sitesinde yayınladığı (2014) raporun başlığı[7]  bile her şeyi özetliyor: Kadına Şiddet Her Zaman ve Her Yerde!

Bu istatistikler tarihin herhangi bir döneminde ve bölgesinde kadının, Avrupa’da ve Batı’da veya Batılı değerlerin hâkim olduğu çağımızda maruz kaldığı kadar şiddete maruz kalmadığını gösteriyor. Bütün bunlar şiddetin kaynağı gibi gösterilen şer’î ahkâma tercih edilen Batılı kanunların kadını şiddet karşısında koruyamadığını afişe ediyor. Tam da bu noktada şu sorunun cevabını aramak gerekiyor: Peki, neden CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi), İstanbul Sözleşmesi vb. resmi ya da gayri resmi uluslararası kurum ve kuruluşların dayattığı kanun ve yasalar ısrarla İslâm beldelerinde uygulamaya konuluyor?

Özellikle “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreçte meydanları dolduran genç nüfusa bakarak bu sorunun cevabı daha iyi anlaşılacaktır. Kapitalizmin küresel hegemonyası ve İslâm beldelerindeki kukla idarecilerine karşı meydanları dolduran kalabalıkların büyük ölçüde gençlerden oluşması Batıyı tedirgin hâle getiriyor. Batı, kendisine alternatif olabilecek yegâne sistemin İslâm olduğunu hissediyor. İslâm’ın toplumları kalkındırma potansiyeline sahip, mensuplarına dinamizm sunan ve onları motive eden güçlü bir akidesinin olduğunu anlıyor. Bu sebeple “kadına karşı şiddet”, “cinsiyet eşitliği”, “cinsiyetin tercihe bağlı olarak değiştirilebileceği” vb. her türlü sapkın ve sapık düşünce ve eğilimlerin akınıyla bu tükenmiş ideolojiye meydan okuma potansiyeli bulunan ümmetin genç kuşaklarını yozlaştırmak ve onların akıllarını belden aşağıya indirmek için çırpınıp duruyorlar. Aileyi ve genç nesilleri ifsat edecek tüm projelerin, geçen on yılda İslâm dünyasının merkezinde yaşanan devasa hareketliliğin hemen ardından yoğunlaşarak ve toplumsal kesimlerin tepkisine rağmen canhıraş bir şekilde hayata geçirilmesinin nedeni bu genç nüfusu ve onu yetiştiren aileyi zihinsel olarak kötürüm, bedensel olarak felçli hâle getirmektir. Böylece ümmetin gençlerine İslâm’ı dert ve dava edinemeyecekleri ölçüde bir çürüme yaşatmayı amaçlamaktadırlar.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ

“Şüphe yok ki kâfirler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenilgiye uğrayacaklardır.”[8]

Tarih yapan ve adını tarihe altın harflerle yazdıran kahramanların siyretini devam ettirecek nesilleri yetiştirecek aile ocağını hedef almalarının nedeni budur.

Kadına yönelik tüm suç mahallerinde Batılıların parmak izinin olduğunu anlatan bu satırlara o dünyanın içinden hem Amerikalı hem de bir Hristiyan olan yazar ve gazeteci Joanna Francis’in acı itiraflarıyla bitirmek istiyorum. Joanna Francis Müslüman kadınlara sesleniyor ve kapitalist ve liberal düşüncenin kadına yöneltilmiş tehlikeli bir savaş aparatı olduğunu ifşa ediyor.

“Müslüman bacılarıma! Biz sadece gerçek mühimmatlarla değil, hileli ve ahlak yoksunluğu ile bombalandık. Ülkelerinizin altyapısını bombalamayı bitirdikten sonra sizi de bu şekilde bombalamak istiyorlar. Bunun sana olmasını istemiyorum! Tıpkı bizim yaptığımız gibi, bozulmuş hissedeceksiniz. Çünkü Hollywood’dan çıktığını gördüğünüz her şey yalan! Onlar seksi, zararsız rekreasyon olarak sunarlar. Çünkü zehirli programlarını ışınladıkları toplumların ahlaki dokusunu yok etmeyi amaçlarlar. Zehirlerini içmemen için yalvarıyorum! Zira tükettikten sonra o zehrin panzehri yoktur. Kısmen iyileşebilirsin ama asla aynı olmayacaksın. Sizi baştan çıkarıcı filmleri ve klipleri ile özendirmeye çalışacaklar.

(Biz Amerikalı kadınlar) Çoğumuz mutlu değil inan! Milyonlarca insan anti-depresan ilaç kullanıyor, işinden nefret ediyor. Bizi sevdiklerini söyleyen erkeklerin üzerine çığlık atıyorduk, sonra açgözlülükle bizi kullanıp ve uzaklaşırlar.

Evliliği köleliğin bir biçimi, anneliği de eski moda bir lanet olarak sunarlar. Kendini ucuzlatmanı ve inancını kaybetmeni istiyorlar. Bütün kadınlar değerli incilerdir, bizim incilerimiz paha biçilemez ama bizi ucuza ikna ettiler. Batı kanalizasyonundan çıkan modalar en değerli varlığınızın cinsellik olduğuna inanmanızı sağlamak için tasarlanmıştır. Ama güzel elbiseleriniz ve peçeleriniz aslında herhangi bir Batı modasından daha güzel. Çünkü kendinize olan saygı ve güveni gösteriyor. Bir kadının cinsiyeti değersiz gözlerden korunmalıdır. Çünkü sizinle evlenecek kadar seven ve saygı duyan adama armağanınız olmalıdır. Bir kadının sahip olabileceği en değerli varlığı iç güzelliği, masumiyeti ve seni sen yapan değerleridir. Oysa bizim erkeklerimiz incinin sahip olduğu paha biçilmez kıymeti bilmiyor, göz alıcı şeylere tav oluyor ve seni öylece terk edip yüzüstü bırakıyor.

Hepimiz birbirimize benziyoruz. Irkımız, dinimiz veya milliyetlerimiz önemli değil. Bir kadının kalbi her yerde aynıdır. Biz seviyoruz. En iyi yaptığımız şey bu. Ailelerimizi gözetiyor, sevdiğimiz erkeklere huzur ve güç veriyoruz. Ama biz Amerikalı kadınlar mutluluğun kariyer sahibi olmada, içlerinde yapayalnız yaşama mahkûm olduğumuz evlerimize sahip olmada ve sevgimizi dilediğimiz herkese verme özgürlüğünde olduğuna inandırılarak kandırıldık. Bu özgürlük değil. Aşk, sevgi bu değil. Bir kadın ancak güvenli evlilik evinde sevilebilir. Sakın daha azına razı olmayın! Buna değmez! Hoşuna gitmeyecek ve daha sonra kendini daha az seveceksin. Sonra seni terk edecek!

Fakat bazı Müslüman kadınların sınırı zorlayıp, bir peçe takarken bile mümkün olduğu kadar Batılı olmaya çalıştıklarını fark ettim. Neden pişmanlık duyan kadınları taklit ediyorsunuz? Sizler kusursuz elmassınız, sizi sıradan bir taş hâline getirmelerine izin vermeyin. Biz Batılı kadınlar, Müslüman kadınların ezildiğini düşünerek beyinlerinin yıkandığını düşünüyorduk. Ama gerçekten ezilen bizleriz! Aslında işin detayına girince, aldatıldığımızı biliyoruz. Bazılarımız bunu kabul etmeyecek ama gizlice hayranlık duyuyoruz ve sizi kıskanıyoruz! Lütfen bize bakmayın. Bizler çocukken bizleri koruyacak babalarımız yoktu. Çünkü ailelerimiz yok edildi. Siz bu komplonun arkasında kim olduğunu biliyorsunuz.

Ey kız kardeşlerim! Sakın aldanmayın! Sizi de aldatmalarına izin vermeyin! Biz Hristiyan kadınlar, yaşamın kadınlar için gerçekten nasıl olması gerektiğini görmemiz gerekiyor. İdeal bir modelin örnekliğini bizlere sunmanız için sizlere ihtiyacımız var. Çünkü biz yolumuzu kaybettik. O hâlde siz safiyetinizi koruyun. Umarım bu nasihatimi sizlere karşı beslediğim dostluk, saygı ve hayranlık duygularıyla arz ettiğimi bilir ve kabul edersin. Hristiyan kardeşiniz Joanna Francis. Muhabbetlerimle.”[9]


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz