Kimse hayatından memnun
değil, herkes bir şeylerden şikâyetçi...
Kimisi, kocasından, kimisi
karısından, kimisi çocuklarından, kimisi anne-babasından, komşusundan,
Kürtlerden, Türklerden, Suriyelilerden, ekonomiden, siyasetten, zamlardan,
otobüste yer vermeyen gençlerden, listeyi uzatmak mümkün…
Ahlaksızlık, kötülük,
adaletsizlik hayatın her alanını kuşatmış vaziyette.
Haberlerin konusu ya kadın
cinayeti ya hırsızlık ya dolandırıcılık ya uyuşturucu ya da yeni hediye
edilen(!) zamlar…
Ve herkes aynı soruyu soruyor
kendisine; neden bu hâle geldik?
İşte cevabı!
وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الأَرْضُ
“Eğer
Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı,
yeryüzü mutlaka fesada uğrardı.”[1]
Daha kapsamlı bir meal
verecek olursak:
“Eğer
Allah insanların bir kısmıyla diğer bir kısmının devletlerini, medeniyetlerini
ortadan kaldırmasa, iktidarlarından uzaklaştırmasa, zulümlerine karşı
koydurmasa, azgınlarını, kötülük yapanlarını engelletmese, insanlara savunma
imkânı vermese, ülkelerin, yeryüzünün düzeni, dengesi bozulurdu.”
Bu ayeti unutmayın, bundan
sonra ne zaman bir kötülükten bahsetsek bu ayet aklınıza gelsin.
Bu ayetin tefsirinde İmam
Kurtubi şöyle demektedir: “Bu defetmek
yüce Allah’ın Rasulleri vasıtasıyla teşri buyurduğu şeriatlarla olur.”
Yani emr-i bi’l-maruf ve
nehy-i ani’l-münker farzını yerine getirmekle...
İşte tam bu oldu. Zulümlere
dur diyecek, kötülük yapanları engelleyecek, onların tahtlarını sarsacak,
iktidarlarını yok edecek kişiler azaldı, Osmanlı Hilâfet Devleti’nin
yıkılışıyla birlikte yok oldu. Bunun üzerine yeryüzünün dengesi bozuldu.
Kötüler yönetime geçti ve orada yerleşti, iyiler zindanlarda, sürgünlerde hatta
darağaçlarında can verdi. Yanlışlar doğru olarak kabul edildi doğrular yanlış,
güzel davranışlar çirkin, çirkin davranışlar güzel olarak gösterildi, hainler
kahraman, kahramanlar hain ilan edildi…
Neticede Batı, ciddi bir
üstünlük sağladı ve İbni Haldun’un dediği gibi mağluplar galipleri yani biz
Müslümanlar kâfirleri taklit etmeye başladık. Teknolojileri hariç her şeylerini
şartsız, koşulsuz bir şekilde aldık!
Kılık kıyafetini, alfabesini,
yönetim şeklini, kanunlarını, kültürünü, yaşam şeklini, kadına ve aileye bakış
açılılarını ve mutluluk anlayışlarını...
Onlar gibi olmaya çalıştıkça
insan olma, aile olma özelliğimizi kaybettik. Evlenme, aile kurma olmazsa olmaz
konumundan düştü gayrimeşru ilişki arttı. Ailenin kurumsal yapısı zayıflarken
ferdiyetçilik güçlendi.
Bu hakikati yakın bir zamanda
Cumhurbaşkanı Erdoğan’da dile getirmişti hatırlarsanız. Şöyle demişti:
"Büyük
ve güçlü Türkiye hedefimize ulaşabilmenin en önemli şartlarından biri, aile
kurumunu sağlam bir şekilde ayakta tutmaktır. Aksi takdirde tıpkı omurgası
çökmüş bedenin felç olması gibi aile kurumu dağılmış bir toplumun da yerle
yeksan olması kaçınılmazdır. Bugün Batı toplumlarını bekleyen en büyük tehdit
budur. Batı çöküyor. Niye? Aile diye bir kavram buralarda kalmamış. Ama şimdi
bizi de tehdit ediyor.”
Cumhurbaşkanı hepimizin şahit
olduğu bir gerçeğe değinmiş. Peki, bu tehdit karşısında ortaya konulan çözüm
nedir?
Kadına Yönelik Şiddet ve Aile
İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi,
nam-ı diğer İstanbul Sözleşmesi.
Bildiğiniz gibi cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren halkın kültürüne uyar mı uymaz mı bakmaksızın tüm
kanunlar olduğu gibi Batı’dan alındı. Aradan 97 yıl geçti o günkü Batı
hayranlığı o günkü gibi devam etmese de sorunların çözümü hâlen Batı’dan
alınmaya devam ediyor. Yani 97 yılda hiçbir şey değişmemiş.
Bu sözleşme “Denize düşen, yılana sarılır!”
atasözünü hatırlatmaktadır. Bu sözleşmeyle kötü, başka bir kötü ile
değiştirilmeye çalışılıyor.
İstanbul sözleşmesinden sonra
neler oldu, kadına şiddet gerçekten engellendi mi, gelin birlikte bakalım.
2011 - 121 kadın, 2012 - 201 kadın, 2013 - 237 kadın, 2014 - 294 kadın, 2015 - 303 kadın, 2016 - 328 kadın, 2017 - 409
kadın, 2018 – 440 kadın, 2019 – 474 kadın öldürüldü.
2017 yılında 295.618, 2018
yılında 358.499 kadın kocasından kendisini korumak için kolluk kuvvetlerine
başvurmuş. Yıllık artışı göz önünde bulundurursak 2019 yılı için bu sayı
400.000’in üzerindedir. Son 3 yılda yaklaşık 745.000 koca eşinin şikâyeti
üzerine evinden uzaklaştırıldı.
Yani ne kadın cinayetleri ne
de kadına yönelik şiddet bu sözleşme sayesinde engellenemediği gibi görüldüğü
üzere her yıl düzenli olarak artış göstermiştir. Bu sözleşmeyle birlikte
evlilik oranları da düşerken boşanma oranları ciddi artış göstermiştir. Tüik
verilene göre 2018 yılında evlenenlerin oranı bir önceki yıla göre %2,9
azalmış, boşanma oranı ise %10,9 artmıştır.
Bu istatistikler insanların
artık evlenmek istemediklerini, evlenenlerin de ilk 5 yıl içinde pişman olup
boşandıklarını gösteriyor.
Boşanmak artık ayrı bir dert
erkek için. Kadını koruyacağız derken erkekler mağdur ediliyor. 1-2 ay evli
kaldıktan hatta resmi nikâh yapıp düğünü beklerken ayrılan insanlar ömür boyu
nafaka ödemeye mahkûm ediliyor. Bu adam bir daha nasıl evlenecek? Evlense
ailesine nasıl bakacak?
İnsanlar evlenmek istemiyor!
Evlenenler boşanıyor! Ve kadına yönelik şiddet her geçen gün artıyor!
Neden? Çünkü yeryüzü ifsat
oldu. Ayetimizi hatırlayalım [وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ
لَّفَسَدَتِ الأَرْضُ]
“Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi)
olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı.”[2]
Her şey alt üst oldu. Hiçbir
şey olması gereken yerde değil!
Kavramlar bile... Mutluluğun
tarifi de alt üst olan kavramlardan.
Mutluluğun tarifini nasıl
yaparsınız?
Güzel ferah bir ev mi?
Şöyle lüks, az yakan çok
kaçan bir araba mı?
Boy boy çocuklar mı?
İyi bir üniversite mi?
Dolgun maaşlı rahat bir iş
mi?
Yeni çıkan akıllı telefona
sahip olmak mı?
Karnınız açken güzel bir
yemek yemek mi?
Uzun zamandır istediğiniz bir
kıyafeti almak mı?
Evet bunların hepsi insanları
memnun edebilir ve geçici bir mutluluk hissi yaşatabilir ama bunların hepsi
geçici olacak ve sahip olduğunuz şeye olan özleminiz yok olduğunda mutluluk
hissi de bu özlemle birlikte yok olup gidecektir.
Sonra bunlara sahip
olmayanlar mutsuz mu?
Mesela geçmişe bakalım!
Güzel, ferah, kombili bir evler yoktu, rüzgârın bir yandan girip öbür yandan
çıktığı kerpiçten evleri vardı. Lüks arabalar da yoktu, kliması, air bagi
olmayan develer vardı. Buzdolabı yoktu çölün sıcağında soğuk su nedir bilinmiyordu.
Üzerlere giyilen elbiseden başka yedek elbiseler de yoktu. O elbise yıkanmadan
dışarı çıkılamıyor kuruması bekleniyordu. Yani bugün mutluluk olarak tarif
edilen hiçbir şey eskiden yoktu. Ama... ama mutluluk vardı. Hem de senden
benden daha mutluydu insanlar...
Demek ki mutluluğu maddi
şeylere bağlamak doğru değil. Eğer öyle olmuş olsaydı geçmişte hiç mutlu insan
bulamazdınız. Mutluluk servetle ölçülmez! Çok serveti olanlar çok mutlu az
serveti olanlar az mutlu, hiç serveti olmayanlar mutsuz... Böyle bir şey yok!
Felsefecilerin yaptığı farklı
farklı tarifleri bir kenara bırakıp pratiğe bakarsak, Batı’nın mutluluğu mal ve
hizmetlerden olabildiğince faydalanmak olarak tarif ettiğini görürüz. İşte bu
tarif onları açgözlü yaptı. Sömürgecilik zihniyetini doğurdu, zulmün ve
adaletsizliğin başlıca müsebbibi hâline geldi. Fakat tüm bunlara rağmen hiçbir
zaman mutluluk diye bir şeye ulaşılamadı. Zira mutluluk hep yanlış yerlerde
arandı...
Her şeyi Batı’dan aldığımız
gibi mutluluk tarifini de Batı’dan aldık ve tabii ki biz de onlar gibi
mutluluğa ulaşamadık.
TÜİK’in yaptığı araştırmaya
göre mutlu olduğunu beyan eden bireylerin oranı 2016’da %62, 2017 yılında %58
iken 2018 yılında %54 oldu.
Yani ülkede yaşayanların
yarısı mutsuz diğer yarısı da yukarıda tarif ettiğimiz mutluluk anlayışına göre
kendisini mutlu sanıyor. Bu yanlış tarif ile mutluluğun peşinden koşanlar
kendisini menfaatperest bir dünyanın içinde buluyor. Çölde beliren bir serap
gibi uzaktan gerçek gibi görüyorsunuz ama yanına geldiğinizde birden kayboluyor.
Mutlu değiliz, aileler
parçalanıyor, kadınlar şiddet sarmalında hayatta kalmaya çalışıyor, genç
nesiller ahlaksızlıklar içinde büyüyor ve sebepleri de ortada... Batı
fikirleri, Batı kanunları, Batılı yaşam tarzı...
Ancak Batı, bunları bize silah
zoruyla dayatarak vermedi. Batılılar gibi olmak zorunda değiliz. Onların
vermeye çalıştığı batıl fikirleri almak zorunda değiliz. Kendimiz olabiliriz.
Bizim Peygamberimiz âlemlere
rahmet olarak gönderilmiş örnek bir peygamber! Biz de O’nu örnek alması gereken
ümmetiyiz.
Ayrıca biz de örnek alınması
gereken Müslüman aile olmalıyız.
İnsanın sahip olduğu
mefhumlar davranışlarını belirler. Şayet mefhumlarda problem var ise
davranışlar buna bağlı olduğu için düzelmez. Bir insanın davranışlarını
değiştirmek istiyorsak işe onun mefhumlarını değiştirmekle başlamalıyız demişti
Şeyh Takiyyuddîn en Nebhânî Rahimehullah.
Öyleyse kadına, erkeğe,
aileye ve mutluluğa bakış açımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.
Davranışlarımızla fikirlerimizin uyumlu olup olmadığını test etmeliyiz.
Birbiriyle çelişiyor ise fikirlerimize uygun, örnek olmamızı sağlayacak yeni
davranış kalıpları ve yeni alışkanlıklar edinmeliyiz.
Örnek bir Müslüman aile olmak
için şu noktalara dikkat etmeliyiz:
1-
Aile içi iletişimi doğru zemin üzerine kurun
İletişim deyince...
Aramızda kaç kişi cep
telefonu kullanmıyor?
Kaç kişinin akıllı telefonu
yok?
Yetişkin insanların %98’i cep
telefonu kullanırken, bunların %77’si akıllı telefon kullanıyor.
Kaç kişinin hiçbir sosyal
medya hesabı yok?
Nüfusun %72’sini oluşturan 59
milyon internet kullanıcısı,
Nüfusun %63’ünü oluşturan 52
milyon aktif sosyal medya kullanıcısı var.
Akıllı telefon kullanmak,
sosyal medyayı takip etmek elbette güzel ama sosyal medyayı takip edeceğim
derken aile içi iletişimi yok ediyorsak büyük bir felakete kapı aralıyoruz
demektir ki durum maalesef böyle.
Akıllı telefonlar bizleri
esir aldığından beri ailemizle olan ortak paydalarımız sayılamayacak kadar
azaldı. Herkesin elinde bir akıllı telefon var ve herkes kendisine yeni bir
dünya oluşturdu. Sanal bir dünya...
Koca eve geldiğinde belki
birlikte yemeğe oturuluyor ama iletişim sıfırlanmış vaziyette. Yemekte aile
bireyleri günlerinin nasıl geçtiğini konuşmuyor, birbirlerinin dertlerini ya da
sevinçlerini paylaşmıyor. Bunun yerine Youtube’den video izliyor, Facebook’tan
yaptığı bir paylaşıma kimler ne demiş ona bakıyor, İnstegram’daki bir fotoğrafa
kaç kişi kalp atmış onunla ilgileniyor ve bir yandan da yemek yiyor.
Bu tablo hangimizin ailesinde
yaşanmıyor?
Telefonlar iletişim için icat
edildi ama bugün özellikle Müslüman coğrafyalarda fertler arası canlı iletişimi
yok etmek için kullanılıyor maalesef!
İletişim dediğimiz şey illaki
karşılıklı yüz yüze konuşmak değildir. Bazen eşinizin gözlerine bakmanız, bazen
onun elini tutmanız, bazen dizine başınızı koymanız, bazen gülümsemeniz
bunların hepsi iletişimdir.
Ne demişti örnek aldığımız
Rasulümüz Muhammed SallAlahu aleyhi ve
Sellem:
“İki mümin karşılaşıp
musafaha ettikleri zaman, aralarında yetmiş mağfiret taksim edilir. Bunun
altmış dokuzu güler yüzlü olanındır.”[3]
İşte iletişimin en güçlü
şekli; ten teması ve gülümsemek.
Güler yüzlü olmak, etrafına
pozitif enerji yaymaktır. Gülen kişinin beyni endorfin salgılar ve bu madde
sayesinde gerginlik azalır.
Yani arkadaşlar, eve
geldiğimizde asık bir suratla eve girmek yok. Eve bismillah çekip gülen bir
yüzler girmeliyiz. İş hayatının zorluklarını, sıkıntılarını bir kenara bırakıp
gülebilmeliyiz. Hanım kardeşlerimiz kocanızı aynı şekilde güler bir yüzle
karşılıyoruz. Evet ev işlerinin stersi var, belki çalışıyorsunuz, çocukların
stresi var ama her ne olursa olsun eşinizi güler yüzle karşılamayı alışkanlık
hâline getirin. Gülümsemenin sadaka olduğunu unutmayın!
Allah Rasulü’nün müjdelediği
70 mağfiretin 69’u sizin olsun. Hatta o 69 mağfirete sahip olmak için
birbirinizle yarışın!
Sonra eve geldiğinizde
mutlaka eşinize, çocuklarınıza sarılın. Sarılmak sözsüz iletişimin en kuvvetli
olanıdır. Hiçbir şey söylemeden çok şeyler anlatılır. Sevgi, destek, güven ve
huzurun göstergesidir.
Eşler arası sorun elbette
olacaktır. Bunun önüne geçmek imkânsızdır. Sorunları ertelemeyin, o sorunu
karşılıklı anlayış içerisinde konuşarak yatmadan çözün. Çözülmemiş bir sorunla
asla sabahlamayın!
Bunlar rutin, olmazsa olmaz
alışkanlıklarımız hâline dönüşsün.
Eve gülerek giriyoruz.
Eşimize ve çocuklarımızı sıkıca kucaklıyoruz. Birlikte yemek yerken kesinlikle
telefon kullanmıyoruz. Televizyon izlemiyoruz. Sadece birbirimizle
ilgileniyoruz. Sorunlarımızı anında çözüp tehir etmiyoruz.
Bunlar sağlıklı bir iletişim
için vazgeçilmez hususlardır.
2-
Kaba davranışlardan sakının
Eşlerimize, çocuklarımıza,
aile büyüklerine ve diğer insanlara karşı kaba davranışlardan kaçınmalıyız.
Kimse kendisine kaba davranılmasını istemez.
Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyurdu:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ
“Allah'ın
rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı
kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.”[4]
Bu ayet, Uhud Savaşı’nda
görev yerlerini terk etmiş olan Sahabe RadiyAllahu
Anhum hakkında inmiş bir ayettir. Onların bu zafiyeti savaşı kaybettirdi
ama Allah, Rasulü’nden onlara karşı yumuşak davranmasını, kaba ve katı kalpli
olmamasını istedi.
Savaşta yapılan hatalara dahi
bu şekilde davranılması gerekiyorken aile hayatındaki telafisi mümkün, küçük
hatalara karşı nasıl kaba ve sert olunabilir?
Allah’ın Rasulü’nü örnek
almış hiçbir Müslüman kadınlara kötü davranamaz! Açık haram işleme ve haramda
ısrar etme hâli müstesna kadına el kalkmaz!
Neden? Çünkü bir Müslüman
için kadın, Allah’ın emanetidir!
Allah Rasulü şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Kadınların
haklarınızı korumanızı ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz
kadınları, Allah emaneti olarak aldınız. Onların iffet ve namuslarını Allah
adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız,
kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır…”
Emanet, güvenilen bir kimseye
koruması için geçici olarak tevdi edilen şey manasına gelmektedir. Yani Allah
bize kadınlarımızı koruma görevi verdi. Onlar emanet, sahibi de Allah!
İşte size heybeti, adaleti,
zulme ve küfre karşı öfkesi ve sertliği ile tanıdığımız Ömer b. Hattab’dan
emanete nasıl davranılması gerektiğin gösteren güzel bir örnek:
Ömer RadiyAllahu Anh halifedir. Adamın biri, bazı davranışlarından
dolayı rahatsız olduğu hanımını şikâyet etmek üzere gelir, halifenin huzuruna
çıkmak ister. Kapının önüne oturur ve Ömer RadiyAllahu
Anh’ın çıkmasını bekler. Derken içeriden bir gürültü kopar. Ömer’in hanımı,
koca halifeye bağırıp çağırmaktadır, fakat Ömer RadiyAllahu Anh ağzını açıp da hanımına tek kelime bile
söylememektedir. Bu hâli gören kapıdaki adam boynunu bükerek “Bütün hiddetine ve izzetine rağmen, üstelik
de Mü’minlerin Emîri iken Ömer’in hâli böyle olursa benim halim nice olur?”
diyerek kalkıp gitmeye yeltenirken Ömer RadiyAllahu
Anh dışarı çıkar. Adamın arkasından, “Hayrola,
derdin neydi?” diye seslenir. Karşısında birdenbire Ömer’i gören adam der
ki: “Ey Mü’minlerin Emîri! Hanımımın kötü
huylarını ve bana karşı haddini aşıp ileri gittiğini size şikâyet etmek üzere
gelmiştim. Fakat hanımınızın size karşı olmadık sözler söylediğini duyunca
vazgeçip geri döndüm ve kendi kendime dedim ki: ‘Mü’minlerin Emîri hanımıyla
böyle olunca, benim derdime nasıl deva bulacak?”
Bu sözleri dinleyen Ömer RadiyAllahu Anh, adama şunları söyler: “Kardeşim, eşimin benim üzerimdeki hakları
sebebiyle ona tahammül etmeye çalışıyorum. Zira o benim hem aşçım hem fırıncım
hem çamaşırcım hem de çocuklarımın süt annesidir. Halbuki o, bütün bunları
yapmak zorunda değildir. Üstelik gönlümün harama meyletmesine engel olan da
odur. Bu sebeple onun yaptıklarına katlanıyorum.” Adamcağız “Ey Mü’minlerin Emîri!” der, “Benim eşim de
aynen öyle.” Bunun üzerine Ömer RadiyAllahu
Anh şu güzel dersi verir ve gönderir: “Haydi
kardeşim, eşine katlanmaya bak! Hayat dediğin göz açıp kapayıncaya kadar
geçiyor.”
Allah’ın Rasulü SallAllahu ve Sellem ise şöyle
buyurmuştur:
خَيْرُكُمْ خَيْرُكُمْ
لأَهْلِهِ وَأَنَا خَيْرُكُمْ
لأَهْلِي
“Sizin en hayırlınız, ehline
karşı en iyi davrananızdır. Ben ailesine karşı en iyi olanınızım.”[5]
Allah’ın Rasulü’nü örnek
almış hiçbir Müslüman kadınlara kötü davranamaz! Neden? Çünkü bir Müslüman için
kadın, Allah’ın emanetidir!
Bu hadisleri göz gördükten,
kulak işittikten sonra bir Müslüman’ın kadınlara kötü davranması, onlara şiddet
uygulaması mümkün mü?
3-Birlikte
vakit geçirin
Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı'nın yürüttüğü “Türkiye'de Aile Yapısı Araştırması”nda aile üyelerinin
birlikte yaptıkları faaliyetlere bakıldığında birici sırada %60 ile televizyon
izlemek geliyor. Bunu %26 ile akraba, arkadaş ziyareti izliyor.
Evinizde İslâmi bir atmosfer
olsun. Böyle deyince tefsir yapalım, günlük Kur’an okuyalım, hadis çalışması
yapalım gibi şeyler akla gelmesin. Öyle yapmayın! Zira hafiften başlayın ki iki
gün sonra bıkıp aldığınız kararları bir kenara atmayın. Pratik olması açısından
yapraklı takvimleri kullanabilirsiniz. Birlikte takvim yaprağını kopartın ve o
yaprak üzerindeki ayet, hadis, kıssa ve bilgiler hakkında karşılıklı konuşun.
Evlerinizi mescide çevirin,
namazları cemaatle kılın. Namazı her halükârda kılıyorsunuz, onun için bir
vakit ayırıyorsunuz, cemaatle namaz kılmanın 25 kat daha sevap olduğunu da
biliyorsunuz. Öyleyse neden aile olarak cemaatle namaz kılmıyorsunuz ki?
Hem aile olarak hem de eş
olarak birlikte vakit geçirin. Bazen çocukları bir kenara bırakıp iki eş, alıp
başınızı gidin bir yerlere. Baş başa kalın!
Birlikte vakit geçirmeyi
televizyon karşısında dizi izlemekten öteye taşıyın.
4-Birbirinize
ilgi gösterin
“Türkiye'de Aile Yapısı
Araştırması”na göre genel kanının aksine boşanmada ilk sıralarda, dayak,
aldatma, ekonomik yokluk yer almıyor. %28’lik oranla “eşlerin birbirine
ilgisizlik ve sorumsuzluğu” boşanma nedenlerinde açık ara birinci durumda.
Ne kadar vahim bir tablo
değil mi? Oysa bu meselenin üstesinden gelmek çok da zor değil.
Allah kadını ve erkeği
birbirinden farklı yarattı. Kadın erkeğin kendisi gibi olmasını isterse hataya
düşer. Erkek, kadının kendisi gibi olmasını isterse hataya düşer. Erkekler
yaratılış icabı kendi iç dünyalarında bir mekân edinir. Bazen o mekânda vakit
geçirmek, yalnız kalmak ister. Stres anında bazen oraya sığınır. Kadın ise ilgi
ister, konuşmak ister. Bu nedenle kimse eşini kendisine benzetmeye çalışmasın.
Şeri hükümlere muhalif davranışları, düşünceleri olmadığı sürece onu olduğu
gibi kabul edin. Onun kişiliğine dokunmayın. Size göre olumsuz olarak
gördüğünüz yönlerine değil olumlu yönlerine odaklanın.
Allah’ın Rasulü SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
لاَ يَفْرَكْ مُؤْمِنٌ
مُؤْمِنَةً إِنْ كَرِهَ مِنْهَا خُلُقًا رَضِيَ مِنْهَا آخَرَ
“Bir mümin erkek, bir mümine
kadına buğzetmesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir.”[6]
Bu hakikati kabullenmemiz ve
buna göre hareket etmemiz gerekir. İlgi dediğin şey 24 saat kadının peşinde
koşmak değildir elbet. Eşlerimiz sadece kendisine değer verdiğinizi, saygı
gösterdiğinizi, yaptığı şeylerden dolayı takdir ettiğinizi görmek isterler.
Bunu gösterin kardeşlerim! Pişman olmazsınız!
Birbirinize değer verin,
saygı gösterin ve takdir edin. Unutmayın ki siz bir bütünün iki yarısısınız!
5-
Çocukların yetiştirilmesi hakkında birlikte karar alın
Bu çocuk yetiştirme gerçekten
çetrefilli bir iş. Şöyle bir araştırma yaptım neler var neler...
Çocuk yetiştirmenin altın
kuralları.
Çocuğum yemek yemiyor ne
yapmalıyım?
Çocuğum söz dinlemiyor ne
yapmalıyım! gibi...
Herkes pedagog!
Herkes birilerini takip
ediyor ve onun dediklerini uygulamaya çalışıyor. İşte filan şahıs şöyle dedi,
filan şahıs böyle dedi, gibi.
Her soruna bir reçete
yazılmış. Alıp alıp uygulamaya çalışıyoruz. Âdeta komutla hareket eden robotlar
gibi olduk ve kendimiz gibi robotlar yetiştiriyoruz.
Şayet bu reçeteler işe
yaramış olsaydı “Nerede eski gençler!” diye cümle kurmazdık. Bu reçetelerle
büyüyen nesillerin kültürlü, ahlaklı, kendiyle ve toplumla barışık bireyler
olması gerekirdi. Ama öyle mi? Tam aksi...
Arkadaşlar, sorun çocuklarda
değil ebeveynlerde. Ebeveynlerin çocuğa bakış açısında. Daha doğrusu, insan
kalitesinin düşüklüğünde...
Her şey alt üst oldu ya
çocuğa bakış açısı da fesada uğradı. Son dönemde çocukları anne babalar değil,
çizgi filimler, youtuberlar, İnstegram fenomenleri büyütüyor maalesef. Çocuklarımız
bizi değil onları örnek alıyor, onlar gibi olmak istiyor.
Müslümanların çocukları
Müslüman olur! Bizim onlara verebileceğimiz en değerli şey sevgi ve İslâm
akidesidir. İslâm akidesi doğru verildiğinde çocuğu her türlü kötülükten korur.
Ayakları üzerinde durmasını sağlar. Ailesine, ümmetine faydalı birey olarak onu
yetiştirir.
6-
Mutluluğun resmini yeniden çizin
Yukarıda Batı’nın mutluluk
anlayışını ortaya koyup yanlışlığını dile getirmiş ama doğru tarifi
yapmamıştık. Mutluluğu temel ihtiyaçların karşılanmasına ek olarak, şer’î
hükümlere bağlı bir hayat, Allah’ı razı etmek için bir araya gelmiş aile, en
sıkıntılı anda bile yapılan amelden Allah’ın razı olduğunun anlaşılmalıdır ki
mutluluğa ulaşabilelim. Yoksa mutluluk bizim için Kaf dağının ardındaki bir
masaldan ibaret olacaktır.
Şimdi mutluluğun tarifinde
anlaştık mı? Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’ın razı olduğunu bildiğimiz bir
hayat sürmek.
Unutmayın ki bu tarif Ebu
Bekir, Ömer, Osman, Ali, Mus’ab, Hamza, Hatice, Fatıma, Aişe, Hansa Rıdvanullahi Aleyhim’in mutluluk
tarifidir!
7-Beklentilerinizi
sınırlayın
Eşlerin birbirinden
beklentileri sınırsızdır ve genelde bizim ülkemizde TV dizilerindeki kurgusal
evliliklerde çiftlerin birbirlerine karşı davranışları eşeler arasındaki
beklentileri belirler. Beklentiler olması gerekenin üstünde olursa hayal
kırıklığı, mutsuzluk, sevgi ve saygıda azalma ve nihayetinde boşanma…
İşte bu nedenle beklentiler
için bir sınır koyulması gerekir ki bu mutluluk tarifidir. Allah’ı razı edecek
bir hayat ve temel ihtiyaçların karşılanması beklentisi Müslüman bir aile için
belirlenmiş en doğru sınırlandırmadır.
Son olarak arkadaşlar Allah
Rasulü’nün şu sözünü unutmayın:
لِيَتَّخِذْ أَحَدُكُمْ
قَلْبًا شَاكِرًا وَلِسَانًا
ذَاكِرًا وَزَوْجَةً
مُؤْمِنَةً تُعِينُ أَحَدَكُمْ
عَلَى أَمْرِ الآخِرَةِ
“En güzel dünya nimeti,
insanın sahip olabileceği nimetlerin en hayırlısı: Zikreden dil, şükreden kalp
ve insanın iman doğrultusunda (Müslümanca) yaşamasına yardımcı olan kadındır.”[7]
Evet, bacılar siz de
Rasulullah’ın şu sözünü unutmayın!
إِذَا
صَلَّتِ
الْمَرْأَةُ خَمْسَهَا وَصَامَتْ شَهْرَهَا وَحَفِظَتْ
فَرْجَهَا وَأَطَاعَتْ
زَوْجَهَا قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الْجَنَّةَ
مِنْ أَيِّ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ شِئْتِ
“Kadın, beş vakit namazını
kılar, bir aylık orucunu tutar, namusunu korur ve kocasına itaat ederse ona
‘Hangi kapıdan dilersen oradan cennete gir!’ denilir.”[8]
Böyle bir hayat yaşanabilir
mi? Elbette ki yaşanabilir. Hem de bu devirde yaşanabilir! Aile kurumunun,
kadın erkek ilişkilerinin ifsat edildiği devirde de olsa bu şekilde
yaşamalıyız. Allah Rasulü’nün bize göstermiş olduğu güzel örnekliği biz de
diğer insanlara göstermeliyiz. Akrabalarımız, komşularımız eliyle bizi işaret
ederek işte Müslüman bir aile demelidirler.
Ali Radiyallahu Anh’ın dediği gibi:
"Öyle
bir ömür geçirin ki, düşmanlarınız bile ölümünüze ağlasın!"
[1] Bakara Suresi 251
[2] Bakara Suresi 251
[3] (İhya-u Ulumid-din. c/2, sf: 179
[4] Ali İmran Suresi 159
[5] Tirmizi
[6] Müslim,
Radâ
[7] İbni Mace, Tirmizi
[8] Ahmed b. Hanbel
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış