İnsan için hava ve
su ne kadar önemli ise dünya devletlerinin ekonomik, siyasi ve jeopolitik
konumlarını güçlendirmek için sahip olması gereken enerji kaynaklarının
çeşitliliği ve bolluğu da o derece önemlidir. Dünyanın en büyük kaynakları hiç
şüphesiz petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır.
Ülkelerin özellikle
de elektrik gereksinimi ise büyük oranda nükleer santraller vasıtasıyla
sağlanmaktadır. Büyük devletlerin zaman zaman restleşmeleri yahut dış
politikadaki sivri çıkışlarının çoğunluğu da zaten nükleer enerji faaliyetleri
gerekçesiyle yapılmaktadır. Özellikle de rekabet hâlindeki sömürgeci ülkelerin
vazgeçilmez politika malzemesidir Nükleer enerji konusu!
Her ne kadar son
yıllarda güneş enerjisi gibi alternatif kaynaklar proje geliştiriciler
tarafından modern araçlar kullanılarak geliştirilse de sömürgecilerin kolay
elde edebildiği enerji kaynakları açısından alternatifsiz ve masrafı en az olan
petrol ve doğalgaz rezervleridir.
Özellikle de her
geçen gün artan enerji ihtiyaçları dünyayı aç gözlerle süzen sömürü düzen
kurucuların alternatif arayışına itmektedir. Dünyada 31 büyük ülkede, 437 tane
devasa nükleer santral mevcut. En çoğu da İran’a her seferinde nükleer santral
dolayısıyla yaptırım tehdit eden Amerika’da yer almaktadır. 104 adet reaktörü
bulunan Amerika’yı Fransa, Rusya ve Çin takip ediyor.
Yeryüzünde
tüketilen enerji kaynak çeşitliği temel alındığında petrol, doğalgaz ve kömür
üçlüsünün hâlen zirvede olduğunu söylersek abartmış olmayız. Zira Avrupa’ya
doğalgaz sevkiyatının hâlen borularla ülkeler ve denizler aşılarak
ulaştırılıyor olması ve doğalgaz kullanımının her geçen gün yükselen bir ivme
ile tüketilmesi bunu göstermektedir.
Daha 2000’li
yıllarda tüketilen enerjinin %87’si bu üç kaynaktan elde edilirken nerdeyse 18
yıl sonra ortaya konulan veriler bu oranın sadece %3 düştüğünü gösteriyor. Bu
da talebin ve tüketimin çok fazla olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bir gerçek
daha var ki; nükleer enerjinin geleceğin vazgeçilmez temel enerji kaynağı hâline
geleceğidir. Az evvel ifade ettiğim gibi nükleer santral kurma konusunda
çevresel etkisi ve kirliliği dikkate almadan büyük devletlerin onları kurmaya
devam etmesi bunu göstermektedir.
Hâlihazırda
birazdan ortaya koyacağımız somut veriler özellikle Akdeniz ve Hazar denizi
havzası ile tarihte Mezopotamya veya verimli hilal diye tabir edilen coğrafik
bölgelerin enerji kaynağı olma yönüyle ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Şu sıralar dünya devletlerinin açık ittifaklar oluşturarak bölgede mevcut
rezervleri keşfedip sömürme kaygısı taşıması ve deniz aşırı ülkelerin binlerce
kilometre mesafe kat ederek bu bölgelere arama tarama faaliyetlerini sevk ve
kontrol amacıyla gelmiş olması, aslında aklı başında her bireyin müşahede
edebileceği bir gerçeği ortaya koymaktadır. O da enerjiye olan gereksinimin artarak
devam ettiği ve sözü edilen bölgelerin enerji rezervinin, büyük devlet olma
arzusu taşıyan devletlerin iştahını kabarttığı gerçeğidir. Şimdi somut veriler
üzerinde bölgeleri inceleyelim.
2017 yılı dünya
petrol rezervi 1,7 trilyon varil olarak açıklandı. Bölgesel açıdan
incelendiğinde, Orta Doğu Bölgesi, dünyada mevcut petrol rezervinin %47,6'lık
bölümüne tek başına sahiptir. Orta Doğu'yu, %19,5'lik rezerv miktarı ile Orta
ve Güney Amerika izlerken bunu %13,3'lük rezerv miktarı ile de Kuzey Amerika izlemektedir.
Şimdi bölgesel bazda enerji üretim miktarlarını ve jeopolitik sonuçlarını
değerlendirelim.
Doğu Akdeniz Havzasının Mevcut Potansiyel
Türkiye'nin Libya
ile “Deniz Yetki Alanlarının Belirlenmesi” konusunu bölgede mevcut olan enerji
yatakları dikkate alınmadan okunması, Fransa’nın İsrail’in ve Yunanistan
yönetiminin bölgede ittifak arayışına girmesi ve Amerika’nın her seferinde
bölgeyi kaşıması ve Suriye sahasında varlık gösterme gayreti boşuna değildir.
Bu bölge coğrafik
olarak doğu-batı yönünde yaklaşık 4 bin km, güney-Kuzey yönlü ise 750 km’lik
geniş bir alanı ifade ediyor. Doğu Akdeniz Havzası’nın, Suriye’nin batı
sahillerinden başlayıp Tunus’un doğu kesimlerine kadar genişleyen bir alanı
var. Bu alanda özetle 3 ana bölgede
somut keşifler yapılmış. Bunlar Tamar sahası, Leviathan sahası ve Afrodit
sahası…
Gasıp Yahudi
varlığı “İsrail”in Tamar ve Leviathan sahalarında ispatlanmış doğalgaz miktarı
yaklaşık 700 milyar metreküp civarıdır. Sadece Leviathan sahasındaki 453 milyar
metreküplük doğalgaz tek başına 25 Avrupa ülkesine 6 yıllık enerji ihtiyacı
karşılayacak büyüklüktedir.
Doğu Akdeniz’de
yaklaşık 1,7 milyar varil civarında petrol ve 3,5 trilyon metreküp doğalgaz
rezervi olduğu tahmin ediliyor. Bunun toplam tahmini piyasa değeri ise 1,5 trilyon
doları bulmaktadır. Kıbrıs çevresinde ise 30 milyar metre küp petrol yatağı
bulunduğu ifade ediliyor. Bu rezervin, tarama yapılan bölgenin sadece %5’ini
oluşturması bölgede olası petrol ve doğalgaz rezervinin ne kadar yüksek
miktarda olduğu konusunda bir fikir veriyor. Öyle ki tek başına bu rezerv,
Türkiye’nin 572 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayacak devasa bir büyüklükte
bir potansiyelin varlığı anlamına gelmektedir.
Doğu Akdeniz'de
toplam değeri 3 trilyon dolara denk gelen miktarda hidrokarbon rezervinin
olduğu ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi raporunda ifade ediliyor.
Dolayısıyla
Türkiye, KKTC, Suriye, Filistin, İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi,
Yunanistan ve Lübnan bölgede stratejik plan ve projeler ortaya koymakla
beraber, çokuluslu devletlerin güdümündeki dev petrol şirketlerinin (Fransız
şirketi Total, İtalyan şirketi ENI, İngilizlerin BP) sahada ekonomik
ittifaklara dâhil olma arzusu bölgede varlık göstermeye çalışan Avrupa için
önemli bir araç durumundadır.
Hazar Havzasının Mevcut
Enerji Potansiyeli
Kazak, Türkmen ve
Azerbaycan enerji kaynağı olan Hazar Havzası her ne kadar hukuki noktada tam
bir yere oturtulamasa da yoğun doğalgaz ve petrol havzalarından biridir. Ortak
mülkiyet kavramıyla Hazar Denizi’nin enerji kaynağının bölüştürülmesini savunan
Rusya, bölgede İran’ı da yanına alarak çözümsüzlük odaklı bir yaklaşım
sergilerken diğer ülkeleri kendisine siyaseten mecbur bıraktıran bir noktada
durmaktadır. Bunu yaparken de geniş sınırlarının sağladığı avantajı göz önüne
almaktadır. Zira bu ülkeler, petrol ve doğalgaz satışı için çoğunlukla Rusya’ya
bağımlı olmaktadırlar. Rusya’nın kendi mevcut rezervi yeterince bol olduğu için
Hazar’a kıyısı olan ülkelerin üretim potansiyellerini ülke ekonomisi için bir
girdi kaynağı olarak görmektedir.
Bunun farkında olan
Azeri yöneticiler alternatif koridorları kullanarak Avrupa’ya daha yüksek
fiyatlarda gaz satışı yapma yolları edinmiştir. Yakın zamanda bilindiği üzere
Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi adıyla TANAP, Azerbaycan’ın Hazar
Denizi’nin güneyindeki sahalarda üretilen doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya
satma projesini hayata geçirmiştir.
Zaten Avrupa’nın
Doğu Akdeniz Havzası’na olan yoğun ilginin bir gerekçesi de Hazar havzası,
Ortadoğu Ülkeleri ve Rusya’ya olan bağımlılığı bir nebze azaltmak ve alternatif
kaynaklar bulma kaygısıdır.
Azeriler Bakü’deki
petrol kuyularından dünyaya Bakü-Novorosiysk Boru hattı ile Rusya üzerinden,
Bakü-Tiflis-Supsa kanalıyla Gürcistan üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru hattı
ile de Türkiye üzerinden satış yapmaktadır. Dolayısıyla burada iki ana sorun
vardır. Doğalgazı taşıma masrafı ve taşınacak ülke bulma sorunu… İşte Rusya bu
alandaki açığı hem ülke sınırlarının uzunluğu hem de taşıma ve satış yapabilme
avantajını kullanmaktadır. Bu yolla milyar dolarlarca para kazanmaktadır.
Azerbaycan, yıllık
yaklaşık 100 milyon ton petrol üretmektedir. Sadece Ocak-Mart 2020 döneminde
9,3 milyon ton petrol üretildiği ve 2019 verilerine göre 1718 milyar metreküp doğalgaz
ürettiği ifade edilmektedir. Her geçen yıl bir önceki yıla nazaran %30’dan
fazla artış sağlanmaktadır.
Yine Hazar Havzası’nda
yer alan Türkmenistan ise 600 milyon varillik bir petrol rezervine sahiptir.
2015 yılına ait bilgilere göre 261.000 varillik bir günlük petrol üretimi
yapmıştır. Öyle ki bu veri 2014’te 249.000 varil civarındaydı. Türkmenistan
petrolden daha çok doğalgaz rezervine sahiptir. Bu kaynaklar Türkmenistan'ı
dünyanın en büyük 6. doğalgaz rezervine sahip ülkesi konumuna getirmiştir.
Orta Asya cumhuriyetleri
ile Hazar Denizi ülkeleri arasında Türkmenistan, en fazla ihraç yapan ülke
konumundadır. İlginçtir ki Rusya ve İran, Türkmenistan'dan gaz ithal
etmektedir, ancak bu gazın en büyük alıcısı ve toplam satışın %70'ten
fazlasının yapıldığı ülke Çin'dir.
Dolayısıyla bölgede ülkeleri açısından en önemli şey sadece enerjiye
sahip olmak değil aynı zamanda bölge dışındaki ülkelere satış için koridor
oluşturabilme ve taşıyabilme kapasitesine sahip olmaktır.
Ortadoğu Bölgesi Enerji Potansiyeli
Her ne kadar “Ortadoğu”
terimi Batılıların yön tarifi yaparken kendi coğrafyalarını baz alarak ifade
ettikleri bir kavram olsa da genellikle kastedilen Suriye, Kuveyt, İran, Irak,
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Umman, Katar ve
Yemen’i içine alan Güneybatı Asya’daki petrol zengini ülkeler kastedildiği için
tüm bu ülkeleri ifade etmek amacıyla kullanmak istedim. Bu ülkelerin yüz ölçümü
yerküremizin %3’lük alanını kapsıyor olsa da tek başına bu 10 ülke dünya
doğalgaz rezervinin %47’sini karşılamaktadır.
İran'ın 211 milyar
varil kanıtlanmış petrol rezervi bulunuyor. Kasım 2020’de Cumhurbaşkanı
Ruhani’nin “Ülkenin güneybatısında
53 milyar varil rezerve sahip yeni bir petrol sahası bulduk!” şeklindeki ilanından sonra bu
miktar 264 milyar varil seviyesine çıkmış oluyor. Suudi Arabistan’ın 300 milyar
varil kesinleşmiş petrol rezervi bulunurken sadece Kuveyt ve Birleşik Arap
Emirlikleri’nin toplam 200 milyar varillik petrol yatağı mevcut. Irak ise 150
milyar varil petrole sahip ve günlük olarak 4635 milyon varil üretim
yapmaktadır.
Burada denklemin
kilit noktası elbette Suriye sahasıdır.
Zira Suriye, bölge ülkeleri içinde en fazla petrol boru hattı taşıyan
ülke. 1300 kilometre uzunluğunda petrol boru hattı ile Suriye, Ortadoğu
petrollerinin Akdeniz’e ulaştıran önemli bir ara ülke konumunda… Örneğin
Irak’ın Musul kentinden, İsrail’in Hayfa limanına aktarılan petrolün boru hattı
yine Suriye topraklarından geçmektedir.
Ortadoğu’da petrol zengini ülkelerin en büyük ihraç ürünü bu zengin
enerji kaynağıdır.
İsrail varlığının,
İngiltere’nin, Fransa’nın ve ABD’nin bu coğrafyadaki zayıf karakterli
liderlerle olan sıkı ilişkileri dikkate alındığında bölgenin sömürgeci ülkeler
açısından ne denli önemli görüldüğü açığa çıkmaktadır. İsrail’in çıkarlarına
hitap eden Yüzyılın Barış Planı yahut ABD’nin Genişletilmiş Ortadoğu Planı adı
verilen projeleri gerçekte enerji ve ticaret esasına binaen teşkil edilmiş olan
sömürü planlarıdır.
ABD ve Rusya’nın Enerji Potansiyeli
Orta ve Güney
Amerika, dünya petrol rezerv miktarının %19,5'lik kısmını, Kuzey Amerika ise
%13,3'lük kısmını tek başına karşılamaktadır. Rusya ise dünya rezerv miktarının
%6,3’lük kısmını tek başına karşılamaktadır. Dolayısıyla her ne kadar Ortadoğu
bölgesinde yer alan 10 ülkenin toplam rezerv içindeki payı %46 dolayında olsa
da ABD ve Rusya %39’luk oran ile aynı zamanda büyük iki enerji üreten ülke
konumundadır. Rusya, doğalgaz üretimi yönüyle de 31 trilyon metreküp üretim ile
dünyanın tek başına %16’lık ihtiyacını karşılamaktadır. Onu sırasıyla İran ve
Katar izlemektedir. Amerika ise 5. sırada yer alıyor ve 9,3 trilyon metreküp
üretim ile dünya doğalgaz ihtiyacının %5’lik kısmını karşılamaktadır.
Burada, Rusya-ABD çekişmesinde enerji meselesinin önemli bir yeri olduğunu vurgulamak isterim. Amerika; Estonya, Ukrayna, Letonya, Litvanya ve Romanya’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını bilmektedir. Ayrıca bu ülkelerin, Avrupa ülkeleri ile Rusya arasında Doğu-Batı ekseninde yer aldıkları da bir gerçektir. Yine Amerika, gerek NATO’ya aktif üyelikleri noktasında, gerekse de AB ülkelerini askeri olarak zaafa uğratacak ve Rusya ile karşı karşıya getirecek her türlü pozisyondan uzak tutma kaygısı taşımıştır. Amerika, Ukrayna üzerinden Rusya’yı politik kargaşaya sürükledi. Kırım meselesini ve Gürcistan meselesini, Rusya’nın Avrupa’ya ve Doğu Akdeniz’e açılmaması için kullandı. Tüm bunları siyasi malzeme yaparak Avrupa’nın kendisine bağlı ve kendi enerji koridoruna bağlı hâle getirmek istedi. Bunun için Türkiye üzerinden TANAP ve Bakü-Ceyhan-Tiflis hattının önemini arttırdı. Akdeniz’de keşfedilen doğalgaza gözlerini dikerek rezerve, sırf Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltır gerekçesiyle tamah etti. Rusya’yı Ermenistan-Azeri savaşında taraf yaparak bu vesileyle Doğu Akdeniz ve Libya politikasında gücünü zayıflatmak istedi. Tüm bu politik hesaplar ile Avrupa’yı siyaseten ve ekonomik gerekçelerle kendine bağlamak istemektedir.
Burada şu noktanın
altını çizmek isterim: Müslümanların yaşadığı coğrafyalar zengin kaynaklarıyla
dünyanın gözlerini diktiği topraklardır. Bu toprakların zengin kaynakları, bu
coğrafyada nefes alıp veren insanlara ait olmalıdır. Burada yaşayan insanların
maslahatına işlenmeli ve ekonomileri için bir ana girdi kaynağı olmalıdır.
Bunun için dışa askerî anlamda bağımlılığı azaltıcı politikalar geliştirilmeli,
yerel kaynakların işlenmesi ve işletilmesi için stratejik planlar teşkil
edilmeli ve beyin göçüne engel olunacak ekonomik hamleler yapılmalıdır. Tüm
bunlardan önce sağlam bir duruşla, sömüren güçlerin planlarına araç olunmamalı
ve gerekirse mevcut ekonomik ve askerî anlaşmalar rafa kaldırılarak, güçlü bir
irade gösterilmelidir. Şuna inanıyorum ki tüm bunlar, kapitalist ideolojiyi
Müslümanlar üzerinde tatbik eden yöneticiler eliyle değil, İslâm ideolojisini
Müslümanlara tatbik edecek râşid halifeler eliyle gerçekleştirilebilecektir.
Bunun için çok daha fazla enerji kaynaklarımızın sömürülmemesi adına Râşidî Hilâfet
Devleti’ni ikame etmek Müslümanlar için elzemdir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış