Biz öyle bir
Allah’a inandık ki, O yüce yaratıcı indirdiği Kitabı ve göndermiş olduğu Rasulü
Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile bize her şeyi beyan etti.
Hiçbir hususu kapalı ve muallakta bırakmadı. İnsan olması hasebiyle tüm
insanlara -özelde ise tüm Müslümanlara- taşıyamayacakları bir yükü yüklemedi.
Takip etmemiz gereken yolu ve bu yolda yapmamız gereken işleri bizlere öğretti.
İslâm hükümlerinin her zaman ve her yerde kaim olmasını bize emrettiği gibi
bunları tatbik etme ve koruyup kollama keyfiyetini de öğretti.
Allah Azze ve
Celle, iman edip salih amel işleyenleri yeryüzünün hâkimleri kılacağını Kur’an-ı
Kerim’inde vaadetti: [وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ
وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ
مِنْ قَبْلِهِمْۖ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ
وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْناًۜ يَعْبُدُونَن۪ي لَا
يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـٔاًۜ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ
الْفَاسِقُونَ] “Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde
bulunanlara va'd etmiştir. Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve
iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak,
kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar,
yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan
sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.”[1]
Hiç şüphesiz ki
bizler Rabbimizin bu vaadinin daha önce gerçekleştiği gibi yine
gerçekleşeceğine inanıyoruz. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Huzeyfe b.
el-Yemân’dan rivayet ettiği hadiste Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurmaktadır: [تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ
اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ
تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ
تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ
مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا
إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا
شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ
تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ] “Nübüvvet
aranızda Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Allah kaldırmayı dilediği zaman
onu kaldıracaktır. Sonra nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır. Bu da
Allah’ın dilediği kadar kalacak sonra dilediği zaman Allah onu kaldıracaktır.
Sonra ısırıcı yöneticiler dönemi olacaktır. Bunlar da Allah’ın dilediği kadar
kalacak ve Allah kaldırmayı dilediği zaman bunları da kaldıracaktır. Daha sonra
zorba, zalim yöneticiler dönemi olacaktır. Onlar da Allah’ın dilediği kadar
kalacaklar ve Allah dilediğinde onları kaldıracaktır. Sonra nübüvvet metodu
üzere Hilâfet olacaktır. Sonra sustu.”[2]
Hem Nur Suresi 55.
Ayette müjdelenen hususların hem de yukarıda yer vermiş olduğumuz hadiste
belirtilen son aşamanın (Râşidî Hilâfet) tahakkuku için Müslümanların bakmaları
ve yapmaları gereken birtakım hususlar vardır. Bunlar:
1- Bu
Vaadin Tahakkuku Hususunda Müslümanların Yapmaları Gerekenler
Allah Azze ve
Celle’nin teklif-i mâ’lâ yutâk ile yani taşıyamayacakları herhangi bir
hususla Müslümanları sorumlu tutmayacağında şüphe yoktur. [وَالَّذِينَ
آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا
أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ] “İman edip salih ameller işleyenlere
gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz- işte onlar
cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.”[3] Bu
ayette Allah Subhânehu müminlerin taşıyamayacakları herhangi bir şeyle sorumlu
olmayacağını belirtmekle birlikte öncesinde Müslümanların yapmaları gereken
hususları zikretmekte ve “iman edip salih amel işleyenler” ifadesiyle
bunu ilişkilendirmektedir. Buna göre Nûr Sûresi’ndeki ayette yer alan vaadi
gerçekleştirecek olan Müslümanların öncelikli olarak salih amel işlemeleri
gerekir. Ayete göre “Allah’a ve
Rasulü’ne ve hak olarak gelen her hususa iman eden kimseler Allah’a ve Rasulü SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’e itaat edip Allah’ın koyduğu sınırların gereğini
yapanlar, farzları eda edip haramlarından kaçınanlar “salih amel işleyenler”[4]
olarak vasıflandırılmaktadır.
Bu hususta Müslümanların yapmaları gereken salih amel, Allah’ın
indirdikleri ile hükmedecek, Allah’ın dinini cihad yoluyla dünyanın her bir
yanına taşıyacak Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulması ve halifeye biat edilmesi
farzını gerçekleştirmek için çalışmak şeklinde olacaktır. Öyleyse ayette
belirtilen vaadin gerçekleşmesi için tüm Müslümanların nasslar tarafından beyan
edilen hususları yapmaları elzemdir.
Allah Azze ve Celle birçok ayette de iman edip salih amel
işleyenlere yardım edeceğini vaadetmektedir. Mesela; [وَلَيَنصُرَنَّ اللَّـهُ مَن يَنصُرُهُ ۗ إِنَّ اللَّـهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ] “Allah, kendisine
(kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz
Allah, güçlüdür, galiptir.”[5] Bu ve benzeri ayetlerde Allah Subhânehu’nun mümin
kullarına yardım edeceğini vaad etmiş olması, O’nun yapılmasını emrettiği
hususların yerine getirilmesi için çalışan Müslümanlara her zaman ve her yerde
yardım edeceği anlamına gelmektedir.
Ancak bir başka ayette Allah Subhânehu bu yardımı şarta bağlamış ve şöyle
buyurmuştur: [يَا أَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّـهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ] “Ey iman edenler!
Şayet siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder,
ayaklarınızı kaydırmaz.”[6] Bu ayete
göre iman edenlerin Allah’ın yardımına mazhar olmaları, Allah’ın dinine yardım
etmeleri şartına bağlanmıştır. Bir başka ifade ile ayet ve hadisteki vaadin
gerçekleşebilmesi Müslümanların bu uğurda çaba göstermelerine, yapılması
gerekenleri yapmalarına bağlıdır. Çünkü ayette yer alan ve “şayet” anlamına
gelen (إِن) edatı
şart ifade eder. Şart koşulan husus yapılmayınca buna bağlı olan husus da
gerçekleşmez. Yani Müslümanlar Allah’ın dinine yardım etmedikleri zaman Allah
da onlara yardım etmez!
2- İçerisinde
Bulunduğumuz Ortam ve Müslümanlarda Müjdenin Tahakkuku İçin Gerekli Şartların
Mevcudiyeti
Günümüz Müslümanları ve İslâm dünyası ayette ve hadiste ifade edilen
müjdeye nasıl bakıyorlar? Allah’ın indirdiği hükümleri uygulayacak olan Râşidî
Hilâfet Devleti’ni benimseyip destek verirler mi? Bu hususta üzerlerine düşen
çalışmayı yaptılar mı? Bir başka ifade ile Allah’ın yardımını kazanmayı hak
ettiler mi?
Şüphesiz ki bu soruların cevaplandırılması birtakım hususların
bilinmesini gerektirmektedir. Bu hususlar şunlardır:
a-
Osmanlı
Devleti’nin yıkılmasından bu yana Müslümanlar, dünyanın her bir yanında
İslâm'ın hayata hâkim olması için farklı isimlerdeki birçok cemaat, hareket ve
yöntemlerle çalıştılar. Her ne kadar bu hareketlerin büyük bir kısmında, sahip
oldukları fikirler, çözümler ve takip ettikleri yöntem itibariyle yanlışlıklar,
eksiklikler bulunsa da İslâm adına çaba gösteren Müslümanların önemli bir kısmı
gayret ve çabalarında samimi idiler. Tüm hatalarına ve yanlışlıklarına rağmen
onların akıllarında da duygularında da İslâm vardı. Bunun en canlı örneği,
Türkiye’deki Müslümanların durumudur; Cumhuriyetin ilk yıllarında İslâm'a ve
Müslümanlara karşı takınmış olduğu tavır nedeniyle CHP, 1950’li yıllardan bu
yana hiçbir zaman tek başına iktidar olamamıştır -ki şu andaki verilere
bakıldığında olması da mümkün değildir-. İslâm'ın hükümlerini yaşamaktaki
kusurlarına, namaz gibi farzları eda etmemelerine hatta haramlardan bir kısmını
dahi işliyor olmalarına rağmen birçok insan, Cumhuriyetin ilk yıllarında
İslâm'a ve Müslümanlara karşı yaptıklarından dolayı CHP’ye düşmandır.
Yine iktidar koltuğuna oturduğu ilk günden bu yana tek bir İslâm hükmünü
dahi uygulamamış olmasına, bundan da öte “AB’ye uyum kanunları” ve “İstanbul Sözleşmesi”
aracılığıyla küfür ve düşüncelerinin Müslümanlar arasında daha da
yaygınlaşmasına imkân tanımasına rağmen Müslümanların Erdoğan’a destek
vermelerinin temel nedeni de İslâm ve İslâmî duygulardır.
İslâm'a ve Müslümanlara sadık olmayan yöneticilerin -mesela, Erdoğan’ın
“one minute” çıkışında olduğu gibi- göstermelik tavırları karşısında İslâmî
duyguları kabaran Müslümanların, “İsrail” varlığını haritadan silme hususunda
fiilî olarak icraat sergileyecek olan raşid bir halife ve İslâm Devleti için
canlarını dahi feda etmekten geri durmayacaklarında ve böyle bir devletin
kurulmasını coşku ile karşılayacaklarında şüphe yoktur.
b-
Sahip
olduğu fikirleri, takip ettiği metodu, siyasi uyanıklığı, şer’î hükümlere
bağlılığı, Allah ve Rasulü’nü razı etmenin dışında hiçbir kimseye aldırış
etmeden Rasulullah’ın devlet kurmada takip ettiği metodu takip eden Takiyyuddin
Nebhanî Rahimehullah ve kurmuş olduğu siyasi parti Hizb-ut Tahrir bu
hususta ciddi adımlar attı. Hizb, kurulduğu ilk günden bu yana, Allah’ın
müjdesinin gerçekleşmesi için her türlü çabayı ortaya koydu. Kurulduğu 1953
yılından bu yana İslâm dünyasından Avrupa ülkelerine, Rusya’ya, Türki
cumhuriyetlere varıncaya kadar dünyanın dört bir yanında teşkilatlanmasını
gerçekleştirdi. Kendi bünyesinde çalışan gençlerini İslâm kültürü ile
kültürlendirdi. İslâmî meselelerde onları şer’î hükümlere bağlı Müslümanlar hâline
getirdi.
Böylece Hizb’in varlığı, İslâm ümmetinin İslâm Devleti’nin ikamesi
yolunda önemli bir boşluğu doldurmuş oldu.
3- Râşidî
Hilâfet Devleti’nin Kurulması Hâlinde Var Olması Gereken Hazırlıkların Durumu
Allah ve Rasulü
tarafından müjdelenen husus sıradan bir husus değildir. Nûr Sûresi’ndeki ayette
Allah Azze ve Celle Müslümanlara üç hususta birden vaatte bulunmaktadır.
Bunlar:
a- Yeryüzünün
güç ve iktidar sahibi olacakları,
b- Kendileri
hakkında razı olduğu dini ile onları yerleşik kılıp sağlamlaştıracağı,
c- Korkularından
sonra onları güvenliğe çevireceğidir.
Efendimiz SallAllahu
Aleyhi ve Sellem ise hadisinde “nübüvvet metodu üzere Hilâfet”in
olacağını müjdelemektedir.
Gerek ayette ve
gerekse hadiste belirtilen hususlar açık ve net bir şekilde Allah’ın
indirdikleri ile hükmedecek olan bir devleti işaret etmektedir. Devlet
niteliğine sahip bir güç olmadan da bunların gerçekleşmesi mümkün değildir.
Ancak bir devletin
kurulması, ayakta kalması, ümmetin karşılaşacağı sorunların çözülebilmesi bu
hususta gerekli hazırlıkların yapılmasına, kadronun oluşturulmasına ve daha
başka birçok hazırlığın yapılmasına bağlıdır. Yani devletin kurulması için
çalışma yapmak bir gereklilik olduğu gibi devletin kurulmasından sonrası için
gerekenleri hazırlamak da “Allah’ın dinine yardım etme” şartlarındandır.
Bir gün dahi olsa
Allah’ın indirdikleri dışındakilerle hükmetmek haramdır.[7] Kur’an-ı
Kerim’deki bir çok ayet, Allah’ın indirdikleri dışındaki hükümlerle hükmetmenin
haram olduğuna, İslâm dışı hükümlerle hükmeden kimselerin günahkâr olduklarına
delalet etmektedir. Bu nedenledir ki İslâm Devleti’nin kurulduğu andan itibaren
halifenin her hususta ancak ve ancak şer’î hükümlere göre hüküm vermesi,
Müslümanların işlerini Allah’ın indirdiği hükümlere göre çözüme kavuşturması
farzdır.
a- Efendimiz
SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine’ye hicret edip devletini kurmasının
ardından da tüm meseleleri vahye göre çözüme kavuşturuyordu. Herhangi bir
mesele ile karşılaştığında ya da kendisine bir soru sorulduğunda, Allah Azze
ve Celle o hususla ilgili hemen bir hüküm indirdiği gibi çoğunlukla da bu
hükmü “vahyi ğayri metluv” ile yani kendisine ait kavlî, fiilî ve takrirî
sünneti ile çözüyordu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
ardından gelen raşid halifeler ise herhangi bir mesele ile karşılaştıklarında
meselenin hükmü için Kur’ân ve Sünnet’e bakıyorlardı.
Günümüze de hiç
tereddütsüz Allah’ın indirdikleri ile hükmetmek farz olup aksi ise günahtır.
Dolayısıyla devleti kurmak için çalışan kitlelerin bu hususta gerekli donanıma
sahip olmaları gerekir. İktisattan tutun ictimai nizam ve eğitimle ilgili
konularla, dış politikadan ordu ve mâli konulara.. velhasıl devlet olmanın
gerektirdiği tüm hususlarla ilgili siyaset ve ilham kaynağının İslâm olması ve
problemlerin İslâm hükümlerine göre çözülmesini sağlayacak gerekli
hazırlıkların tüm detaylarıyla yapılması bir farziyettir.
b- Osmanlı
Hilâfeti’nin ilgası sürecinde İngiltere ve günümüzde de ABD liderliğindeki
İslâm'a ve Müslümanlara karşı kin ve öfke ile dolu olan kâfirler, Allah’ın vaadinin
gerçekleşmesini engellemek için çalıştıkları gibi, İslâmi Devlet kurulduktan
sonra da boş durmayarak onu yok etmek için işbirliğine girişeceklerdir.
Dolayısıyla devleti kuracak olan kitlenin devletin yönetilmesinde gerekli olan
çözümleri şimdiden elinin altında hazır bulundurması gerekir. Zira devletin
kurulmasının ardından küfür devletleri tüm güçleri ile vahşiler gibi saldırmak
için işbirliğine girişecekler, oyunlar ve tuzaklar kuracaklardır.
c- Diğer
bir taraftan, devlet kurulduktan sonra ümmetin tam desteğinin alınabilmesi için
devlette uygulanacak olan anayasasından yönetim sistemine, ictimai nizamına ve
diğer hususlara varıncaya kadar her şeyin ümmet nezdinde açık, net ve bilinir
olması lazımdır. Ümmet, devlet kurulduktan sonra kendilerine nasıl bir uygulama
yapılacağını bilmelidir. Bunun olması için ise bu hususların şimdiden hazır hâle
getirilip ümmetle sürekli olarak paylaşılması, ümmetin bu hükümler hakkında
bilgilendirilmesi gereklidir.
İşte yukarıda
sıralamış olduğumuz hususların eksiksiz olarak yerine getirilebilmesi için,
bugün Müslümanların elinde Allah’ın indirdikleri ile hükmedecek bir devlette
uygulamaya konulacak hükümlere ait detayları ümmetin bilgisine sunan Hizb-ut
Tahrir gibi bir çalışma/kitle bulunmaktadır. Hizb-ut Tahrir bu minvalde
neşriyatlar hazırlamış ve bunlardan kimilerini Râşidî Hilâfet Devleti’nde aynen
uygulamaya konulacak olan hükümler olarak benimsemiştir.
Dolayısıyla Hizb,
Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulmasının ardından uygulamanın nasıl olacağını,
ümmetin sorunlarının nasıl çözüme kavuşturulacağını tüm detayları ile ortaya
koymuş, ümmetle paylaşmıştır.
4- Râşidî
Hilâfet Devleti’nin, Allah’ın İzniyle Kurulduktan Sonra Ayakta Kalma
Dinamikleri
Yukarıda sıralamış
olduğumuz hazırlıklar dışında bir devletin ayakta kalmasını sağlayacak birtakım
hususlar vardır.
a- Askerî
güç:
Kurulacak İslâm Devleti’nin askerî gücü, birinci derecede hangi coğrafyada
kurulacağına bağlıdır. Örneğin, içerisinde yaşadığımız bu topraklarda Râşidî
Hilâfet Devleti’nin kurulması hâlinde ümmetin güçlü bir orduya sahip olacağını
söyleyebiliriz. Her ne kadar birileri bu ordunun Yahudi varlığı karşısında
güçsüz olduğu safsatalarını ümmet içerisinde yayıyorsa da bu tamamen
aldatmacadır, yalandır. Osmanlı Hilâfet Devleti’nin yıkılmasının ardından
dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların düzenli bir orduya, sadık komutanlara
ve devlet başkanlarına sahip olmadıklarında bile nasıl kahramanlıklar
sergiledikleri hepimizin malumudur. ABD’nin Irak işgali sırasındaki Felluce
direnişi, aynı şekilde Rusya’nın Çeçenistan yiğitleri karşısındaki acizliği; ciddi
bir devlete ve orduya sahip olmadıkları bir ortamda bile Müslümanların
kahramanlıklarına örnektir. Allah için sadık ve samimi olan raşid halife
liderliğindeki düzenli bir ordu ile elbetteki bunun onlarca, yüzlerce kat
fazlasını başarma gücüne sahip olacaklardır.
b- Ekonomik/mâli
yeterlilik:
İslâm ümmetinin yaşadığı toprakların ekonomik güç bakımından bu yeterliliğe
sahip olduğunda da şüphe yoktur. Rabbimiz dünyanın en zengin petrol, doğalgaz
ve diğer madenlerini bu topraklara lütfetmiştir. Günümüzde hain Suud Arabistan,
Körfez ve Irak gibi beldelerimizdeki yöneticilerin trilyonlarca doları bulan
kişisel servetlere sahip olduklarını, sömürgeci efendilerini razı etmek için
trilyonlarca dolar para harcadıklarını dikkate aldığımızda ümmetin sahip olduğu
servetlerin yeterli olduğu şüphesizdir.
c- Beşerî
güç unsuru:
Elbetteki burada en önemli hususlardan birisi kurulacak olan İslâm Devleti’nin
ümmetin desteğine sahip olup olmamasıdır. Özellikle 2011 yılında başlayan Arap
Baharı, ümmetin günümüz yöneticilerine bakışlarını net bir şekilde ortaya
koymaktadır. Ümmet, kendilerini karanlıklardan, zulümlerden kurtaracak olan
İslâm'ın nurunu tüm gücüyle kucaklamaya hazırdır. Bu hususta ümmetin önündeki
en büyük engel kuzu postuna bürünmüş, timsah gözyaşları döken, ağızlarından kan
akan yalancı yöneticiler ve onlarla birlikte hareket eden yamaklarıdır. Ümmetin
önündeki bu sahte perde kaldırıldığında insanlar hakikati göreceklerine şüphe
yoktur.
Netice olarak:
Günümüz Müslümanları Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulması için gerekli
dinamiklerin tümüne sahiptir. Bu hususun şu an için sadece Rabbimizin dilediği
zamana bağlı olduğuna inanıyoruz. Şüphesiz ki her şeyin doğrusunu Allah Azze
ve Celle bilir. Bunlar bizim değerlendirmelerimizdir. Bizler bu hususta
ümitliyiz. Çalışmalarımızı bırakmadık, devam ettiriyoruz ve Allah’ın vaadi
gerçekleşinceye kadar da durmadan devam ettireceğiz. Korkakların,
saptırıcıların, dünyevi maslahatlarının peşinde koşanların, hainlerin, iki
yüzlü münafıkların sözlerine ve yaptıklarına bakmıyoruz/aldırmıyoruz.
[1] Nûr 55
[2] Ahmed b. Hanbel, H. No: 22904, Bezzar
Müsned, H. No: 2429, Teyâlisî Müsned, H. No: 433
[3] Araf 42
[4] Atâ b. Halil Ebu’r-Raşte, et-Teysîr Fî
Usûlü’t-Tefsir, Dâru’l-Ümme, Üçüncü Baskı, 2006. Beyrût-Lübnan S: 105
[5] Hacc 40 ve ayrıca benzer şekilde; Âl-i
İmran 123, Rûm 47 ayetleri de Allah’ın yardım edeceğini vadettiği
ayetlerdendir.
[6] Muhammet 7
[7] Mâide 49
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış