EKONOMİDE SORUN KAYNAK DEĞİL SİSTEM SORUNUDUR

Mahmut Kar

Türkiye 07 Haziran genel seçim sürecine yaklaşırken siyasi partilerin çalışmaları da hızlandı. Seçim beyannameleri tek tek açıklandı. Ak Parti’nin seçim beyannamesinde ağırlıklı olarak temel hak ve hürriyetler, kadın erkek eşitliği ve eşit vatandaşlık vurgusu ön plana çıktı. Ak Parti tüm bunların yeni Türkiye’de en üst düzeyde uygulanabilir olması için yeni anayasa ve Başkanlık modelini bir anlamda şart koşmuş oldu. Ak Parti’nin seçim beyannamesinde önümüzdeki 5 yılda halkın ekonomik durumuna ilişkin bol keseden vaatlerinin olmaması kendisi açısından normal karşılanabilir. Ekonomik politika açısından temel çizgide herhangi bir sapmanın yaşanmayacağı ve istikrarın korunacağı ifade ediliyor. Zira ana sistem Türkiye dahil tüm liberal ekonomik politikalara büyük toplulukları ve finansal yapıları entegre etti. Küçük bir değişikliğin nelere mal olacağı tahmin ediliyor. Bu süreçte yoksul olan büyük kitleye bu istikrar ve ekonomik sistemin devam etmesi için gerekirse yoksulluğa razı olması tecrübe ettiriliyor.

Dolayısıyla Ak Parti’nin böyle bir dönemde önümüzdeki seçimleri kazanabilmesi için ekonomik vaatler değil özgürlük ve eşitlik vaatlerini seçim beyannamesine alması kendi geleceği açısında makul ve mantıklı. Zira Ak Parti son iktidar döneminde özgürlükler konusunda baskıcı bir politika izlediğinin farkında. Bu farkındalık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Ak Parti’yi Başkanlık modelini daha fazla istemeye itiyor. Başkanlık modeli için ise ekonomik söylemler ve vaatlerden daha çok siyasi söylem ve vaatler gerekli görülüyor.

Ak Parti’nin seçim beyannamesindeki vaatler böyle olunca CHP ve HDP’nin seçim beyannamelerinde dikkat çeken bir unsur göze çarpıyor. Her iki partinin beyannamesinde genel anlamda eşitlik ve özgürlük söylemlerinin dikkate almazsak ekonomik bazı vaatler göze çarpıyor. Aslında bir manada CHP ve HDP 1990’lı yılların seçim propagandalarına benzer bir formül üzerinde çalışıyor. CHP asgari ücreti 1500 TL’ye çıkaracağını söylerken HDP bu rakamı hem asgari ücrette hem de en düşük emekli maaşında 1800 TL’ye kadar yükseltmiş gözüküyor. CHP’nin ise her sene bayramlarda emekliye birer maaş ikramiye sözü yabana atılacak cinsten değil.

Diğer taraftan seçimlerde etkili oranda oy alamayacağı öngörülse de Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi’nin oluşturduğu Milli İttifak’ın da seçim beyannamesinde asgari ücret 1500 TL olarak belirlendi ve emeklilere iki ikramiye sözü verildi. Reel anlamda uygulanabilirliği konusunda net bir izahat yapılmamış olsa da, Milli İttifak’ın kredi faiz borçlarının silineceği sözü de Türkiye’deki iç borçlanmanın yükünü omuzlarında taşıyan halktan oy almaya dönük mantıklı bir vaat gibi gözüküyor. MHP’nin seçim beyannamesi henüz bu makaleyi yazarken açıklanmamıştı. Ancak kamuoyuna sızan bilgiler çerçevesinde MHP de seçim beyannamesinde ekonomik vaatlere öncelik verecek gibi gözüküyor. Özellikle Ak Parti’nin sosyal yardımların kesileceği tehdidi ile halkın oylarını yine ve yeniden talep etmiş olmasına MHP karşıt bir propaganda geliştirip sosyal yardımların aynı şekilde ve fazlasıyla devam edeceğini vaat ediyor.

Tabii ki eğer tüm bu partiler bu vaatlerini yerine getirecek ekonomik kaynaklar oluşturabilirlerse bunu yapabilirler. Evet, Ak Parti ve Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK böyle diyor. Kaynak yok, kaynak olmayınca bu parayı nasıl vaat ediyorsunuz, diyor. Bu makalede ben CHP, HDP veya diğerlerinin bu vaatleri yerine getirip getiremeyecekleri konusunu anlatmayacağım. Zira şimdiye kadar tüm tecrübeler gösterdi ki, tüm partiler seçim vaatlerini seçim gününün akşamında unuturlar ve geriye bir hiç kalır. Bu vaatler ile CHP, MHP ve HDP’nin seçim kazanıp kazanmayacağını da konuşmayacağız. Zira bunu konuşmaya gerek yok. Çünkü toplum 1990’lı yıllarda yaşamıyor. Toplum “Ekonomik istikrarın sürmesi gerekir.” tezine öyle bir şekilde inandırılmış ve buna mahkûm edilmiş ki, eğer istikrar bozulursa sadece devlet batmayacak toplumun tüm bireyleri batma tehlikesi geçirecek. Zira nerdeyse bugün 400 milyar TL iç borçlanma var. Bu borçlanma halkın banka ve kredi kuruluşlarına olan borcunu oluşturuyor. Doğal olarak tabii ki halk Ak Parti’nin“Ekonomik istikrar sürsün.” tehdidi ile öyle ya da böyle yaşamaya devam etmek zorunda hissediyor kendini… Böyle olunca da faiz borçlarını ödeme pahasına Ak Parti’nin söylediği istikrardan yana bir tavır takınıyor ve faizler silinecek vaadine kulak asmıyor.

Bu makalede Ak Parti ve özellikle de Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK’in “Kaynak yok, kaynağı nerden bulacaksınız da bu maaşları ödeyeceksiniz.” kabilinden sözleri sarf etmesi ile başlayan tartışmanın ana temasına odaklanıp buraya mercek tutacağım.

En son söyleyeceğim sözü ilk başta söyleyip meramımı daha kolay ifade etmek istiyorum. Ne dün devletçi ekonomi politikaları uygulayan iktidarlar, ne IMF’e bağımlı olarak kemer sıkma politikalarını uygulayan iktidarlar ne de Ak Parti gibi liberal ekonomik politikaları uygulayan iktidarlar, bunların hiçbiri de ekonomik sistemde dağıtmayı merkeze alan bir zihniyet ile politika üretmemiştir. Hep çalıştırma ve üretmeyi merkeze alan politikaları uygulamışlardır. Bu politik uygulama ise kapitalizmin ekonomik temel siyasetini ortaya koyuyor zaten. Zira eğer Mehmet ŞİMŞEK dağıtmayı merkeze alan bir zihniyet ile bütçe oluşturmuş olsaydı“kaynak” sorusunu sormayacaktı. Yine Mehmet ŞİMŞEK’i ve dolayısıyla Ak Parti’yi ve politikalarını destekleyen, desteklenmesi çağrısını yapanlar da aslında yıllarca eleştirdikleri kapitalist ekonomik politikanın girdabında kendilerini bulmuş bulunuyorlar. İktidar sarhoşluğu yaşayan bu Müslüman akillerin, sorunu sistemde değil kaynakta aramalarını da normal karşılıyorum. Çünkü bunlar bu politikalara alternatif bir ekonomik model ve sistemi hiçbir zaman dile getirmemişlerdi. Hatta dile getirmekten bilinçli olarak geri durmuşlardı. 

Dolayısıyla aslında sorun kaynak sorunu değil, sorun zihniyet ve sistem sorunudur. Bu sorun sadece Türkiye’de değil, İslâm coğrafyasının tamamında var. İslâm coğrafyasına baktığımızda Müslümanların yaşadığı İslâmî beldelerin çoğunda fakirliğin hâkim olduğunu görüyoruz. Doğal ekonomik kaynaklar açısından kıt bir coğrafyada olmasına rağmen Batı’nın gelişmiş olmasını, zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen ise Doğu’nun (İslâm coğrafyasının) az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler sınıfında kalmasını başka ne ile izah edebiliriz?

İslâm coğrafyası tüm ekonomik kaynaklar açısından çok büyük zenginliklere sahiptir. Petrol, doğalgaz, kömür, altın ve daha birçok iktisadi değer İslâm topraklarında var. Aynı zamanda tarım arazileri ve bu arazilerin verimli kullanılması için olmazsa olmaz olan nehir yatakları İslâm topraklarından akıp gidiyor. Sonra tüm bu kaynakları ve ekonomik değerleri sanayide işletecek, kullanılır hale getirip bunlara ekonomik değer katacak beyin gücünün ve çalışan nüfus yoğunluğunun da zengin olduğu bir İslâm coğrafyasından bahsediyorum. Ama ne yazık ki tüm bu zenginliğe rağmen Müslümanlar fakir, tüm bu zenginlikler Müslümanların maslahatına kullanılmıyor. Sizin toprağınıza, sizin tarlanıza bir eşkıya giriyor ve tüm zenginliğinizi, kaynağınızı alıp gidiyor. Siz ise kendi toprağınızda, kendi tarlanızda o eşkıyaya cüzi bir ücret karşılığında işçilik yapıyorsunuz. Sonra kaynak yok, kaynak sorunumuz var, diyorsunuz.  Üstelik bir de halktan topladığınız vergileri kaynak olarak görüp var olan ile yetineceğiz ne yapalım, diyorsunuz.

Peki, bunun temel sebebi nedir diye soralım mı? Müslümanlar sahip oldukları bu ekonomik değerlerden çok daha önemli olan başka bir değeri kaybettiler. Ekonomik değerlerin yeniden kazanılması, bu önemli kıymetin, değerin yeniden kazanılmasına bağlıdır. Bu ise, Müslümanların kaybettiği fikri değerdir. Fikir gelişmekte olan bir toplum için hayatta elde edilebilecek en büyük değerdir. Hele hele bizler gibi fikri anlamda köklü bir geçmişe sahip toplum için atalardan teslim alınacak en büyük mirastır fikir. Lakin bugün Ak Parti yöneticileri ve özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan,  bu fikri ve köklü mirası sadece bir efsane ve nostalji gibi kullanıyorlar ama ona hiç sarılmıyorlar. Fikri seviyesi ile övüneceğimiz liderler kalmadı artık. Tolumun fikri seviyesi ile alay eden liderler tarafından yönetiliyoruz. Öyle ya bir ülkenin Maliye Bakanı sadece seçim propagandası olsun diye bol keseden atan muhalefet partisinin asgari ücret artırım vaadi karşısında şunu söyleyebiliyor. “Asgari ücreti artırmak (1500 TL yapmak) işçiye zulümdür.”

Bakın burada sizlere İslâm’ın İktisat Yönetimi ve Siyaseti konusunda çok önemli çalışmaları olan Hizbu’t Tahrir’in kurucusu Takiyyuddin en-Nebhani’nin fikrin liderliği/fikri kalkınma konusu ile ilgili şu sözlerini aktarmak istiyorum. Allah ondan razı olsun, İslâm ümmetinin yeniden İslâmî hayatı başlatmak için çalışmasında çığır açmış olan Takiyyuddin en-Nebhani bu fikrin değerini şu ifadelerle anlatıyor:

“Maddi servetler, bilimsel buluşlar, teknolojik yenilikler ve benzer şeylerin yeri, fikirlerden çok daha aşağı seviyededir. Bunlara ulaşmak sahip olunan fikirlere bağlı olduğu gibi bunların korunmaları da yine bu fikirlere bağlıdır. Fikri değerlerini koruyabilen bir toplumun maddi servetleri tahrip edilse dahi, böylesi bir toplum onu hemen yeniden üretebilir. Fakat fikri değerleri çökmüş toplumlarda maddi servet mevcut olsa dahi bunların azalması ve fakirleşme çok çabuk olur. Zaten bir toplum düşünce metodunu kaybetmeden elde ettiği bilimsel gerçekleri kaybetse bile onların çoğunu tekrar elde edebilir. Hâlbuki kendine ait verimli düşünce metodunu kaybederse anında gerilemeye ve elindeki tüm teknolojik gücü kaybetmeye başlar. Bundan dolayı öncelikle fikri değerlere sahip çıkmak gerekir.”

Şeyh Nebhani’nin bahsettiği fikir, kitaplarda yazılı olup pratik gerçekliği olmayan felsefi düşünceler değildir. Hayatla ilişkisi kurulamayan gerçek ötesi farazi mülahazalar da değildir. Çılgın projeler hiç değildir. Bayındırlık alanında yeni imar projelerini uygulamaya koyma fikri de değildir. İslâm’ı bir hayat nizamı olarak algılayıp, ona inandığımızda bizi kalkınmaya taşıyacak olandır bahsedilen fikir. Ancak partilerin hiçbirisi ve hiçbir yönetici bu fikirden şu anda nasiplenmiyor. Sadece Batı’nın iktisadi siyaseti kopya edilmeye çalışılıyor. Ancak bu yapılmasına rağmen Türkiye Batılı ülkeler gibi zenginleşemiyor. Batılı ülkelerin halklarının yaşam seviyesi gibi Müslüman halkların yaşam seviyesi yükselmiyor.

Türkiye’de sorunun kaynak sorunu değil sistem sorunu olduğunu söyledik ya, şimdi isterseniz bugün Türkiye ve Dünya’ya egemen olan ve tüm ülkeleri hegemonyası altına alan kapitalist iktisadi siyasetin esaslarından ve bu siyasetin bozukluğundan biraz bahsedelim. Maliye Bakanı’nı “kaynak yok” sözünü söylemeye sevk eden kapitalist siyasi faktörlerin nasıl işlediğine ve bu sistemin iktisadi siyasetinin ne olduğuna bakalım. Zira bugün insanlığın ekonomik buhran içinde yaşamasına sebep olan kapitalist iktisadi siyasetin ne olduğu bilinmeden, fikir üzerine kalkınma sağlayan İslâmî iktisadi siyasetin doğruluğu zihinlerde somutlaşmayabilir.

Kapitalist nizamın bozukluğunu anlayabilmek için onun iktisadi siyasetinin esasını teşkil eden “Milli Gelirin Artırılması” teorisinin ne olduğuna ve aslında nasıl bir tuzak olduğuna bakmak gerekir. Zira biz müslümanlar bile Türkiye’de ekonominin gelişmişliğini milli gelirin artırılması esası ile değerlendiririz. Öyle ya Bakan ŞİMŞEK’in “Bütçede para yok, asgari ücreti nasıl artırıyorsun?” sözü tamda buna tekabül ediyor. Mesela eğer milli gelir artarsa kişi başına düşen gelir de artacak diye düşünürüz. Aslında kapitalist iktisadi siyaset bizi böyle düşünmeye yönlendirir. Doğal olarak kapitalist iktisadi siyasete göre milli gelirin artırılması için üretimin ve hizmetlerin artırılması gerekmektedir. Çünkü ona göre (Kapitalizme) insanın ihtiyaçları sınırsız ve limitsizdir. Kaynaklar ise sınırlıdır. İşte kapitalizm, sınırlı kaynakların sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için üretimi artırmayı hedefler. İnsanların daha çok çalışıp üretim ve hizmet gelirlerini artırarak milli geliri artırmaları amaçlanır. Milli gelir ise aslında insanların ihtiyaçlarına göre bir dağılım sergilemez. Onlar servetin kimin elinde olduğuna bakmaksızın gelişmişliği/kalkınmayı genel olarak milli gelir miktarları ile ölçmektedirler. Onlara göre toplumun onda biri servet sahibi olsa, onda dokuzu ise yiyecek, giyecek ve sığınabilecek bir meskene sahip olamasa dahi, toplam servet toplam nüfus oranına bölünecek ve kişi başına düşen milli gelir şu kadardır, denilecektir.

Peki, gerçekte durum böyle midir? Bugün Türkiye’de nüfusun %1’i milli gelirden %54 pay alıyor. Yani halkın %99’u milli gelirin %46’sı ile geçinmek zorunda kalıyor. Ak Parti iktidara geldiği ilk yıllarda ise bu oran şöyleydi: Nüfusun %1’i milli gelirin %33’üne sahipti. Ak Parti iktidara geldiğinde kişi başına milli gelir 2500 dolar civarındaydı. Şimdi ise kişi başına düşen milli gelir 11000 dolar civarında. Normalde baktığımızda ekonomik bir kalkınma yaşanmış olması gerekiyor öyle değil mi? Evet doğru. Ancak bu ekonomik kalkınma sadece nüfusun %1’i üzerinde gerçekleşiyor. Bu %1 daha önce milli gelirin %33’üne sahipken şimdi %54’üne sahip oluyor. Ancak Kapitalist ekonomistler bu gerçeklere rağmen kalkıp kişi başına düşen milli gelirin önceki yıllara göre arttığını söyleyerek halkın refah seviyesinin arttığını söyleyecekler. Bu çok büyük bir yalan değil midir? Şimdi bunun en başta konuştuğumuz fikir ile alakası yok mudur?

Kapitalist nizam ekonomik sorunlara toplumsal bir sorun çerçevesinde bakmaz. Aslında sadece ekonomik sorunlara değil tüm sorunlara toplumsal sorun olarak bakmaz. Yani ekonomik soruna insanlar arası ilişkilerle ve servetin insanlar arasında dağıtılması ile ilgili bir sorun olarak bakmaz. Aksine servetlerin artırılması için insanlara çalışma ve mülk edinme hürriyeti verir ve doğal olarak sorunu bir üretim sorunu haline getirir. Dikkat edin kapitalizme inanmış ve kapitalizm ile sömürülen ülkelerde ekonomik buhranlar yaşandığında hemen üretimin düştüğüne yönelik açıklamalar yapılır. Hemen iktisadi gelişmeye ve üretimi artırmaya yönelik çağrılar yapılır. Bu çağrılar Müslümanların topraklarında kâfir devletlerin varlıklarını korumak ve ayaklarını sabitlemek içindir. Kapitalist iktisat nizamında tüm değerler maddidir. Maddi değeri ön planda tutanlar zengin olanlardır. İnsani, ahlaki ve ruhi değerlere sahip topluma karşın, kapitalist sermayedar ve yöneticiler cimri davranırlar. Türkiye’de bu kapitalist sitemin cenderesinde kalmıştır. Bu nizam ile kalkınmayı hayal eden ve büyüme hedefleyen bir ülkede yaşıyoruz maalesef.

Peki, İslâm bu soruna nasıl bakıyor diye soralım. Öncelikli olarak şunu ifade etmemiz gerekir. İslâm insanın ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu asla kabul etmez. İnsanın ihtiyaçları sınırlıdır. İnsanın hem zaruri ihtiyaçları hem de lüks ihtiyaçları vardır. Her halükarda insanın ihtiyaçları sınırlıdır. Dolayısıyla İslâm insanın ihtiyaçlarının sınırlı olması gerçeğinden hareketle kapitalizm gibi sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılamak için üretimi artırmayı iktisadi siyasetinin hedefi yapmaz. İslâm hiçbirini diğerinden ayırmadan tüm insanların fert fert zaruri ihtiyaçlarını garanti altına alır ve tam olarak temin eder. Lüks ihtiyaçlarını ise yaşadığı toplumun ekonomik şartlarına göre gücü yettiğince temin eder.

İslâm’ın iktisadi hedefini şu dört nokta ile özetleyebiliriz.

1-İslâm herkese birer fert olarak bakar. Dolayısıyla ferdin ihtiyaçlarını karşılamada fert merkezlidir.

Bugünkü gibi kaynağın azlığı, kıtlığı zaviyesinden bakılarak ferdin ihtiyaçları karşılanmaz. Çünkü kapitalizmde ferdin ihtiyaçları değersizdir. Sermayenin kazanımları ve beklentileri değerlidir.

2-Her bireyin temel ihtiyaçlarının tamamının karşılanmasını gerekli görür. Bireyi Müslüman gayrimüslim, kadın, erkek, yetişkin, çocuk, akıllı ve deli diye bir ayrıma tâbi tutmadan temel ihtiyaçların tatmini için temin eder. Bu sebeple İslâm bu kapsamda insan merkezlidir.

3-Rızkı elde etmek için insanların çalışmasını mubah/serbest kılar. Bu serbestiyet içerisinde tüm bireylere eşit davranır ve her birinin servetten dilediği miktarda pay alması için yol açar. Ancak burada esas olan mülk edinme keyfiyetinde İslâm’ın bireyleri şer’î hükümler ile kayıtlı tutmasıdır. Mesela herhangi bir birey, içki satarak, içki üreterek mülk edinemez.

4-İslâm tüm ilişkilerde olduğu gibi fertler arasındaki ekonomik ilişkilerde de yüce değerlerin hâkimiyetine önem verir.

Dikkat edilirse kapitalist iktisadi nizamda dağıtım merkezli bir siyaset yok. Üretim merkezli bir siyaset var. İslâm’da ise dağıtım merkezli bir siyaset vardır. Çünkü İslâm’ın iktisat nizamı insanların ihtiyaçlarını karşılamak için dağıtımı ölçü almıştır. Kapitalist iktisadi nizam ise servet sahiplerinin daha çok zengin olmasını sağlamak için üretimi ölçü almıştır.

Peki, şimdi en önemli kritik soruyu soralım. Aslında bu sorunun cevabı Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK’in“kaynak nerede” sorusuna da cevap olacak.

Soru şu, İslâm üretmeden dağıtımı nasıl sağlayacak? Yani Maliye Bakanı’nın sözü ile kaynak olmadan nasıl dağıtım yapılacak?

Evet, işte kilit soru budur. Servetin dağıtımını İslâmî iktisadi siyasetin temel hedefi olarak belirlemiş olmak, üretimin artırılmaması ve ihmal edilmesi anlamına gelmez. Çünkü dağıtımın bizzat kendisi servetin geliştirilmesini gerektirecektir. Üstelik serveti artırmak veya geliştirmek her fert için zorunlu bir şeydir. Burada dikkat edilecek husus servetin geliştirilmesi ve üretimin artırılmasını iktisadi siyasetin hedefi haline getirmemektir. İktisadi nizamın temel hüküm ve kanunlarını üretimi geliştirmek esası üzerine kurmamaktır. Kaldı ki, Türkiye ve diğer İslâm coğrafyasında reel anlamda kaynak sorunu da yoktur. Gerek yer altı kaynakları açısından, gerek tarım ve ziraat alanları açısından zengin bir coğrafyada yaşıyoruz. Geriye tek bir mesele kalıyor. Dağıtım esası üzerine üretimin geliştirilmesi… Üretimin geliştirilmesi ise teknik ve iktisadi bilgiler ile çözülecek bir meseledir. Hatta bu bilgi ve teknolojiler her yerden alınabilir. Çünkü bu bilgiler ideolojik bakış açısı ile ilgili değil, aksine evrensel bilgilerdir. ABD’den, Avrupa’dan, Rusya’dan alınabileceği gibi Çin’den ve İran’dan da alınabilir. Esas olan bu bilgilerin şer’î hükümler ile çakışmamasıdır.

Şimdi bundan sonra başka bir soru ve sorun ile karşı karşıya kalıyoruz. Kapitalizmin dünyayı sömürdüğü, liberal ekonomik politikalar ile ülkeleri tekelci bir siyasetle resmen kemirdiği ve tüm Dünya’da kendisine uyulması için tek bir ekonomik sistem oluşturduğu böyle bir dönemde, bu ekonomik sistemden bağımsız olarak başka bir iktisadi siyaset uygulamaya konulabilir mi? Mesela İslâm’ın iktisadi siyaset nizamı reel anlamda bugün için bu vakıada uygulanabilir mi?

Müslümanlar olarak bizler 90 küsur yıldır İslâm’ın tüm nizamlarından uzak yaşıyoruz. Bununla beraber neredeyse bir asırdır kapitalist nizamların üzerimizde tatbik edildiğine şahit olduk. Dolayısıyla İslâm’ın ekonomik sisteminin hayatta tatbik edildiği dönemleri görmediğimiz ve yaşamadığımız için bunların bugün reel anlamda uygulanıp uygulanamayacağı konusunda kuşkular yaşıyoruz. Bu soruya iki şekilde cevap vermek doğru olur.

İslâm yeryüzünde tüm nizamları ile 13 asır boyunca uygulanmıştır. Bu durum reel bir gerçekliği ortaya koymaz mı? 13 asır boyunca büyük bir coğrafyaya hükmeden İslâm’ın uygulamaya koyduğu ekonomik bir nizamı yok muydu? 13 asır boyunca insanların, toplumların, ülkelerin iktisadi ilişkileri olmadı mı? Olduysa İslâm bu ilişkilere bir düzen ve sistem koymadı mı? El cevap koydu. O halde o günden bugüne hiçbir şey değişmedi. Araçlar ve gereçler haricinde. İnsan aynı, ihtiyaçları da değişmedi aynı kaldı. Bugünden sonrada değişmeyecek. Çünkü insanın fıtratı değişmedi ki ihtiyaçları değişsin.

İslâm’ın İktisadi nizamı reel anlamda uygulanabilir mi? Geçmişte uygulandı. İslâm’ın ekonomik sistemi ile toplumlar asırlar boyu refah seviyesinde mutlu, huzurlu ve zengin bir hayat yaşadılar. O halde yeniden görmek ve yaşamak lazım. Değil mi? Allah Subhanehu ve Teâlâ bizlere İslâm Devleti olan Râşidî Hilâfet Devleti’nde o günleri görmeyi nasip etsin. Allah bizlere İslâm ümmetinin kaynaklarını Müslümanların maslahatı için kullanacak Râşid Halifeleri nasip etsin. İslâm’ın tüm insanlığa sunduğu o kalkınma hamlesini görmek ve yaşamak için neyi bekliyorsunuz. Demokrat partilerin içi boş yalan vaatleri gibi vaatleri mi?

Allah’ın vaadi ve Rasulullah’ın müjdesi bize yeter.

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz