Erken Yerel Seçimlerden Başkanlık Sistemine

İbrahim Er

Geçtiğimiz Ekim ayı içerisinde yerel seçimleri altı ay öne almanın önünü açacak olan Anayasa değişikliği için TBMM’de oylama yapıldı. Bundan önceki birçok meselede olduğu gibi AKP, yine MHP’nin desteği ile bu Anayasa değişikliğini gerçekleştirmek istedi. Ancak bu defa, Anayasa değişikliği için yeter sayı olan 367 sayısının altında kalınarak, konuyla ilgili son noktayı koymak Cumhurbaşkanına kalmış oldu. O da beklendiği üzere, ilgili yasa değişikliğini içeren Anayasa maddesini yeniden görüşülmesi için Meclis’e iade Anayasa değişikliği ile ilgili hususlarda Cumhurbaşkanın, oylamada 330-366 oy arasında kalmış olan bir Anayasa değişiklik maddesini halka götürmek ya da (gerekçe belirtmek koşuluyla) yeniden görüşülmek üzere Meclis’e geri göndermek gibi iki yetkisi bulunuyor. O da, Hükümet adına ehveni şer olanı yani kötünün iyisini yaparak, ilgili maddeyi Meclis’e yeniden görüşülmek üzere göndermiş oldu.

Şayet Cumhurbaşkanı değişikliği referanduma götürmüş olsaydı; Hükümet tarafından kış aylarına denk gelmesi nedeniyle erkene çekilmek istenen yerel seçimlerin öne alınmasıyla ilgili halkoylaması/referandum kışın tam ortasında yapılarak siyasi açıdan büyük bir komedi yaşanmış olacaktı. Ancak meselenin Cumhurbaşkanı tarafından bu şekilde karara bağlanması da, Hükümetin başarısızlığı açısından değerlendirilmesi gereken önemli bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Hatırlanacağı üzere 12 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen ve Hükümetin başarısı olarak lanse edilen genel seçimlerin ardından, yeni hedef artık geniş tabanlı bir katılım içeren, sivil ve Demokratik bir Anayasa olarak belirlenmiştir. Onların tabiriyle vesayet Anayasasından, geniş tabanlı bir katılımla ve toplumsal bir mutabakatın ürünü olan Demokratik bir Anayasa geçilmesinin temelleri atılmıştır. Bunun için Anayasa Komisyonu’nun (Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu) çalışmaları çok ağır ilerlemiş olsa da çalışmaları büyük bir kararlılıkla(!) devam etmektedir. 

Anayasa değişikliğinin 2011 seçimlerinin ardından oluşan yeni dönemde öncelikli hedef olduğu dikkate alındığında, yerel seçimlerin neden ve üstelik de bir Anayasa değişikliğine ihtiyaç olduğu bilinmesine rağmen erkene alınmak istendiği daha iyi anlaşılmaktadır. Yerel seçimlerin kış aylarına gelmesi nedeniyle erkene alınmasının arkasında bazı basit oy hesapları bulunmakla beraber, aslında asıl hedef; gerçekleştirilmesi planlanan Anayasa değişikliği öncesinde Hükümetin kendisini sınamak istemesidir. Yapılan bu provayla Hükümet, olası bir Anayasa değişikliğinde neleri başarabileceğini ve ne kadar desteğe ihtiyacı olduğunu görme imkânı bulmuştur.

Yerel seçimleri erkene almak istemenin altında yatan ve oy kaybetme kaygısından kaynaklanan basit hesaplar ise; kış aylarında halkın mağduriyetlerinin ve sıkıntılarının daha da artması ve bunun da seçim sonuçları üzerinde oluşturabileceği olumsuzluklardan kaynaklanmaktadır. Özellikle bundan sonraki süreçte, Avrupa’daki ekonomik çöküş de göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’yi ekonomik açıdan daha sıkıntılı günlerin beklediği aşikârdır. Zaten bu zamana kadar oluşturulan ekonomik rahatlığın arkasında -buna rahatlık denirse-, Hükümetin Ulusalcı zihniyete karşı kalkışmış olduğu reform süreçlerini şişirme bir ekonomiyle sıkıntısız geçirmesini sağlamak yatmaktaydı. Özelleştirmelerden kaynaklanan yabancı sermaye sayesinde ekonomiye direk giriş yapan sıcak paralar ve zaman zaman gündeme geldiği gibi, kaynağı belli olmayan ancak ABD’nin sinsi planlarının ürünü olduğu kesin olan yüksek miktardaki paralarla yapılan takviyeler sayesinde, Hükümetin eli bu zamana kadar ekonomik açıdan güçlü tutulmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla Amerika, temellerini Özal döneminde atmış olduğu ekonomik altyapı sayesinde, AKP iktidarı boyunca Türkiye’de şişirme/balon bir ekonomi oluşturmayı başarmıştır. Ancak dünya üzerinde görülen ve bir anlamda Kapitalist sistemin çöküşünü de ifade eden çözümsüz ekonomik krizler, Türk ekonomisini de etkilemeye başlamıştır. Bunu ekonomiyi rahatlatmak adına son dönemde yapılan yüksek zam oranlarından ve Türkiye’nin dış borçları ile her yıl artan cari açığından anlayabiliyoruz. Dolayısıyla on yıldır oluşturulmaya çalışılan ekonomik balon, dünya üzerindeki ekonomik çöküşün tesiriyle yavaş yavaş sönmeye başlamıştır. 

Bu günlerde Hükümet IMF’ye vermiş olduğu 5 milyar $ borç para ile övünmektedir. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Türkiye’nin IMF’ye olan 23 Milyar dolar borcunun 1,5 Milyar dolara düştüğünü: “Nisan ayında onu da kapatıyoruz. 1 milyar dolar borcu almak için IMF kapısında bekleyen Türkiye, öylesine güçlü bir ekonomik yapıya sahip oldu ki IMF kasasına 5 milyar dolar borç verdi” şeklinde bir ifadeyle anlatmıştır. Ancak aynı Hükümet, diğer taraftan tam da kışa girerken kendi vatandaşının canını ciddi şekilde yakacak olan zam oranlarıyla gündeme oturmuştur. Bu nedenle yerel seçimlere kadar ekonomik durumun daha da kötüleşeceğini var sayarsak, Hükümet masrafların neredeyse ikiye katlandığı kış döneminde yerel seçimlere gitmek istemektedir. Yerel seçimlerin zamanı ile ilgili yapılmak istenen değişikliğin arkasında yatan basit hesapların yapıldığı önemli bir neden de budur. 

Mesele diğer açıdan değerlendirildiğinde bunun, Hükümetin asıl hedefi olan ve statükonun belini kırabileceği bir hamle olarak düşündüğü Anayasa değişikliği hususunda neler yapabileceğini görmek adına, yerel seçimlerin öne alınması suretiyle ilgili Anayasa değişikli oylaması öncesi kendisini sınamak istemesi olduğunu yazımızın başında belirtmiştik. Yerel seçimlerin erkene alınmasıyla ilgili Anayasa değişikliği girişimi, şu anki mevcut haliyle AKP’nin Anayasayı Meclis’ten geçirebileceği 367 sayısını yakalamasının zorluğunu ortaya koymuştur. Bunu zaten 324 milletvekiliyle kendi başına yapabilmesi mümkün değildir. MHP ile yapılan ikili ittifaka karşılık yeter sayıya ulaşılamamış ve firelerin verildiği görülmüştür. İttifaka rağmen firelerin verilmesi, sıkıntının Hükümet açısından hangi boyutlarda olduğunu da göstermektedir.

Anayasa değişikliğinde 330 oyun üzerinde bir oy miktarının elde edilmesi, değişikliğin Cumhurbaşkanı tarafından halka götürülebilmesi anlamına gelmektedir. Anayasaya göre bu konuda karar verecek olan merci Cumhurbaşkanı’dır. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın 330-367 oy arasında bir sayı ile karşısına gelmiş olan Anayasa değişikliğini onaylamak gibi bir yetkisi yoktur. Önünde iki seçenek vardır; ya değişikliği halkoylamasına sunacaktır ya da yeniden görüşülmek üzere Meclis’e geri gönderecektir. Değişikliğin yeniden görüşülmek üzere Meclis’e geri gönderilmesi, bu yasanın tekrar görüşülerek en az 367 oyla geçmesini gerektirecektir. Bu da bir anlamda bu değişiklik çalışmasının düşmesi demektir. 

Anayasa değişikliği sürecinde Hükümet açısından tehlike arz eden bir diğer husus da; Anayasa değişikliğinde oylamaya sunulacak olan ve şu anda komisyonda görüşülen maddeler, Demokratik olarak nitelendirilen bir Anayasa içeriğine uygun olacağından, Ulusalcı kesimi doğrudan karşısına alacak maddelerdir. Bu nedenle olası bir Anayasa değişikliğinde, Hükümetin yerel seçimlerle ilgili değişiklikte ulaşmış olduğu sayıya ulaşamayacağı da kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla yapılacak sivil ve Demokratik bir Anayasa değişikliği için gözüken en iyi ihtimal şu an itibariyle referandumdur.

Referandum/halkoylaması ise Meclis’ten geçtiği şekli ile düşünüldüğünde, bugüne kadar AKP’nin ısrarla vurgulamış olduğu geniş tabanlı ve toplumun her kesimini kapsayan bir mutabakat Anayasası tezine kesinlikle aykırı bir durumdur. Çünkü Parlamenter sisteme göre Meclis, halkın temsil edildiği yerdir. Dolayısıyla orada gerçekleştirilemeyen geniş çaplı bir katılım ve oluşturulamayan bir mutabakat, hedeflenen Anayasaya yönelik bir darbe anlamına gelecektir. Referandumda elde edilecek oy oranının ise toplumsal mutabakat ve geniş tabanlı katılım açısından bir anlamı yoktur. Bunu Hükümetin kendisinin eleştirdiği ve her fırsatta vesayet Anayasası olarak nitelendirdiği 1982 Anayasasındaki halkoylamasından anlıyoruz. Zira ne kadar çabalasalar da kendileri, çok eleştirdikleri ve değiştirmeyi asli hedef haline getirdikleri 1982 Darbe Anayasasında ulaşılan kabul sayısına (%91,4) kesinlikle ulaşamayacaklardır.

Sonuçta AKP Hükümeti de diğerleri gibi, Demokrasinin açmazlarıyla boğuşmakta ve bu süreci de halka yönelik popülist politikalarla ve umut tacirliği yaparak (Hedef 2023 veya 2071 gibi) atlatmaya çalışmaktadır. Çünkü Demokrasiler, sanıldığının ve söylendiğinin aksine halkın değil güçlü olan zümrelerin sistemidir. Halkın egemenliği ise bu gerçeği gizleyen bir maskedir. Onun için yıllardan beri toplum üzerinde sömürgecilerin Demokrasi maskesiyle sürdürmüş oldukları güç mücadeleleri ve çekişmeler, bu halkı silindir gibi ezip geçmiştir. Madem Demokrasi halkın egemenliği ve uzlaşı rejimidir, neden yıllardan beri bu devletin ulusalcılar ve liberallerden oluşan “iki yakası” bir türlü bir araya gelmemektedir?

Anayasa değişikliği Hükümet açısından son derece önemli ve hayatî bir mesele olmasına rağmen şu ana kadar yeterince kamuoyu yapılamamıştır. Tabii ki bunda bu değişikliğin şiddetle karşısında olan statükonun rolü büyüktür. Ulusalcı derin yapı, bu değişikliğin önüne geçebilmek için başta PKK olmak üzere elindeki bütün kozları sonuna kadar kullanmış ve Hükümete göz açtırmamaya çalışarak sürekli olarak gündemi meşgul etmeyi başarmıştır. Zaten yıllardan beri Ulusalcı politikaların temelinde, yönetimi ele almaktan ziyade kontrolü altına almak yatmaktadır. Onlar bu işin altından kalkamayacaklarının farkında oldukları için yönetimi almak gibi bir gaye taşımamaktadırlar. Dolayısıyla iktidara gelen Liberal Hükümetleri kontrolleri altında tutmak ve gerçekleşmesi kesin olan siyasî başarısızlıklar sonucunda da onları topluma adres göstermek temel prensipleridir. Ancak bu sefer, AKP’nin iktidara gelmesiyle iş, onlar adına kontrolden çıkmıştır. Onlar şu an için mevcut Anayasayı koruma mücadelesi vererek bu sürece direnmeye çalışmaktadırlar.

Şurası da bir gerçektir ki; şayet AKP Hükümeti topyekûn bir Anayasa değişikliği gerçekleştirmek istiyorsa, bunu mevcut Cumhurbaşkanıyla gerçekleştirmek zorundadır. Çünkü değişiklik için hedeflenen dönem bu dönemdir. Bunu yeni Cumhurbaşkanı ile yapması Hükümet olarak son yılına gireceğinden meşru görülmeyecek ve statüko tarafından yeni parlamento seçimlerinin sonrasına bırakılması için sıkıştırılacaktır. Dolayısıyla Hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında bir husumetin oluşması gibi bir lükse özellikle 367’nin altında kalması muhtemel olan Hükümet kanadı sahip değildir. Çünkü Anayasa değişikliği konusunda Cumhurbaşkanı’nın yetkileri böyle bir durumda sonucu belirleyici niteliktedir. Burada Yasama Yılı’nın açılışı esnasında Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında oluşan küçük çaplı polemik ya da benzeri bir takım olumsuz görüntüler ikili arasında bir problemin olduğu anlamına gelmez. Zira özellikle AKP iktidara geldiğinden beri Devletin kurumlarının başında bulunanların Hükümete eleştiri ve tavsiyelerde bulunmaları gelenek halini almıştır. Mesela adli yılın açılışında Yargıtay Başkanı Ali Alkan Hükümete, “terörle mücadelede hukuka uygunluk içerisinde kalınması” mesajı vermiştir. Örtülü biçimde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın soruşturulmasını engellemek için çıkarılan, “MİT mensuplarının ancak Başbakan izniyle” soruşturulabilmesine olanak tanıyan düzenlemeyi eleştirmiştir. Denetimi engelleyen düzenlemelerin, yönetim üzerindeki gün ışığını engellediğini söyleyerek, “Erkler ayrılığı hükümranlığa izin vermez” şeklinde ifadeler kullanarak Hükümeti ciddi şekilde eleştirmiştir. Hükümete yönelik eleştiriler zaman zaman Danıştay Başkanı’ndan ve sıkça da Anayasa Mahkemesi Başkanı’ndan gelmektedir. Bu tarz yaklaşımlarla daha çok topluma karşı, Hükümet üzerindeki muhasebe denetim mekanizmalarının işlerliği yönünde mesajlar verilmeye çalışılmaktadır.

Eğer bu iktidar iddia ettiği gibi Türkiye’nin ilk sivil ve Demokratik Anayasasını yapmak için yola çıkmışsa, bunun gerçekleşmesi için Hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında mutlak bir uyuma ihtiyaç vardır. Özellikle bu Anayasa oylamasında 367’nin altında kalmak gibi kuvvetle muhtemel bir durum söz konusu olduğundan, Cumhurbaşkanı’nın Meclis tarafından oylanmış Anayasayı, yeter sayısının altında kaldığı için referanduma götürmeyip yeniden görüşülmesi için Meclise göndermesi, bu Anayasa sürecinin bitmesi için yeterlidir. 

Anayasa değişikliği için ortada bu şekilde birçok olasılık mevcuttur. Ancak yerel seçimlerin öne alınmasıyla ilgili Hükümetin girişimi ne kadar aslî bir girişim değilse, Anayasa değişikliği ve buna bağlı olarak gerçekleşecek olan Başkanlık sistemi de o derece önemli ve hayatî bir meseledir. Bu nedenle Hükümet kanadı Başkanlık sistemini kamuoyuna taşımaya devam etmekte ve bu meselenin gündemde kalmasına hırs göstermektedir. Bu minvalde TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu 20 Ekim Cumartesi günü Pendik’te düzenlenen ve yandaş basında da ziyadesiyle yer alan “Her Yönü İle Başkanlık Sistemi” konulu konferansa katılmıştır. Kuzu, içerisinde bir takım itirafların da bulunduğu konuşmasında mevcut/beşerî sistemlerden bahsederken; “Hangisini öne çıkartırsanız çıkartın ondada bir eksiklik çıkar. En az zararı olan modellerin üzerinde durmak lazım. Mutlak adalet, bu düzenin üzerinde sağlanamaz. Modelleri iyi kurabilirsek bu haksızlığı en aza indirebiliriz. Bir şeyin en mükemmelini biz bilemeyiz” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Burhan Kuzu konuşmasının devamında kullandığı ifadelerle bir anlamda AKP’nin neden Başkanlık sistemini istediğinin ve Ulusalcı kesimin de neden Parlamenter sistemde direttiğinin cevaplarını da vermiştir. Kuzu, “Dünyada iki tane yönetmelik var, ilki İngiltere’nin uyguladığı Parlamenter sistem, diğeri Amerika’nın uyguladığı. İki ana modeli iyi bilirsek, ana modelin de nasıl olduğunu iyi bilebiliriz. İngiliz model Parlamenter modeldir. Türkiye ve dünyada yaygın olan modeldir. Dünyada İngiliz tarihi içinde doğmuş en sonunda bunun adına Parlamenter sistem demişler. Acaba bu ilişkiler nasıl olur da memleket iyi olur. Parlamenter model dediğimiz bizimde içerisinde olduğumuz model, İngiliz kanı olan bir modeldir. Bu model aslında İngiltere dışında uygulanmıyor… Başkanlık modeli ise “bir memleketi en iyi şekilde nasıl yönetiriz?” bunun sorusu sorulmuş cevap verilmiş. En iyi model de; bugün ki Başkanlık modeli olduğu sonucuna varılmış. Parlamenter model İngiliz modeli, Amerika’daki aklın bulunduğu model. “Kuvvetler ayrımı” diye bir şey var. Kuvvetin kuvveti durdurması gerekir. Eğer kuvvet kuvveti durdurursa ancak bu tehlikeye karşı gelinebilir. Şimdi Ankara’ya gönderdiniz, bizi seçtiniz. Biz Ankara’da sizin adınıza işlem yapıyoruz, milletvekiliyiz. Peki, hiç Parlamentoyu gözetleyen oldu mu? Nasıl çalıştığını bilen var mı? Bunu gözlemleyen var mı içinizde? Kim yetkili, kim önde, kim arkada, bunları dışarıdan bilemiyorsunuz. İşin içerisine girdiğinizde öğreniyorsunuz” şeklinde konuşmuştur. Kuzu konuşmasının devamında Başkanlık sisteminin Parlamenter sisteme karşı üstünlüklerini anlatmaya devam etmiştir.

Burada Başkanlık sisteminin teknik yönlerinden bahsetmeyeceğiz. Zira daha önceki yazılarımızda bu konudan detaylıca bahsetmiştik. Burada dikkati çekmek istediğimiz husus, Başkanlık sistemi ile Hükümetin varmak istediği noktadır. Hükümet bu sistem değişikliği ile Türkiye’de derin bir gerçek olan statükonun yani İngilizci Ulusal anlayışın sonunu getirmek istemektedir. Onun için izinden gittiği anlayışın yani Amerikancı zihniyetin sistemi ile gücünü arttırma gayreti içerisindedir. Ancak Hükümetin bu isteği, yukarıda bahsetmeye çalıştığımız nedenlerden dolayı, mevcut vakıa içerisinde elde edilmesi açısından oldukça güç görünmektedir. 

Sonuçta yerel seçimlerin erkene alınması ile ilgili husus, Hükümetin kendisini sınaması açısından ve seçimlerin zamanını değiştirerek lehte bir sonuç elde etmek adına yapılmış basit hesapların bir ürünüdür. Anayasa değişikliği ve Başkanlık sistemi ise Hükümet ve Onun arkasındaki sömürgeci güç olan Amerika açısından bu beldelerde kalıcı olabilmek adına hayatî bir meseledir. Bu nedenle erken yerel seçimler basit beklentiler gözlenerek yapılmış bir prova; Anayasa değişikliği ve Başkanlık sistemi ise, bu provayla ulaşılmak istenen, Ümmette umut tacirliği yapmanın ve onu kandırarak zaman kazanmanın hedeflendiği asıl hedeflerdir.


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz