Antep, Hakkâri ve Halep ten Bakınca PKK Sorunu Nasıl Çözülür?

Mahmut Kar

Türkiye son iki ay içerisinde hem iç siyaset hem dış siyaset açısından yoğun bir gündem yaşamakta. Hakkâri karakol baskını ve kırsal alandaki çatışmalar, İzmir Foça’da askeri araca saldırı ve Gaziantep’teki patlama olayları terörü gündemin merkezine taşıdı. Herkes bilir ki PKK ile yapılan geçici ateşkes dönemleri haricinde, senenin ilkbahar ve yaz dönemlerinde PKK saldırılarını ve baskınlarını artırır. Kış dönemlerinde ise TSK bu saldırılara cevap vermek için etkisiz operasyonlar düzenler. Ancak bu sene PKK geçmiş dönemdeki saldırı stratejisine uymayıp alışkanlıkları yıkarak sanki bir zincir halinde sadece doğuda değil batı ve farklı bölgelerde de saldırılarını artırmış durumdadır. Bu gelişmeleri değerlendirirken alışıldık mevsimsel yaz dönemi PKK saldırılarından farklı değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. 

Dolayısıyla terör olaylarının bu kadar tavan yapmasının ve tüm toplumda hem infial hem de aynı zamanda teröre lanet öfkesinin oluşturulmasının bir stratejisi olmalı. Dikkat edilirse 2010 ve 2011’de PKK’nın gerçekleştirdiği saldırılarda daha çok TSK’nın ihmal ve zafiyetleri ön plana çıkarılıyordu. Aynı zamanda bu saldırılar PKK’nın askere karşı bir saldırısı olarak değerlendiriliyordu. Yani silahlı bir milis güç yine silahlı bir devlet gücü ile karşı karşıya. Şimdi ise sivil halk hedef alınmaktadır. Bu durum doğal olarak şu soruyu gündeme getiriyor: Terör tüm toplumu birbirine kenetleyecek bir yoğunlukta artırılıyorsa buradan kim beslenir? PKK mı beslenir? Yoksa Devlet mi beslenir?

PKK’nın son saldırılarının yoğun ve peş peşe artış göstermesinin dış siyasetle de ilişkisinin kurulması gerekir. Bu saldırılar ile ABD için Suriye’deki siyasi sürecin oluşturduğu riskin ilişkilendirilmesi muhakkak gerekecektir.

Bu düşünceleri destekleyici değerlendirmeler yapmadan önce bazı ara bilgileri paylaşmakta fayda var.

Türkiye on sene önceki Türkiye değil. Buradan Türkiye’nin devlet olarak güçlü bir vizyona sahip olduğu, her alanda olduğu gibi askeri ve siyasi alanda politikalar belirlemede de ilerleme kaydettiği anlaşılmamalı muhakkak. Ancak Türkiye’nin kendine ait siyasi stratejileri yoksa da Türkiye’nin üzerinden siyaset planı yapan güçlerin politikalarında belirgin değişiklikler var. Her şeyden daha da öte Ak Parti hükümetinin son iki dönemde içerde gerçekleştirdiği kurumlardaki tasfiye sürecinin destekleyici dış faktörünü ve gelinen noktada Türkiye’ye biçilen rolü doğru okuyarak Türkiye’nin on sene önceki Türkiye olup olmadığını değerlendirmek gerekir.

Mesela Türkiye on sene öncesine kadar Ortadoğu ve Arap ülkelerine karşı dış siyasetinde bu gün kadar etkin bir rol üstlenmemiştir. On sene öncesine kadar Türkiye’nin dış siyasetini Kıbrıs sorunu ve Yunanistan-Ege adaları sorunuyla özetleyebiliriz. Ancak son on senede Türkiye Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da ve “Arap Baharı ülkeleri” diye adlandırılan Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de bu meselelerin dışında kalmamış bilakis meselelere müdahil olma konusunda aşırı bir arzu göstermiştir. Türkiye’nin bu arzusu kendisine ait bir arzu değildir muhakkak. Bu girişimcilik ve atılımcılığın Türkiye’ye biçilmiş yeni stratejik plan ile ilgili olduğu apaçık ortada.

Şimdi tüm bu bilgileri paylaştıktan sonra şunu sormak gerekir. Peki, Türkiye on yıl içerisinde iç siyasete yönelik çalışmalarında kurumlar arası tasfiye ve herkese görevini bildirme de gücünü ve muktedirliğini ortaya koyarken, dış siyasette birçok ülkedeki meselelere müdahil olma cesaretini ve girişimciliğini gösterirken kendi karın ağrısı olarak acı çektiği PKK sorununu nasıl çözemeyecek. Asya, Ortadoğu ve Afrika’daki ülkeler için siyasi çözüm planlarını kendi dili ile olmasa da başkasının dili ile konuşan Türkiye hizaya getirdiği TSK’nın güvenlik tehdidi bahanesi ile var kılmak istediği PKK sorununu hâlâ nasıl çözemiyor? Yani iç ve dış siyasette bu kadar etkin kılınacak bir ülke için PKK sorunu hâlâ devam mı edecek? 

İşte tam burada yazımızın başlığına dönecek olursak son iki ayda gerçekleşen terör olayları ile Suriye’de gelinen noktayı Antep, Hakkâri ve Halep’ten bakarak değerlendirmeye çalışalım.

AKP’nin 10 yıl içerisinde PKK sorunu ve Kürt meselesi açılımlarındaki başarısızlığı ve yeni çözüm yolu arayışları:

 PKK ile mücadele ve Kürt meselesinin çözüm planında derin devlet algısından farklı bir algılama biçimi oluşturmaya, PKK ile mücadeleyi güvenlik sorunu olarak değil sosyolojik toplumsal bir sorun olarak algılamaya çalışan Ak Parti hükümeti dağdaki mücadeleyi ovaya çekmeye yani Kürtlerin siyasette temsili için planlar ve projeler geliştirmeye başladı. Kürt açılımı, demokratik açılım, milli birlik projesi gibi açılımlar bunlardan bazıları olarak uygulama sahasına indirilmeye çalışıldı. Ancak aslında tüm bu açılım projeleri katı laiklikten liberal demokrasiye geçişte ilerlemeci bir yol izleyen hükümetin PKK sorunu için heybesinde tuttuğu doyumluk değil tadımlık bir yemdi. Sivil devlet, sivil anayasa, kurumların vesayeti yerine halkın egemenliği kavramları üzerinden beslenen hükümet TSK’nın vesayetini kırmak için mücadele ederken PKK ile güvenlik stratejisine endeksli mücadeleyi benimseyemezdi. Dolayısıyla sorunun çözümünün 30 yıllık silahlı askeri yöntemde değil PKK’nin siyasi alana çekilmesinde yattığını göstermeye çalıştı. Ak Parti’nin bu projesi toplumsal kamuoyunda da kabul gören ideal bir plan gibi algılatıldı.

Geldiğimiz noktada PKK ile mücadelede artık siyasi plan devreden neredeyse tamamen çıkarılmış durumda. Aslında bu yöntem sorunun çözümü için uygun bir yöntem olabilirdi belki. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasete, topluma ve özellikle Kürt halkına bakışındaki esas değişmediği müddetçe bu plan tutmayacaktır. Ya da PKK’nın kuruluş sürecinde bu örgütün arkasında kimler olduysa yine onun tasfiye edilmesi ve etkisiz hale getirilmesinde de bu güçlerin eli olacaktır. Bu güçler istemediği müddetçe veya PKK’nın varlığını olmazsa olmaz gibi gördükleri müddetçe PKK ve dolayısıyla terör sorunu asla çözülemeyecektir.

Dolayısıyla ABD’nin Ortadoğu ve bölge siyasetlerinde birinci işbirlikçi ortağı olan Türkiye hükümetinin bölgede daha etkin olabilmesi ve güçlü kalabilmesi için PKK sorunundan kurtulması gerekecektir. Her ne kadar şu anda PKK’nın silahlı kanadını Amerikancı bir politikaya yakın durmayan şahinler oluştursa da PKK’ya bölgede yaşam sahası açan ve uzun yıllar gerçekleştirdiği terör eylemlerinden beslenen ABD’nin hâlâ bu yapı üzerinde etkinliğinin olduğu muhakkak. Bu sebeple son dönemde Hakkâri, İzmir ve Gaziantep’teki saldırılar ile terör infialinin uyandırılması ve toplumsal bir kamuoyunun PKK aleyhinde oluşturulmuş olması PKK’nın silahlı etkinliğinin tamamen yok edilip bitirilmesi için bir zemin hazırlamaktadır.

PKK saldırılarının arkasında aranan dış faktörler: 

Yukarıda PKK’nın bitirilmesi için sunduğumuz sebep tabii ki tek başına yeterli bir sebep değildir. Yazımızın başında da ifade ettiğimiz üzere PKK sorunu, Türkiye’nin iç politika sorunu olarak karşısına çıkmamıştır. Aynı zamanda PKK dış politikada ABD, İngiltere ve diğer güçlerin bölgede gerektiğinde kullandığı önemli bir karttır.

Kamuoyunda son PKK saldırılarını ve özellikle Gaziantep’teki patlamayı değerlendiren yazar ve uzmanlar, terör olaylarının tırmanmasının arkasında İran ve Suriye rejiminin olduğunu dillendirdiler. Türkiye’nin Suriye’deki devrim sürecinde muhaliflerden yana tavır almasına karşılık İran ve Baas rejiminin PKK’yı eyleme teşvik ettiğini ve açık bir şekilde desteklediğini yazdılar. Dolayısıyla şöyle bir algı oluşmuş oldu: Türkiye Esed’e sırtını döndü, İran ve Esed de PKK’yı devreye soktu.

Bu değerlendirmenin sağlamasını yapmak için Esed’i bölgede kimin destekleyip desteklemediğini iyi analiz etmemiz gerekir. Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki Suriye rejimi üzerinde Hafız Esed döneminden bugüne ABD’nin açık bir siyasî nüfuz gücü vardır. ABD’nin aynı nüfuzu Suriye kadar olmasa da, İran üzerinde de etkinliğini göstermektedir. Türkiye üzerindeki nüfuzunu anlatmaya gerek yok sanırım. O halde Suriye devrimi sürecinde Baas hükümetinin yanında ona destek veren kim olmuş oluyor. Farz edelim ki Türkiye muhalefetin yanında ve Baas’ın karşısında duruyor ve Baas da PKK’yı Türkiye’de eyleme teşvik ediyor. Baas’ın PKK’yı eyleme teşvik etmesini ve desteklemesini nasıl okumamız gerekecek? Baas’ın PKK’ya verdiği destek ABD’nin verdiği destek değil midir? Zaten Şam ve Halep’te köşeye sıkışmış fare gibi can çekişen Esed rejiminin bu halde PKK’ya vereceği bir destek ve teşvik de olamaz. 

Tüm bunlar üzerine terör eylemlerinin arkasında Esed ve İran var da denilebilir. Ancak PKK terör eylemlerinin arkasında İran ve Esed’in olmasının Esed ve İran için bir katkısı da olmayacaktır. Çünkü Türkiye Esed’e karşı savaşan mücahit grupları destekleyen bir ülke değil. Aksine ABD ile bu direniş gruplarına karşı mücadele edilmesi noktasında anlaşmış bir ülke. Türkiye’nin Suriye hakkında konuşmaktan ve Amerika’nın Suriye siyasetini uygulamaktan öte kendine ait başka bir planı yoktur. 

Tırmandırılan bu terör olaylarının Suriye’deki gelişmelerle bağı nasıl kurulmalı? 

Özellikle yazımızın başında belirttiğim üzere PKK’nın mevsimsel yaz dönem baskın ve saldırıları genelde Nisan-Mayıs ayları itibari ile başlar. Son dönemde Hakkâri ile başlayıp Gaziantep ile devam eden eylemler Temmuz sonu Ağustos ayı içerisinde gerçekleşiyor. Bu dönem ise Suriye’de Baas rejiminin en çok kan kaybetmeye başladığı bir dönemle “ne alaka ise” çakışıyor. Şam’da Esed’in en yakın adamlarının öldürülmesi, Suriyeli direnişçiler tarafından sınır bölgelerin kontrolünün ele geçirilmesi, Halep’in yine mücahit gruplar tarafından kuşatılmış olması ve Esed’in askeri gücünü merkezde yoğunlaştırmak için Kürt nüfusunun yoğun olduğu köyleri PYD’nin kontrolüne bırakarak merkeze geri çekilmiş olması sonrasında PKK saldırıları Türkiye’de artış gösterdi.

ABD’nin Türkiye üzerinden Suriye için masaya sürdüğü tüm projeler elinde patladı. Suriye Ulusal Konseyi’nin desteklenmesi projesinden vazgeçen ABD, artık Suriye içerisinde direniş grupları üzerinde nüfuz bulmak istiyor. Özellikle Türkiye’ye sığınan general ve üst düzey komutanların liderliğini yaptığı demokrasi yanlısı Özgür Suriye Ordusu (Özgür Suriye Ordusu Suriye’deki direniş gruplarını tamamını değil aksine çok az bir kısmını temsil ediyor.) gibi gruplarla temas kurmaya çalışıyor. Tüm bu çalışmalarını Türkiye ile birlikte yaparken de Esed’e rejim sonrası devreye sokabileceği alternatif bir liderlik veya siyasi bir projeyi hazırlayana kadar görevinde kalmasını ve katliamlarına devam etmesini telkin ediyor. Obama’nın son yapmış olduğu açıklama bunu kanıtlar düzeydedir. Obama “Kimyasal silahların kullanılması kırmızıçizgimizdir” dedi. Yani bu açıklama kimyasal silah dışında her türlü ağır silah kullanımına göz yumabiliriz demektir.

ABD’nin ve bölge ülkelerinin temel asli ortak amaçları Suriye’deki Baas sonrası oluşacak siyasi boşluğu dolduracak bir projeyi hazırlayıp, diğer siyasi projelere alan bırakmamaktır. Diğer siyasi projelerden kasıt ise İslami bir devlet kurmak için çalışan, hem halkın desteğini hem de direniş gruplarının liderliğini alan Hizb-ut Tahrir’in Hilafet Devleti projesidir.

Dolayısıyla eğer Suriye’de bu güç boşluğunu dolduracak demokratik bir projeyi ABD tutturamaz ise ve bu boşluk İslami partiler tarafından doldurulursa veya ABD böyle bir siyasi boşluğa razı olmayıp askeri müdahale kartını devreye koyarsa kiminle hareket edecek?

Tabi ki Suriye’ye 900 km. sınırı olan Türkiye bu manada en uygun piyon ülke olmuş oluyor.

Toplamda PKK’nın terör eylemleri ile Suriye meselesini iki maddede şöyle değerlendirebiliriz.

1) ABD’nin Suriye’ye askeri müdahale kartını kullanırken Türkiye’ye mutlak ihtiyacı vardır. Türkiye’nin ise Suriye’ye askeri manada müdahil olabilmesi için iç kamuoyuna ve uluslararası kamuoyuna meşru gerekçelerin sunulması, dolayısıyla da bu gerekçeler için bugünden hazırlık planının yapılması gerekmektedir. Suriye’nin kuzeyinde özerk bir Kürt Devleti’nin kurulma safsatası ve Suriye kuzeyindeki bazı Kürt köylerin kontrolünün Baas tarafından PYD’ye verilmesi, Kuzey Irak Kürt yönetiminin bu yapılara destek vermesi gibi konuşulan konular bunlardan bazılarıdır.

2) Türkiye’nin PKK terör örgütünden bir şekilde kurtulmasının bir yolu bulunmalı. Bu yol ABD’nin desteği ve isteğinden geçmektedir. Dolayısıyla Suriye’de fiili olarak ABD’nin yanında olan bir Türkiye buna karşılık, tamamen yok edilemese de PKK’nin etkinliğinin kırılması için terör olayları tırmandırılmış oluyor. PKK’nın üzerine gidilebilmesi için ise önce onun eylemsel yönünün barizleştirilmesi gerekir.

Dolayısıyla son aylarda birbiri ardına gelişen terör olaylarının çok da doğal ve normal karşılanmaması gerekir. Bu olaylar PKK’nın üzerine gidilmesi için tırmandırılmış planlı vukuatlar olarak okunmalı. Bölgede hem askeri hem de stratejik anlamda büyük bir güce ve öneme sahip olan Türkiye, Suriye’ye girme karşılığında terörün bitirilmesi için ABD’nin kendisine yardım etmesi gibi kirli bir pazarlığa oturmuş olabilir.

Müslümanlar olarak bizler çok iyi biliyoruz ki kâfir batı İslam beldelerinde asli düşman olarak kendi azı dişlerini gizlemek için başka düşmanlar üretmiş ve ümmetin başına müptela etmiştir. Ortadoğu’da Yahudi varlığını bela etmiş olması, Irak ve Türkiye’de Kürt sorunu diye PKK’yı bela etmiş olması gibi. Bu sebeple Batı, İslam beldelerindeki yönetimleri ve halkları oyalayacak bu tür düşmanları her zaman üretecek ve besleyecektir. Türkiye hükümetinin ABD’nin Suriye siyaseti için böyle bir pazarlığa oturma gayreti ancak gaflet ve ihanet ile açıklanabilir. 

Tüm bu kirli ve iğrenç planlardan sonra, ümmeti paramparça yapmış batılı yönetimleri tarihin pis çöplüğüne atacak ve Ümmet arasındaki tüm ayrılıkları kaldırıp onları tekrar birbirine kardeş kılacak Hilafet Devleti’ne ne kadar da muhtaç olduğumuzu görüyoruz. PKK gibi ümmetin bölünmesi ve parçalanarak birbirine kırdırılması için İslam coğrafyasına sorun olarak sunulmuş tüm sorunlar ancak vahdet ile çözülebilir.

Dolayısıyla aslında ümmetin umutla beklediği Hilafet Devleti Allah’ın yardımı ve inayeti ile Suriye’de ikame edilir ve devrim İslam ile taçlandırılırsa bu bölgedeki PKK gibi terör üreten sorunlar kökten çözülmüş olacaktır. Çünkü bu sorunların üretici kaynağına yani kâfir Batı’ya ağır bir darbe vurulmuş olacaktır. İşte Antep, Hakkâri ve Halep’in ortak sorunu budur. Bu sorunu çözümlemeyi İslam’dan ve onun yönetimi olan Hilafet’ten başka bir şeyde aramak çözümsüzlüktür.

Rabbim bizi Hilafet’i görüp O’nun gölgesinde korunan kullarından eylesin. Âmin… 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz