Dünya Ekonomik Formu Ve Türkiye Modeli

Erkan Aladağ

“Küreselleşme” adı ile artık dünya toplumları sosyal, siyasal ve ekonomik olarak bir bütünleşme içerisine girmektedir. Dünyada belirli bir bölgeye münhasır olan sosyal, siyasal ve ekonomik olgular, “küreselleşme” adı altında Kapitalist çarkın birer dişlisi haline gelmektedir. Asırlardır birbirleriyle kavgalı olan Doğu ile Batı toplumları, küreselleşen dünya ile kültürel tüm farklılıklardan soyutlanıp yeni dünya düzeni ile bütünleşeceklerdir. Toplumları bir arada tutacak olan sosyal, siyasal ve ekonomik bu yapının adı, Batı hadaratı olan Kapitalizm olacaktır. Daha doğrusu, dünyanın ağabeyi rolünde olan ABD'nin, fikir yapısı olacaktır. İşte bu Kapitalist ideolojiyi, 50 küsur yıldır gittikçe yoğunlaşan bir şekilde taşımacılığını yapan ABD, ideolojisinin bekasını korumak, metodundan olan sömürgeciliği daha da yaygınlaştırmak için bir mücadeleye girişmiştir. 

İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan ABD, dünyanın ağabeyliğine soyunup Kapitalist fikri dünyaya sömürü yoluyla taşımak için dünya sahnesine çıktı. 91’li yılların başlarında yıkılan SSCB’den sonra ABD, kültürel, siyasal ve ekonomik alanda tehlike arz eden tek bölge olarak İslâm beldelerini belirledi. İslâm Ümmeti’nin fikir yapısını bütünüyle yok edip Kapitalist fikirleri egemen kılmak için mücadeleye girişti. Ancak her ne kadar bu bölgelerin yönetim şekillerini belirlemişse de bölge halklarını Demokrasi kültürüyle değiştirememiş, halk tabanına Demokrasiyi taşıyamamıştır. 

Fakat Türkiye özelinde, 1950’li yıllarda giriştiği projelerini, son 10 yıl içerisinde gerçekleştirmede ciddî adımlar atmıştır. Kültürel ve politik değişimi sağlamada ve İslâm beldelerine Kapitalist ideolojiyi yerleştirmede, bölgedeki işbirlikçilerle birlikte İslâm beldelerindeki toplumları bu küresel entegrasyonun içerisine katmıştır. İslâm beldelerindeki ve hassaten Türkiye’deki sadık adamlarıyla, yarım asırdır yapamadığını, geçtiğimiz bu son 10 yıl içerisinde yapmış, eskiye nazaran bu dönüşümü, ciddi manada hızlandırmıştır. 

29 Ocak 2009 tarihinde Erdoğan’ın “one minute” çıkışı, bu minvalde daha bir önem kazanmaktadır. Zira bu çıkış, dünya kamuoyunda ciddî bir yankı bulmuş, özellikle Ortadoğu’daki Müslüman halk ve onların yöneticileri nezdinde büyük bir teveccüh kazanmıştır. Bu tarihten sonra Türkiye’nin ve Erdoğan’ın Ortadoğu’daki modelliği daha çok tutarlı olmaya başlamıştır. Ortadoğu’daki Müslümanlar, kendi yöneticilerinin zulümlerinin altında, yıkılmış, bitkin ve suskun bir vaziyette yaşamlarını sürdürürlerken -bu bekleyiş, fecri hilâfet için olan bekleyiş iken; bu suskunluk, İslâmî Hilâfet’in ardından geleceği fırtına öncesi sessizlik iken-, Erdoğan’ın çıkışı, işte tam da bu sosyolojik ortamda patlayıvermiştir. 

Bu tarihten sonra Müslüman Ortadoğu halkı, Erdoğan gibi bir yöneticiyi arzular hale geldiler. Bu arzularını gerçekleştirmek için de AKP modelini örnek aldılar. Özellikle bu tarihten sonra Türkiye’nin sosyal, siyasal ve ekonomik politikalarını kendileri için model aldılar. Ortadoğu’nun içine kapanıklığından patlayabilecek bir Hilâfet bekleyişini bitirmek, Batı’nın kültürüne entegre etmek için yola çıkan AKP lideri Erdoğan’ın Davos çıkışıyla birlikte son üç yılda kültürel değişim noktasında önemli bir katkı sağlanmış ve Hilafet arzusunun Ortadoğu halklarında içten içe deprenişi bastırılmış oldu. 

Böyle bir siyasî ve sosyal atmosferde 05.06.2012’de İstanbul’da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu, iki gün sürdü ve oturumlara dünyanın dört bir yanından 650 iş dünyası temsilcisi, 180 Üst düzeyde yönetici katıldı. Bu oturumlara, ekonomide ve politikada söz sahibi, yarısı Batılı ülkelerden yarısı ise Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya'dan birçok katılımcı iştirak etti. Sömürgeci devletler, Batı’nın yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin kısıtlı olmasından dolayı ve de ortak pazar alanlarını genişleterek Kapitalist ekonomik sistemi daha da genişletmek amacıyla, yönlerini Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya’ya çevirmişlerdir. Bu nedenle Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya, gelecekteki mega bölge olarak ilan edilmiştir. Bu Forumun temel konuları şu üç soru etrafında bütünleşmektedir:

•Küresel ekonomik daralma ışığında, hükümetler ve iş dünyası liderleri, söz konusu mega bölge genelinde ne kadar yeni tasarım ve yeni modeller üretebilecek, modeller ne kadar hızlı uygulanabilecek?

•Bölgede enerji işbirliğini oluşturmak, ekonomiler için kritik olan yüksek değerli ticaret ve de bilimsel araştırmalara yatırımlar daha iyi nasıl sağlanabilir?

•Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelerin kilidi olan sosyal dinamizm, girişimcilik fırsatı, insan güvenliği ve iyi bir yönetim nasıl sağlanılacak?

Bu Forum’un açılış konuşmasını yapan Erdoğan, konuşmasının bir bölümünde şöyle demişti:

“Dünya Ekonomik Forumu’nun “Dönüşüm İçerisindeki Bölgeleri Birleştirmek” konulu toplantısının Türkiye’de yapılmasını son derecede isabetli ve aynı zamanda anlamlı bulduğumu burada belirtmek durumundayım. Zira Türkiye, son derece zor bir coğrafyanın ortasında, tüm zorluklara rağmen ve tüm sorunlara rağmen istikrarla Demokrasiyle büyüyen, çevresinde yaşanan tüm hadiselere rağmen bir güven adası olma konumunu güçlü bir şekilde muhafaza eden, bir ülkedir. Kafkasya, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Balkanlarda içerisine kapanan ülkelerin başarılı olamayacağı bölgesel işbirliğinden kaçınan bir ülkenin sadece refah değil, huzur, istikrar ve güvenden de yoksun kalacağı aşikârdır.” 

İşte Erdoğan, daha önceleri yaptığının aynısını yapmış ve bütün İslam coğrafyalarını, Demokrasiye, bölgesel işbirliğine davet etmiştir. Batı’nın hadaratını, İslamî beldelere taşımayı şeref ve izzet bilen bu zihniyet, “zor bir coğrafya” tabirini kullanarak bu coğrafyayı, zor ve sıkıntılı hale getirenlerin ABD, İngiltere gibi sömürgeci kafir devletler olduğunu mu anlatmak istiyor dersiniz… Hiç sanmıyorum. Öyle olsaydı Batılı hadaratın taşeronluğunu yapmak için gecesini gündüzüne katmazdı. 

Yine Erdoğan konuşmasının devamında, Türkiye’yi örnek göstererek şöyle demiştir:

“Türkiye'nin son tarihine bakıldığında aktif dış politika ve Demokratikleşmenin ivme kazandığı dönemlerin ekonomiyi çok güçlü manada desteklediği görülmektedir. Demokrasinin kesintiye uğradığı dönemlerde, reformların askıya aldığı dönemlerde, insan hak ve hürriyetlerinin yeterince önemsenmediği dönemlerde, Türkiye, ekonomik atılım gerçekleştirememiştir. Aynı şekilde, içerisine kapanan bir dış politika anlayışına sahip olduğu, bölgesel meselelerde aktif roller üstlenmediği dönemlerde de Türkiye, ekonomisini büyütememiş ve refah düzeyini yükseltememiştir. Esasen Hükümetimiz döneminde, son on yıl aktif, barış odaklı bir dış politika ile Demokratikleşme eksenli reformların, bir ülkeyi nerden nereye getirdiğini göstermesi açısından son derece manidardır. Türkiye’nin içinden geçtiği süreç belli noktalarda kendine özgü olsa da genel manada bölgemizdeki tüm ülkelere örnek teşkil etmektedir.”

İşte böyle bir zihniyet, refahın, izzetin ve şerefin Kapitalizmde olduğunun çağrısını yapmaktadır. Hatta bununla da kalmayıp ne zaman ki Kapitalizmin nizamı olan demokrasiden taviz verilirse aynı şekilde yine izzet ve şerefin kaybedileceğini dillendirmektedir. Kapitalist akideyi taşımayı, Batı toplumu ile İslam toplumu arasında Demokrasiye geçiş köprüsü olmayı kendisine göre addeden AKP, halkların İslamî taleplerine alternatif olarak Demokrasiyi tavsiye ve telkin etmektedir. Üstelik bunu yaparken de bünyesindeki İslamî(!) kimlik motiflerine aldanılması umuduyla hareket etmektedir. Bu zihniyetin Davos’ta yaptığı çıkışı da bu minvalde değerlendirilmesi mümkün olan bir görüntüdür. Müslümanların sevgisini kazanmak ve bu şekilde onlara Kapitalist yaşam tarzını kendi rızaları ile kabullenmelerini sağlamak adına yapılmış bir plandı. İşte bu Forum’un İstanbul’da yapılmasının temel siyaseti de budur. 

Forum’da tartışılan sorulardan da anlaşılacağı gibi önümüzdeki süreçte Ak Parti Hükümeti, dönüşüm içerisindeki İslam beldelerinin sosyal, siyasal ve ekonomik yapılarını Kapitalist zihniyet üzere değiştirmede birinci derecede rol oynamaktadır. 

Sosyal açıdan; Sömürgeci devletlerin bir takım yaklaşımlarını, eylemden uzak, sözlü olarak eleştirmek suretiyle Müslümanların gözlerini boyayıp teveccühlerini kazanmaya çalışarak Demokrasi ve Laiklik gibi Batı hadaratını yerleştirme çabası içerisinde bulunulmasıdır. Aynı şekilde sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte Türkiye adı altında bu bölgelere yardımlar yaparak buralarda Türkiye modelini halka iyiden iyiye benimsetme çabası içerisinde olunmasıdır. 

Siyasal açıdan; İslamî beldelerde bulunan yönetim sistemlerinin ötekileştirme politikasını kaldırıp toplumun duygularına hitap edecek, her kesimi kuşatacak ve böylelikle Demokrasi kültürünü yerleştirecek, Batı’yla barışık aynı zamanda da kendi halkıyla barışık bir politika izleme noktasında bu yönetim şekillerine yön vermekte olup buralarda Türkiye modelliğinin öne sürülmesidir. 

Ekonomik açıdan; Bu bölgelerde bulunan şirketlerle ticarî ilişkileri genişletmek kaynakları kullanma noktasında bu şirketlerle birlikte hareket etmek, Türkiye üzerinden bu bölgelerin Batı’ya kapılarını açtırmak, bu bölgelerle gümrük birliği anlaşmaları yaparak buralarda serbest ticaret alanlarını genişletmek, yeni ticaret alanları açmak, Batı’yla doğu arasında Türkiye’yi Kapitalist ekonominin finans merkezi durumuna getirmek ve bu şekilde dönüşüm içerisindeki bölgeleri Kapitalist ekonomi sistemine entegre edilmesidir. 

Dolayısıyla Dünya Ekonomik Forumu’nun esasî meselesi, Türkiye üzerinden dönüşüm içerisindeki bölgelere yani İslamî beldelere köklü bir şekilde Kapitalizmi yerleştirmek ve bu bölgelerdeki yeraltı ve yerüstü zenginlikleri Kapitalist dev şirketlerle sömürmektir. Bunu başara bilmek içinde Türkiye modelliğini kullanıp halkların dönüşümlerini Kapitalist nizam üzere yapmaktalar. İşte bu projeler bu forumlar Amerika’nın gözetimi ve kontrolünde yapılmaktadır. 

Ancak şu da bilinmelidir ki halklar artık İslam’ı istemekte ve İslamî Hilafet için ayaklanmaktadırlar. Bu projeler, bu forumlar, halkların İslamî taleplerini asla durdurmayacaktır. Bu projelerin en fazla yapacağı, Hilafet’in doğuşunu az bir süre daha ertelemekten başkası değildir. Ancak bu erteleme çalışmaları onların akıbetini asla değiştirmeyecektir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: 

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا

“Hak geldi batıl zail oldu. Şüphesiz ki batıl yok olmaya mahkûmdur.”


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz