Türkiye Siyasetinde İttifaklar Dönemi

Remzi Özer

Türkiye’de 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandumda anayasa değişikliklerinin kabul edilmesiyle birlikte “Parlamenter Sistemden” vazgeçilerek “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine” geçildi. 24 Haziran 2018 seçimleri ile de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi fiilen uygulanmaya başladı.

Bu anayasa değişikliği ile birlikte geçmişteki sembolik konumu sona erdirilerek Cumhurbaşkanı’na “yürütmenin başı” olarak geniş yetkiler verilmiş, partili cumhurbaşkanlığının önü açılmıştır. Ayrıca cumhurbaşkanının seçilmesinde “%50+1 oy çoğunluğu” şartının aranması ve ülke seçim barajının %10 olması, siyasi ittifakları bir zorunluluk olarak ortaya çıkarmıştır.

Bu çerçevede; 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin hemen öncesinde 16 Mart 2018 tarihinde yürürlüğe giren bir yasal düzenlemeyle hem cumhurbaşkanlığı hem de yerel seçimlerde seçim ittifaklarının yapılmasının önü açılmıştır.

Böylece daha önce yasal sınırlılıklar nedeniyle yapılamayan seçim ittifakları yasal bir zemine kavuşmuş ve seçim ittifakları, siyasetin içeriğini ve seyrini etkileyecek önemli bir unsur olarak siyasal sistemdeki yerini almıştır.

Söz konusu yasal düzenlemelerle yapılan değişiklikler; yeni bir siyasal kültüre, siyasi partilerin değişim ve dönüşümüne, seçmenlerin oy verme davranışlarında yeni bir etkiye ve siyasi partilerin işbirliğine giderek siyasi ittifakların yapılmasına yol açmıştır.

Bu makalemizde, siyasi ittifakların kurulabilmesi için siyasi partilerin birbirleri ile uzlaşabilme adına benimsedikleri siyasi görüş, ilke, prensip ve parti programlarından ödün vermek zorunda olmalarının ürettiği toplumsal sonuçlar ile yine siyasi ittifakların kendi tabanlarını konsolide etmek ve bunun yanı sıra kendilerini desteklemeyen ya da destekleme konusunda kararsız olan seçmenlerin desteğini alabilmek için seçimler yaklaştıkça dozunu arttırdıkları siyasi kutuplaşma ve kutuplaştıran siyaset tarzlarının ürettiği toplumsal sonuçlara yer vermek istiyoruz.

Siyasi partiler arasında ittifak yapılabilmesi bu partilerin en azından belirli konularda uzlaşmasına bağlıdır.

Burada, “uzlaşma (orta çözüm)” terimine açıklık getirmek faydalı olacaktır.

20. Yüzyıl başlarına kadar böyle bir terim Müslü­manlar tarafından bilinmiyordu. Bu te­rim, temel akidesi uzlaşmacı çözümler üzerine bina edilmiş olan kapitalist ideolojiden kaynaklanan Batı kökenli yabancı bir terimdir. Bu uzlaşmacı çözüm, Avrupa Ortaçağında feodal düzendeki iktidar sahipleri ile diğer tarafta bulunan yeni yetişmiş Batılı düşünür ve filozoflar arasındaki kanlı mücadelelerin bir neticesi olarak ortaya çıktı.

Feodal nizam, dinin, hayatın işlerinin tümünü çözebilme kapasitesine sahip olduğunu savunurken filozof ve düşünürler ise dinin, bunu yapabilme ka­pasitesinden mahrum olduğunu savunuyor ve dini, bütün zulümlerin ve geri kamışlığın en büyük müseb­bibi, gelişmeyi engelleyen esasi bir faktör olarak görüyorlardı.

Ayrıca filozof ve düşünürler, hayatın işleri ve bundan kaynaklanan tüm prob­lemleri çözme kabiliyetine sahip bir sistemin üretilmesinde insan aklını temel kabul ediyorlardı.

Bu iki grup, aralarındaki şiddetli çatışmaların ar­dından, uzlaşmacı bir çözüm üzerinde anlaş­maya vardılar. Din, fertle sınırlandırılarak insan ile yaratıcı (Allah) arasına hapsedildi ve ferdî hayatın dışında kalan hayat alanlarından tümüyle uzaklaştırıldı. Böylece filozof ve düşünürler, ideolojilerinin aki­desi olarak, “dini hayattan ayırma” anlamına gelen “laiklik” fikrini benimsediler. Bu ideolojiden de kapitalist nizam doğdu.

Bu ideolojiyi esas alan Batılı dev­letler, sanayi devriminin etkisi ve sömürgecilik va­sıtasıyla ideolojilerini diğer ülkelere taşımaya başladılar.

Akidelerini üzerine bina ettikleri bu uzlaş­macı çözümün etkisi; başta siyasi meseleler olmak üzere yasama, yürütme, yargı ve devletlerarası ilişkiler gibi her alana ve ka­pitalist ideolojiyi benimseyen insanların davranışla­rına çarpıcı bir şekilde sirayet etti.

Dolayısıyla uzlaşma temelinden doğan kapitalizmi esas alan siyasette “hakikatin” ve “doğruluğun” bir önemi yoktur. Kapitalizmin doğruluk, yanlışlık ya da dürüstlük gibi tanımlamaları da yoktur; hatta insani ve ahlaki tarifleri de yoktur. Kapitalizm herhangi bir meseleye buradan bakmaz. Sadece üreteceği menfaati esas alır. Kapitalizm de doğruluk ve dürüstlük başarının ölçüsü olamaz. Başarının ölçüsü sadece ve sadece menfaattir.

Zira taraflar, gerektiği durumlarda doğruluk ve dürüstlükten, savundukları ilke ve prensiplerden ödün vererek her iki tarafın da çıkarlarını sağlayacak bir uzlaşma ile orta bir çözüme ulaşmalıdır.

Sömürgeci Batı’nın etkisiyle laiklik esasına dayalı kapitalist ideolojiyi esas alarak kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de çok partili siyasi hayata geçiş sonrasında siyasi partiler arasında yapılan siyasal ittifaklarda da bu “uzlaşmacı-orta çözüm” mantığının esas alındığı görülmektedir.

Türkiye siyasi hayatında şu günlerde 100’ün üzerinde siyasi parti mevcuttur. Her ne kadar dindar, muhafazakâr, liberal, milliyetçi, işçi, sol, sosyalist, ulusalcı, Kemalist gibi farklı görüşleri olsa da bu partilerin tamamı laik, demokratik, kapitalist sistem üzerinde uzlaşmış ve bu esaslar üzerinden siyaset yapan partilerdir. Yine de bu partilerin ittifak yapabilmeleri, aralarındaki görüş farklılıklarını asgariye indirerek uzlaşmalarına bağlıdır.

Uzlaşmanın olabilmesi için uzlaşacak partilerin kendi siyasi ilke, prensip ve görüşlerinden ödün vermek zorunda oldukları ise kaçınılmaz bir gerçektir. İttifakın gerçekleşmesi ve partilerin işbirliği yapması buna bağlıdır.

Bu çerçevede; 16 Mart 2018 tarihinde yürürlüğe giren siyasi ittifakların önünü açan yasal düzenleme sonrasında “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” adı altında iki büyük siyasal ittifak kurulmuştur.

Cumhur İttifakı, dindar, muhafazakâr AK Parti ile milliyetçilik esası üzerinden siyaset yapan MHP ve BBP’den oluşmaktadır.

Her üç partinin oy oranları tek başlarına cumhurbaşkanını seçmeye yeterli olmadığı için ve ayrıca BBP’nin ülke seçim barajını aşamamasından dolayı kurulmuş bir ittifaktır.

AK Parti, kuruluşunda milliyetçiliği reddeden aksine değişim sloganıyla öne çıkan bir parti olmasına rağmen sırf iktidarda kalabilmek ve yaklaşan 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi adayını cumhurbaşkanı seçtirebilmek amacıyla kendi ilke ve prensiplerinden ödün vererek hatta vazgeçerek gittikçe MHP’ye yaklaşmış, neredeyse MHP gibi milliyetçilik üzerinden siyaset üreten bir partiye dönüşmüştür. MHP de kendi parti programında olmayan birçok konuda “İttifak bozulmasın, uzlaşma devam etsin” diye AK Parti’yi desteklemek zorunda kalmıştır.

Millet İttifakı ise CHP, İP, Deva Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, DP ve ittifakı dışarıdan destekleyen HDP’den oluşmaktadır.

Bu partileri incelediğimizde bu partilerin laik, Kemalist, Türk milliyetçiliği, liberal, Muhafazakâr, dindar, ayrılıkçı Kürt milliyetçiliği gibi esaslar üzerinden siyaset yaptıklarını görürüz.

Bu esaslar, aslında bir araya gelmesi mümkün olmayan, birbirlerini reddeden, birbirleriyle mücadele eden esaslardır. Bu nedenle her biri ayrı bir partiyle temsil edilen bu siyasi görüşlerin ittifak yapabilmeleri ancak bu esaslarından verecekleri tavizlerle mümkündür. Birbirlerine göre uç noktalarda bulunan bu partilerin birbirlerini dışlayan görüşlerinden uzaklaşarak orta bir çözümde uzlaşmaları, yapacakları siyasi ittifakın yaşayabilmesi ve sürdürülebilmesi için zorunluluktur.

Laik, demokratik, kapitalist sistem üzerinde uzlaşmış partilerin siyasi ittifak yapmalarının nedeni, siyasi ittifaklar yoluyla elde edecekleri çıkar, güç ya da iktidar olma hırslarıdır.

Siyasi partilerin, yapacakları siyasi ittifaklar uğruna halkın sorunları için benimsedikleri siyasi görüşlerden, inançlarından, ilkelerinden ve parti programlarından ödün vermek zorunda olmaları, var oluş sebepleriyle büyük bir çelişkiye düşmelerine yol açmaktadır. Bu uzlaşmacı ittifak anlayışı, esasında siyasi partiler arasındaki farkları ortadan kaldırarak hepsini birbirine benzetmekte ve hepsini bozuk kapitalist düzenin potasında eritmektedir.

Siyasi partilerin liderlik ettiği seçmen kitleleri de, destekledikleri siyasi partilerin sadece iktidarı, güç ve menfaati esas alan siyaset tarzları sonucunda benimsedikleri inanç ve değerlerinden uzaklaşmakta ve kimliksizliğe doğru itilerek kapitalizmin ürettiği insan tipine dönüşmektedirler.

Bu halleriyle laik, demokratik, kapitalist sistemi esas alan ve kapitalizmin bozucu vasfıyla hareket eden siyasi partiler bir kimliksizleştirme siyasetinin ve sömürgeci kapitalizme hizmet eden bir asimilasyon politikasının araçları olmaktadır.

Bu vahim duruma yol açan ve kapitalizmin doğmasına neden olan uzlaşmacı orta çözüm anlayışı sadece siyasette değil hayattaki diğer bütün meselelerde de kınanıp reddedilmesi gereken bir yaklaşımdır. Zira doğruyu, hakikati, ahlakı, adaleti, erdem ve fazileti, iyiliği, yüksek hedef ve gayeleri değiştiren, dönüştüren, yok eden ve bunların yerine insanlığı en aşağılık seviyelere indiren çıkar, menfaat, güç ve iktidarı koyan bir anlayıştır. Bu anlayış, halkımızın kaybetmesine, sadece kapitalist düzenin kazanmasına yol açmaktadır.

 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş sonrasında siyasi ittifakların siyasi kutuplaşma ve kutuplaştıran siyaset tarzlarını değerlendirmemiz ise şöyledir:

Cumhur İttifakı daha çok dindar, muhafazakâr, milliyetçi ve kısmen liberal, İslami değerlere önem veren, Batılı değerlere ve Batılı hayat tarzına mesafeli, helal-haram kavramlarına sahip, geleneklerine bağlı, devleti yücelten, liderine sadık, tarihiyle övünç duyan, yakın zamana kadar cumhuriyet ve laikliği kendini ötekileştiren baskıcı bir rejim olarak gören, Amerika, Avrupa, Rusya, Çin ve “İsrail” hakkında olumsuz duygulara sahip bir seçmen kitlesi tarafından desteklenmektedir.

Cumhur İttifakının kutuplaştırma siyasetinde kullandığı belli başlı argümanlar şunlardır:

-Millet İttifakı özelinde CHP iktidara gelirse bugüne kadar elde ettiğimiz kazanımları kaybederiz, başörtüsü yasaklanır. Kur’an kursları kapatılır, eski baskıcı dönem geri gelir, Türkiye parçalanır, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürt Devleti kurulur. Ülkeyi ilerleten ve kalkındıran projeler iptal edilir. Millet İttifakı, askerî vesayetçidir, darbecidir, millet iradesini önemsemez. Millet İttifakı, Erdoğan’ı iktidardan indirmek isteyen dış güçlerin maşasıdır. Erdoğan, İslam ümmetinin lideridir.

Bu argümanlar üzerinden üretilen siyasetteki cepheleştirmenin/kutuplaştırmanın etkisinde kalan Cumhur İttifakı seçmen kitlesi, sırf iktidarda kalabilmek adına daha önce sahip olduğu değerlerden taviz verebilmekte hatta vazgeçebilmekte, değerleri ile ters düşse bile Erdoğan’ın iktidarını destekleyebilmektedir. Bu çerçevede;

Faiz haram olduğu halde iktidarın faiz politikalarına ve faiz uygulamalarına,

İçki haram olduğu halde iktidarın içkiyi üreten ve satan işletmelere ruhsat verip içki tüketimini serbest bırakmasına,

Zina haram olduğu halde iktidarın zinayı suç olmaktan çıkarmasına,

Halkın namuslarının pazarlandığı “genelevlerin” çalıştırılmasına,

Rezaletin de ötesindeki televizyon yayınlarına,

“Özgürlük” adı altında büyük bir ahlaki çöküşün yaşanmasına,

Müslüman halkın bozulmasında önemli bir rol oynayan sanatçı takımının Cumhurbaşkanlığı makamında ağırlanarak “onore” edilmelerine,

İktidar kadroları tarafından yapılan yolsuzluk ve israfa,

Doğu Akdeniz’de çıkan doğalgazdan elde edilecek menfaat için elinden Müslüman kanı damlayan gasıp Yahudi varlığı “İsrail’in” Cumhurbaşkanı Herzog’un Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kırmızı halılarda karşılanmasına,

Sultan 2. Abdülhamit’in huzurundan kovduğu meşhur Siyonist Theodor Herlz’in mezarına Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu tarafından ziyaret edilerek çelenk bırakılmasına,

Çağımızın en büyük katliamlarına imza atan cani ve mücrim Suriye rejimi ile başlatılan “normalleşme” adımlarına,

Amerika, Avrupa, Rusya gibi İslam düşmanı, Müslüman katili sömürgeci devletlerin dost ve müttefik olarak görülmesine,

NATO, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi tümüyle sömürgeci Batılı devletlere hizmet eden kuruluşların aldığı kararlara uyulmasına…

İnandığı değerlere aykırı, reddedilmesi, tepki gösterilmesi ve karşı çıkılması gereken bu türden iktidar politikalarına ve uygulamalarına Cumhur İttifakı seçmen kitlesi tarafından destek verilmesi ya da görmezden gelinmesi, ortaya konan kutuplaştırma siyasetinin sonucudur. Bu durum aynı zamanda Cumhur İttifakını destekleyen seçmen kitlesinin inandığı değerlerinin erozyona uğrayıp aşınmasına ve yozlaşmasına hatta seçmen kitlesinin kimliksizleştirilmesine yol açmaktadır.

Millet İttifakı ise daha çok laik, Kemalist, ulusalcı, milliyetçi, laikliği ve Batılı değerleri önemseyen, İslam’a mesafeli, Kemalizm’e bağlı, “ulus devlet” ilkesini savunan, Türkiye’nin üniter yapısının korunması gerektiğine inanan, tarihinden utanç duyan, Osmanlı’ya düşman, halkının tercihlerine saygı duymayan, halkını küçük gören, halkına karşı kibirli, vesayetçi, Erdoğan düşmanlığını siyasetinin merkezine yerleştirme gibi özellikler taşıyan bir seçmen kitlesi tarafından desteklenmektedir.

Siyasetteki cepheleştirmenin/kutuplaştırmanın etkisinde kalan Millet İttifakı seçmen kitlesi, sırf iktidarı elde edebilmek adına Cumhur İttifakı seçmen kitlesinde olduğu gibi daha önce sahip olduğu değerlerden taviz verebilmekte hatta vazgeçebilmekte, değerleri ile ters düşebilmektedir. Bu çerçevede;

Türkiye’nin üniter yapısını parçalayıp bölmek isteyen ayrılıkçı Kürt Hareketi PKK’nın siyasi kolu olan HDP ile ittifak yapılmasına,

PKK ile yapılan terörle mücadeleye destek verilmemesine,

Sınır ötesi operasyonların engellenmeye çalışılmasına,

Parti yöneticilerinin Türkiye düşmanı Avrupalı siyasetçilerle bir araya gelmelerine,

Batı’nın çifte standartlı yaklaşımlarına,

Sömürgeci Batılıların sömürgeciliğine karşı çıkılmamasına,

İktidarı eleştirdikleri kimi konularda benzer tutum gösteren parti yöneticilerine ve kazandıkları yerel yönetimlerde yapılan yolsuzluklara, rüşvete ve partizanca yaklaşımlara tepki vermemektedir.

Millet İttifakı seçmen kitlesinin bütün bunlara tepki göstermemesi, karşı çıkmaması ve sırf iktidarı elde edebilmek adına destek vermesi ya da göz yumması da ortaya konan kutuplaştırma siyasetinin ürettiği sonuçlardandır. Bu durum aynı zamanda Millet İttifakını destekleyen seçmen kitlesinin benimsediği ilke ve prensiplerinin erozyona uğrayıp aşınmasına ve uzlaşmasına hatta seçmen kitlesinin kimliksizleştirilmesine yol açmaktadır.

Burada kısaca, kutuplaştıran siyaset tarzının HDP’yi destekleyen Kürt seçmenin değerlerinde nasıl bir erozyona sebep olduğuna, onları nasıl kimliksizleştirdiğine de değinelim…

İslam karşıtlığı üzerinden LGBT, ateizm, deizm gibi sapkınlıkları desteklemesi,

Savunduğu değerler itibariyle sömürgeciliğe ve sömürgeci Avrupalı devletler ve Amerika’ya karşı çıkması gerekirken bu devletler ile işbirliği yapması, bu devletlerin Ortadoğu politikalarında kullanışlı bir araç olmayı kabul etmesi ve onlar tarafından desteklenmesi,

Daha düne kadar kardeş olduğu Müslüman Türk halkıyla birlikte olması gerekirken sömürgeci efendilerini memnun etmek adına kendi kardeşlerini düşman olarak nitelemesi,

Türkiye’de kendileri için özgürlük talebini öne çıkarırken Suriye’de yönettikleri bölgelerde bulunan halklara zalimce, despotça davranmaları, onların özgürlüklerini tümüyle yok ederek neredeyse köleleştirmeleri,

Kısa zaman öncesine kadar kendilerini yok sayan ve Kürt halkına karşı büyük haksızlıklar yapan CHP ile sırf iktidarı devirmek ve yeni iktidardan pay almak uğuna ittifak yapmaları gibi benzeri politikalar, kendilerini destekleyen Kürt halkının değerlerinde aşınmayı ve Kürt halkının kimliksizleştirilmesini beraberinde getirmektedir.

Sonuç olarak; Cumhur İttifakı, Millet İttifakı ve HDP Türkiye’deki seçmenlerin yaklaşık %90’ını temsil etmektedir. Bu üçlünün uzlaşmayı esas alan siyasi ittifak yaklaşımları ve kutuplaştıran siyaset tarzları, sanıldığının aksine bir kimliksizleştirme siyaset tarzıdır, sömürgeci kapitalizme hizmet eden bir asimilasyon politikasıdır. Ülkenin neredeyse tamamı bu üçlünün sadece iktidarı ve gücü, çıkar ve menfaati esas alan uzlaşmacı ve kutuplaştırmacı politikaları nedeniyle değerlerinden uzaklaşmakta ve kimliksizliğe doğru itilmektedir.

Halkımız, âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’nın gönderdiği seçkin İslam hidayetine hayatın hiçbir alanında yer vermeyen, dışlayan laik kapitalist düzeni esas alan siyasi parti, siyasi ittifak ya da kişileri desteklemeye devam ettikçe kaybetmeye devam edecek ve kendilerini tanıyamayacakları bir kimliksizliğe savrularak yitip gideceklerdir.

Bizi, İslam’ın aydınlığı yerine sömürgeci kâfir Batı’nın karanlık yolu olan kapitalist düzeni savunan ve kimliksizleştirme siyasetinin araçları olan iktidar, siyasi parti, siyasi ittifak ya da kişilerden, ancak kendisiyle insanları kimliklendiren İslam kurtarabilir. Bozuk kapitalist düzeni ve dayandığı bütün bozuk değerleri yok ederek İslam nizamını tatbik edecek Râşidî Hilâfet’in yeniden tesisi kurtarabilir.


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz