TUNUS ÖZELİNDE SİYASAL İSLAM’DAN MUHAFAZAKÂR DEMOKRATLIĞA

Yılmaz Çelik

Tunus, 1574 yılında Osmanlı Hilâfet Devleti tarafından İslâm topraklarına dâhil edilmiş bir İslâm beldesidir. Üç yüz yıldan fazla İslâm toprağı olarak kaldı. 1881 yılında Bardo Anlaşması ile İslâm topraklarından koparılarak Fransız egemenliği altına girdi. 1956 yılı, Tunus’un Fransız sömürüsünden bağımsızlığını elde ettiği yıl olarak bilinip kabul edilse de esasen sinsi bir İngiliz hamlesiyle İngiliz yönetimi altına girdiği tarihtir. İngilizler, Tunus üzerindeki hâkimiyetlerini 1987 yılına kadar adamı Habib Burgiba eliyle, ardından da Arap Baharı kıyamıyla devrilene kadar Zeynel Abidin Bin Ali eliyle devam ettirdi.

Tunus, Arap Baharının ilk başladığı yerdir. 17 Aralık 2010'da üniversiteden mezun olduktan sonra iş bulamadığı için seyyar satıcılık yapan Muhammed Buazizi, emniyet güçlerinin seyyar tezgâhına el koymasından sonra kendisini yakarak intihar etti. Yaşanan olay 23 yıllık Zeynel Abidin Bin Ali iktidarını deviren ve "Yasemin Devrimi" olarak bilinen geniş çaplı halk protestolarına yol açtı. Tunus'ta yaşanan bu olay daha sonra pek çok Arap ülkesine yayıldı ve “Arap Baharı” kıyamının da başlangıcı sayıldı.

Müslümanlar, kendilerini koruyan ve sömürgeci kâfirlere karşı kalkanlık görevini yapan 1300 yıllık devletlerini kaybettikten sonra baskıcı ve diktatör rejimler altında yaşamaya başladılar. Sırtlarını Batı’ya dayayan diktatör Tunuslu yöneticiler, onlarca yıl İslâm’a ve onun değerlerine savaş açtılar. Müslümanlara zulmettiler. Ülkenin servetlerini, sömürgeci kâfirlere peşkeş çektiler. Ülkeyi kapitalizmin karanlığına her geçen gün daha fazla sokup ekonomik ve siyasi darboğazla hayatı insanlara yaşanmaz hale getirdiler. Uyguladıkları yoksullaştırma ve açlık politikalarıyla servetin mutlu, küçük bir azınlık üzerinden sömürgecilerin eline ulaşmasını sağladılar.

İşte bu sömürge ve esaret zilleti içerisinde yaşayan Müslümanlar, kendilerinde var olan bütün korku duvarlarını yıkarak ve hiç beklenmedik, temiz, asil bir kıyamla yönetimlere başkaldırdı ve Tunus ile bu kıyamın “start”ını verdiler.

Hilâfet’in ilgasının ardından parçalara ayrılan İslâm coğrafyasında sömürgecilerin “insafına” terk edilmiş ümmetin, yıllarca maruz kaldığı zulümlere ve içine düşürüldüğü zillete karşı göstermiş olduğu ilk direniş ve ayağa kalkış olması açısından bu mübarek kıyam çok önemlidir. İslam ümmeti bu kıyamla bugüne kadar kendisinde var olan ancak, sömürgeci kâfirler ve onların işbirlikçi ajanlarının baskı ve zulümleriyle bir türlü ortaya koyamadığı gücünün farkına vardı.

Yaklaşık 100 yıllık sömürge ve esaret zilleti içerisinde yaşayan Müslümanların bu temiz ve asil kıyamı, sömürgeci kâfir Batı’yı ve onların yörüngesinden bir karış bile ayrılmayan yöneticileri oldukça tedirgin etti. Sömürgeci Batı, bekasının sonuna yaklaştığını bildiği için bu mübarek kıyamları kirletmekten geri durmadı. Bu konuda bir takım dezenformasyon çalışmaları yürütüldü. Ayaklanmaların, Batı ve ABD’nin tetiklediği ayaklanmalar olduğu yalanı servis edildi. Yine bu ayaklanmaların seyrini değiştirmek için; açlığa, yoksulluğa ve insanca yaşamaya karşı “özgürlükçü” ayaklanmalar olduğu manipülasyonu devreye sokuldu. Hâlbuki devrim, kapitalist laik demokratik nizamın zulmüne karşı bir başkaldırıydı ve Müslümanların omuzlarında yükseliyordu. Ancak istenen başarıldı ve kıyam, hedefinden saptırıldı. Sorunun sadece yöneticilerde olduğu telkin edildi. ABD ve Batı, bu konuda Müslümanları ve birtakım kitleleri de maalesef bu manipülasyona alet etti ve Nahda, İhvan-ı Müslimîn ve bazı selefi hareketler, bu süreçte bu oyunun birer parçası haline geldi.

Müslümanların yaşamış olduğu 100 yıllık travma ve badirelere son verebilecek bu kıyamlar, İslami bir devlet ile nihayete kavuşabilecekken bu kitleler, Müslümanların 100 yıllık Hilâfet ve İslam Devleti beklentilerini boşa çıkardılar. Tunus’ta Nahda Hareketi, Mısır’da İhvan-ı Müslimîn, demokratik parlamenter sistemde yönetime talip olarak şeriatın ve ümmetin maslahatına değil, kendi menfaatlerine hizmet etmeyi tercih ettiler. Bununla birlikte sömürgeci kâfirler ve işbirlikçileri devrimleri engelleyemeyeceklerini anladıklarında, devrimi çalmak yani kendi lehlerine çevirmek adına hamle üstüne hamle yaptılar ve tuzak üzerine tuzak kurdular. Birtakım kitleler ve liderler eliyle toplumun içerisinde “demokrasi” ve “reform” söylemlerini yayarak İslami havayı dağıtmayı ve halkın bu söylemler etrafında toplanmasını sağlamayı amaçladılar. Müslümanlara ait bu devrimleri yine siyasi basiretten yoksun bu Müslümanları kullanarak ve onların yaptıkları hatalardan faydalanarak Müslümanlar aleyhine döndürmeyi başardılar ve üstelik kovuldukları bu topraklarda kendi varlıklarını daha da sağlamlaştırdılar.

Sömürgeci kâfirler, kıyam sürecinde devrilecek olan despot liderlerin yerine, kendisini razı edecek, kendisine itaatte kusur göstermeyecek “ılımlı İslami demokratların” geçmesinin zeminini hazırladı ve devrimleri kontrolü altına almayı başardı.

Siyasal İslam’dan Muhafazakâr Demokratlığa: Raşid Gannuşi

1980 yılında Londra’ya sürgün edilen Gannuşi, 2011 yılında, Tunus’un 23 yıllık Cumhurbaşkanı diktatör Zeynel Abidin Bin Ali'ye karşı başlatılan Yasemin Devrimi'nin ardından Tunus’a dönerek aktif siyasete başladı ve Nahda Hareketi’nin genel başkanlığına seçildi. Devrimin ardından oluşturulan geçiş hükümeti de Nahda hareketine partileşme izni vererek seçimlere katılmasının önünü açtı.

Nahda, Tunus’ta 23 Ekim 2011 tarihinde yapılan kurucu meclis seçimleri oylarının çoğunluğunu alarak birinci parti oldu. Parti’nin genel başkanı olan Raşid Gannuşi, seçim sonuçlarının ardından yaptığı konuşmada, “Bugün İslam, insanları yönetmek için yeniden dönüyor. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun… İslam bugün bu toplumu ıslah etmedeki rolünü oynamak için güçlü bir şekilde dönüyor… Tüm bunlar, inşAllah İslam’la bağlantılıdır… İslam, bu toplumdaki tüm hayrın kaynağıdır.” dedi ve Nahda Partisi’nin hedefinin, muhafazakârlarla Batı yanlılarını ortak bir noktada birleştirmek olacağını ifade etti. Gannuşi konuşmasının devamında şunları söyledi: “Halk, gerçekleştirdiği bu önemli devrime devam etmeli, onu korumalı… Halk, devrimi eşitlik, adalet ve demokrasiye dönüştürmeli… Nahda’nın ideolojisi, başları açık ya da kapalı kadınları, inananlar ya da inanmayanları yani herkesi kucaklayabilecek niteliktedir… İslam’ı etkisiz kılmak isteyenler şöyle diyor: ‘İslam’ı bir kenara koyun, siyasete karıştırmayın… İslam kutsal bir şeydir ve ipekten bir kumaş içine koyup muhafaza etmemiz gerek…’ İslam’a saygı göstermek bu mudur? İslam, insanları yönetmek için gelmiş bir hayat tarzıdır. İnsanları eğitip terbiye etmek için gelmiştir.”

Gannuşi’nin bu ifadeleri, Müslümanların rejime karşı yeniden kıyamını engellemek için popülist bir söylemden ibaretti. Nitekim seçimlerin ilk sonuçlarının açıklanmasının ertesi günü liderliğini yaptığı Nahda Partisi, düzenlediği basın toplantısında parti programının özgürlüklerle çelişmediğini, Tunuslu her erkek ve kadının ifade, düşünce, kıyafet özgürlükleri gibi haklara sahip olduklarını, tüm bunlara devletin karışamayacağını açıkladı.

Gannuşi, bir taraftan İslami motifleri kullanarak Müslümanları aldatırken diğer taraftan partisinin düzenlediği basın toplantısında Nahda’nın bundan sonraki yol haritasını net bir şekilde ortaya koyuyordu. Gannuşi, Nahda’nın İslam ideolojisine göre değil, kapitalist ideolojiye göre hareket edeceğini, kapitalist ideolojinin temeli olan laikliği, onun sistemi olan demokrasiyi, insanı serbest bırakan temel hürriyetler fikrini kabul ettiğini ilan ediyordu.

 Gannuşi tarafından yapılan bu açıklamalar, partisinin ülkedeki siyasal pozisyonunun nasıl şekilleneceği konusunda ileriye dönük ipuçları vermektedir. Uzun yıllar siyasal İslami söylemleri dile getiren ve bu yönde tabanını konsolide eden Gannuşi, sistem içerisinde yer alabilmek için söylemlerinden taviz vererek, keskin bir dönüşüm sergilediğini de bu açıklamalarla ortaya koydu. Nitekim Nahda’nın Mayıs 2016’da gerçekleştirilen 10. Kongresinde, parti ideolojisinin artık siyasal İslâmcılıkla tanımlanamayacağı, bunun yerine “Müslüman demokratlar” kavramının kullanılacağının altı çizilerek seküler ilkeler temelinde siyaset yürütüleceği vurgulandı.

01 Haziran 2016’da Şarku’l-Evsat gazetesi Raşid Gannuşi ile bir mülakat yaptı. Mülakatta Gannuşi, “Zira bizim hareketimiz kapsamlı İslami hareketten 2014 anayasasını benimseyen, devletle ve toplumla barışan, milli ve sivil (laik) hareket haline fiilen dönüştü.” ifadelerini kullandı. Gannuşi bu söylemlerle Tunus’ta siyasi İslam’a yer kalmadığını ifade ediyordu.

Gannuşi’nin geçmişteki “O gece, iki şeyden kendimi arındırdım: laik milliyetçilik ve geleneksel İslam. O gece, asıl İslam'ı; vahiyle indirilen, şekillendirilmeyen ya da tarih ve gelenekle saptırılmayan İslam'ı kucakladım. O gece, uçsuz bucaksız bir inançla, aşkla, hayatımı adadığım dine duyduğum hayranlıkla dolup taştım. O gece yeniden doğdum; yüreğim Allah'ın ışığıyla, aklım da eskiden beri öğrendiklerimi yeniden gözden geçirme ve üzerine düşünme azmiyle doldu.’’ söylemi, bir zamanlar İslam’ı bir ideoloji veya hayatın bütün yönlerini kapsayan bir din veya bir fikir olarak kabul ettiğini ortaya koyan bir söylemdi. Ancak sonrasında; laikliğin İslam ile çelişmediğini iddia ederek ılımlı İslam’ı benimsedi ve destekledi. İşte bu durum, kendisinin ve partisinin siyasal İslam’ı bırakıp demokrasiye girdiğini ilan ettiğinin göstergesidir.

Raşid Gannuşi’nin Fransız Le Monde’a verdiği bir röportajda sarf ettiği şu sözler bunu teyit etmektedir: “Müslüman demokrasisine girmek için siyasi İslam’dan çıkıyoruz. Artık siyasi İslam’ı temsil iddiasında olmayan Müslüman demokratlarız.” Yine Gannuşi’nin “İslam demokrasi ile çelişmez. Tam tersi; bu iki olgu, çıkar alışverişi yapabilen, ortak ilgilere sahip olan, birlikte var olma formülüne ulaşmış olan sağlam zeminli bir platforma sahiptir. İslam, demokrasi ve çoğulculukla bağdaşan özellik ve uygulamaları içermektedir. Mesela; içtihat, icma ve şura…” ifadeleri, bir saptırmanın, bir tavizin, laik ve demokratlarla uzlaşmanın ve onları razı etme çabasının bir neticesidir.

Sonra, gün geldi tutuklandı…

Raşid Gannuşi, ucuz makamlar uğruna Müslümanların devrimini götürüp laiklere teslim etti. Seçimlerden iki sefer birinci parti çıkmasına rağmen laikleri kucaklamak adına başkanlıktan dahi feragat etti. Daha sonra Fransa’nın yörüngesinde hareket eden Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, arkasına orduyu da alarak Gannuşi ve lideri olduğu Nahda’yı kapı dışarı etti. 2019 seçimlerinde kendisine en büyük desteği veren Nahda hareketi lideri Raşid Gannuşi’yi mübarek Ramazan ayında, evinde gözaltına aldırarak tutuklattı. Nahda hareketinin genel merkezi ile diğer ofisleri kapatıldı.

Fayda vermedi…

Raşid Gannuşi’nin kendisini “Müslüman demokrat” olarak nitelemesine, laiklerle anlaşmaya varmasına, herkese uzlaşma mesajı vermesine, İslam’ın hükümlerini tahrif etmesine, İslam’dan taviz vermesine, demokrasi ve Batılı fikirleri meşru gö(ste)rmesine rağmen sömürgeci kafirleri razı edemedi. Tüm bunlardan daha acı olanı ise “Tunus’ta şeriatı engelleme çabalarından” dolayı İngiltere’de ödüle layık görüldü. 2016 yılında da Tunus’ta siyasi İslam’a yer kalmadığını, Tunus’ta artık şimdi demokrasinin olduğunu söylemişti. Fakat bugüne kadar İslam’ı tahrif etmek pahasına yaptığı bütün şirinlikler, bir çırpıda görmezden gelindi. Eninde sonunda kendisinden önceki yöneticilerin akıbetine uğradı. Tunus’un önceki yöneticileri gibi Gannuşi de adeta kullanılmış bir mendil gibi kenara atıldı. Aslında bu olay, yeni ve şaşırtıcı değildir. Aksine İslam düşmanlarını dost edinen ve onlara bel bağlayanlar için beklenen bir durumdur.

[وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ] “Onların dinlerine uymadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar!”[1]

Hâlbuki Tunuslu Müslümanlar, Gannuşi’nin iktidara gelmesiyle beraber ümitlenmişlerdi. Senelerdir diktatörlerin demir yumruğu altında yaşayan Müslümanlar rahat bir nefes alacaklarını zannetmişlerdi. Zira kendilerine, Tunus’un diktatörlükten demokrasiye geçerek huzur ve refaha kavuşacağı, söylenmişti.

Peki, değişen ne oldu?

Gelinen süreçte Tunus’ta değişen hiçbir şeyin olmadığı görüldü. Değişiklik sadece yüz ve üsluplarda oldu. Yönetime, “yüzü daha az kara” olan simaların gelmesinden başka bir şey olmadı. Tunus, halkları sömüren ve ezen bir sömürü düzeni olan kapitalist laik demokrasi ile yönetildiği için bugün bile 2010 öncesi durumunu aynen yaşıyor. Halk sokaklarda açlık ve sefalet içerisinde. Bununla birlikte senelerdir kendilerini “siyasal İslamcı” olarak gösteren ve “İslami bir değişim” adına çıkan bu partilerin aslında diğerlerinden çok da farkı olmayan demokratik partilerin bir türevi olduğu görüldü. Bu hareketler, yıllarca gayri İslami Batılı demokrasi ile Müslümanları oyaladılar ve aldattılar. Müslümanları sisteme angaje etmek için tüm imkanlarını bu uğurda seferber ettiler. Diğer İslâm beldelerinde olduğu gibi Tunus’un yöneticileri de kimliklerini ve şahsiyetlerini ufak bir bedel karşılığında sattılar. Sömürgeci kâfir Batı’dan aldıkları emirler doğrultusunda ümmetin kimliğini yok etme ve doğru yoldan saptırma adına şer icraatlarını hayata geçirdiler. Bozuk demokratik sistemi değiştirme adına yola çıkan bu kitle ve liderler, maalesef sistemin cinsinden insanlar haline geldiler. Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın asla razı olmadığı küfür sistemlerini Müslümanlar üzerine tatbik ettiler ve bununla da öğünür hale geldiler. Kendilerini ve kitlelerini meşru göstermek adına ne kadar gayri İslami fikir ve hüküm varsa hepsini tevil ettiler. İslam ve İslami hükümlerden taviz verdiler.

Günün sonunda; Müslümanlara zulmeden, fakirleştiren, yoksullaştıran, sefalete ve geri kalmışlığa sebebiyet veren ve hiçbir soruna çözüm getiremeyen laik-demokratik kapitalist sistem olduğu gibi kaldı. Tunuslu Müslümanların devrim iradesi, hoşgörü, özgürlük, demokrasi gibi süslü argümanlar üzerinden çalınarak akamete uğratıldı. Tunuslu Müslümanların demokrasi için devrime kalkıştığı iddia edildi ve onlar adına İslami değerlerden tavizler verildi. Müslümanların emekleri heder edildi. İslam için kıyama kalkan ve İslami bir yönetimi talep eden Müslümanların bu istekleri bu tür şahsiyet ve hareketler tarafından devamlı boşa çıkarıldı. Müslümanlar maalesef bir kez daha hayal kırıklığına uğratıldı ve aynı delikten bir kez ısırıldı.

Ancak şurası muhakkak ki; Müslümanların mübarek devrimlerini hile ve aldatma yoluyla çalan liderler ve onların savundukları ve çağrıda bulundukları laiklik, demokrasi ve diğer gayri İslami beşerî sistem ve ideolojiler eninde sonunda yok olmaya mahkûmdur. Nasıl ki komünizm, devleti ve ideolojisiyle beraber hayat sahnesinden silindiyse kapitalizm, laiklik ve demokrasi de mutlaka silinecek, bununla birlikte İslam kazanacak ve hâkim olacaktır. Böylece İslam, dünyayı hayırla, emniyetle, adaletle ve huzurla dolduracaktır.

[وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ] “Bu Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden asla dönmez.”[2]



[1] Bakara Suresi 120

[2] Rum Suresi 6


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz