MÜSLÜMANLARIN İSLAMİ DEVLET HEDEFİNDEN UZAKLAŞARAK DEMOKRASİYİ ESAS ALAN SİYASET ANLAYIŞINA SAVRULMALARINDA FİKİR VE METOT EKSİKLİĞİNİN ROLÜ

Remzi Özer

Bu makalemizde; Müslümanların yaşadığı bütün ülkelerde ve Türkiye özelinde toplumda İslami hayatı başlatmak için İslam Devletini yeniden tesis etmek hedefiyle yola çıkan cemaat, cemiyet, sivil toplum kuruluşları ve özellikle -sözde- siyasi partilerin İslami Devlet hedefinden uzaklaşarak değiştirmek istedikleri demokratik düzene büyük bir savrulmayla nasıl uyum sağladıklarından bahsedeceğiz.

Yine İslami Devlet hedefinden uzaklaşmada fikir ve metot eksikliğinin, fikir ve metoda bağlı kalmamanın yol açtığı yıkıcı, dönüştürücü ve saptırıcı etkisini Milli Görüş Hareketi üzerinden ele alacağız.

Osmanlı Devleti’nin sömürgeci kâfirler eliyle yıkılıp parçalanması ve Hilâfet’in ilga edilmesi sonrasında Osmanlı coğrafyasında İngilizler tarafından çok sayıda devlet ve yeni yönetim tesis edilmiştir.

Sömürgeci kâfir İngilizlerin nüfuzu altında hareket eden bu yönetimler, kendi halklarına adeta düşman gibi davranmışlar; halkın inanç ve değerlerini, şeref ve saygınlığını ayaklar altına alan uygulamalarla, baskı ve zulümlerle Müslüman halkı kendi rejimlerine boyun eğdirmeye çalışmışlardır.

Bu durum, sözü edilen yönetimler ile halk arasında bir ayrışmaya yol açmış ve bu ayrışma geri kalmışlığı besleyerek Müslüman halkın kalkınmasının önündeki en büyük engellerden birine dönüşmüştür.

İslam ümmetinin içine düştüğü bu son derece kötü durum, bu duruma razı olmayan, bu durumdan kurtularak kalkınabilmek amacıyla harekete geçen farklı fikirlere, farklı metotlara sahip çok sayıda kitleleşmenin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Bu kitleleşmelerden bazıları da siyasi yönleriyle tebarüz eden kitleleşmeler olmuştur. Demokratik sistem içerisinde “siyasi parti kurmak, siyasi partiler vasıtasıyla iktidar olmak, iktidar olmanın verdiği güç ve imkânlarla İslami hedef ve gayeleri gerçekleştirmeye çalışmak yine siyasi partiler aracılığı ile Müslümanların çıkarlarını korumak ve savunmak” düşüncesi de çok sayıda siyasi kitleleşmenin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Aynı zamanda Osmanlı’nın parçalanması sonrasında Osmanlı coğrafyasında kurulan, sömürgeci kâfir Batı’nın nüfuzu altındaki yeni devlet ve yönetimlerin Müslüman halklara karşı takındıkları zalimane ve baskıcı tutum da Müslümanları, demokratik sistem içerisinde siyasi parti kurmaya iten faktörlerden biri olmuştur.

İslami bir devlet hedefinden daha öncelikli olarak “Müslümanların kendilerini daha rahat ifade edebilecekleri sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel bir ortamın oluşturulması” yönünde ortaya atılan görüşler de, Müslümanların, siyasi partiler kurarak demokratik ve -çerçevesi İslam dışı yönetimler tarafından çizilerek sınırlandırılmış- yasal zeminde siyasi faaliyetlerde bulunmasında etkili olmuştur.

Çok partili siyasi hayata geçiş sonrasında Milli Görüş hareketinin ilk partisi olan Milli Nizam Partisi tam da bu düşüncelerle siyasi hayata atılmıştır.

Parti kurucuları ve yöneticileri, siyasi faaliyetlerinde, sömürgeci kâfir Batı’nın özellikle de İngilizlerin etki ve yönlendirmeleriyle ortaya çıkmış olan reformist çizgiyi benimsemişlerdi.

Partilerinin ve görüşlerinin başına “İslam” değil de “Milli” kavramını koyarak partilerini “Milli Nizam”, görüşlerini de “Milli Görüş” olarak isimlendirmişlerdi.

Bu isimlendirmenin, Osmanlı’nın parçalanması sonucunda İngilizler tarafından bu parçalanmışlığı sürekli kılmak ve Müslümanların tekrar İslam ve Hilâfet’te birleşmesini engellemek amacıyla Osmanlı coğrafyasında kurdukları ulus-devletlerde takip ettikleri “İslam’ı millileştirme” siyasetlerinin bir ürünü olduğuna da burada değinmiş olalım.

Milli Nizam Partisi’nin yöneticileri siyasi faaliyetlerinde, İslam’ın fikir ve metodunu esas almamışlardır. Parti programının 3. Maddesinde; “Milli Nizam Partisi’nin temel amacının demokratik hukuk nizamı içinde kalkınmak” olduğu ifade edilmiştir.

5 Mart 1970 yılında kurulan Milli Nizam Partisi’nin ömrü kısa olmuş, 20 Mayıs 1971 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmış ve kurucu lider Erbakan İsviçre’ye gitmiştir.

Bu dönemde Ortadoğu’da yaşanan İslami gelişmeler, özellikle Hizb-ut Tahrir’in yeniden Râşidî Hilâfet’i tesis etme konusunda yürütmüş olduğu etkin faaliyetler ve bu faaliyetlerin Türkiye’de de görülmesi üzerine ülke nüfusunun büyük kısmını oluşturan dindar halkın demokrasi dışı farklı arayışlara yönelebileceği konusu, yöneticilerin endişelenmesine yol açmıştır.

Bu endişe nedeniyle, 1971 Askerî Muhtırasını yapan darbeci generallerden Turgut Sunalp ve Muhsin Batur, demokratik düzen içerisinde siyaset yapması engellenen ve sistem dışına itilen halkın, sistem içinde kalmasını sağlamak amacıyla İsviçre’ye gitmişler ve “kapatılmama” garantisi vererek yeni bir parti kurması konusunda Erbakan’ı ikna etmişlerdir. Bunun üzerine 1972 yılında Milli Selamet Partisi kurulmuştur.

Parti Programının 2. Maddesinde Milli Selamet Partisinin amacı; “halkı milli şuur ve gayeler etrafında birleştirmek, insan hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınması, demokratik nizam içinde devlet-millet beraberliğinin sağlanması” olarak ifade edilmiştir.

Milli Selamet Partisi yöneticileri, resmî ve kamuoyuna yönelik söylemlerinde; laik ve demokratik anayasal düzene bağlı olduklarını ısrarla dile getirirken kendi seçmen tabanlarını kontrol ve konsolide etmek için ise “şartlar oluştuğunda İslâm şeriatını getireceklerini, davalarının hakkı batıla üstün kılma davası” olduğunu söylüyorlardı.

1980 Askerî Darbesi sonrasında darbeci yönetim tarafından siyasi partiler kapatılmış ve Erbakan’a da siyaset yapma yasağı getirilmiştir. 1987 yılında yapılan referandumla siyasi yasaklılığı kaldırılan Erbakan, Refah Partisi genel başkanı olmuştur.

Refah Partisi, parti programında partinin gayesini şu ifadelerle açıklamıştır: “Temel gayemiz, milletimizi çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmaktır. Partimiz gerçek anlamda demokrasinin kurulmasına ve milli iradenin tecellisine çalışacaktır. Cumhuriyet idaresinin normal işleyişine mâni olabilecek her türlü uygulama ve düşüncenin karşısındadır.”

Dikkat edilirse Milli Nizam, Milli Selamet ve Refah Partisi’nin parti programlarında ifade ettikleri bu gayelerin hiçbiri İslami gayeler değildir. İslam’ın adı dahi geçmemektedir. Sürekli bir demokrasi, cumhuriyet ve devlet vurgusu ile siyasetlerinde laik, demokratik düzeni esas alacaklarının garantisi verilmeye çalışılmıştır.

Vakıaya teslimiyetçi bir yaklaşımla demokrasiyi esas almalarından dolayı Milli Görüş Hareketi’nin siyasi faaliyetlerinin belirleyicisi mevcut siyasi ortam, şartlar ve elde edilecek menfaatler olmuştur.

Milli Görüş Hareketi’nin lideri Erbakan 1996 yılında başbakan olmuş, 28 Şubat 1997 tarihindeki “post-modern” olarak adlandırılan askerî darbe sonrasında Haziran 1997’de başbakanlıktan istifa etmiştir.

Refah Partisi de Anayasa Mahkemesi tarafından 1998 yılının Ocak ayında kapatılmıştır.

Refah Partisi’nin kapatılmasından bir ay önce kurulan Milli Görüş Hareketi’nin dördüncü partisi olan Fazilet Partisi de aynı akıbeti yaşayarak Anayasa Mahkemesi tarafından 2001 yılında kapatılmıştır.

Fazilet Partisi’nin kapatılmasından sonra Milli Görüş Hareketi ikiye bölünmüş “gelenekçi” kanat Saadet Partisi’ni, “yenilikçi” kanat da Erdoğan liderliğinde AK Parti’yi kurmuştur.

Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan her parti kapatmasının ardından Milli Görüş Hareketi demokratik laik cumhuriyete biraz daha yaklaşmış ve en sonunda “değiştirmek” için yola çıktıkları düzenin savunucularına dönüşmüşlerdir.

Nitekim 19 Kasım 2018 tarihinde, İngiliz The Guardian Gazetesi’ne konuşan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, “İngiliz tipi laiklik” istediğini söylemiştir.

Milli Görüş Hareketi içinde yetişen Erdoğan da AK Parti’nin kuruluşu sırasında “siyasette İslam’ı referans almayacağını” açıklamış, 2011 yılında Arap Baharı sonrasında başbakan olarak ziyaret ettiği Mısır’da, yönetimde bulunan İhvan-ı Müslimin Hareketine ve Mısır halkına “laiklik” tavsiyesinde bulunmuştur.

Şu anda İslam ümmetinin içinde bulunduğu geri kalmışlığın nedenleri incelediğinde, demokratik düzende faaliyet gösteren partilerin, toplumsal değişim ve kalkınmayı gerçekleştirmedeki başarısızlıklarının etkin rol oynadığı görülür.

Bu partiler, değişim konusunu idrak edememişler; kapitalizmin de etkisiyle, “toplumun fertlerden oluştuğu, fertlerin değişip düzelmesiyle toplumun değişeceği” yanılgısıyla hareket etmişlerdir.

Toplumun ancak “topluma hâkim nizam, fikir ve duyguların değişmesiyle” değişeceği, bu değişim ve kalkınmanın da ancak “fikir ve metoda dayalı sahih bir partisel kitleleşme” ile gerçekleştirilebileceği esasından yoksun olan ve bu temelden hareket etmeyen siyasi partiler, daha yolun başında iken kendilerini başarısızlığa mahkûm etmişlerdir.

Ayrıca bu partilerin siyasi faaliyetleri, toplumun kalkınmasına yardım etmemiş aksine, toplumun kalkınmasında esas olan toplumsal ruhu küçük konularla meşgul ederek tatmin etmiş ve toplumsal ruhun fikir ve metoda dayalı sahih partisel bir kitleleşmeye sevk edilmesine zarar vermiştir.

Bu başarısızlıkta, İslam ümmetinin, sömürgeci kâfirlere ait siyasî ve felsefi fikir ve görüşlerle zehirlenerek fikirlerinde anarşiye sürüklenmeleri ve bu zehirli fikirlerin etkisiyle İslâmi düşünce metodundan sapmaları önemli rol oynamıştır.

Ayrıca İslam’ın fikir ve metodu reddettiği halde laik, demokratik düzen içerisinde iktidar olmak, iktidar olmanın verdiği güç ve imkânlarla İslami değişimi gerçekleştirmek için izlenen siyaset sonucu bu partilerde ve bu partileri destekleyen halk kitlelerindeki savrulmanın boyutu da çok büyük olmuştur.

Bu partilerdeki İslam’a bağlılık konusundaki zayıf irade ile demokratik, laik rejimlerin bu partilere yönelik zulüm ve baskıları birleşince; bu partiler, değiştirmek istedikleri laik, demokratik düzene boyun eğmişler ve düzenin bir parçası haline gelmişlerdir.

Mustafa Kemal’in Müslümanları Batılılaştırma, Müslümanlara Batılı değerleri benimsetme yönünde gerçekleştiremediği hedefler -çok acıdır ki- bu partiler ve özellikle AK Parti tarafından gerçekleştirilmiştir.

Bu siyasi partilerin liderlik ettiği seçmen kitleleri de destekledikleri siyasi partilerin sadece iktidarı, güç ve menfaati esas alan siyaset tarzları sonucunda benimsedikleri inanç ve değerlerinden uzaklaşarak kimliksizliğe doğru itilmişler ve laik, demokratik düzenin istediği insan tipine dönüşmüşlerdir.

Bu halleriyle siyasetlerinde laik, demokratik ilkeleri esas alan bu siyasi partiler, bir kimliksizleştirme siyasetinin ve laik, demokratik düzene hizmet eden bir asimilasyon politikasının araçları olmuştur.

Müslümanların inanç ve hedeflerinde büyük bir erozyon ve aşınmaya neden olan sadece çıkar, menfaat, güç ve iktidarı esas alan bu siyaset anlayışı, Müslümanların kaybetmesine mevcut düzenin ise kazanmasına yol açmıştır.

Müslümanların uğrunda büyük mücadeleler verdikleri, birçok zorluk ve sıkıntıya katlanarak büyük fedakârlıklarda bulundukları, imkân ve emekleriyle seferber oldukları İslami Devlet ve Allah’ın hükmüne geri dönüş hedefi, destekledikleri söz konusu partiler tarafından aşama aşama yok edilmiş, önce zihinlerden sonra da kalplerden yavaş yavaş silinerek ulaşılması imkânsız bir “ütopya” hâline getirilmiştir.

Değişim ve kalkınma için temel şart olan devlet-halk ayrışmasını ortadan kaldıracak, fert, toplum ve devleti bütünleştirerek aynı çizgi, hedef ve gayede birleştirecek olan İslami fikir ve metot esas alınmadan bu partiler tarafından yürütülen siyasi faaliyetler saptırıcı ve dönüştürücü etkileriyle büyük bir yıkıma yol açmışlardır.

Son derece vahim bu tablonun ortaya çıkışında; bu partilerin İslam’ın fikir ve metoduyla hareket etmemelerinin, sahih bir partisel kitleleşme oluşturamamalarının, parti mensupları arasında İslami ideolojik bir bağ tesis edememelerinin ve parti mensuplarının sahih bir iradeye ve uyanıklığa sahip olmamasının çok büyük rolü olmuştur.

Sahih partisel bir kitleleşme oluşturamamışlardır zira bu partiler; şartların ortaya çıkardığı, fikrî liderlik yerine şahsi liderliğin esas alındığı, bağlılığın fikir yerine şahsi liderliğe olduğu, fikir, metot, amaç ve hedeflerinde netlik olmayan, genellemelerle hareket eden kitleleşmeler olmuşlardır.

Bu partiler, İslam fikrini değişmez “fikrî bir sabite” olarak siyasetlerinde esas almak yerine, sömürgeci kâfir Batı’nın zehirli fikirleriyle dolu olan vakıayı, fikirlerine “kaynak” edinmişlerdir.

Yine bu partiler, demokratik esaslar üzerinde ilerlemek suretiyle iktidar olmayı bir metot olarak benimsemişlerdir.

Ayrıca parti mensupları arasındaki bağ, İslami ideolojik bir bağ ve İslam ideolojisine dayanan parti kültürü değil menfaatçilik olmuştur.

Yine parti mensupları, siyasi uyanıklıktan yoksun olarak siyasi faaliyetleri ile İslam arasında bağlantı kurmadan hareket ediyorlardı. Bu durum da, partinin, hedefinden sapmasını ve batılın tuzağına düşmesini kolaylaştırıyordu.

Sahih irade, hedefin gerçekleştirilmesinin önüne çıkan zorluk, sıkıntı ve engeller karşısında vazgeçmeme iradesidir. Ancak bu partilerin mensupları, karşılarına çıkan zorluk ve engellemelerde İslami fikir ve İslami Devlet hedefinden kolaylıkla vazgeçebiliyorlardı. Zira onlar, harekette sürekliliği sağlayan fikir kaynaklı sahih bir iradeyle hareket etmiyor, geçici duygu ve heyecanlardan besleniyorlardı.

Hayatında İslâm’ı esas almayan, her geçen gün İslâm’dan uzaklaşan, sadece çıkar ve menfaatlerinin peşinde koşan, sömürgeci kâfir Batı’nın ürettiği laiklik ve demokrasi gibi İslam’ın reddettiği fikirleri benimseyip bu fikirlere çağrılarda bulunan Müslümanlar, işte bu partilerin eseridir.

İşte bu partiler, yaşadığımız zillet halinin ve içinde bulunduğumuz geri kalmışlığın sorumlularıdır.

İşte bu partiler, kalkınmamızı gerçekleştirecek sahih partisel kitleleşmenin önündeki engellerdir.

Laik, demokratik düzeni değiştirme ve İslam Devleti’ni tesis etme hedefiyle yola çıkan, ancak yolun sonunda değiştirmek istedikleri laik, demokratik düzenin savunucularına dönüşen bu partilerin Müslümanlara verdiği zararı sömürgeci kâfirler verememiştir!

Şurası muhakkak ki; İslam’ın fikir ve metodu ile hareket etmeyen bilakis demokratik laik düzeni esas alarak zalimlere meyleden hiçbir siyasi partileşme başarıya ulaşamayacak ve Allah’tan yardım göremeyecektir.

[وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ] “Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.”[1]

Müslümanların, sömürgeci kâfirlerden alınan İslam dışı küfür kanunlarını tatbik eden yönetimlerden ve içinde bulundukları geri kalmışlıktan kurtularak kalkınabilmeleri, ancak çalışma ve faaliyetlerini sadece İslam’ın fikir ve metodu ile sınırlandırmış sahih partisel bir kitleleşme ile mümkündür.

Sahih partisel kitleleşmenin değişmez fikrî sabitesi, “İslam” olmalıdır. İslam, bir hayat nizamıdır. Hayatın bütün alanları ve hayattaki bütün sorunlar için doğru çözümler sadece İslam’dan alınmalı ve İslam ile sınırlandırılmalıdır. İslam fikrine ve İslam metoduna bağlılıkla ancak kalkınmaya ulaşabiliriz.

İslam’ın tatbik edilerek hayata hâkim olması, korunması ve yayılmasının metodu devlettir/nizamdır. İslam’ı tatbik edecek İslam Devleti’nin tesis edilmesinde takip edilecek metot da Allah’ın elçisi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in örnekliğinin esas alındığı “kitleleşme”, “toplumla kaynaşma” ve “yönetime ulaşma” aşamalarından oluşan “Nebevi hareket metodu” olmalıdır.

Sahih partisel kitleleşmenin mensupları; her hareket, davranış ve faaliyetlerinde, -kalkınmayı gerçekleştirecek olan İslam temel fikrî kaidesi ile sürekli bağlantı halinde olan bir- sahih uyanıklığa ve -geçici duygu ve heyecanlardan değil fikirden hareket eden- sahih bir iradeye sahip olmalıdırlar. Hedefe ilerlerken, önlerine çıka(cak ola)n zorluk, sıkıntı ve engeller karşısında azimle ve sebatkâr bir irade ile hareket etmeli, davasından vazgeçmemelidir.

İslam ideolojisi ve İslam ideolojisine dayanan parti kültürü, sahih partisel kitleleşmenin mensuplarını birbirlerine bağlayan yegâne bağ olmalıdır. Zira Allah, ancak fikir ve metodunda Kendi dinini esas alarak hareket eden sahih partisel kitleleşmeye yardım edecek, onu başarıya ulaştıracaktır.

[يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ] “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar.”[2]



[1] Hud Suresi 113

[2] Muhammed Suresi 7 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz