Bu makalemizde; Müslümanların yaşadığı bütün
ülkelerde ve Türkiye özelinde toplumda İslami hayatı başlatmak için İslam
Devletini yeniden tesis etmek hedefiyle yola çıkan cemaat, cemiyet, sivil
toplum kuruluşları ve özellikle -sözde- siyasi partilerin İslami Devlet
hedefinden uzaklaşarak değiştirmek istedikleri demokratik düzene büyük bir
savrulmayla nasıl uyum sağladıklarından bahsedeceğiz.
Yine İslami Devlet hedefinden uzaklaşmada fikir
ve metot eksikliğinin, fikir ve metoda bağlı kalmamanın yol açtığı yıkıcı,
dönüştürücü ve saptırıcı etkisini Milli Görüş Hareketi üzerinden ele alacağız.
Osmanlı Devleti’nin sömürgeci kâfirler eliyle
yıkılıp parçalanması ve Hilâfet’in ilga edilmesi sonrasında Osmanlı coğrafyasında
İngilizler tarafından çok sayıda devlet ve yeni yönetim tesis edilmiştir.
Sömürgeci kâfir İngilizlerin nüfuzu altında
hareket eden bu yönetimler, kendi halklarına adeta düşman gibi davranmışlar;
halkın inanç ve değerlerini, şeref ve saygınlığını ayaklar altına alan
uygulamalarla, baskı ve zulümlerle Müslüman halkı kendi rejimlerine boyun
eğdirmeye çalışmışlardır.
Bu durum, sözü edilen yönetimler ile halk
arasında bir ayrışmaya yol açmış ve bu ayrışma geri kalmışlığı besleyerek
Müslüman halkın kalkınmasının önündeki en büyük engellerden birine dönüşmüştür.
İslam ümmetinin içine düştüğü bu son derece kötü
durum, bu duruma razı olmayan, bu durumdan kurtularak kalkınabilmek amacıyla
harekete geçen farklı fikirlere, farklı metotlara sahip çok sayıda
kitleleşmenin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Bu kitleleşmelerden bazıları da siyasi yönleriyle
tebarüz eden kitleleşmeler olmuştur. Demokratik sistem içerisinde “siyasi parti
kurmak, siyasi partiler vasıtasıyla iktidar olmak, iktidar olmanın verdiği güç
ve imkânlarla İslami hedef ve gayeleri gerçekleştirmeye çalışmak yine siyasi
partiler aracılığı ile Müslümanların çıkarlarını korumak ve savunmak” düşüncesi
de çok sayıda siyasi kitleleşmenin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Aynı zamanda Osmanlı’nın parçalanması sonrasında
Osmanlı coğrafyasında kurulan, sömürgeci kâfir Batı’nın nüfuzu altındaki yeni
devlet ve yönetimlerin Müslüman halklara karşı takındıkları zalimane ve baskıcı
tutum da Müslümanları, demokratik sistem içerisinde siyasi parti kurmaya iten
faktörlerden biri olmuştur.
İslami bir devlet hedefinden daha öncelikli
olarak “Müslümanların kendilerini daha rahat ifade edebilecekleri sosyal,
siyasal, ekonomik ve kültürel bir ortamın oluşturulması” yönünde ortaya atılan
görüşler de, Müslümanların, siyasi partiler kurarak demokratik ve -çerçevesi
İslam dışı yönetimler tarafından çizilerek sınırlandırılmış- yasal zeminde
siyasi faaliyetlerde bulunmasında etkili olmuştur.
Çok partili siyasi hayata geçiş sonrasında Milli
Görüş hareketinin ilk partisi olan Milli Nizam Partisi tam da bu düşüncelerle
siyasi hayata atılmıştır.
Parti kurucuları ve yöneticileri, siyasi
faaliyetlerinde, sömürgeci kâfir Batı’nın özellikle de İngilizlerin etki ve
yönlendirmeleriyle ortaya çıkmış olan reformist çizgiyi benimsemişlerdi.
Partilerinin ve görüşlerinin başına “İslam” değil
de “Milli” kavramını koyarak partilerini “Milli Nizam”, görüşlerini de “Milli
Görüş” olarak isimlendirmişlerdi.
Bu isimlendirmenin, Osmanlı’nın parçalanması
sonucunda İngilizler tarafından bu parçalanmışlığı sürekli kılmak ve
Müslümanların tekrar İslam ve Hilâfet’te birleşmesini engellemek amacıyla
Osmanlı coğrafyasında kurdukları ulus-devletlerde takip ettikleri “İslam’ı
millileştirme” siyasetlerinin bir ürünü olduğuna da burada değinmiş olalım.
Milli Nizam Partisi’nin yöneticileri siyasi
faaliyetlerinde, İslam’ın fikir ve metodunu esas almamışlardır. Parti programının 3. Maddesinde; “Milli
Nizam Partisi’nin temel amacının demokratik hukuk nizamı içinde kalkınmak” olduğu
ifade edilmiştir.
5 Mart 1970 yılında kurulan Milli Nizam
Partisi’nin ömrü kısa olmuş, 20 Mayıs 1971 tarihinde Anayasa Mahkemesi
tarafından kapatılmış ve kurucu lider Erbakan İsviçre’ye gitmiştir.
Bu dönemde Ortadoğu’da yaşanan İslami gelişmeler,
özellikle Hizb-ut Tahrir’in yeniden Râşidî Hilâfet’i tesis etme konusunda
yürütmüş olduğu etkin faaliyetler ve bu faaliyetlerin Türkiye’de de görülmesi
üzerine ülke nüfusunun büyük kısmını oluşturan dindar halkın demokrasi dışı
farklı arayışlara yönelebileceği konusu, yöneticilerin endişelenmesine yol
açmıştır.
Bu endişe nedeniyle, 1971 Askerî Muhtırasını yapan
darbeci generallerden Turgut Sunalp ve Muhsin Batur, demokratik düzen
içerisinde siyaset yapması engellenen ve sistem dışına itilen halkın, sistem
içinde kalmasını sağlamak amacıyla İsviçre’ye gitmişler ve “kapatılmama”
garantisi vererek yeni bir parti kurması konusunda Erbakan’ı ikna etmişlerdir.
Bunun üzerine 1972 yılında Milli Selamet Partisi kurulmuştur.
Parti Programının 2.
Maddesinde Milli Selamet Partisinin amacı; “halkı milli şuur ve gayeler
etrafında birleştirmek, insan hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınması,
demokratik nizam içinde devlet-millet beraberliğinin sağlanması” olarak ifade edilmiştir.
Milli Selamet Partisi yöneticileri, resmî ve
kamuoyuna yönelik söylemlerinde; laik ve demokratik anayasal düzene bağlı
olduklarını ısrarla dile getirirken kendi seçmen tabanlarını kontrol ve
konsolide etmek için ise “şartlar oluştuğunda İslâm şeriatını
getireceklerini, davalarının hakkı batıla üstün kılma davası” olduğunu
söylüyorlardı.
1980 Askerî Darbesi sonrasında darbeci yönetim
tarafından siyasi partiler kapatılmış ve Erbakan’a da siyaset yapma yasağı
getirilmiştir. 1987 yılında yapılan referandumla siyasi yasaklılığı kaldırılan
Erbakan, Refah Partisi genel başkanı olmuştur.
Refah Partisi, parti programında partinin
gayesini şu ifadelerle açıklamıştır: “Temel gayemiz, milletimizi çağdaş
uygarlık düzeyine çıkarmaktır. Partimiz gerçek anlamda demokrasinin kurulmasına
ve milli iradenin tecellisine çalışacaktır. Cumhuriyet idaresinin normal
işleyişine mâni olabilecek her türlü uygulama ve düşüncenin karşısındadır.”
Dikkat edilirse Milli
Nizam, Milli Selamet ve Refah Partisi’nin parti programlarında ifade ettikleri
bu gayelerin hiçbiri İslami gayeler değildir. İslam’ın adı dahi geçmemektedir.
Sürekli bir demokrasi, cumhuriyet ve devlet vurgusu ile siyasetlerinde laik, demokratik düzeni esas
alacaklarının garantisi verilmeye çalışılmıştır.
Vakıaya teslimiyetçi bir yaklaşımla demokrasiyi
esas almalarından dolayı Milli Görüş Hareketi’nin siyasi faaliyetlerinin
belirleyicisi mevcut siyasi ortam, şartlar ve elde edilecek menfaatler
olmuştur.
Milli Görüş Hareketi’nin
lideri Erbakan 1996 yılında başbakan olmuş, 28 Şubat 1997 tarihindeki “post-modern”
olarak adlandırılan askerî darbe sonrasında Haziran 1997’de başbakanlıktan
istifa etmiştir.
Refah Partisi de
Anayasa Mahkemesi tarafından 1998 yılının Ocak ayında kapatılmıştır.
Refah Partisi’nin
kapatılmasından bir ay önce kurulan Milli Görüş Hareketi’nin dördüncü partisi
olan Fazilet Partisi de aynı akıbeti yaşayarak Anayasa Mahkemesi tarafından
2001 yılında kapatılmıştır.
Fazilet Partisi’nin
kapatılmasından sonra Milli Görüş Hareketi ikiye bölünmüş “gelenekçi” kanat
Saadet Partisi’ni, “yenilikçi” kanat da Erdoğan liderliğinde AK Parti’yi
kurmuştur.
Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan her parti
kapatmasının ardından Milli Görüş Hareketi demokratik laik cumhuriyete biraz
daha yaklaşmış ve en sonunda “değiştirmek” için yola çıktıkları düzenin
savunucularına dönüşmüşlerdir.
Nitekim 19 Kasım 2018 tarihinde, İngiliz The
Guardian Gazetesi’ne konuşan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu,
“İngiliz tipi laiklik” istediğini söylemiştir.
Milli Görüş Hareketi içinde yetişen Erdoğan da AK
Parti’nin kuruluşu sırasında “siyasette İslam’ı referans almayacağını”
açıklamış, 2011 yılında Arap Baharı sonrasında başbakan olarak ziyaret ettiği
Mısır’da, yönetimde bulunan İhvan-ı Müslimin Hareketine ve Mısır halkına “laiklik”
tavsiyesinde bulunmuştur.
Şu anda İslam ümmetinin içinde bulunduğu geri
kalmışlığın nedenleri incelediğinde, demokratik düzende faaliyet gösteren partilerin,
toplumsal değişim ve kalkınmayı gerçekleştirmedeki başarısızlıklarının etkin
rol oynadığı görülür.
Bu partiler, değişim konusunu idrak edememişler;
kapitalizmin de etkisiyle, “toplumun fertlerden oluştuğu, fertlerin değişip
düzelmesiyle toplumun değişeceği” yanılgısıyla hareket etmişlerdir.
Toplumun ancak “topluma hâkim nizam, fikir ve
duyguların değişmesiyle” değişeceği, bu değişim ve kalkınmanın da ancak “fikir
ve metoda dayalı sahih bir partisel kitleleşme” ile gerçekleştirilebileceği
esasından yoksun olan ve bu temelden hareket etmeyen siyasi partiler, daha
yolun başında iken kendilerini başarısızlığa mahkûm etmişlerdir.
Ayrıca bu partilerin siyasi faaliyetleri,
toplumun kalkınmasına yardım etmemiş aksine, toplumun kalkınmasında esas olan
toplumsal ruhu küçük konularla meşgul ederek tatmin etmiş ve toplumsal ruhun
fikir ve metoda dayalı sahih partisel bir kitleleşmeye sevk edilmesine zarar
vermiştir.
Bu başarısızlıkta, İslam ümmetinin, sömürgeci
kâfirlere ait siyasî ve felsefi fikir ve görüşlerle zehirlenerek fikirlerinde
anarşiye sürüklenmeleri ve bu zehirli fikirlerin etkisiyle İslâmi düşünce
metodundan sapmaları önemli rol oynamıştır.
Ayrıca İslam’ın fikir ve metodu reddettiği halde
laik, demokratik düzen içerisinde iktidar olmak, iktidar olmanın verdiği güç ve
imkânlarla İslami değişimi gerçekleştirmek için izlenen siyaset sonucu bu
partilerde ve bu partileri destekleyen halk kitlelerindeki savrulmanın boyutu
da çok büyük olmuştur.
Bu partilerdeki İslam’a bağlılık konusundaki
zayıf irade ile demokratik, laik rejimlerin bu partilere yönelik zulüm ve
baskıları birleşince; bu partiler, değiştirmek istedikleri laik, demokratik
düzene boyun eğmişler ve düzenin bir parçası haline gelmişlerdir.
Mustafa Kemal’in Müslümanları Batılılaştırma,
Müslümanlara Batılı değerleri benimsetme yönünde gerçekleştiremediği hedefler -çok
acıdır ki- bu partiler ve özellikle AK Parti tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu siyasi partilerin liderlik ettiği seçmen
kitleleri de destekledikleri siyasi partilerin sadece iktidarı, güç ve menfaati
esas alan siyaset tarzları sonucunda benimsedikleri inanç ve değerlerinden
uzaklaşarak kimliksizliğe doğru itilmişler ve laik, demokratik düzenin istediği
insan tipine dönüşmüşlerdir.
Bu halleriyle siyasetlerinde laik, demokratik ilkeleri
esas alan bu siyasi partiler, bir kimliksizleştirme siyasetinin ve laik,
demokratik düzene hizmet eden bir asimilasyon politikasının araçları olmuştur.
Müslümanların inanç ve hedeflerinde büyük bir
erozyon ve aşınmaya neden olan sadece çıkar, menfaat, güç ve iktidarı esas alan
bu siyaset anlayışı, Müslümanların kaybetmesine mevcut düzenin ise kazanmasına
yol açmıştır.
Müslümanların uğrunda büyük mücadeleler
verdikleri, birçok zorluk ve sıkıntıya katlanarak büyük fedakârlıklarda
bulundukları, imkân ve emekleriyle seferber oldukları İslami Devlet ve Allah’ın
hükmüne geri dönüş hedefi, destekledikleri söz konusu partiler tarafından aşama
aşama yok edilmiş, önce zihinlerden sonra da kalplerden yavaş yavaş silinerek
ulaşılması imkânsız bir “ütopya” hâline getirilmiştir.
Değişim ve kalkınma için temel şart olan devlet-halk
ayrışmasını ortadan kaldıracak, fert, toplum ve devleti bütünleştirerek aynı
çizgi, hedef ve gayede birleştirecek olan İslami fikir ve metot esas alınmadan
bu partiler tarafından yürütülen siyasi faaliyetler saptırıcı ve dönüştürücü
etkileriyle büyük bir yıkıma yol açmışlardır.
Son derece vahim bu tablonun ortaya çıkışında; bu
partilerin İslam’ın fikir ve metoduyla hareket etmemelerinin, sahih bir
partisel kitleleşme oluşturamamalarının, parti mensupları arasında İslami
ideolojik bir bağ tesis edememelerinin ve parti mensuplarının sahih bir iradeye
ve uyanıklığa sahip olmamasının çok büyük rolü olmuştur.
Sahih partisel bir kitleleşme oluşturamamışlardır
zira bu partiler; şartların ortaya çıkardığı, fikrî liderlik yerine şahsi
liderliğin esas alındığı, bağlılığın fikir yerine şahsi liderliğe olduğu,
fikir, metot, amaç ve hedeflerinde netlik olmayan, genellemelerle hareket eden
kitleleşmeler olmuşlardır.
Bu partiler, İslam fikrini değişmez “fikrî bir
sabite” olarak siyasetlerinde esas almak yerine, sömürgeci kâfir Batı’nın
zehirli fikirleriyle dolu olan vakıayı, fikirlerine “kaynak” edinmişlerdir.
Yine bu partiler, demokratik esaslar üzerinde
ilerlemek suretiyle iktidar olmayı bir metot olarak benimsemişlerdir.
Ayrıca parti mensupları arasındaki bağ, İslami
ideolojik bir bağ ve İslam ideolojisine dayanan parti kültürü değil
menfaatçilik olmuştur.
Yine parti mensupları, siyasi uyanıklıktan yoksun
olarak siyasi faaliyetleri ile İslam arasında bağlantı kurmadan hareket
ediyorlardı. Bu durum da, partinin, hedefinden sapmasını ve batılın tuzağına
düşmesini kolaylaştırıyordu.
Sahih irade, hedefin gerçekleştirilmesinin önüne
çıkan zorluk, sıkıntı ve engeller karşısında vazgeçmeme iradesidir. Ancak bu
partilerin mensupları, karşılarına çıkan zorluk ve engellemelerde İslami fikir
ve İslami Devlet hedefinden kolaylıkla vazgeçebiliyorlardı. Zira onlar,
harekette sürekliliği sağlayan fikir kaynaklı sahih bir iradeyle hareket etmiyor,
geçici duygu ve heyecanlardan besleniyorlardı.
Hayatında İslâm’ı esas almayan, her geçen gün
İslâm’dan uzaklaşan, sadece çıkar ve menfaatlerinin peşinde koşan, sömürgeci
kâfir Batı’nın ürettiği laiklik ve demokrasi gibi İslam’ın reddettiği fikirleri
benimseyip bu fikirlere çağrılarda bulunan Müslümanlar, işte bu partilerin
eseridir.
İşte bu partiler, yaşadığımız zillet halinin ve
içinde bulunduğumuz geri kalmışlığın sorumlularıdır.
İşte bu partiler, kalkınmamızı gerçekleştirecek
sahih partisel kitleleşmenin önündeki engellerdir.
Laik, demokratik düzeni değiştirme ve İslam
Devleti’ni tesis etme hedefiyle yola çıkan, ancak yolun sonunda değiştirmek
istedikleri laik, demokratik düzenin savunucularına dönüşen bu partilerin
Müslümanlara verdiği zararı sömürgeci kâfirler verememiştir!
Şurası muhakkak ki; İslam’ın fikir ve metodu ile
hareket etmeyen bilakis demokratik laik düzeni esas alarak zalimlere meyleden
hiçbir siyasi partileşme başarıya ulaşamayacak ve Allah’tan yardım
göremeyecektir.
[وَلَا
تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ
دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ] “Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan
başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.”[1]
Müslümanların, sömürgeci kâfirlerden alınan İslam
dışı küfür kanunlarını tatbik eden yönetimlerden ve içinde bulundukları geri
kalmışlıktan kurtularak kalkınabilmeleri, ancak çalışma ve faaliyetlerini
sadece İslam’ın fikir ve metodu ile sınırlandırmış sahih partisel bir
kitleleşme ile mümkündür.
Sahih partisel kitleleşmenin değişmez fikrî
sabitesi, “İslam” olmalıdır. İslam, bir hayat nizamıdır. Hayatın bütün alanları
ve hayattaki bütün sorunlar için doğru çözümler sadece İslam’dan alınmalı ve
İslam ile sınırlandırılmalıdır. İslam fikrine ve İslam metoduna bağlılıkla
ancak kalkınmaya ulaşabiliriz.
İslam’ın tatbik edilerek hayata hâkim olması,
korunması ve yayılmasının metodu devlettir/nizamdır. İslam’ı tatbik edecek
İslam Devleti’nin tesis edilmesinde takip edilecek metot da Allah’ın elçisi
Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in örnekliğinin esas alındığı “kitleleşme”,
“toplumla kaynaşma” ve “yönetime ulaşma” aşamalarından oluşan “Nebevi hareket metodu”
olmalıdır.
Sahih partisel kitleleşmenin mensupları; her hareket,
davranış ve faaliyetlerinde, -kalkınmayı gerçekleştirecek olan İslam temel fikrî
kaidesi ile sürekli bağlantı halinde olan bir- sahih uyanıklığa ve -geçici
duygu ve heyecanlardan değil fikirden hareket eden- sahih bir iradeye sahip
olmalıdırlar. Hedefe ilerlerken, önlerine çıka(cak ola)n zorluk, sıkıntı ve
engeller karşısında azimle ve sebatkâr bir irade ile hareket etmeli, davasından
vazgeçmemelidir.
İslam ideolojisi ve İslam ideolojisine dayanan
parti kültürü, sahih partisel kitleleşmenin mensuplarını birbirlerine bağlayan
yegâne bağ olmalıdır. Zira Allah, ancak fikir ve metodunda Kendi dinini esas
alarak hareket eden sahih partisel kitleleşmeye yardım edecek, onu başarıya
ulaştıracaktır.
[يَا
أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ
أَقْدَامَكُمْ] “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ın
dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar.”[2]


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış