HİLÂFET DEVLETİ’NİN EĞİTİM POLİTİKASI

Burhan Ercan

Geçtiğimiz yıl Türkiye’de, cumhuriyetin 100. Yıldönümü “kutlandı”. 100 yıllık cumhuriyet tarihinde panoramik açıdan eğitime baktığımızda pek de parlak bir tablo göremiyoruz maalesef.

3 Mart 1924 tarihinde; siyaseti ve eğitim sistemini şekillendiren, tepeden inme Hilâfet’in ilgası ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile İslâm’ı esas almayan laik, demokratik, pozitivist, kapitalist Batılı bir eğitim sistemi oluşturuldu. Türkiye’ye; John Dewey, Alfred Kühne, Ömer Buyse, Geheimrath Oldenburg, Ernst Egli, Albert Malche, Beryl Parker, Oskar Frey ve George Stiehler gibi Batılı seküler isimler çağrılarak bir eğitim paradigması dizayn edildi. “Gökten indiği zannedilen dogmalar” ifadesiyle İslâmi değerler düşmanlaştırılarak hayattan tasfiye edildi. Harf inkılabı ile tarihî, dinî ve tüm değerleri ile bağı koparılmaya çalışılan millet, karanlık bir dehlize sokuldu.

Osmanlı’nın ardından, “bir ulusu baştan yaratmış lider” fetişizmi ve “10 yılda 15 milyon genç yaratma” hedefi ile yola çıkan yeni rejim tarafından, kendi medeniyetine, tarihine, dinine, toplumuna ve dahi benliğine yabancılaşmış “mankurt” bir nesil yetiştirildi. Reddi miras yaptığı İslâm’a dair ne kadar değer varsa “terakki” adına tüm bunların terk edilmesi birincil şart olarak dayatıldı. Bilginin laikleştirilmesi ile pozitivist ve materyalist mantalitenin esas alındığı bir eğitim sistemi oluşturuldu. Böylece ülke sathında körpe zihinler “eğitim” adı altında, bir öğütülme mekanizmasına maruz bırakıldı.

Bu öğütüm neticesinde; papağan gibi tekrarlanan nakaratlar, ezberlenen sloganlar, yüzde yüz doğru kabul edilen bilim, taklitçi, diktacı, yaşamdan kopuk eğitim anlayışıyla her şeyi hazır bekleyen, sorgulama yetisi olmayan, doyumsuz ve sorumsuz, Batı hayranı, aşağılık kompleksi olan bireyler yetiştirildi.

Cumhuriyetin kurulduğu günden günümüze kadar ki süreçte eğitim sistemi, âdeta bir yap-boz tahtasına dönmüş vaziyettedir. Bir süreç işi olduğu için eğitimde istikrar, üzerinde ciddiyetle durulması gereken esasi bir olgudur. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nde durum tam tersi bir şekilde işlemektedir; istikrarsızlığın/değişkenliğin en fazla olduğu husus -acıdır ki- eğitim politikaları olmuştur. Her yeni gelen bakanla birlikte sistem ve müfredat değişikliği o kadar çok yaşanmıştır ki neredeyse hiçbir öğrenci aynı sistemle eğitim sürecini tamamlayamamıştır. Yalnızca AK Parti iktidarının 20 yıllık sürecinde bile eğitim sistemi, neredeyse 20 defa değişikliğe maruz kalmıştır.

Bu 100 yıllık süreçte, “eğitim sistemi ve politikası açısından büyük bir ifsat ve iflas tablosuyla karşı karşıya olduğumuzu” söylesek abartmış olmayız. Bu ifsadın temel müsebbibi ise 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nda yer alan şu maddelerdir:

• “Türk Milli Eğitiminin genel amacı; Türk Milletinin bütün fertlerini Atatürk inkılap ve ilkelerine, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir.”[1]

• “Yine ‘güçlü ve istikrarlı, hür ve demokratik bir toplum düzeninin gerçekleşmesi ve devamı için’ çalışılır.”[2]

• “Türk milli eğitiminde laiklik esastır.”[3]

• “Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır.”[4]

Bu bozuk esas neticesinde rejimin eğitim karnesinde iflas ve fiyasko kaçınılmaz bir son olmuştur. Laik insanlar yetiştirmeye odaklanmış eğitim modeli, Müslüman gençliği İslâmi bakış açısından tümüyle uzaklaştırmakta, bunun yerine Batılı yaşam tarzına özendirmektedir. Karma eğitim, başlı başına bir sorun teşkil etmektedir. Bugün karma eğitimin akademik başarısızlığı tetiklemesinden dolayı Batı’da bile birçok okulda ayrı eğitim uygulamasına geçilmesine rağmen Türkiye’de, ideolojik nedenlerden dolayı karma eğitimde ısrar edilmektedir. Çıplaklık ve fuhuş, gün geçtikçe artan uyuşturucu madde ve alkol kullanımı, büyük bir problem olarak ortaya durmaktadır.

Akademik açıdan değerlendirecek olursak; öğrenciler, okuduklarını anlamıyor, dört işlemi yapamıyor, üniversiteye giriş sınavlarında her yıl yüz binlercesi baraj puanın altında kalıyor. Türkiye, yükseköğretim mezunu nüfusun istihdam oranının en düşük olduğu iki OECD ülkesinden biri. Üniversite mezunu her 100 kişiden 34'ü işsiz. Akademik özgürlükler endeksine göre; Türkiye, 179 ülke arasında 166. sırada yer alıyor.[5]

Her yıl yayınlanan PISA[6] ve TIMSS[7] programlarının sonuçlarına göre; testin yapıldığı OECD ülkeleri arasında Türkiye, her üç alanda da OECD ortalamasının altında kalıyor.[8]

Dünyanın en iyi akademik eğitim kurumlarının listelendiği QS Dünya Üniversiteleri Sıralaması'nda, 2024 yılında ilk 100'de Türkiye'den hiçbir üniversite yer almazken ODTÜ, ancak 336. sıraya girebildi.[9]

Makalenin boyutu, bu başarısızlıkları ve kötü tabloyu ortaya koymaya yetmez. Bu başarısızlık hiç şüphesiz seküler sisteme bağlı, sorgulama melekesi köreltilmiş bireyler yetiştirme temel prensip ve ilkelerine dayanan, taklitçi laik eğitim sisteminden kaynaklanmaktadır. İslâmi eğitim verdiği iddia edilen imam-hatip okulları ve ilahiyat fakültelerinde bile ibadet ve ahlakla sınırlı kalan, İslâm’ın nizamlarını göz ardı eden laik öğretiler verilmektedir. İslâm, akademik bir disiplin gibi ele alınıp tarih ve felsefeye indirgenmektedir. Ahlaka ve akideye dair birkaç ayet ve hadis, sınavlar için ezberletilip bir an evvel geride bırakılması gereken bir “sıkıntı”, “kültürel olgu” olarak aktarılmaktadır.

Eğitim sistemindeki sorunlar, hiç şüphesiz sistem sorunudur. Şahıslar, partiler ve hükümetler, sistemi İslâmi açıdan kökten değiştirmedikleri müddetçe durumu daha vahim bir hale sokmaktan öteye gidemezler. Çarpık-bozuk eğitim temeli ve müfredatıyla, sürekli değişen sınav sistemiyle, hedefsiz-gayesiz, sevgi ve saygıdan uzak yetiştirilen, yaşam amacı hazlara endekslenmiş ve geleceğe yeisle bakan bu nesil, devletin ideolojisi (kapitalizm) ile yetiştirilen nesildir. Bu nesil, devletin kapitalist ideolojisi ile halkın ideolojisi (İslâm) arasında kalmış ve cumhuriyet rejiminin presinde zihniyeti iğdiş edilmiş nesildir. Bu nesli yeniden özüne, izzetli, huzurlu günlerine, zihnî terakkiye ve istikbale dair ümitvar mefkuresine ulaştıracak olan İslâm’dır; Hilâfet Devleti’nin eğitim sistemidir.

Zira Hilâfet Devleti eğitim/öğretim esas ve siyaseti şu ilkelere dayanır:

•Öğretim müfredatının üzerine kurulduğu esas; İslâm Akidesi olmalıdır. Ders konuları ve öğrenim yöntemlerinin tamamı, öğretimde bu esasın dışına çıkılmasına engel olacak şekilde hazırlanır.

•Öğretim siyaseti; İslami akliyeti ve İslami nefsiyeti oluşturur. Öğretimi yapılmak istenen bütün ders konuları bu siyaset esasına göre hazırlanır.

•Öğretimin gayesi; İslâmi şahsiyeti oluşturmak ve insanları, hayatın işlerine ilişkin işlerle ilimler ve bilgiler ile donatmaktır. Böylece öğretim yöntemleri bu gayeyi gerçekleştirecek şekilde olur. Bu gayeye götürmeyen ve bu gayenin dışına çıkan her yöntem yasaklanır.[10]

Güçlü devlet, ideolojik devlettir. Fakat devlet gücünü yalnızca ideolojiden almaz, bilakis halkının da o ideolojiyi ve devleti benimsemesinden alır. Devletin ve halkın aynı akideyi, ideolojiyi ölçü alması, başarının kilit noktasıdır. Halk, İslâm ideolojisine inandığı halde devletin, kapitalist ideolojiyi tahkim ve tatbik etmesi büyük bir sorunu beraberinde getirmektedir. Râşidî Hilâfet Devleti’nin İslâm’ı bir bütün olarak tatbik etmesi, eğitim-öğretim alanında İslâm’ın öngördüğü hususları hayata geçirmesi, halkın inancı ile uyumlu bir eğitim politikası uygulaması, eğitimde büyük bir başarıyı ve yükselişi beraberinde getirecektir. İlmî ve teknolojik açıdan devletlerarası sahada yükselmeye, birinci devlet konumuna çıkmaya, en azından diğer büyük devletlerle boy ölçüşmeye başlayacak bir eğitim modeli ortaya konulacaktır.

Devlet ile halkı arasında böyle bir bağ olmazsa yani devletin temeli, fikri, akidesi veya ideolojisi, halktan farklı ve kopuk olursa eğitim açısından, ilmî ve teknolojik ilerleyiş açısından parlak bir tablo görmek mümkün olmayacaktır. Böyle devletler hiçbir zaman güçlü olamaz; zayıf kalmaya, hatta iktidarını ve otoritesini, eğitim modelini dış güçlere dayandırmaya mahkûm olur. Zira devlet gücünü, ya halkından alır ya da başkalarından alır. Halkından farklı inanan, halkından farklı maslahatları olan, halkını dışlayan, hatta düşmanlaştıran devletler, muhtaç oldukları desteği, gücü ve payandayı dış güçlerde ararlar.

İslâm’a iman eden bir halkı, laik, milliyetçi, demokrat yapma esası üzerine kurulmuş bir sistem nasıl muvaffak olabilir? Sistem ile halkın inancı arasında tenakuz var olduğu sürece başa gelen kimi iktidarların “dindar nesil yetiştirme” iddiası da bir hezeyandan öteye gitmez. Dillerde İslâm olup kanunlarda küfür hükümleri tatbik edildikçe laik rejim ancak deist ve ateist gençler üretecektir.

Mevcut sistemi dalıyla budağıyla değil köküyle beraber değiştirmeye azmetmiş bir fikir/parti iktidar olmadığı müddetçe bu durum daha da yozlaşarak devam edecektir. Çözüm, İslâm’ın ortaya koyduğu çözümdür. Batı’dan ithal edilmiş anlayış ve uygulamalar, çözümün değil sorunun kaynağıdır. İslâm, bütün konularda olduğu gibi eğitim ve öğretim konusunda da toplumu kalkındıracak köklü çözümler getirmiştir.

Hilâfet Devleti, eğitim politikasının bir gereği olarak; Hayat sahasında insana lazım olan hususları, erkek olsun kadın olsun her bir ferde, ilk ve orta öğretim merhalelerinde yeterince öğretmek, devletin üzerine farzdır. Devletin, bu imkanları herkese ücretsiz olarak hazırlaması ve gücünün yettiği kadar da herkese yüksek öğrenim imkânı sağlaması”[11], eğitimin ticarileştirilmesini ve ticari bir emtiaya dönüştürülmesini önlemektedir.

Hilâfet Devleti Eğitim Sistemi; 

•İlk ve orta öğretimden yükseköğretime kadar, bilimsel geleneği sadece İslâmi akideden fışkıran vizyoner bir eğitim sistemi kurarak ve lider zihniyete, bir müminin dürüstlüğüne, çok çeşitli yeteneklere ve uzmanlık alanlarına sahip nesiller oluşturmayı hedefler.

•Hem devlet araştırma enstitülerinde ve kurumlarında ve hem de üniversitelerde bütünleşik araştırma yapabilen Ar-Ge sistemlerinin kurulmasını, bunların denetimini, halkın buralara teşvik edilmesi ve buraların finansmanı tamamen devlete ait kılar.

•Stratejik sanayi sistemi kurmayı hedefler. Bu tamamen devlete aittir ve devlet bu sistemi bağımsız olarak yönetir. Bu sanayi sistemi, güncel askerî gereksinimleri ve halkın temel ihtiyaçlarını karşılamaya odaklıdır. Sanayinin önemli bileşenlerinin tedariğini sağlamak, bunları denetleyebilmek, idare edebilmek ve güvence altına alabilmek ve dolayısıyla sanayinin bağımsızlığını teminat altına alabilmek için en önemli bileşenler -olan ham maddeler, teknoloji, uzmanlık, mühendislik, finans- ile tam bir endüstriyel zincir oluşturabilme amacı güder.

•Bilim ve teknoloji alanında anlaşmalar yapmayı caiz görür. Çünkü İslâm hukuku buna izin vermektedir. Bu nedenle bu tarz iş birliğine -iş birliğinin şekline göre, uluslararası siyasi ortamı dikkatlice takip etmek şartıyla-, izin verilmektedir. Halife bu tarz anlaşmaları İslâm'ın çıkarı doğrultusunda ya kabul eder ya da reddeder.

•Devlet, Hilâfet Devleti’nin stratejik maslahatlarına hizmet edecek bilim adamı gruplarını kendi siyasi çizgisi doğrultusunda başka devletlere gönderir.

•Hilâfet Devleti, ihtiyaç halinde dünyanın çeşitli eğitim merkezlerinden ünlü bilim adamlarını -gerekirse yüksek ücretlerle- istihdam etmeyi de öngörür.

Bunları daha da çoğaltmak mümkün. Genel bir bakış vermesi itibariyle bu kadarıyla iktifa edelim.

Velhasılıkelam, -Allah’ın izniyle- yakın bir gelecekte tatbik edilecek olan Hilâfet Devleti anayasası, yasaları ve eğitim politikasıyla halkla devlet arasında ideolojik birliktelik sağlanacaktır. Böylece İslâm akidesinin ve nizamının öğretilmesi, tecrübeye dayalı ilimlerde icat edici eğitim sistemi ile Müslümanlar yüzyıllar boyunca nasıl ki yeryüzünün en kalkınmış ümmeti olmuşsa yeniden aynı kalkınmışlık seviyesine çok kısa bir sürede ulaşacaktır. İslâm ümmeti, ideolojisinin vizyonundan kaynaklı bağımsızlık ve güç ile Batı’nın yürüttüğü tekelci bilim siyasetine karşı duracaktır. Böylece İslâm beldelerinin Batı’ya olan bağımlılık ipleri kesilecek, sonrasında Batı dünyası, dünya siyaset arenasında yeni güç olacak Râşidî Hilâfet Devleti’ne bağımlı olacaktır.

[اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ] “Allah’ın gökleri ve yeri hikmetli olarak yarattığını görmüyor musun? O, dilerse sizi yok edip yerinize yeni varlıklar getirir. Allah’a göre bu zor bir şey değildir.”[12]



[1] 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu; Madde: 2

[2] Aynı kanun; Madde: 11

[3] Aynı kanun; Madde: 12

[4] Aynı kanun; Madde: 15

[6] 15 yaşında gençlerin fen, matematik, okuduğunu anlama gibi temel becerilerini ölçen bir program

[7] Uluslararası Fen ve Matematik Eğilimleri Araştırması

[12] İbrahim Suresi 19-20


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz