BATI KÜLTÜRÜ İLE İŞGAL EDİLMİŞ MÜFREDAT

Burhan Ercan

İslâm’ın siyasal bir güç olarak dünya siyaset arenasından kaldırılmasından sonra kendi hegemonyalarını kuran kapitalist devletlerin, bu hegemonyalarını korumaları, onlar için öncelikli mesele haline gelmiştir. Kendilerinin koyduğu kurallar ve çizdikleri sınırlara riayet edilmesi, bu küresel egemenliğin devamını sağlayacaktır. Zira gerçekleştirdikleri siyasal, askerî, ekonomik ve kültürel işgal neticesinde elde ettikleri kazanımlar ve ulaştıkları hedefler, onları güçlü kılmaktadır.

Tüm bu işgalleri ortadan kaldıracak İslâm beldelerindeki potansiyel tehlike olan İslâm ümmetinin fertlerinin topyekûn ortadan kaldırması mümkün olmadığından, bu fertlerden; “düşman” değil “dost” yapılması hatta -Batı’nın bizzat kendisinin kurguladığı- bir öğütüm merkezinden geçirilerek İslâm’ın öz değerlerinden koparılmış, Batı’ya ve onun çürümüş değerlerine ram olmuş bir nesil oluşturulması, bu hegemonyanın sürdürülebilmesi için hayati bir öneme sahiptir.

Nesillere, insanlara ulaşabilmenin, onların zihinlerini işgal etmenin en sistematik yolu, okullar aracılığıyla eğitimdir. “Arzu edilen insan profili” yetiştirmenin en etkili yolu, budur. Egemenler, kurdukları sömürü ve zulüm düzenini ayakta tutmak için sorgulama yetisi köreltilmiş, benliğini yitirmiş, tek tip insan modeli için ideolojik zorunlu eğitimi bir araç olarak kullanmaktadırlar.

İşte burada kilit kavram olan “müfredat” devreye girmektedir. Eğitimin ana gövdesini ve çerçevesini oluşturan müfredat, en temelde; “Nasıl bir insan yetiştirmek istiyoruz ve bunu hangi içerikle başarabiliriz?” sorusuna verilen yanıtlar ışığında ortaya çıkan içeriklerin; amaçlı, kasıtlı ve sistematik bir şekilde düzenlenmesidir.

Osmanlı’nın yıkılmasından sonra kurulan rejimin “Nasıl bir insan yetiştirmeliyiz?” sorusuna karşılığı; “muasır medeniyet hedefine ulaşma” mottosu ile kendi tarihsel geçmişini reddeden hatta küfreden, köksüz, ruhsuz, seküler, demokrat ve milliyetçi bir nesil yetiştirmek oldu. Mankurtlaşmış/devşirilmiş nesil, iğdiş edilmiş beyinler, sorgulama yetisi dumura uğramış fertler, rejimin bekası için büyük önem arz etmekteydi. Müstemleke haline gelen ülkelerin, bağımsızlık türküleri ile profan bir yaşama mahkûm edilmesi ancak böyle mümkündü.

İslâm’a dair ne varsa her şeyin düşmanlaştırıldığı ve “devrim kanunları” adı altında İslâm’ın kamusal hayattan silinme çabasının eğitimdeki ayağı, “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile gerçekleştirildi. Türkiye’ye cumhuriyetin ilk dönemlerinde John Dewey, Alfred Kühne, Ömer Buyse, Geheimrath Oldenburg, Ernst Egli, Albert Malche, Beryl Parker, Oskar Frey ve George Stiehler gibi Batılı seküler isimler çağrılarak pozitivist, seküler bir eğitim paradigması dizayn edildi. “Gökten indiği zannedilen dogmalar” ifadesiyle İslâmi değerler düşmanlaştırılarak hayattan tasfiye edildi. Harf inkılabı ile tarihî, dinî ve tüm değerleri ile bağı koparılmaya çalışılan millet, karanlık bir dehlize sokuldu. Bilginin laikleştirilmesi ile pozitivist ve materyalist mantalitenin esas alındığı bir eğitim sistemi oluşturuldu.

1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile de ülkedeki eğitim sistemi ve oluşturulan müfredatın temel amacı; “Kemalist bireyler yetiştirmek” oldu.

• “Türk Milli Eğitiminin genel amacı; Türk Milletinin bütün fertlerini Atatürk inkılap ve ilkelerine, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir.”[1]

• “Yine ‘güçlü ve istikrarlı, hür ve demokratik bir toplum düzeninin gerçekleşmesi ve devamı için’ çalışılır.”[2]

• “Türk milli eğitiminde laiklik esastır.”[3]

1924, 1926, 1936, 1948, 1968, 1995, 2005, 2017 ve son olarak 2024’te olmak üzere yapılan her müfredat çalışmasında[4] İslâm nazarında küfür olan Batı hadaratının fikrî kaidesi “laiklik” esas olduğundan, her çıkan müfredat bu bozuk temel üzerine inşa edildi. Eğitim felsefesi ve eğitim paradigmasında laikliğin esas kabul edilmesiyle oluşturulan müfredatlarda Batı kültürü, temel referans olarak kabul edildi. Halk Müslüman olduğu halde sistemin “eğitim felsefesi”; İslâmi esaslardan uzak, Allah’ın yeryüzünde hâkimiyetini reddeden laiklik ile fertleri Allah’a kul değil özgür bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlayan demokrasi üzerine inşa edildi. Bu temel ölümcül hatadan dolayı eğitim sisteminde yapılan her değişiklik bir çözüm olmaktan ziyade başka sorunlara kapı aralamaktadır.

Batı dünyasına ait olan bu bozuk kültür ile milli(!) eğitimini inşa etmeye kalkan ve milliyetçilik zehrini genç dimağlara enjekte eden bu anlayış, ümmet olmayı olabildiğince karalayarak müfredatı, ulusçuluk övgüsü ile doldurdu. Tarihî gerçekleri tersyüz edip rejimin süslü yalanlarıyla telif edilen İnkılap Tarihi ders müfredatıyla, zihni köleleştirilmiş, papağan gibi basmakalıp ifadeleri tekrar eden, gövdesinin üzerinde taşıdığı yükü Kemalist olma pahasına işlevsizleştiren yığınlar oluşturuldu. Her sene rejime biat tazeleme seanslarına dönüşen resmî törenler ile Kemalizm bir din gibi dayatılıp resmî ayinlerin zorunlu kılınması hatta öğrencilerin putlara secde ettirilmesi ile okullar, bütün ülke sathında Kemalizm’in tapınakları haline getirilmeye, tüm öğrenciler de Kemalizm’e sadık birer mürit olmaya zorlanmıştır. Resmî törenler, resmî bayram ve yas günleri, ulusal marş ve bayrak törenleri de bu dinin ayinleri olarak dayatılmıştır.

1930 yılından 2017 yılına kadar yani 87 yıl boyunca “evrim teorisi”nin müfredatta yer almasıyla bir yaratıcının varlığını inkâr etmek üzerine “Allahsız” ve ahlaksız bir nesil peyda edilmiştir.

Birçok dersin müfredatına yerleştirilen demokrasi, laiklik, cumhuriyet gibi kapitalist ideolojinin batıl değerleri, yüce bir değermiş gibi sunularak, Allah’ın hüküm koyma gerçeği yok sayılarak gençler, deizmin bataklığına sürüklendiler.

1950’ye kadar İngilizlerin ülke üzerinde etkisinin kırılıp Amerika’nın Türkiye siyasi arenasına geçiş yaptığı bir kertede, eğitim noktasında özellikle insan devşirme amaçlı farklı proje ve programlar devreye girdi. Zira eğitim, çağın dominant paradigmasına ve siyasal hegemonyasına bağlı olarak kendisini yapılandırmaktadır. 1950’ye kadarki süreç; rejimin “gericiliğin kökünü kazıma” hedefiyle İslâm ile sert mücadelesine sahne olurken 1950 sonrası; görece dine yönelik baskının azaltılıp ABD tarzına uygun, “soft” uygulamalara sahne oldu. Bunun eğitimde de yansımaları oldu. Eğitim alanında bunlardan en önemlisi; Fulbright Programı’dır.

Türkiye ile ABD arasındaki anlaşma ile 1949 yılında kurulan Fulbright Eğitim Komisyonu; öğrenci, öğretmen ve öğretim üyesi değişimi ile iki ülke arasında kültür etkileşimini hedeflemiştir. Fulbright bursu ile ABD’de eğitim alan Türk öğrenciler ve Türkiye’ye Fulbright bursu ile gelen ABD’li eğitimciler ve uzmanlar, Türk eğitim sisteminin yeniden yapılanmasında etkili olmuşlardır. Modern standartlara göre iyi eğitim almış olan Fulbright bursiyerleri, Türkiye kamu idaresinde ve eğitim kurumlarında önemli görevler yapmışlar ve halen yapmaktadırlar. Fulbright bursiyerlerinin etkisi ile Türk eğitim sistemi; insan kaynağı, okul binaları, öğretim programları, eğitim materyalleri, öğrenci, öğretmen, öğretim üyesi kültürü ve öğretim yöntem-teknikleri bakımından Batılılaşmıştır.[5]

O günden bugüne hala etkin olan “Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu”nun, 4 üyesi ABD vatandaşı, 4 üyesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşmakla birlikte, komisyona “Misyon Şefi” ve nihai karar verici sıfatıyla ABD büyükelçisi başkanlık etmektedir.

Fulbright bursundan yararlanan isimlerin, siyasi parti liderlerinin kimler olduğu, Türkiye bürokrasisinde etkin kaç kişinin bu ABD orjinli kurul tarafından fonlanıp Batılı kültür misyoneri haline getirildiği ise meçhul.

Bu ve benzeri kapitalist sömürgeci devletlerin çıkarını gözeten ve Batı kültürünün misyonerliğini yapan eğitim kurumlarınca, ortaya koyulan programlar ve müfredatla, değerlerimiz ayaklar altına alınmış, seküler yaşam biçimi dayatılmıştır.

Bugün de aynı minval üzere ABD yörüngesinde hareket edilmesinin neticesi olarak eğitimde/müfredatta benzer şeylerle karşı karşıya kalmaktayız. İslâmi değerleri lafta, Batılı değerleri ise icraatta başarılı bir şekilde tatbik eden AK Parti, daha önce hiçbir iktidar döneminde yapılmayan “İnsan Hakları, Vatandaşlık ve Demokrasi Dersi”ni kendi iktidarlarında 4. sınıflarda okutulmak üzere müfredata koydurarak Batılı değerlere ne kadar sadık olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Batı’ya ait büyük bir ifsat projesi olan ETCEP (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi)[6] ile okullarda farklı program ve etkinlikler kapsamında “cinsel yönelim” vb. kavramlarla sapkınlıklar körpe zihinlere “normalmiş” gibi gösterilmeye çalışıldı. Okulların, küresel küfri düzenin hedeflediği; “cinsiyetsiz toplum oluşturma hedefi”nin bir parçası haline getirilmesi ayrı bir fecaat.

22 yıllık iktidarıyla devletleşen AK Parti’nin, lider fetişizmi üzerinden Kemalistlerden daha Kemalist bir tavır takındığı siyasi atmosferde, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adını taşıyan yeni müfredat çalışması da diğerlerinden pek farklı konumda durmuyor. Zamanın ruhuna uygun öğretme stratejisi, yöntemi, teknik ve araçlarında müspet yönde ilerlemeler olsa da müfredat içeriği yine bozuk temeller üzerine inşa edilerek Batı kültürüne endeksli olarak dizayn edilmiştir. “K12 Beceriler Çerçevesi Türkiye Bütüncül Modeli”, UNICEF ile hazırlanan bir programdır.[7] “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Ortak Metni”nin ilham aldığı ve dayandığı temel kaynak da “K12 Beceriler Çerçevesi” metnidir. K12 Beceriler Çerçevesi, mevcut küresel ekonomik sistemin dayandığı felsefeyi yansıtan, insanı dinî ve ahlaki değerlerden uzak bir varlık gibi tasavvur edip ona belirli beceriler kazandırmayı amaçlayan bir içeriğe sahiptir.

Hazırlanan yeni müfredat ile seküler ve pozitivist mantaliteden sapmadan içine “Değerler Eğitimi” başlığıyla milli ve yerli unsurlar yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu müfredat ile “dindar nesil”den ziyade “ahlaklı bir ateist”, “muhafazakâr bir Kemalist”, “milliyetçi bir deist” vb. kimlik kargaşasına sahip zihni dumura uğramış bireyler yetişir.

Türkiye tarihinde en uzun süre iktidarda kalan fakat siyasal erkine rağmen bir türlü kültürel olarak iktidar olamayan ve bunu ikrar/kabul eden[8] AK Parti; her müfredat oluşumunda sığ ve karanlık Kemalist rejimin ilkelerini “tabu” haline getirip “kutsal inek” muamelesi yaparak, statükoyu değiştiren değil değişen ve rejime bağlılık adına nikah tazeleyerek Kemalist uygulamaları bir üst çıtaya taşımaktadır. Batılı değerlere sımsıkı sarılıp dini sadece manevi boyuta hapseden anlayış, doğal olarak kültürel iktidarı kuramaz. Rotasını Batı olarak belirleyip ona yönelmenin neticesinde yolun sonunun Kabe’nin Rabbine çıkmasını beklemek de akıl tutulması.

Her ne kadar İslâm’a dair küçük bir esinti hisseden ve “kırmızı görmüş boğa gibi” atağa kalkan Solcu artıklar ve “dinozor” Kemalist mütegallibe taife, bahse konu müfredatı “tekkede mürit yetiştirmek” olarak nitelese de esasında laik, demokratik, deist bireyler yetiştirmek üzere oluşturulan bir müfredat olduğu bütünlüğünden anlaşılmaktadır. Müfredat değişikliğinde yine demokratik ve laik esaslar kırmızıçizgi kabul edilmiş ve “Kemalist dayatmalar” müfredatın kalbine yine bir hançer gibi saplanmıştır. Müfredat hazırlanırken bir yandan Batılı kriterler esas alınmış öte yandan ahlaki unsurlar araya serpiştirilmeye çalışılmıştır. Hak ile batıl arasında bocalayan bir değişim, hak ile batılı mezcetmeye çalıştığı halde en nihayetinde yapılan şey, Batı kültürü ile işgal edilmiş bir müfredat ortaya koymaktan başka bir şey olmamıştır. Yapılan onca müfredat değişikliğine rağmen 100 yıldır değişmeyen tek şey; mevcut seküler, laik, pozitivist eğitim sisteminin yapısı olmuştur.

Her defasında eğitim ve müfredatın palyatif, kısmi, yamalı, geçici, taktiksel olmayıp stratejik boyutta, bütüncül, kalıcı, değerlerimize uygun ve köklü niteliklere sahip olması ifade edilse de Batı kültürü temelinde çıkarılan, kurtarıcı paganist anlayışı içeren milli eğitim kanunu ilga edilip yerine İslâmi temelde bir öğretim nizamı inşa edilmedikçe yapılan her müfredatın sonucu bir fiyasko olacaktır. Zira çürük temel üzerine bina inşa edilmez. Köklü bir eğitim inkılabı yapmadan, Batı kültüründen arındırılmış İslâmi kültürü esas alan bir eğitim modeline/müfredatına geçmeden yapılan her türlü güncelleme, mevcut seküler sistemi besleyen birer aparat olmaktan öteye geçmeyecektir.


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz