EKONOMİK KRİZİN SEBEBİ MUHACİRLER Mİ KAPİTALİSTLER Mİ?

Muhammed Emin Yıldırım

Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan bugüne devam eden ekonomik kriz ve istikrarsızlık sorunu, son birkaç on yıldır rant ve menfaat odaklı yönetim anlayışının piyasaya hâkim olmasıyla toplumun her kesiminde hissedilmeye başladı. Özellikle alt ve orta gelir grupları, hayatın her alanına sirayet eden ekonomik kriz nedeniyle büyük bir mağduriyet yaşamaktadır. -Her krizde servetlerini katlayan sermaye sahibi elitler hariç- başta açlık sınırının yarısı civarında bir ücrete mahkûm edilen emekliler olmak üzere asgari ücretle çalışanlar, kiracılar, çiftçiler, küçük esnaf, öğrenciler gibi toplumun önemli bir kısmı artık geçimini sürdüremeyecek hale geldi.

Bu durum, kaçınılmaz olarak haneleri daha fazla borçlanmaya sevk ederken ailede çalışan sayısının artması neticesinde evde birliğin ve iç huzurun bozulmasına, eğitim hayatının sekteye uğramasına, zorlu yaşam koşulları nedeniyle de yurtiçi ve yurtdışı göçlere sebep olmaktadır. Ve yine kaçınılmaz olarak bu kriz ortamı, stres ve asabiyeti beraberinde getirdiği için toplumsal psikolojiyi daha da kötüleştirerek aklıselimin kaybolmasına, ahlaksızlığın ve suç oranlarının artmasına etki yapmaktadır.

Peki, konumuza esas teşkil eden mültecilerin veya daha özel olarak Suriyeli muhacir kardeşlerimizin yaşanan ekonomik krizle ilişkisi nedir? Muhacirler gelmeden önce ekonomik kriz yok muydu? Ekonomik krizin faturası neden onlara kesiliyor?

Bu soruların doğru cevabını verebilmek için meseleyi her türlü manipülasyondan, özellikle de kavmiyetçilik duygusundan arındırarak gerçekçi bir şekilde ele almamız gerekmektedir. Böylece krizin asıl müsebbibi, sorumluları ve hesap vermesi gerekenler ortaya çıkacaktır.

Suriyelilerle İlgili “Doğru” Bilinen “Yanlış”lar

Önce Suriyeli muhacirlerle ilgili sosyal medyada dolaşıma sokulan iddialarla başlayalım… Bilindiği gibi; öteden beri sığınmacıların ülkeye yük olduğu, vatandaşların paralarının alınıp onlara verildiği, sığınmacıların çocuklarının istedikleri okulda “bedava” okuduğu, hastanelerde “ücretsiz” muayene oldukları, emeklilere ayrılması gereken kaynakların onlara gittiği vb. pek çok yanlış bilgi ve dezenformasyon, ağırlıklı olarak iktisadi argümanlar üzerinden yapıldı ve yapılmaya devam ediyor.

Bu iddiaların büyük çoğunluğu asılsız olmakla birlikte, içerisinden doğruluk payı olanlar da ya eksik bilgiyle ya da çarpıtılarak kamuoyuna servis edilmektedir. Nihayetinde bu asılsız iddia ve çarpıtmalarla toplumda, Suriyeli mazlum muhacirlere karşı bir önyargı ve düşmanlık oluşturulmak istenmektedir. Öyle ki, 2014 yılında kurulan Mülteciler ve Sığınmacılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, toplumda yaygınlaşan olumsuz algıyı kırabilmek için “Suriyelilerle İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar” başlıklı bir çalışma hazırlayarak bahse konu iddiaların doğru olmadığını ispatlamak zorunda kalmıştır.

Söz konusu çalışmada; “Suriyeliler Devletten Maaş Alıyor”, “Suriyeli Esnaflar Vergi Vermiyor”, “Suriyeliler Su, Elektrik ve Doğalgaz Faturası Ödemiyor”, “Suriyeliler Hastanede Sıra Beklemiyor”, “Suriyeliler İstediği Üniversiteye Sınavsız Giriyor” gibi birçok asılsız iddiaya, belge ve kaynak göstererek cevap veriliyor. Bu iddiaların hepsini buraya sıralamak yazının hacmini aşacağı için detaylı bilgi hakkında derneğin sitesine başvurulabilir.[1]

Nitekim iddiaların uydurma olduğunu anlamak için Türkiye’nin siyasi ve hukuki işleyişinin yanında muhacirlerin toplumsal hayattaki durumuna şahitlik etmek yeterlidir. Aklı başında olan ve biraz araştırma zahmetine giren herkes, ortaya atılan iddiaların arkasında art niyetli ırkçı zihniyetin olduğunu anlayacaktır. Ayrıca velev ki devlet onlara bazı haklar tanıyarak maddi yardımda bulunuyor olsun bunun bize zararı değil faydası olur. Zira Türkiye halkı, Müslüman bir halktır ve Allah için malından infak etmeyi sever. Allah yolunda harcanan mal ise eksilmez bilakis artar. Böylece hem Allah’ın sevgisi kazanılır hem de mazlum muhacirler sevindirilmiş olur. Tabii samimi olmak kaydıyla…

[يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ] “Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.”[2]

Gelelim, meselenin ekonomik gerçekliğine...

Muhacirlerin varlığı, -iddia edildiği gibi- ekonomiye olumsuz şekilde mi yansıyor? Elbette hayır! Birçok meslek grubundan milyonlarca insanın göç ettikleri ülkenin ekonomisine katkı sağlamadığı düşünülebilir mi? Bunu ancak asabiyet ve bencillik duygusunun gözlerini kör ettiği kişiler söyleyebilir. Zaten bakıldığında muhacirlere düşmanlık besleyenlerin, toplumu tahrik edecek yalan ve provokatif paylaşımlar yapanların ekseriyetinin İslâm düşmanı laik Kemalist zihniyet mensupları olduğu görülmektedir. Onların asıl derdi, mültecilerin varlığı değil mültecilerin büyük çoğunluğunun Müslüman ve Arap olmasıdır. Arap ve İslâm düşmanlığı bu karanlık zihniyetin en temel öğretisi ve düşüncesidir. Zira objektif bir şekilde, ekonomi bilimi ışığında mesele ele alındığında; muhacirlerin Türkiye ekonomisine önemli katkıları olduğunu gösteren tam tersi bir gerçek ortaya çıkmaktadır.

Muhacirler Ekonomiye Çok Boyutlu Katkı Sağlıyor

Şöyle ki: genellikle mülteci karşıtı fikirler, ekonomiyi sıfır toplamlı bir oyun olarak görür. Sıfır toplamlı oyun, ekonomiyi sabit bir pasta olarak algılar ve her yeni gelenin bu pastanın bir kısmını talep ederek öncekilere daha küçük bir pay bırakacağına inanır. Oysa ekonomiye katılan insanların çalışma özgürlükleri ve mülkiyetleri hukuki güvence altına alındığında, çalışanlar toplumdaki diğer insanların ihtiyaçlarını karşılamak için sıkı bir şekilde çalışırlar. Böylece var olan pasta, yeni gelenlerin katkıları ile büyümeye devam eder ve toplumdaki herkes bu refah artışından faydalanır.

Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin kurumsal yapılarının göçmenler geldikçe daha da iyileştiği kanıtlanmış bir gerçektir. Çünkü göçmenler geldikçe, iktisadi bir problemle karşı karşıya kalıyor ülkeler. Yani gelen göçmenlere söz konusu ülkelerde yeni iş alanları yaratmak gerekiyor ama yeni kaynaklar yokken bu nasıl sağlanmaktadır? Cevap basit; göçmenlerin sermaye, ustalık, kalfalık, ticari çevre vb. gibi katkılarından faydalanılarak.

Nitekim göçmenlerin ekonomiye etkileri konusunda yapılan birçok araştırma sonucunda ortaya ağırlıklı olarak şu tespitler çıkmaktadır:

“Meslekleri, emekleri, tasarımlarıyla geldiler ve ekonomiye çok boyutlu katkı yapıyorlar.”

“Sermayeleriyle geldiler; kendileriyle birlikte başka sermayedarları da getirdiler.”

“Suriyelilerin gelmesiyle meslekler gelişti.”

“Esnaf için çırak, kalfa; sanayi için işçi açığı kapandı.”

“Suriyeliler gelmeseydi, mahsuller tarlada kalacaktı.”

“İkinci el piyasası hareketlendi.”

“İkinci el eşya piyasasında ciddi bir hareketlilik oluştu.”

“Bu alanda çok büyük pazarlar kuruldu.”

“Kullanmadığımız eşyaları kullanıyorlar, çalışmadığımız işlerde çalışıyorlar.”

Daha somut bir örnek verecek olursak; Suriyeli muhacirler gelmeden önce Türkiye, 250 milyonluk Arap dünyasına sadece 3 ille açılabiliyordu. Bunlar; Hatay, Mardin ve Siirt’ti. Artık Suriyeliler vasıtasıyla daha büyük ölçekte ihracat gerçekleşiyor. Sadece Arap dünyası değil, muhacirler daha önce Türk iş dünyasının açılmakta zorlandığı Afrika, Latin Amerika, Asya ve Avrupa’daki yeni pazarların da kapılarını açtı. Bu yeni pazarlara Suriyelilerin Gaziantep’te ürettiği halılar ihraç edilmektedir.

Sonuç olarak; gerek istihdam ve işgücü açısından gerekse yeni mesleklerin gelişmesi, ticaret hacmi ve gelirlerin artması bakımından Suriyeli kardeşlerimiz, Türkiye ekonomisine önemli katkılar sağlamaktadır. Geriye, “muhacirlerin oluşturdukları talep nedeniyle ev ve kira fiyatları başta olmak üzere enflasyonu artırdıkları ve ucuza çalıştıkları için işsizliğe sebep oldukları” iddiası kalıyor.

Merkez Bankası ekonomistlerinin bu konuyla ilgili yaptığı bir çalışma var. Bu çalışma, Suriyelilerin gelişinin bazı ürünlerin fiyatlarını artırmasına, bazı ürünlerin ise fiyatlarının düşmesine neden olduğunu gösteriyor. Örneğin; kayıt dışı istihdamın çok sık görüldüğü -tekstil gibi- sektörlerde, fiyatları düşürdüğü görülüyor. Ama -örneğin; konut fiyatları gibi- diğer bazı alanlarda, fiyatları veya kira bedellerini ise artırdığı gözleniyor. Dolayısıyla toplama baktığımızda öyle çok gözle görülür bir etki olmadığı ortaya çıkıyor.[3]

Kaldı ki ev fiyatlarını sadece Suriyelilerin artırması gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü 1927 tarihinde çıkan ve hâlâ yürürlükte olan 1062 sayılı “Mukabele-i Bilmisil Kanunu”na göre hiçbir Suriyeli Türkiye’den taşınmaz satın alamaz. Bu kanun, Suriye'nin Türklerin taşınmazlarına el koymaları üzerine çıkarılmış ve Suriyelilerin Türkiye'deki mevcut bütün taşınmazlarına el konulmuştur. Suriye uyruklularının yeni taşınmaz edinimi de yasaklanmıştır. Dolayısıyla ev ve kira fiyatlarının artmasının arkasında muhacirler değil kapitalist politikalar ve açgözlülük sorunu vardır. Bununla birlikte, işsizlik konusunda yapılan tartışmalar da yersizdir. Türkiye’nin son 10 yıllık işsizlik rakamlarına bakıldığında ortalama %9 ila %10 bandında seyrettiği görülmektedir.

Ekonomik Krizin Gerçek Sebebi

Bilinmelidir ki, ekonomik krizin kaynağı kapitalist sistem ile yöneticilerin Ortodoks ve Heterodoks modelleri arasında gidip gelen ucube uygulamalarıdır. Birinci sorun; doların rezerv para kabul edildiği mevcut kâğıt para sistemidir. Bu para sisteminde, Türkiye gibi ülkeler faizle paralarının değerlerini korumaya çalışmakta, bu da doğal olarak ekonomik krizlere ve hayat pahalılığına yol açmaktadır. Yapılması gereken, hızlıca altın ve gümüş para sistemine dönüş için adım atmaktır. Zira altının zati bir kıymeti vardır ve altına dayalı para sisteminde, “kur farkı” diye bir şey olmaz ve para kıymetini korumaya devam eder. Paranın değerindeki bu istikrar aynı zamanda “fiyat istikrarı” demektir.

İkinci olarak; krizlerin ve enflasyonun en büyük sebebi, faiz ve borsa sistemidir. Faiz ve borsa sistemi, aynı zamanda üretimin ve istihdamın da katilidir. Faiz olduğu müddetçe müteşebbis bir kişi, ticaret yapmak yerine parasını banka kasalarında bekletmekte, ticarette dönmesi gereken sermaye, bankaların kontrolüne geçmektedir. Yine aynı şekilde borsa da faiz gibi üretim ve ticareti engelleyen bir faktördür. Parası olan kişiler borsada işlem gören şirketlerin hisse senetlerini alıp satmak yoluyla paralarını değerlendirmektedir. İşte bu faiz ve borsacılık sisteminin ortadan kaldırılması, başlı başına ekonomik canlanma, üretim, istihdam ve istikrar demektir.

Üçüncü sorun ise devletin, adeta işletme sahiplerinin gizli bir ortağı olduğu vergi sistemidir. Direkt ve dolaylı alınan vergiler, üretimin en büyük düşmanıdır. İşletmelerin giderlerinin büyük bir kısmı devlete ödedikleri paralardır. SGK, vergi, harç, stopaj, elektrik, su, doğalgaz derken işletme maliyetleri yükselmekte, bu da fiyatlara yansımaktadır. Devlet, işletme sahiplerinden, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerden elini çekmelidir.

İşte, bu üç temel sorun ortadan kalktığında, Türkiye’nin gündeminden; enflasyon, hayat pahalılığı ve ekonomik krizler de kalkacaktır.

Ancak devleti yönetenler, sorunun kaynağı ve sebepleri ile uğraşmak yerine, her zamanki gibi sorunun tezahürleri ile oyalanmaya devam ediyorlar. Bir avuç sermaye sahibinin servetlerine servet katmak için döviz garantili kamu-özel iş birliği projeleri üzerinden rant ihaleleri dağıtarak, “itibardan tasarruf olmaz” düsturuyla ümmetin servetlerini “har vurup harman savurarak” krizi daha da derinleştiriyorlar.

Kavmiyetçilik Hastalığı Terk Edilmelidir

Kısaca özetlemeye çalıştığımız tüm bu gerçekliklerden sonra ekonomik krizin sebebinin Suriyeli muhacirler olduğunu savunmak, faturayı onlara keserek Esad celladına geri gönderilmelerini istemek, ırkçılık ve cehaletten kaynaklanan utanç verici bir yaklaşımdır. Peki, yıllarca Suriyeli muhacirlere ensarlık yaptığı iddia eden AK Parti iktidarı, ekonomideki kötü gidişatın onlara fatura edilmesine neden razı oluyor? Neden, Ümit Özdağ ve benzeri ırkçı zihniyetin provokatif söylemler kullanarak muhacirleri hedef göstermesine sessiz kalıyor?

Bunun iki cevabı var:

Birincisi: Katil Esad rejimiyle “normalleşme” kapsamında Suriyeli muhacirlerin geri gönderilmesi için kamuoyunda nefret algısı oluşmasını desteklemek. Böylece ABD’nin “Arap Baharı” sonrası Ortadoğu’da sükunet ve normalleşme isteyen siyasetine hizmet etmek.

İkincisi: Oluşan bu kamuoyu sayesinde muhacir karşıtlığı üzerinden oy toplayan muhalefetin elinden bu kozu alarak kaybettiği oyların geri dönüşünü sağlamak. Bu da gösteriyor ki iktidarın meselesi; ensar olmak değil muhacirleri, içeride ve dışarıda istismar ederek oy toplamaktır. Ancak aldatılan, Avrupa’ya karşı şantaj malzemesi olarak kullanılan ve İslâmi devrim hedefinden vazgeçirilmek için tuzak kurulan Suriye halkının vebali, iktidarın yakasını bırakmayacaktır.

Son söz: Suriye ve Türkiye halkını, bir bütünde ise İslâm ümmetini ayrıştıran en büyük kötülüklerden biri, Batı’dan gelen kavmiyetçiliktir. Bizleri kardeş kılan Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya boyun eğerek, kavmiyetçilik hastalığı terk edilmelidir. İslâm kardeşliği yeniden her alanda tesis edilmeli ve İslâm ümmeti yeniden Hilâfet çatısı altında birleşmelidir. İşte o zaman tüm zorluklara göğüs gerilecek ve eski ihtişamlı günlere yeniden dönülecektir.

[وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ] “Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.”[4]


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz