Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan bugüne devam
eden ekonomik kriz ve istikrarsızlık sorunu, son birkaç on yıldır rant ve
menfaat odaklı yönetim anlayışının piyasaya hâkim olmasıyla toplumun her
kesiminde hissedilmeye başladı. Özellikle alt ve orta gelir grupları, hayatın
her alanına sirayet eden ekonomik kriz nedeniyle büyük bir mağduriyet
yaşamaktadır. -Her krizde servetlerini katlayan sermaye sahibi elitler hariç- başta
açlık sınırının yarısı civarında bir ücrete mahkûm edilen emekliler olmak üzere
asgari ücretle çalışanlar, kiracılar, çiftçiler, küçük esnaf, öğrenciler gibi toplumun
önemli bir kısmı artık geçimini sürdüremeyecek hale geldi.
Bu durum, kaçınılmaz olarak haneleri daha fazla
borçlanmaya sevk ederken ailede çalışan sayısının artması neticesinde evde
birliğin ve iç huzurun bozulmasına, eğitim hayatının sekteye uğramasına, zorlu
yaşam koşulları nedeniyle de yurtiçi ve yurtdışı göçlere sebep olmaktadır. Ve
yine kaçınılmaz olarak bu kriz ortamı, stres ve asabiyeti beraberinde getirdiği
için toplumsal psikolojiyi daha da kötüleştirerek aklıselimin kaybolmasına,
ahlaksızlığın ve suç oranlarının artmasına etki yapmaktadır.
Peki, konumuza esas teşkil eden mültecilerin veya
daha özel olarak Suriyeli muhacir kardeşlerimizin yaşanan ekonomik krizle ilişkisi
nedir? Muhacirler gelmeden önce ekonomik kriz yok muydu? Ekonomik krizin
faturası neden onlara kesiliyor?
Bu soruların doğru cevabını verebilmek için
meseleyi her türlü manipülasyondan, özellikle de kavmiyetçilik duygusundan
arındırarak gerçekçi bir şekilde ele almamız gerekmektedir. Böylece krizin asıl
müsebbibi, sorumluları ve hesap vermesi gerekenler ortaya çıkacaktır.
Suriyelilerle İlgili “Doğru” Bilinen “Yanlış”lar
Önce Suriyeli muhacirlerle ilgili sosyal medyada
dolaşıma sokulan iddialarla başlayalım… Bilindiği gibi; öteden beri
sığınmacıların ülkeye yük olduğu, vatandaşların paralarının alınıp onlara
verildiği, sığınmacıların çocuklarının istedikleri okulda “bedava” okuduğu,
hastanelerde “ücretsiz” muayene oldukları, emeklilere ayrılması gereken kaynakların
onlara gittiği vb. pek çok yanlış bilgi ve dezenformasyon, ağırlıklı olarak
iktisadi argümanlar üzerinden yapıldı ve yapılmaya devam ediyor.
Bu iddiaların büyük çoğunluğu asılsız olmakla
birlikte, içerisinden doğruluk payı olanlar da ya eksik bilgiyle ya da
çarpıtılarak kamuoyuna servis edilmektedir. Nihayetinde bu asılsız iddia ve
çarpıtmalarla toplumda, Suriyeli mazlum muhacirlere karşı bir önyargı ve
düşmanlık oluşturulmak istenmektedir. Öyle ki, 2014 yılında kurulan Mülteciler
ve Sığınmacılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, toplumda yaygınlaşan olumsuz
algıyı kırabilmek için “Suriyelilerle İlgili Doğru
Bilinen Yanlışlar” başlıklı bir çalışma hazırlayarak bahse konu iddiaların
doğru olmadığını ispatlamak zorunda kalmıştır.
Söz konusu çalışmada; “Suriyeliler Devletten Maaş
Alıyor”, “Suriyeli Esnaflar Vergi Vermiyor”, “Suriyeliler Su, Elektrik ve
Doğalgaz Faturası Ödemiyor”, “Suriyeliler Hastanede Sıra Beklemiyor”,
“Suriyeliler İstediği Üniversiteye Sınavsız Giriyor” gibi birçok asılsız
iddiaya, belge ve kaynak göstererek cevap veriliyor. Bu iddiaların hepsini
buraya sıralamak yazının hacmini aşacağı için detaylı bilgi hakkında derneğin
sitesine başvurulabilir.[1]
Nitekim iddiaların uydurma olduğunu anlamak için
Türkiye’nin siyasi ve hukuki işleyişinin yanında muhacirlerin toplumsal
hayattaki durumuna şahitlik etmek yeterlidir. Aklı başında olan ve biraz
araştırma zahmetine giren herkes, ortaya atılan iddiaların arkasında art
niyetli ırkçı zihniyetin olduğunu anlayacaktır. Ayrıca velev ki devlet onlara
bazı haklar tanıyarak maddi yardımda bulunuyor olsun bunun bize zararı değil
faydası olur. Zira Türkiye halkı, Müslüman bir halktır ve Allah için malından
infak etmeyi sever. Allah yolunda harcanan mal ise eksilmez bilakis artar.
Böylece hem Allah’ın sevgisi kazanılır hem de mazlum muhacirler sevindirilmiş
olur. Tabii samimi olmak kaydıyla…
[يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ] “Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise
artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.”[2]
Gelelim, meselenin ekonomik gerçekliğine...
Muhacirlerin varlığı, -iddia edildiği gibi-
ekonomiye olumsuz şekilde mi yansıyor? Elbette hayır! Birçok meslek grubundan
milyonlarca insanın göç ettikleri ülkenin ekonomisine katkı sağlamadığı düşünülebilir
mi? Bunu ancak asabiyet ve bencillik duygusunun gözlerini kör ettiği kişiler
söyleyebilir. Zaten bakıldığında muhacirlere düşmanlık besleyenlerin, toplumu
tahrik edecek yalan ve provokatif paylaşımlar yapanların ekseriyetinin İslâm
düşmanı laik Kemalist zihniyet mensupları olduğu görülmektedir. Onların asıl
derdi, mültecilerin varlığı değil mültecilerin büyük çoğunluğunun Müslüman ve
Arap olmasıdır. Arap ve İslâm düşmanlığı bu karanlık zihniyetin en temel
öğretisi ve düşüncesidir. Zira objektif bir şekilde, ekonomi bilimi ışığında
mesele ele alındığında; muhacirlerin Türkiye ekonomisine önemli katkıları
olduğunu gösteren tam tersi bir gerçek ortaya çıkmaktadır.
Muhacirler Ekonomiye Çok Boyutlu Katkı Sağlıyor
Şöyle ki: genellikle mülteci karşıtı fikirler,
ekonomiyi sıfır toplamlı bir oyun olarak görür. Sıfır toplamlı oyun, ekonomiyi
sabit bir pasta olarak algılar ve her yeni gelenin bu pastanın bir kısmını
talep ederek öncekilere daha küçük bir pay bırakacağına inanır. Oysa ekonomiye
katılan insanların çalışma özgürlükleri ve mülkiyetleri hukuki güvence altına
alındığında, çalışanlar toplumdaki diğer insanların ihtiyaçlarını karşılamak
için sıkı bir şekilde çalışırlar. Böylece var olan pasta, yeni gelenlerin
katkıları ile büyümeye devam eder ve toplumdaki herkes bu refah artışından
faydalanır.
Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin kurumsal
yapılarının göçmenler geldikçe daha da iyileştiği kanıtlanmış bir gerçektir.
Çünkü göçmenler geldikçe, iktisadi bir problemle karşı karşıya kalıyor ülkeler.
Yani gelen göçmenlere söz konusu ülkelerde yeni iş alanları yaratmak gerekiyor
ama yeni kaynaklar yokken bu nasıl sağlanmaktadır? Cevap basit; göçmenlerin
sermaye, ustalık, kalfalık, ticari çevre vb. gibi katkılarından faydalanılarak.
Nitekim göçmenlerin ekonomiye etkileri konusunda
yapılan birçok araştırma sonucunda ortaya ağırlıklı olarak şu tespitler
çıkmaktadır:
“Meslekleri, emekleri, tasarımlarıyla geldiler ve
ekonomiye çok boyutlu katkı yapıyorlar.”
“Sermayeleriyle geldiler; kendileriyle birlikte
başka sermayedarları da getirdiler.”
“Suriyelilerin gelmesiyle meslekler gelişti.”
“Esnaf için çırak, kalfa; sanayi için işçi açığı
kapandı.”
“Suriyeliler gelmeseydi, mahsuller tarlada
kalacaktı.”
“İkinci el piyasası hareketlendi.”
“İkinci el eşya piyasasında ciddi bir hareketlilik
oluştu.”
“Bu alanda çok büyük pazarlar kuruldu.”
“Kullanmadığımız eşyaları kullanıyorlar,
çalışmadığımız işlerde çalışıyorlar.”
Daha somut bir örnek verecek olursak; Suriyeli
muhacirler gelmeden önce Türkiye, 250 milyonluk Arap dünyasına sadece 3 ille
açılabiliyordu. Bunlar; Hatay, Mardin ve Siirt’ti. Artık Suriyeliler
vasıtasıyla daha büyük ölçekte ihracat gerçekleşiyor. Sadece Arap dünyası
değil, muhacirler daha önce Türk iş dünyasının açılmakta zorlandığı Afrika,
Latin Amerika, Asya ve Avrupa’daki yeni pazarların da kapılarını açtı. Bu yeni
pazarlara Suriyelilerin Gaziantep’te ürettiği halılar ihraç edilmektedir.
Sonuç olarak; gerek istihdam ve işgücü açısından
gerekse yeni mesleklerin gelişmesi, ticaret hacmi ve gelirlerin artması
bakımından Suriyeli kardeşlerimiz, Türkiye ekonomisine önemli katkılar
sağlamaktadır. Geriye, “muhacirlerin oluşturdukları talep nedeniyle ev ve kira
fiyatları başta olmak üzere enflasyonu artırdıkları ve ucuza çalıştıkları için
işsizliğe sebep oldukları” iddiası kalıyor.
Merkez Bankası ekonomistlerinin bu konuyla ilgili
yaptığı bir çalışma var. Bu çalışma, Suriyelilerin gelişinin bazı ürünlerin
fiyatlarını artırmasına, bazı ürünlerin ise fiyatlarının düşmesine neden
olduğunu gösteriyor. Örneğin; kayıt dışı istihdamın çok sık görüldüğü -tekstil
gibi- sektörlerde, fiyatları düşürdüğü görülüyor. Ama -örneğin; konut fiyatları
gibi- diğer bazı alanlarda, fiyatları veya kira bedellerini ise artırdığı
gözleniyor. Dolayısıyla toplama baktığımızda öyle çok gözle görülür bir etki olmadığı
ortaya çıkıyor.[3]
Kaldı ki ev fiyatlarını sadece Suriyelilerin
artırması gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü 1927 tarihinde çıkan ve hâlâ
yürürlükte olan 1062 sayılı “Mukabele-i Bilmisil Kanunu”na göre hiçbir Suriyeli
Türkiye’den taşınmaz satın alamaz. Bu kanun, Suriye'nin Türklerin
taşınmazlarına el koymaları üzerine çıkarılmış ve Suriyelilerin Türkiye'deki
mevcut bütün taşınmazlarına el konulmuştur. Suriye uyruklularının yeni taşınmaz
edinimi de yasaklanmıştır. Dolayısıyla ev ve kira fiyatlarının artmasının
arkasında muhacirler değil kapitalist politikalar ve açgözlülük sorunu vardır.
Bununla birlikte, işsizlik konusunda yapılan tartışmalar da yersizdir. Türkiye’nin
son 10 yıllık işsizlik rakamlarına bakıldığında ortalama %9 ila %10 bandında
seyrettiği görülmektedir.
Ekonomik Krizin Gerçek Sebebi
Bilinmelidir ki, ekonomik krizin kaynağı
kapitalist sistem ile yöneticilerin Ortodoks ve Heterodoks modelleri arasında
gidip gelen ucube uygulamalarıdır. Birinci sorun; doların rezerv para kabul
edildiği mevcut kâğıt para sistemidir. Bu para sisteminde, Türkiye gibi ülkeler
faizle paralarının değerlerini korumaya çalışmakta, bu da doğal olarak ekonomik
krizlere ve hayat pahalılığına yol açmaktadır. Yapılması gereken, hızlıca altın
ve gümüş para sistemine dönüş için adım atmaktır. Zira altının zati bir kıymeti
vardır ve altına dayalı para sisteminde, “kur farkı” diye bir şey olmaz ve para
kıymetini korumaya devam eder. Paranın değerindeki bu istikrar aynı zamanda “fiyat
istikrarı” demektir.
İkinci olarak; krizlerin ve enflasyonun en büyük sebebi, faiz
ve borsa sistemidir. Faiz ve borsa sistemi, aynı zamanda üretimin ve istihdamın
da katilidir. Faiz olduğu müddetçe müteşebbis bir kişi, ticaret yapmak yerine
parasını banka kasalarında bekletmekte, ticarette dönmesi gereken sermaye,
bankaların kontrolüne geçmektedir. Yine aynı şekilde borsa da faiz gibi üretim
ve ticareti engelleyen bir faktördür. Parası olan kişiler borsada işlem gören
şirketlerin hisse senetlerini alıp satmak yoluyla paralarını
değerlendirmektedir. İşte bu faiz ve borsacılık sisteminin ortadan
kaldırılması, başlı başına ekonomik canlanma, üretim, istihdam ve istikrar
demektir.
Üçüncü sorun ise devletin, adeta işletme sahiplerinin gizli
bir ortağı olduğu vergi sistemidir. Direkt ve dolaylı alınan vergiler, üretimin
en büyük düşmanıdır. İşletmelerin giderlerinin büyük bir kısmı devlete
ödedikleri paralardır. SGK, vergi, harç, stopaj, elektrik, su, doğalgaz derken
işletme maliyetleri yükselmekte, bu da fiyatlara yansımaktadır. Devlet, işletme
sahiplerinden, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerden elini çekmelidir.
İşte, bu üç temel sorun ortadan kalktığında,
Türkiye’nin gündeminden; enflasyon, hayat pahalılığı ve ekonomik krizler de
kalkacaktır.
Ancak devleti yönetenler, sorunun kaynağı ve
sebepleri ile uğraşmak yerine, her zamanki gibi sorunun tezahürleri ile
oyalanmaya devam ediyorlar. Bir avuç sermaye sahibinin servetlerine servet
katmak için döviz garantili kamu-özel iş birliği projeleri üzerinden rant
ihaleleri dağıtarak, “itibardan tasarruf olmaz” düsturuyla ümmetin servetlerini
“har vurup harman savurarak” krizi daha da derinleştiriyorlar.
Kavmiyetçilik Hastalığı Terk Edilmelidir
Kısaca özetlemeye çalıştığımız tüm bu
gerçekliklerden sonra ekonomik krizin sebebinin Suriyeli muhacirler olduğunu
savunmak, faturayı onlara keserek Esad celladına geri gönderilmelerini istemek,
ırkçılık ve cehaletten kaynaklanan utanç verici bir yaklaşımdır. Peki, yıllarca
Suriyeli muhacirlere ensarlık yaptığı iddia eden AK Parti iktidarı, ekonomideki
kötü gidişatın onlara fatura edilmesine neden razı oluyor? Neden, Ümit Özdağ ve
benzeri ırkçı zihniyetin provokatif söylemler kullanarak muhacirleri hedef
göstermesine sessiz kalıyor?
Bunun iki cevabı var:
Birincisi: Katil Esad rejimiyle “normalleşme”
kapsamında Suriyeli muhacirlerin geri gönderilmesi için kamuoyunda nefret
algısı oluşmasını desteklemek. Böylece ABD’nin “Arap Baharı” sonrası
Ortadoğu’da sükunet ve normalleşme isteyen siyasetine hizmet etmek.
İkincisi: Oluşan bu kamuoyu sayesinde muhacir
karşıtlığı üzerinden oy toplayan muhalefetin elinden bu kozu alarak kaybettiği
oyların geri dönüşünü sağlamak. Bu da gösteriyor ki iktidarın meselesi; ensar
olmak değil muhacirleri, içeride ve dışarıda istismar ederek oy toplamaktır.
Ancak aldatılan, Avrupa’ya karşı şantaj malzemesi olarak kullanılan ve İslâmi
devrim hedefinden vazgeçirilmek için tuzak kurulan Suriye halkının vebali,
iktidarın yakasını bırakmayacaktır.
Son söz: Suriye ve Türkiye halkını, bir bütünde
ise İslâm ümmetini ayrıştıran en büyük kötülüklerden biri, Batı’dan gelen kavmiyetçiliktir.
Bizleri kardeş kılan Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya boyun eğerek,
kavmiyetçilik hastalığı terk edilmelidir. İslâm kardeşliği yeniden her alanda
tesis edilmeli ve İslâm ümmeti yeniden Hilâfet çatısı altında birleşmelidir.
İşte o zaman tüm zorluklara göğüs gerilecek ve eski ihtişamlı günlere yeniden
dönülecektir.
[وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ] “Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına,
dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini
düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi
birleştirmişti. İşte O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine
siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte
Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.”[4]
[2]
Bakara Suresi 276
[3]
Bekir Berat
Özipek, “Ekonomi Temelli Ayrımcılık ve Önyargı Karşıtı Argümantasyona Katkı: ‘Suriyeli
Sığınmacılar ve Türkiye Ekonomisi’ Raporu”
[4]
Âl-i İmran Suresi 103


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış