Kibir
İnsan, yaşadığı ortamdan
etkilenme özelliği olan bir varlıktır. Bu bir hakikattir ve bu hakikati esasında
her gün, hep birlikte yaşamaktayız. Evet, birey toplumdan etkilenir ve toplum
da fikirlerden. İslâm Nizamı’nın hayattan kopartılmasından sonra hayata hâkim
olan Kapitalizm, insan fıtratında olan birçok şeyi azdırdı ve İslâm Nizamı’nın
bastırdığı bu hasletleri açığa çıkartmakla yetinmeyip hastalık seviyesine
taşıdı. İşte konumuz olan kibir, bu hastalıkların başında gelir. İnsan,
kendisinde olan bazı hastalıkları gizleyebilir, işlediği bir günahı örtebilir
ama kibir müstesna. Zira kibir dışa vurumu kaçınılmaz bir hastalıktır. Hatta o,
isyanların da esasını teşkil eder.
Kibrin ne demek olduğunu
esasında tüm insanlar bilir, kibir deyince ilk akla gelen kişinin kendisini
beğenmesidir. Genel kabul görmüş bu tanım kısmen doğru olmuş olsa da içinin
doldurulması gerekir.
Şimdi, konunun daha iyi anlaşılması için kibrin ilk zuhur ettiği vakıayı yakından irdeleyelim. Kur’an’da şöyle geçer: “Meleklere, ‘Âdem’e secde edin’ demiştik, İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu.” (Bakara 34)
Şeytan la’netullahu aleyh, Âdem Aleyhi’s Selam’a secde emri verildiğinde aklî bir muhakemeye gitti. Toprak ile ateşi yani Âdem ile kendisini kıyasladı ve kendisinin Âdem’den daha üstün olduğu kanaatine vardı. İlk kibirlenmeyi Âdem Aleyhi’s Selam’a karşı yaptı. Ancak bununla yetinmedi sonra Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın emrine karşı geldi yani bu emri, yaptığı aklî muhakeme ile anlamsız buldu ve böylece Allah Subhanehû ve Teâlâ’ya karşı da kibirlenmiş oldu. Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın emrini anlamsız bulması onu kâfir yaptı. Buna göre, yüce Allah’ın emirlerinden yahut onun Rasulü’nün emirlerinden herhangi bir şeyi anlamsız ve basit gören, kibre kapılan herkesin hükmü İblis’in hükmü ile aynı olur. Bu, hakkında ihtilaf edilmeyen hususlardandır.
İşte bu şekildeki bir büyüklenmeyi Allah’ın Rasulü şöylece ifade etmektedir:
“Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığı kadar kibir bulunan bir kimse cennete girmeyecektir.” (Müslim)
Bir diğer rivayete göre bir Sahabe Rasulullah’ın bu sözüne binaen şöyle demiş: “Kişi elbisesinin güzel, ayakkabısının güzel olmasını ister.” Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle der:“Şüphesiz Allah güzeldir, güzel olanı sever. Kibir ise hakka karşı çıkmak ve insanları hakir görmektir.” (Müslim)
Bu hadis rivayetinde de
net bir şekilde anlaşılacağı üzere kibir iki manada değerlendirilebilir;
• Kişinin Allah’ın hükümlerini beğenmemesi, anlamsız kabul
etmesi,
• Kişinin kendisini üstün, diğer insanları küçük görmesi.
Kişinin Allah’ın hükmünü
beğenmemesi ve anlamsız kabul etmesi açıktır. Ancak kişinin diğer insanları
küçük görmesi meselesi biraz daha açıklanması gerekir. Zira bir Müslüman’ın bir
kâfiri küçük görmesi kibir değildir. Bir Müslüman’ın açık bir şekilde günah
işleyen başka bir Müslüman’ı küçük görmesi de kibir değildir. Ancak kibir,
rızkın Allah’tan olduğunu unutup fakir Müslümanları küçük görmektir. Kibir,
kişinin giydiği kıyafetini beğenmesi değildir ama kibir başka bir Müslüman
kardeşini kıyafetinden ötürü hakir görmesidir. Kibir kişinin Müslüman kardeşini
bulunduğu konuma yakıştırmayıp onu küçük görüp kendisinin ondan daha üstün
olduğunu düşünmesidir.
Allah Subhanehû ve Teâlâ kibrin göstergesini şu şekilde beyan etmiştir;
“Ve insanlardan (kibirlenerek) yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Muhakkak ki Allah, çalımla yürüyenlerin ve çok övünenlerin hiçbirini sevmez.” (Lokman 18)
Kibir öyle bir
hastalıktır ki müşriklerin iman etmemelerinin tek sebebi tüm bedenlerini
kaplayan kibirleri idi. İslâm’daki eşitlik ve kardeşlik anlayışını sezen Ebu
Leheb, “Ben Müslüman olup bu Bilal’le aynı derecede olacağım öyle mi?!”
diyerek büyük bir kibir sergilemiştir. Firavun’un da iman etmemesi sırf kibri
yüzündendir.
Özetle kibir, insanın
kendisinin kul olduğunu unutup efendilik taslaması ve kendisini anlamsız bir
şekilde beğenmesidir.
Her şeyin bir karşılığı
olduğu gibi kibrin de bir karşılığı vardır elbet. Kibrin ahiretteki karşılığına
gelince; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurdu:
“Mütekebbirler kıyamet
gününde toz zerrecikleri gibi haşredileceklerdir. Büyüklenmeleri dolayısıyla
insanlar onları ayakları ile çiğneyecektir.”
Son olarak kibrin
istisna olduğu durumlardan bahsederek tevazu konusuna geçeceğiz. İnşaAllah.
Ebu Hatim Muhammed b.
Hibban, Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Gayret (kıskançlık)’ın
bazısına aziz ve celil olan Allah buğz eder. Bazısını da Allah sever. Kibrin
kimisini yüce Allah sever, kimisine de Allah buğz eder. Allah’ın sevdiği
gayret, din hususundaki gayrettir. Allah’ın buğz ettiği gayret ise, din dışı
hususlardaki gayrettir. Allah’ın sevdiği büyüklenmek kişinin, savaşırken kendi
kendisine büyüklenip böbürlenmesidir, sadaka verirken (halinden memnun
olması)dır. Allah’ın buğz ettiği böbürlenmek ise, bâtıldaki böbürlenmedir.”
Tevazu
Tevazu alçakgönüllülük
anlamındadır. Yine aynı kökten türeyen mütevazı kelimesi ise tevazu sahibi,
alçakgönüllü anlamındadır. Tevazuda esas olan, “ben dilinin” kullanılmasının
önüne geçilmesi, nefsin arzularına tâbi olunmamasıdır. Bu haliyle tevazu kibrin
zıddıdır.
Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın “Sizin için güzel
örnekler vardır” diyerek işaret ettiği Rasulullah’ın hayatında büyük bir
sadelik olduğu gibi O’nun davranışlarında da tevazuyu ön planda tuttuğunu görüyoruz.
Rasulullah’ın şu sözü tevazu konusuna ne kadar önem verdiğini göstermesi
açısından önemlidir:
“Ben Kureyşli kuru et
yiyen bir kadının oğluyum.”
Ebu Galib şöyle rivayet
etmiştir:
“Rasulullah’ın sözü Kur’an’dı.
Rasulullah çok zikreder, hutbeyi kısa okur, namazı uzatırdı. İşlerini bitirinceye
kadar yoksul ve düşkünlerle yürümekten çekinmez ve kibirli davranmazdı.”
Enes RadiyAllahu Anh anlatıyor:
“Rasulullah çok zikir
yapar, boş söz konuşmazdı. Merkebe biner, yün elbise giyer ve kölelerin davetlerine
icabet ederdi. Hayber Günü onu yuları hurma lifinden yapılmış merkebe
bindiğinde görmeliydin.”
Tevazunun kibrin zıttı
olduğunu söylemiştik. Şimdi tevazunun hayattaki yansımalarına değineceğiz
inşaAllah.
Büyüklerin Küçüklere
Tevazu Göstermesi
Küçüklere karşı tevazu
göstermek gelecek nesillerin yetişmesi açısından büyük önem arz etmektedir.
Çünkü çocuklar geleceğimizin teminatıdır. Bunu Rasulullah’ın hayatında da
görmek mümkündür. Rasulullah küçüklere daima tevazu göstermiş, onların başını
okşamış, dertlerini dinlemiştir. Örneğin, küçük bir çocuğun kuşunun öldüğünü
duyan Rasulullah hiç tereddüt etmeden yanına gitmiş ve o küçük çocuğu teselli
etmiştir.
Ömer ve Osman RadiyAllahu Anhumâ Mekke’den
dönüşlerinde Muarres denilen bir yerde konaklarlar, Medine’ye girişlerinde de
arkalarına birer çocuk alırlardı. Bunu diğer hükümdarlar gibi kibirlenmemek
için yapıyorlardı.
Aile Bireylerine Tevazu
Toplumun temel taşı olan
ailedir. Aileler toplumların teminatıdır. Bu yüzden yetiştirilen nesiller de
tevazu bakımından özenle yetiştirilmelidir. Bunu nasihat yolundan daha çok,
örnek olma metodu baz alınarak yapmak gerekir. Çünkü çocuk, anne ve babasından
ne görürse onu taklit edecek ve hayatına geçirecektir. Aile içi tevazuyu iki
kısımda incelemek mümkündür:
1-Eşlere Tevazu
Eşler arasında tevazu
aile yaşamı açısından önemlidir. Özellikle burada aile reisine büyük iş düşmektedir.
Evin direği olarak nitelendirilen erkekler, tevazu konusunda da elbette ailede
rol model olmalıdır. Bunu Rasulullah’ın hayatından örneklerle açıklayalım:
Rasulullah kendi
söküğünü kendi dikecek, kendi evini kendi süpürecek kadar tevazu sahibi idi.
Bunları yaparken hiçbir şekilde rahatsızlık duymazdı.
Yine Rasulullah, Hz.
Aişe ile koşma yarışı yapacak kadar eşini sever, ona mütevazı davranırdı. Aile
reisi olması onu hiçbir şekilde kibirliliğe itmezdi.
2-Hizmetkârlara Tevazu
“Hepiniz birer çobansınız ve elinizin altındakilerden sorumlusunuz.” Sorumlu olunan kişilere de tevazu elbette ki elzemdir.
Rasulullah, hizmetinde
bulunan Enes ve Zeyd’e kötü davranmaz, onlara hiçbir zaman kaldıramayacakları yükü yüklemezdi. Ayrıca onları evlatlarından da ayrı görmezdi.
Sıcak bir günde Hz. Ömer
bir kölenin merkepte olduğunu gördü ve “binebilir miyim” diye sordu.
Köle de inmeye yeltendi. Hz. Ömer de onu bundan alıkoyarak “Ben senin
terkine binerim.” dedi ve kölenin arkasına binerek şehre girdi. Halk bu
manzarayı hayretle seyretti.
Osman RadiyAllahu Anh da geceleyin abdest
suyunu kendi hazırlardı. Bunu neden hizmetkârlarına yaptırmadığını soranlara “gece
onların dinlenme vaktidir” diye cevap verirdi.
Sosyal Hayatta Tevazu
(Komşuluk, Akrabalık, İş Hayatı vb.)
Sosyal bir varlık olan
insan elbette ki diğer insanlarla birtakım ilişkiler içerisindedir. Bu
ilişkiler çerçevesinde de tevazu büyük önem arz etmektedir. Sahabe’nin
hayatında bunun örnekleri fazlaca bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını
paylaşalım:
Hz. Ebubekir tüccardı,
sabahları alışverişe çıkardı. Akşamları da koyunları otlaktan döndüğünde onları
sağardı. Bazen de başkalarının koyunlarını sağardı. Bir gün Halife olacağını
duyan bir kız çocuğu “Sen Halife olunca koyunları kim sağacak?” diye
üzüntüyle sorunca Ebubekir RadiyAllahu
Anh “Üzülme koyunlarınızı yine ben sağacağım, Halife olmam bunlara engel
değil dedi.” Sütü sağarken “Köpüklü mü köpüksüz mü sağayım?” diye
sormayı da ihmal etmedi.
Hz. Ömer’in bir gün
bulamaç yapan kadının yanına uğrar ve kadına bulamaç böyle yapılmaz deyip
kadının elinden kepçeyi alır ve ona su kaynamadan unu dökmemesini, unu azar
azar dökmesini ve böylece bulamacın topak haline gelmeyeceğini anlatır.
Ali Kerrem Allahu Vechehu RadiyAllahu Anh’ın satıcıların yanından geçerken:
“İşte ahiret yurdu. Onu yeryüzünde böbürlenmeyen ve bozgunculuk yapmayanlara veririz. Güzel sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.” (Kasas 83) ayetini okuyarak “Bu ayet adil ve alçakgönüllü hükümdarlarla halk üzerinde egemenlik ve kudret sahibi kimseler hakkında inmiştir.” dediği rivayet edilir.
Hiyerarşik İlişkilerde Tevazu
Hiyerarşik ilişkilerde
astın üste, üstün asta olan tavır ve davranışları davanın devamı ve sürekliliği
açısından öneme sahiptir. Hiçbir üst, astından derece bakımından üstün olmadığı
gibi hiçbir ast da görev ve sorumluluk bakımından üstten aşağıda değildir.
Rasulullah bir gün
ashabıyla yürürken birisi bir bez parçasıyla onu gölgelemek ister ve o da bezin
gölgesini görünce bırak der ve bezi koyduktan sonra şöyle seslenir: “Ben
de sizin gibi bir insanım.”
Hz. Ömer RadiyAllahu Anh Halifeliği sırasında bir
gün hutbede adaletten konuşurken Sahabelerden biri ona kalkar ve der ki: “Sen
nasıl adaletten bahsedersin? Bizde yarım elbise var, sende tüm elbise var!”
diye çıkışır. Hz. Ömer de oğlum Abdullah kalk der. Abdullah da hakkını babasına
verdiğini söyleyince olay tatlıya bağlanır.
Yine Hz. Ömer şöyle
demiştir: “Bizi hesaba çekmezseniz sizde hayır kalmamıştır, sizi dinlemezsek
bizde hayır kalmamıştır.”
Kendinden Yaşça Küçük
Olan Üst Makamda Olana Tevazu
Hiyerarşik ilişkilerde
astın üste tevazu göstermesi elzemdir. Her ne kadar üst kademede yer alan kişi
yaşça küçük olsa da ona makamından ve sorumluluklarından ötürü saygı gösterilmelidir.
Usame Rasulullah
zamanında ordu komutanı idi. Hz. Ömer yaş olarak ondan büyüktü. Rasulullah
vefat ettikten sonra Hz. Ömer Usame’ye tevazuda bulunarak iltifat dolu sözler
sarf etmiştir.
Yaşça Büyük Ast Makamda
Olana Tevazu
Yaşça büyük olan astlara
da saygı hiyerarşinin devamlılığı açısından mühimdir. Üst makamlarda bulunanlar
yaşça kendinden büyük olan kişilere tevazu gösterilmelidir. Hiçbir makam ya da
mevki büyüklere saygısızlığı, onlara aşağılayıcı tavır takınmayı gerektirmez.
Davette Tevazu
İnsanlara davet
götürülürken onlara tevazulu davranılmalı, onlar davete ısındırılmalı, onlara davet
sevdirilmelidir. Kırıcı ya da karşıdakini hor görücü davranışlardan
kaçınılmalıdır. Rasulullah’ın Mekke’nin ileri gelenlerine daveti anlatırken
yanına gelen Abdullah ibn Mektum’a yüzünü ekşitmesi sonucunda şu Abese
Suresi’ndeki şu ayetler nazil olmuştur:
عَبَسَ
وَتَوَلَّى “Kendisine
o âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve öteye döndü.”
أَن
جَاءهُ الْأَعْمَى “Ne bilirsin, belki de o
arınacak.”
وَمَا
يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى “Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine
fayda verecek.”
Buradan anlaşılacağı
üzere davet hususunda herkes eşittir ve ileri gelenleri davete ısındırmaya çalışırken
diğer insanlar da göz ardı edilmemelidir.
Hz. Ali’nin bir savaşta
yüzüne tüküren adamı öldürmemesi de bize davet esnasında tevazunun lüzumunu
gösterir. Neden öldürmediğini soran adama Hz. Ali RadiyAllahu Anh şu cevabı verir: “Eğer seni öldürseydim nefsim
için öldürmüş olacaktım. Bu yüzden seni öldürmedim.”
İşte her Müslüman’da ve
özellikle de davet taşıyan Müslümanlarda bulunması gereken tevazu işte budur.
İslâm Şahsiyeti
İslâm şahsiyeti,
bilindiği gibi İslâmî akliyet ve İslâmî nefsiyete sahip olan şahsiyettir. Uzun
uzun İslâm şahsiyeti hakkında çok şeyler anlatılabilir. Ama Şeyh Takiyyuddin en
Nebhâni’nin şu veciz ifadeleri İslâm şahsiyetinin en güzel ve en net
açıklamasıdır:
“Müslüman, İslâmî
akliyete ve İslâmî nefsiyete sahip olduğu zaman, kendisinde merhameti ve
sertliği, zühdü ve nimetleri bir arada toplayabilen, hayatı doğru bir şekilde
anlayan, gerektiği kadar dünyaya yönelen, ahireti kazanmak için bütün gücüyle
çalışan, aynı anda hem asker hem de lider olmaya elverişli şahsiyet olur. Ona
ne dünyaya tapanların sıfatları, ne Hint çilekeşliği/fakirliği ne de dünyadan
elini eteğini çeken kimsenin hali etki edebilir. O, cihadda kahraman iken aynı
zamanda mihrabın dostudur. Güçlü olduğunda da mütevazıdır. Liderlik ile
fakihliği, ticaret ile siyaseti bir arada barındırır. Onun özelliklerinin en
üstünü; onu yoktan yaratan yaratıcısı Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın kulu
olmasıdır. Bunun için onu; namazında huşuda, boş sözlerden yüz çeviren,
zekâtını veren, gözünü haramdan çeviren, kendisine verilen emanetleri muhafaza
eden, ahdine vefakâr, verdiği sözü yerine getiren, Allah Subhanehû ve Teâlâ yolunda
cihad eden bir kimse olarak bulursun. İşte Müslüman budur. İşte mü’min budur.
İnsanı, insanoğlunun en hayırlısı kılan İslâm’ın oluşturduğu İslâm şahsiyeti
işte budur.”
Son olarak, İslâm
davetini taşıyan Müslümanlar hayatın her alanında örnek teşkil etmelidir.
İslâm davetini taşımakta
güzel bir örnek
Anne-baba olarak güzel
bir örnek
Evlat olarak güzel bir
örnek
Eş olarak güzel bir
örnek
Komşu olarak güzel bir
örnek
Akraba olarak güzel bir
örnek
Yani Müslüman olarak
güzel bir örnek.
Allah Subhanehû ve Teâlâ bizlere güzel örnek
olmayı nasip etsin.
Bu örneklikle kalplerin
İslâm’a ve davete ısınmasını nasip etsin.
Bu örneklikle gönülleri
fethetmeyi bizlere nasip etsin.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış