Misyonerlik, kimileri
tarafından mitolojik çağlarda yaşamış doğaüstü güçlere sahip, gizemli, efsunlu
yaratıkların bugüne uzanan kolları; kimilerine göre de son derece tehlikeli,
ürkütücü, karanlık, uluslararası organize olmuş, erişilemez, dokunulamaz bir olgu
gibi algılanmaktadır. Peki, gerçekte misyonerlik nedir? İnandığı dini başlarına
taşımak kastıyla bir araya gelmiş insanların oluşturduğu masumane bir oluşum
mudur? Yoksa dünyayı yöneten süper güçlerin kimliklerini gizlemek için kullandığı
bir perde midir?
Havsalamızda
canlandırılmaya çalışılan bu kurmaca düşüncenin sebebi, esrarengiz sır perdesi
ardındaki misyoner gerçeği nedir?
Bu sorulara doğru
yanıtlar bulabilmemiz için bilindik en tabii yoldan, misyonerler tarihinin derinliklerine
inerek var oluş nedenlerini, amaçlarını kısacası neden ve nasıllarını doğru
okuyup iyi analiz etmemiz gerekmektedir.
Misyonerlik fikri,
etkiye karşı bir tepkinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Binaenaleyh Müslümanlara
karşı cenk meydanlarında bariz hiçbir üstünlük sağlayamayan batılı haçlılar, bu
durumun sebeplerini araştırmaya koyulduklarında farklı kişiler meseleye değişik
açılardan yaklaşmalarına rağmen, her seferinde değişmeyen tek bir sonuca
vardılar: Müslümanlara karşı galip gelebilmemiz için İslam’ı ortadan kaldırmalıyız.
Belirlenen bu hedef
doğrultusunda canhıraş bir şekilde çalışmışlar, azmetmişler, geleneksel savaş
yöntemleri ile birlikte farklı mücadele şekillerine başvurmayı da ihmal
etmemişlerdir. İslam’ın engellenemez yükselişinin önüne geçmek, durdurmak hatta
mümkünse yok etmek isteyen batılılar tarafından hazırlanan ekonomik, siyasi,
askeri projeler bir bir çökmüş, kısmen başarılı olsalar da İslam’ın yükselişine
engel olamamışlardır.
Velhasıl İslam dini
yeryüzünde vücut bulur bulmaz, adaleti ve rahmetiyle insanı, hayatı, kâinatı
kuşatarak girdiği isli, paslı, kararmış gönülleri aydınlatmış; adeta
karanlıkları yırtarcasına, insanı layık olduğu yere eşrefi mahlûkat mertebesine
yükseltmiştir. Bu minvalde İslam tarihi incelendiğinde cihat anlayışı ile
Müslümanlar bir insan ömrü kadar kısa bir sürede uçsuz bucaksız geniş
toprakları fethederek ihtişamlı, mağrur İslam medeniyetini inşa ettiği
görülecektir. Bu ihtişamlı medeniyet batılıların her daim iştahlarını kabartıp
başlarını döndürürken, nefretlerini artırarak kıskançlık ateşini
alevlendirmiştir.
Haçlıların İslam ile
olan bu şeytani mesaileri onlara yeni ufukların kapılarını aralamış, Müslümanlara
karşı hissettikleri eziklik, kuyruk acısı kinlerini daha keskin bilemelerine
sebep olurken bedenlerini saran kavurucu ihtiras ateşini söndürmek için, hücum
edilen İslam’ın surlarını bir türlü geçemeyen haçlılar, kale kapılarını içerden
açacak olan misyonerlik fikrini icat etmişlerdir.
Batılılar, misyonerler
eli ile Müslümanların güçlerinin yegâne kaynağı İslam’ı yok etmenin imkânsız
olduğunu anlayınca, Müslümanlarla İslam’ın doğal bağını koparıp İslam’dan
olmayan mikyasları, nizamları İslam’danmış gibi göstermek suretiyle
Müslümanlara pazarlama yolunu tercih etmişlerdir. Böylece Müslümanlar
zayıflatılacak ve kontrol altına alınacak hatta hizmetleri altına alınarak sömürmek
mümkün olacaktı. İşte son derece tehlikeli bu fikrin, kültürel saldırıların baş
aktörleri misyonerlerdir.
Bu konuya ilişkin
yüzlerce yıl önce söylenmiş, misyonerlerin kendi ağızlarından dökülen sinsi planlarını
ifşa eden sözlerinden birkaçı şöyledir:
“Müslümanları vaftiz
etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim.
İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, Hıristiyan
adetlerini, Hıristiyan bayramlarını, Hıristiyan kültürünü, Hıristiyan ahlakını
aşılayalım…”
Rahip Samuel Zwemer.
Misyoner Gıbb diyor ki:
“İslam, Müslümanların içtimai hayatlarına olan tesirini kaybetti. Nüfuz dairesi
gittikçe daraldı. Hatta mahdut bir çerçeveye münhasır kaldı…”
1935 senesinde Kudüs’te
toplanan misyonerler konferansında Misyonerlerin reisi Samoul Zouimer şöyle
hitap ediyordu: “Hıristiyan devletlerinin size verdiği misyonerlik göreviniz
İslâm Âlemi’ndeki Müslümanları Hıristiyanlık dinine sokmanız değildir. Sizin
vazifeniz, Müslüman’ı İslâm’dan uzaklaştırıp Allah’ı tanımaz bir mahlûk hâline
getirmeniz, daha sonra da bu milletleri ayakta tutan ahlâktan onları
koparmanızdır. Eğer bunda muvaffak olursanız İslâm memleketlerine yöneltilen sömürgenin
fetih karakollarını teşkil ettirmiş olursunuz. Sevk etmeye çalıştığınız yolda
yürümeleri için İslâm memleketlerindeki bütün kafaları buna hazırlamamız
gerekir. Bu ise Müslüman’ı dininden çıkarmaktan başka bir yolla mümkün
değildir. Ey misyonerler. Ancak Müslüman’ı bu hale getirdiğiniz zaman vazifeniz
başarılı bir şekilde tamamlanmış olur.”
Batılıların demokrasiden
sonraki efsane buluşu misyonerlik kurumunun doğuşunu, gelişimini kısaca ana
hatlarıyla neden ve nasıllarıyla ortaya koyduktan sonra misyonerlerin kuruluş
hedeflerine ulaşıp ulaşmadığının cevabını aramalıyız.
Esasında bu sualin
cevabı, Müslüman coğrafyasındaki içler acısı dramatik son duruma bakınca
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Tabiî ki insanî erdemi, kızarmadan bakacak
yüzü, gerçekleri görecek gözü olanlar için.
Zira makalenin ana
temasını oluşturan hak ile batıl çatışmasında Müslümanların dinlerine bağlı
kalıp ayrı kalmadıkları müddetçe Batılı Hıristiyan haçlılara karşı bariz
üstünlükleri söz konusu iken Haçlılar eli ile Müslümanların bedenine saplanan
zehirli ok misyonerlerin zerk ettiği zehirli fikirlerle son raundu kazanarak,
İslam ümmetini yere seren, başını koparıp vahdetini tam elli iki parçaya bölerek
büyük bir zafer elde ettikleri de malumdur. Nitekim Rahip Louis Massignon denen
misyoner bu gerçeği şu sözlerle ifade etmektedir: “Müslümanların her şeyini
tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani
duyguları mahvoldu. Onların manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında
eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık…”
Batılılar işledikleri bu
büyük cürümün failini yine Şeytani dehaları ile yayı gerip oku fırlatan eli
değil de hedefe saplanan oku günahkâr ilan ederek efsane kahramanlar olarak
takdim ettikleri misyonerleri sahneye itiverdiler. Bununla da yetinmeyip
efsanevi misyoner karakterini o denli yücelttiler ki, bu yüceltilmiş
misyonerler İslam’ın son bayraktarı Osmanlının mahremine kadar ellerini kollarını
sallayarak girebildiler. Devletin yönetim kadrolarında önemli mevkilere
kolaylıkla yükselebildiler.
Müslümanlara
misyonerleri hedef gösteren, hasmının ölmüş bedeninden dahi korkan, kimliğini
gizlemeye çalışan batılı haçlıların misyoner maskesinin ardına saklanması
ecdadın “Allah düşmanın bile merdini versin” deyimini akla getiriyor.
Lakin namerdin teşhisini
yapmak için çok keskin bir göze ihtiyaç yoktur. Okun fırlatıldığı yöne doğru
bakıp kısa bir müşahede ile birlikte hemen işin ardındaki meçhul gibi duran
failin kimliğini açık bir şekilde görürüz. Zihnimizde zuhur ettirilmek istenen
mugalâtalı düşüncenin ana kaynağını keşfedip gerçek azmettiricisini yakalarız.
Misyoner maskesi çıkarıldığında “bakın burada kim varmış” dedirttirecek
kadar yakınımızdaki tanıdık biri çıkar karşımıza. Onlar kim mi? Dikkatli bakın
bulacaksınız!
Osmanlı Devleti
yıkıldıktan sonra ondan kopartıp aldıkları servetlerle semiren dünyanın en
büyük iktisadi, askeri, siyasi gücüne sahip kapitalistler dünyanın dört bir
tarafında istediği gibi at oynatıp kimseciklere hesap vermezken neden yeni
misyonerlik senaryoları yazıp günah keçisi rolünü yine misyonerlere
vermişlerdir?
Doğaları gereği
kapitalistlerin tarihlerinde cömertlik, mertlik gibi insani erdemlerle pek
işleri olmamıştır. Onların sözlerinin eri olduğu da pek görülmemiştir. Hele ki
muhatapları Müslümanlarsa...
Mertlikten, insani
erdemden nasibini almamış kapitalist zihniyet, bir yandan misyonerleri ön plana
çıkartıp Müslümanların öfkelerini onlara yöneltmesini sağlarken diğer yandan
kapitalist şirketler vasıtasıyla asıl misyonerlik faaliyetlerini yürütmeye
devam etmiştir. Özellikle film sektöründe açık bir misyonerlik propagandası
yapılmaktadır. Örneğin Avrupa’ya “dansı yasaklayan” ecdadımızın pak yüzü,
İslami yaşantısı bu gün bizlere çok farklı bir biçimde adeta gayri İslami bir
yaşam sürmüşler gibi gösterilmektedir. Bizde “sahtekâr hoca” imajına karşı
batıda tüm zorluklara göğüs geren, dürüst ve yardımsever papaz efendiler
neredeyse her Hollywood filminde yer almakta ve gereken mesaj verilmektedir.
Ayrıca filmlerde ve dizilerde kahramanlaştırılan karakterler ile Hristiyanların
efsaneleri, aziz ve azizeleri arasında sıkı bir ilişki göze çarpmaktadır.
İslam ümmetinin son
yüzyılına vurulan bu gizli esaret zinciri, İslam ümmetini ölmeden sırattan
geçiriyor. Kur’an’da övülerek en hayırlı ümmet diye isimlendirilen bu ümmet
maalesef Nemrutların ateş çukurunu, bebek katili Firavunların zulümlerini
sadece izlemekle yetiniyor. Zira bu zelil durumun müsebbibi ne makaleyi ram
ettiğimiz örümcek ağı misyonerler, ne İslam ile yan yana tırnak içinde bile
yazmaya imtina ettiğim terör, ne de İslami fabia, vesair rezil yakıştırmalar
değildir elbette. Sebep, esasında Müslümanlarca da malum olan; İslam ümmetinin
akla gelebilecek her açıdan bölünüp parçalanmışlığıdır.
Savunduğumuz ümmetin
parçalanmışlık gerçeğine dair, misyonerlerin tarihi vesikalarını incelendiğimizde
çok çarpıcı şu ifadeler yer almaktadır; Ünlü İngiliz misyoner Lawrance Brawne
şöyle diyor: “Eğer Müslümanlar bir İslâm imparatorluğunda birleşirlerse, bu
onlar için kurtuluş, batı için de bir lânetlenecek olay ve felâket olur. Eğer
parça parça kalırlarsa, o zaman ağırlıksız ve tesirsiz olarak hayat sürerler.”
diyen Lawrance sözünü şöyle tamamlıyor: “Müslümanların kuvvetsiz ve tesirsiz
olarak kalmaları için birleşmemeleri ve ayrı ayrı, parça parça kalmaları
gerekir.”
Bir başka misyoner
Arnold Twenbi “İslâm, Batı ve İstikbâl” isimli kitabında şöyle yazıyor:
“İslâm birliği uykudadır.
Bize düşen, bu âlemin bir gün uykudan uyanabileceğini hesaba katarak gerekli
tedbirleri almaktır.”
İngiliz sömürge
bakanlığı tarafından yayımlanan Hempher’in “İslam’ı nasıl yok edelim”
adlı kitabında; Londra Misyoner teşkilat başkanı: “Biz İngilizlerin müreffeh
ve saadet içinde yaşamamız için Müslümanlar arasına nifak tohumları ekmemiz
lazımdır. Onların içinde ihtilaf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız…” İtiraf
niteliğindeki ibretlik bu sözler sanırım misyoner teşkilatının gayelerini
ortaya koymak için yeterli olacaktır.
O halde tek çare sorunun
içindeki cevap gibi ufukta beliren bütünlüktür. Aksi takdirde görünen o ki,
günümüz mevcut şartlarında batılı kapitalistlerin, İslam ümmeti üzerinde söz
konusu menfaatleri sürdükçe ümmetin üzerinde yeni oyunlar oynamaya, yeni
tuzaklar kurulmaya devam edecektir.


Yorumlar