Sizce makaleye böyle bir başlık
atmak için bugün Filistin’de ne yaşanmış olabilir? Acaba gasıp Yahudi varlığı
Gazze’ye mi yoksa mescidi Aksa’ya mı saldırdı? Hayır, felaketin adı ne Gazze ne
de mescidi Aksa değildir, zira ele alacağımız mesele bunlardan daha vahim ve
daha derindir.
Kadim İslam beldesi Kudüs ile
Müslümanların münasebeti Allah Rasulü SallAllahu
Aleyhi ve Sellem İsra ve Miraç mucizesiyle başlar. Kudüs Müslümanlar eliyle
ilk kez M. 638’de Hz. Ömer komutasında Sahabe ordusu ile fethedilir. İslam ile müşerref olmadan önce Bizans
toprağı olan Kudüs bu kutlu fetihten sonra Fatımiler, Selçuklular, Eyyubiler,
Memlukler ve en son Osmanlı toprağı olarak hep İslam ümmetinin göz bebeği
olmuştur. Bilahare mukaddes belde Filistin 1099’dan 1187’ye kadar ikinci kez
Hristiyan esaretini yaşar. 88 yıllık bu esarete büyük İslam komutanı Selahattin
Eyyubi son verir. Filistin bu ikinci fetihten sonra 9 Aralık 1917’ye kadar da Osmanlı
İslam toprağı olarak kalır.
Zira Kudüs’te büyük felaket,
Osmanlının bin bir tefrikayla girdiği I. Dünya Savaşı’nda akla hayale
gelmeyecek entrika ve ihanetlerle yenik ayrılmasıyla yaşanacaktır. Osmanlı bu
hezimetin bedelini haçlıların düzenlediği bir dizi mizansenle çok ağır
ödeyecek, Batı’da başlayan toprak kayıplarına Doğu’da Mukaddes belde Kudüs de
eklenecekti.
Cebren mukaddes beldeyi İngiliz
mandasına teslim eden Osmanlı mümkün olan en kısa zamanda Kudüs’e geri dönmeyi
planlıyordu.
“…Osmanlı Hükümeti, kutsal mekânları
yıkım ve tahribattan korumak için askerlerini kentten çekmiş ve bir takım
yetkilileri Kutsal Kabir ve Aksa Camii gibi mekânlara göz kulak olmakla görevlendirmiştir.
Sizin de benzer bir muamele göstereceğiniz umuduyla …”[1]
Lakin Osmanlı ölümcül bir hata ile
çekilmek zorunda kaldığı mukaddes topraklara bir daha asla geri dönemeyecekti. Çünkü
İngilizlerin mandası önce Kudüs’ün işgaline, sonrasında Siyonist rüyanın
gerçeğe dönüşmesine yol açacaktı.
Bizatihi Osmanlı’dan mandacı
İngilizlere yazılan yukarıdaki mektuptan hemen sonra, İngiliz General Edmund
Allenby muzaffer bir edayla Kudüs’e girecek “İşte şimdi Haçlı Savaşları sona
erdi.” diyecekti. Dönemin İngiltere Başbakanı David Lloyd George, Kudüs’ün
ele geçirilmesini “İngiliz halkına verilmiş bir Noel hediyesi.” olarak
nitelendirecekti. Yine İngiliz basınında işgal geniş yer alıyordu. Gazetelerde
“Aslan Yürekli Richard” yukarıdan Kudüs’e doğru bakıp memnuniyetle başını
sallayarak “Hayalim gerçek oldu.” diyordu. Çanakkale’de 1915’te Osmanlı
tokadı yiyen Fransız komutan Henri Gouraud, bu tokadın hesabını Şam’da
Selahaddin Eyyubi türbesini tekmeleyerek “Uyan Selahaddin geri geldik.
Burada bulunmam Haç’ın Hilal karşısındaki zaferini kutsuyor.” diyordu.
Oysaki İngilizler mukaddes belde Kudüs’e girene kadar ne “Kutsal savaş”
ne de “Haçlı seferi” sözünü hiç kullanmamışlardı. Hatta İngiliz
kurnazlığıyla sömürgelerden Kudüs’e getirilen Müslüman askerlerle son anda
çıkacak olası Osmanlı sürtüşmesi bile önlenmişti.
Haçlılar Filistin’de kazanılan bu
büyük zaferi perçinlemek ve bu topraklarda ilelebet kalabilmek için şerir
planlar kuruyorlardı. Özellikle İngilizler siyonistlere verdiği sınırsız
destekle Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasını öngörüyordu. Yahudi ve
haçlılar arasındaki bu ittifakın temelinde, aşırı sağcı Hristiyanların kutsal
kitaplarında anlatılan geçmişin yeniden vücuda getirilmesi ile ilgili teoloji
yatıyordu. Bu dünya görüşüne göre, Hz. İsa Aleyhi’s
Selam’ın “Yeniden Doğuşu” beklentisinin gerçekleşmesi için siyonizm bir
sıçrama tahtasıydı. Böylece “İsrail” Avrupa’nın yerleşimci sömürge
politikalarına göbekten bağlı olmak kaydıyla, İngilizlerin kucağına doğuyordu.
Batı beslemesi Yahudilerin
Filistin’e yönelik yerleşme planları, önceleri Batılı Yahudi zenginlerinin
Filistin’den para ile Osmanlı’dan toprak satın alma girişimleri ile başladı.
Yahudiler bu amaçlarına ulaşabilmek için siyonizmin babası sayılan Theodore Hertzl’i
1896-1902 yılları arası tam beş defa İstanbul’a gönderecekti. O dönemin
kudretli Osmanlı halifesi II. Abdülhamit Han Theodore Hertzl’in bu husustaki
randevu tekliflerini dahi kabul etmeyecek, vaat edilen para ve medya desteğini
kesin bir dille reddedecekti. Son derece vahim bu teşebbüslerin ardından, Osmanlı
İslam halifesi II. Abdülhamit Han,
Theodore Hertzl’e şu ültimatomu göndermiştir:
“Bay Hertzl bu meselede ikinci bir
adım sakın atmayasın. Ben bir karış dahi olsa size İslam toprağı satmam. Zira
bu topraklar bana değil, İslam ümmetine aittir. Müslümanlar bu toprakları
kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır o bizden ayrılıp uzaklaşmadan, tekrar
kanlarımızla önleriz. Benim, Suriye ve Filistin alaylarımın askerleri birer
birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi bile geri dönmemek üzere hepsi
muharebe meydanında kalmışlardır. Osmanlı Hilafet’i bana ait değil
Müslümanlarındır, ben onun hiç bir parçasını veremem. Bırakalım Musevilerin
milyonlarını kendilerine kalsın. Benim devletim yıkılıp, parçalandığı zaman
Filistin’i karşılıksız ele geçirebilirler. Lakin bizim cesetlerimizi
parçalamadan Osmanlıyı taksim edemezler, Zira ben, canlı bir beden üzerinde
ameliyat yapılmasına asla müsaade etmem.”
İslam Halifesi II. Abdülhamit Han tarafından
net bir dille ret edilen bu cüretkâr teklif, daha sonraki yıllarda Osmanlı’da
yaşanan vahim gelişmelerle yeni bir boyut kazanıyordu. Evvela İngilizlerin
sömürgeleştirme projesiyle Filistin’de bir “Yahudi Devleti” kurulmasına izin
veren 1917 Balfour Deklarasyonu yayınlanıyor. Ardından Müslümanların aleyhinde
ilerleyen talihsiz süreç 1924’te Osmanlı Hilafeti’nin lağvedilmesiyle son
buluyordu. Böylece Yahudilerin Filistin’de yurt edinmelerinin önünde hiçbir
engel kalmıyordu. B.M. nezdinde 14 Mayıs 1948'de, Tel Aviv’de toplanan Yahudi
Milli Konseyi yayınladığı bir bildiri ile “İsrail”in kurulduğunu dünyaya ilan
ediyordu. İlanıyla İslam ümmetinin kalbine zehirli bir hançer gibi saplanan
“İsrail” 700 bin Filistinliyi topraklarından sürecek, 500’den fazla Filistin
köyünü haritadan silecek, binlerce masum Müslüman’ı da katledilecekti. Yahudileri
Filistin’den söküp atmak için Arap birliği
“İsrail” üzerine Mısır, Ürdün,
Suriye ve Irak ordularını harekete geçirecekti. Lakin 1948 I. Arap
“İsrail” savaşı sonunda koskoca Arap
birliği ordusu, hepi topu bir avuç Yahudi’ye boyun eğeceklerdi. II. Arap
“İsrail” gerginliği tarihe “1967 Altı Gün savaşları” olarak geçecek;
maskaralıklarla Arap Birliği yine yenilecek ve böylece Yahudilerin Filistin’de
varlığı tescillenecekti.
Kuşkusuz Yahudiler karşısında
yaşanan bu hezimet sadece Arapların değil, 52 parçaya bölünmüş İslam ümmeti ve
hain yöneticilerin ortak hezimetidir.
Ey büyük İslam ülkelerinin kahraman
orduları! Dün Filistin direnişiyle simgeleşen Yahudi tankına taş atan çocuk
resmine, bu gün mescidi Aksa’ya siper olmak için şehit edilen bacılarımız
eklenmiştir.
Hala harekete geçmeyecek, yine
izlemekle mi yetineceksiniz?
Ey büyük İslam ümmeti!
Hilafet’in yokluğunun acı
faturasını sadece Kudüs’te değil bütün İslam beldelerinde en ağır biçimde
ödüyoruz. Onun için El-Nakba “Büyük Felaket” günü sadece Filistinlilerin yas
tuttuğu bir gün olmamalıdır. Çünkü Ümmetin büyük felaketi “Yahudi Devleti”
kurulduğunda değil, kalkanı kırıldığı gün yaşanmıştır.
Öyleyse hilafet çatısı altında
birleşmenin zamanı daha gelmedi mi? Zira ümmetin tek kurtuluşu yakında
kurulacak olan II. Râşidî Hilafet’tir. Aksi halde ne Filistin’in ne de İslam
ümmetinin yaşadığı yüzyıllık esaretin izlerini silmek mümkün olmayacaktır.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış