İstanbul eşsiz güzelliği ve
stratejik önemiyle tarih boyunca birçok medeniyet için karşı konulamaz bir
cazibe merkezi olmuştur. Keza boğazın incisi İstanbul’un İslam medeniyeti için
çok daha özel bir yeri vardır. Çünkü İstanbul Rasulullah SallAllahu Aleyhi
ve Sellem efendimizin Ashabına hicretin beşinci yılı (M.627) Medine
hendeklerinden fethini müjdelediği Konstantin’iyledir.
لَتُـفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ
. فَـلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَ لَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ
“Kostantiniyye (İstanbul) muhakkak
fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan; onu fetheden ordu ne
güzel ordudur.”
Müslümanlar Ahmet b. Hanbel’in müsned
ettiği bu hadisi şerife mazhar olabilmek için, İstanbul’u onlarca defa
kuşatmışlardır. 29 Mayıs 1453’te Rasulullah’ın hadisi şerifinin sırrına mazhar olan
Fatih Sultan Mehmet Han, Hristiyan kralların taç giydiği Ayasofya kilisesini
fetih mührü olarak camiye çevirir. Ebu’l Fetih karadan yürüttüğü gemilerle fethettiği
İstanbul’un simgesi Ayasofya’yı bedeli karşılığı satın alıp adına bir^de vakıf
kurar.
“İşte
bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren
vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile
koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya
Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını
değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta
yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten
çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister
yahut onu kendi bâtıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına
geçirirlerse; ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve
günahları kazanmış olurlar. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
Allah’ın, Peygamberlerin, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün
Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları
hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten
sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait
olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.” Fatih Sultan Mehmet Han
Ebu’l Fetih tarafından yazdırılan
bu esrarengiz vakıfnamenin gizemi, 13 Kasım
1918’de İngilizlerin İstanbul’u işgaliyle açığa çıkar. İşgalcilerin Amerikalısı,
Avrupalısı ve Rus’u Osmanlıya dayattıkları Mondros Ateşkes Antlaşması ile
Ayasofya’nın kubbesindeki hilalin yerine haç dikme “şerefi” için adeta
yarışıyorlardı. Lakin işgale rağmen Osmanlı Hilafet’i zillet içeren Mondros’u
imzaya yanaşmıyor, direniyordu. Velakin dönemin haçlı ordusu İtilaf
devletlerinin generali konumundaki İngilizler, dünyaya nam saldıkları sinsi
siyasetleriyle Lozan’da işi bitireceklerdi. Lozan’da bizi temsil eden delege başkanı
İsmet İnönü; “Ne istedilerse verdim.” diyerek sözde baldıran zehri
içecekti.
Galip itilaf devletleri Lozan’da
İnönü’den ne istemişlerdi ki? Lozan öncesi İngiliz Lordu Curzon bu hususta
düşüncelerini şöyle sıralıyordu; “…Türkler İstanbul’dan kovulmalı, Hilafet
kaldırılmalı ve Ayasofya İmparator Jüstinyen’in muhteşem Bizans mabedi
tabiatıyla aslî dini Hristiyanlığa geri dönmelidir. Öte yandan Müslümanlara
yetip de artacak miktardaki İstanbul’un muhteşem camilerinin varlığı garanti
edilecektir.” (Robert S. Nelson)
Nitekim taraflar Lozan’da Osmanlı
İslam Devleti’nin sonu anlamına gelen halifeliğin ilgasını karara
bağlayacaklardı. Böylece İngilizlerin yaklaşık beş yıl süren İstanbul işgali 6 Ekim
1923’te tek kurşun bile atmadan bir anda sona erecekti.
Hilafet’in ilgası karşılığında
zahiren sona eren işgal gerçekten sona mı eriyor, yoksa daha da perçinleniyor
muydu? Maalesef Lozan imzalandığı günden bu güne hala bu soru güncelliğini korumaktadır.
Çünkü o dönem bazı entelektüeller eliyle taçlandırılıp bir zafer abidesi haline
getirilen Lozan’da, İngilizler ne Türkleri İstanbul’dan sürmüş, ne de
Ayasofya’nın kubbesine hilal yerine bir haç takmışlardı. Evet, bu anlayış
demokrasi havarisi oryantalist entelektüeller için bir kazanç olabilir. Velakin
3 Mart 1924’te kilise olmaktan kurtulan Ayasofya Camii 1930’da ibadete kapanıp
1 Şubat 1935’te müze olarak açılacaktı.
Hala güncelliğini koruyan Ayasofya Camii’nin
kilise olmasındansa müze olması evladır tartışmaları yine Müslümanların önüne koyulan
buz dağının görünen kısmıdır. Oysa Ayasofya nezdinde uzayıp giden bu kifayetsiz
tartışmalar İslam ümmeti üzerinde henüz son bulmayan sinsi işgalin bir
göstergesidir. Bilahare devam eden bu esaretin tek sebebi ise Müslümanların
zihninde oluşan anlayış erozyonudur. Zira
Müslümanların şeri hüküm ekseninden kayan yeni dünya görüşü, ne halifeliğin kaldırılma şartını ne de
Ayasofya’yı kilise yerine müzeye çeviren zihniyeti doğru okutmayacaktır.
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ
وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُوْلَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَآئِفِينَ
لهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
“Allah’ın mescitlerinde O’nun
adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim
kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka
türlü girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahrette de büyük
bir azap vardır.” (Bakara
114)
Teşbihi beliğ mukabilinden bir
sualle; bugün Yahudi tutsağı ilk kıblemiz mescidi Aksa’nın esareti ile İslam Devleti’nin
son başkenti İstanbul’un gözdesi Ayasofya’nın esareti arasında ne fark vardır?
Elbette hiçbir fark yoktur. Her iki mabet de parçalanmış ümmetin son yüzyılına
vurulan esaretin nişaneleridir.
İslam ümmetinin son yüzyılına damga
vuran bu zilletten kurtulması için tek çare, kahreden zihin bulanıklığından derhal
kurtulmaktır. Aksi halde hüzün camii Ayasofya’nın asırlık ezan, kamet ve salah
özlemi asla dinmeyecektir. Filhakika fetih sembolü Ayasofya Camii’nin özgürlüğü
ancak ve ancak yeniden doğacak fetih ruhunun teminatı ile mümkün
olacaktır.
لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ
“Çalışanlar işte böylesi bir
kurtuluş için çalışsınlar.” (Saffat 61)


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış