BİN DÖRT YÜZ YILLIK HESAPLAŞMA LOZAN

Murat Altın

Makûs talihimizin vesikası olan Birinci Dünya Harbi, Osmanlı İslâm Hilâfet Devleti olarak savaşa girip, Türkiye Cumhuriyeti olarak savaştan çıktığımız talihsiz bir olaydır. Bu savaş sonrası bir milletin sadece uyruğu değil aynı zamanda geleceği ve hatta geçmişi yeniden şekillenmiştir. Asırlar boyu dünyanın zirvesinde izzet ve şerefin timsali olan Müslüman ümmet, üç kıtada at koşturup bir fermanıyla dünya siyasetini idare ederken, Birinci Cihan Harbi sonrası artık güçsüz kuvvetsiz savunmasız hasta bir adam olarak celladının önündedir. İdam sehpası Lozan’da kurulmuş geçmişin hesabı sorulacaktır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan M. Kemal Atatürk’ün de bir nutkunda söylediği gibi: “Bir süre Ankara’da Lozan Konferansı görüşmelerini takip ettim. Görüşmeler hararetli ve tartışmalı geçiyordu. Türk haklarını tanıyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabii buluyordum. Çünkü Lozan barış masasında ele alınan meseleler yalnız üç dört yıllık yeni devreye ait ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesabı görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacaktı.”

Lozan’a nasıl gelinmişti? Birinci Cihan Harbi’nin Çanakkale cephesinde 250 bin şehit vererek destan yazan Osmanlı harpten yenik ayrılan ittifak devletleriyle birlikte yenik sayılarak ve 10 Ağustos 1920’de son derece ağır şartları olan 443 maddeli Serv antlaşması dikta edilerek. Tüm baskılara rağmen Osmanlı’nın son halifesi sultan Vahdettin zillet içeren bu anlaşmayı kabul etmeyecekti. Öte yandan Osmanlı’nın zengin uçsuz bucaksız topraklarını kendi aralarında bir türlü paylaşamayan İttifak devletleri neredeyse kendi aralarında yeniden savaşa tutuşacaklardı. Böylelikle Serv İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği İttifak devletlerince uygulanamadan rafa kalkacaktı. İngiliz lordu Churchill’in deyişiyle Serv ölü doğacaktı. Böylece İttifak devletlerince hazırlanan yeni anlaşma Sevr’den iki kat daha şeytani bir planla Lozan’a dönüşecekti ve İttifak Devletlerinin aralarında anlaşamadıkları sorun kökünden kazınarak halledilecekti. Bu meyanda Lord Curzon’un “Barışın Hilâfet’in kaldırılmasıyla mümkün olabileceği” mesajı da Ankara’ya iletilmişti.

Lozan’da Yahudi haham başı Haim Nahum Gurzon’a “Siz Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul edin, ben onlara İslamiyet’i ve İslam temsilciliklerini (Halifeliği) ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum.” demişti. Lozan’da İnönü’nün yanından bir an bile ayrılmayan Haham Nahum, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde M. Kemal’le görüşmesinin ardından alınan Kongre kararlarıyla İslam iktisat modeli terk edilerek Liberalizm benimsenmişti. Böylelikle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yaşamasına ancak bu şartlarda izin verilecekti. Nitekim Lozan görüşmelerinin birinci delegesi İsmet İnönü’nün İngilizlerle pazarlık yaparak gizli bir anlaşmayla “Hilafet’i kaldırma sözü” verdiği pek çok kaynakta belgeleriyle yer almaktadır. Lozan dönüşü Sirkeci garında baş delegemiz İsmet İnönü yaptığı açıklamada bağımsızlık uğruna “Ne istedilerse verdim” diyerek bu vahim durumu özetleyecekti.

Nihayet Lozan’la yeni Türk devleti uluslararası statü kazanıp galip devletlerce tanınırken, Osmanlı İslâm Hilafet Devleti’nin ilgası kararlaştırıldı. Taraflarca 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan’dan yaklaşık sekiz ay sonra 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı. Bu da yeni devletin bağımsızlığını tanıtmak için Müslümanların ödediği çok ağır bir bedel oldu.

İngiltere Hilafet kaldırıldıktan sonra Lozan'ı onaylamıştır. Hilafet’in kaldırılması 3 Mart 1924 İngiltere’nin Lozan’ı onaylaması 16 Temmuz 1924. Bu vahim gerçeği 23 Mayıs 1919 günü, tarihi Sultanahmet mitinginde Halide Edip Adıvar şöyle vurguluyordu: “Asırlardan beri sinsi sinsi devam eden Avrupa’nın istila siyaseti her zaman Türk toprakları üzerinde, en vicdansız bir şekilde görüntü vermiştir. Ayda ve yıldızlarda zapt edilecek Müslüman Türk toprakları ve milletleri olduğunu haber alsalar, oralara bile istila orduları göndermek için mutlaka bir yol bulacaklardır. Avrupalı İtilaf Devletleri’nin saldırıya dayanan siyaseti, bazen ihanetlerle ve daima büyük bir haksızlık içinde Türkiye’ye çevrilmiştir. İşte sonunda “Hilal’i parçalamak için, ellerine bir uygun ortam geçmiştir...”[1] Evet bu ağır bedelin anlamı Hilafet’i kaldırmak Müslümanları başsız bırakmaktı. İslam’ın hukuki, siyasi, sosyal ve iktisadi düzeninin tamamen kaldırılarak Batı’nın bu alandaki kanun ve nizamlarının alınacağı Lozan’la tescillenmişti. Bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti İslam karşıtı bir politika izleyecekti. Bunun için bize fazla baskı yapmalarına gerek yoktu çünkü cumhuriyeti kuran kadronun zaten böyle bir derdi yoktu. Rasululah’tan o güne, 1932’ye kadar Arapça okunan ezan yasaklanıp 18 yıl boyunca Türkçe okutulacaktı. Birçok cami satılıp ahırlara, müzeye dönüştürülecekti. İnkılap adı altında alfabede, kılık kıyafet gibi daha birçok İslami görüntüye yine halka rağmen adeta savaş açıp değiştirilecekti. Görünüşte bağımsız oluyorduk lakin başka türlü köleliğe razı oluyorduk. Uyruğu geleceği hatta geçmişi değiştirilmiş bir milletin pak vücudu kirli ellerin tuttuğu neşterlerle doğranıyor parçalanıyordu.

Birinci Cihan Harbi öncesi 1913’lerde Osmanlı toprakları üç kıtada 4.980.000 km2 iken, sınırları Lozan’da çizilen Türkiye’nin toprakları 814 000 km2 düşürülmüştü. Bunun anlamı Mekke’yi, Medine’yi, Şam’ı, Bağdat’ı, Kahire’yi, Saraybosna’yı, Kırım’ı, Kaşgar’ı birer birer terk etmek manasına geliyordu. Bırakın bunları Lozan’a imza koyan basiretsiz İttihatçılar eliyle burnumuzun dibindeki “misakı milli” sınırları içindeki son derece stratejik Musul, Kerkük, Kıbrıs ve Ege adalarını yok pahasına, masa başı oyunlarıyla bu kadar kolay ve ucuz bir biçimde kaybediyorduk.

Maalesef biz bugün Yahudi haham başı Haim Naum’un dediği gibi anlı şanlı tarihimizi inkâr edip, haşa İslam’a “şeriata” (hilafete) ters düşüp cumhuriyetin faziletlerinden bahsedebiliyoruz. Zilletin timsali olan Lozan iyi mi kötü mü, gizli maddeleri var efsanelerini ya da yüzyıl sonra 2023’de kurtuluyoruz gibi aslı astarı olmayan meseleleri tartışabiliyoruz. İşte bu vahim tablo tarih travması yaşayan bir milletin tasviridir. Bu ancak bizim gibi sömürülen ülkelerde görülebilen bir aldatmacadır. Sömürgeciler tarafından işgal edilen İslam beldelerinde İslami yönetimi kötüleyen sizi kurtardıklarını söyleyenlerin akılları bulandırarak yaptıkları kandırmacadır. Oysa asıl olan mesele Batılı kâfirler eliyle 52 parçaya bölünen İslam Devleti’nin yeniden yekvücut kıyama kalkmasıdır. Ümmet üzerinde oynanan bu büyük oyunun farkına varmaktır. Aksi taktirde İslam coğrafyasındaki kan donduran gayri insani uygulamalar asla son bulmayacaktır. Bu minvalde ne ahlaki, ne iktisadi, ne siyasi hiçbir alanda gerçek anlamıyla her hangi bir kalkınma da elde edilemeyecektir.

Son tahlilde Müslümanlar büyük ümmet bilincini yeniden oluşturup birlik ve beraberlik fikriyle, geçmişte olduğu gibi günümüzde de zirve ümmet olmanın yolunu tutmalıdır. Yoksa parçalanmış İslam Ümmeti’nin bu zayıf ve zavallı haliyle bir değil, bin yüzyıl geçse kâfirlerden hesap sorması mümkün olmayacaktır. Ümmet bölünmüşlük ve parçalanmışlıkla boynuna vurulan bu zilletten, içine düştüğü buhrandan asla kurtulamayacaktır.

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.”[2]

Ezcümle İslam Ümmetine bugün doğuda, batıda her nerede bulunuyorsa, kâfirler eliyle hayvanlara dahi reva görülmeyen zulümler maalesef uygulanmaktadır. İslam Ümmetinin yaklaşık 100 yıl önce boynuna vurulan bu zilletten kurtulup kâfirlerden öç alıp hesap sormasının yolu ancak ve ancak Müslümanları tek bir çatı altında toplayacak ve yakında yeniden kurulacak olan İkinci Râşidî Hilâfet Devleti ile mümkün olacaktır.

 لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ

“Dünyada çalışanlar, ancak bunun gibi bir kurtuluş için çalışsınlar.”[3]

 



[1] Hanri Benazus, Bir Millet Böyle Kurtuldu, s.89.

[2] Ali İmran Suresi 103

[3] Saffat Suresi 61


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz